Ana Sayfa Blog Sayfa 5297

Cezası yok, nedeni yok; 1 yıldır tutuklu

ODTÜ öğrencisi Hüseyin Edemir 1 yıldır tutuklu… Cezası yok, nedeni yok…  Savcılık 10 yıl önce ele geçirilen bir belgede ismi geçtiği için Erdemir hakkında dava açtı. Mahkeme tutuklu yargılanmasına karar verdi.

31 Ocak 2010′da bir kimlik kontrolünde, bir sol örgüte üye olmakla suçlandığı bir davadan arandığını öğrenen Hüseyin o zamandan beri cezaevinde.

ODTÜ öğrencisi Hüseyin Edemir, okulunu bitirdikten sonra yurtdışında yüksek lisans bursu kazandı. Yüksek lisansını yapan Edemir, Türkiye’ye nişanlanmaya geldiğinde polis tarafından arandığını öğrendi. Tutuklandı ve bir yıldır hapiste.

Hakkında verilmiş bir ceza, bir karar yok. Yargılaması tutuksuz devam edebilecekken Hüseyin tutuklu yargılanıyor; Metris Cezaevi, Tekirdağ ve Edirne F Tipi cezaevlerinin adaletsiz koşullarında 1 yıldır adaleti bekliyor.

Nisan’da ve Ağustos’ta yapılan duruşmalarda tahliye edilmeyen Hüseyin’in bir sonraki duruşması 8 Şubat 2011 salı günü Beşiktaş Ağır Ceza Mahkemesinde görülecek.

Hüseyin Erdemir’in arkadaşları huseyineozgurluk.wordpress.com adresinde Hüseyin’e Özgürlük! kampanyası başlattı.

Hüseyin’den Mektup Var

Tutuklu bulunduğu Edirne F Tipi Kapalı Cezaevi’nde bir mektup kaleme alan Hüseyin Edemir tutukluluk koşullarını ve öyküsünü kamuoyuyla paylaştı…

Merhaba

“Nereden başlasam, nasıl anlatsam” diye düşünüyorum, bir cevap bulamıyorum. Hatta kendi kendime “Anlatsam ne olacak” diyorum. İşin kötüsü de bu. Çünkü bu “kapana kısılmış fare” psikolojisidir, çırpınsa ne olacak, acı içinde inleyip bağırsa ne değişecek! Söz konusu fare bensem o kapanda duramam, durmuyorum. Aslında çırpınıp bağırıyorum. Bağırırken sesim çıkıyor mu yoksa zulüm sağanağında eriyip gidiyor mu, onu bilmiyorum. F tipi duvarları arasında, telleri altında yaşayıp da susmak imkânsızdır. Susamam. Susmak, kendime yapacağım büyük bir haksızlık olur. Sesimi duyar mısınız yoksa gündelik yaşamınız içinde yok mu olur, ya da uzayıp giden tartışmalarınız içinde kısacık bir yer bulabilir mi, onu da bilmiyorum. Ama ben bağırmaya devam ediyorum.

Yaklaşık bir yıldır tutukluyum. Daha bir yıl dolmadan üç farklı hapishane gördüm; Metris Hapishanesi, Tekirdağ 1 Nolu F Tipi Hapishanesi ve son olarak Tekirdağ’dan zorla / kaçırılarak getirildiğim Edirne F Tipi Hapishanesi. Evet, kaçırıldım. Yani yanlış duymadınız. 31 Aralık 2010 tarihinde, yeni yıla girmeye hazırlanırken bir grup gardiyan hücreye girip beni bir eşya gibi taşıyarak / sürükleyerek ringe attılar. Bana sormamışlardı, haber vermemişlerdi. Ben sorunca da cevap vermediler. Böyle bir uygulamayı insan vicdanına sığdırmak mümkün mü? Hani yeni yıl ya, “ileri demokrasiye” de geçmişiz, böyle bir hediyeyi kim bekler ki? Bu hediyenin herkesin huzur, sağlık, barış dilediği özel bir güne denk gelmesi oldukça manalıdır.

Bununla yetinmeyen Tekirdağ 1 Nolu F Tipi Hapishane idaresi kaldığım süre içinde defalarca dilekçelerimi, mektuplarımı, yok etmekte hiçbir mahsur görmemiştir. Aklınıza gelebilecek her türlü temel ve insani gerekçeler bir işkence aracına dönüştürülerek hiçbir kural ve sınır tanınmadan uygulandı, uygulanmaya devam da ediyor. Detayına girmediğim, sizlerin tasavvur dahi edemeyeceği onlarca uygulamaya maruz kaldım.

Evet, biliyorum hapishaneler müze oluyor, insanlık onuru adına ziyarete açılıyor. O dönemin koşulları ve tutsakları yeniden “keşfediliyor”. Ama mevcut hapishanelere nedense pek az ilgi gösteriliyor. Ya da hiçbir kimse dönüp de günümüz hapishanelerine bakmıyor, bizleri görmüyor. Belki de görmezden geliniyoruz, ne dersiniz? Bu toplumun aydınlarının, sanatçılarının, yazar-çizerlerinin, bilim insanlarının beni görebilmesi için F Tipi’nde fotoğraflarımın bulunduğu müzeleştirilmiş hücrelerde hatırlanmak istiyorum. Şimdi tam zamanı. Ben, o hücrelerdeki etten-kemikten canlı bir insanken hatırlanmak istiyorum. Zulüm sağanağında adaleti arıyorum, göreniniz oldu mu?

Ben Hüseyin Edemir’im. 2008 yılında Orta Doğu Teknik Üniversitesi Tarih Bölümü’nden mezun olduktan sonra 2009 yılında şu an öğrencisi olduğum Karşılaştırmalı Türk-Alman Sosyal Bilimler Master Programı’na tam burslu olarak kabul edildim. ODTÜ ve Humboldt Üniversitesi tarafından ortaklaşa yürütülen bu master programının ilk yılı Ankara’da, ikinci yılı Berlin’dedir. Ben de öyle yapacaktım ve şu an Berlin’de olacaktım. 2010 yılının yaz aylarında yine program gereği Almanya’da staj yapıp, eğitimime devam edecektim. Sonra da tezimi yazıp ülkeme dönecektim. Yani hayatımın iki yılı planlanmıştı. Ama tutuklandım. Tutuklanmam sadece planlarıma değil, hayatımı da alt-üst etti, hayallerimin üzerine küller serpti.

Birinci dönemi başarıyla tamamladıktan sonra 26 Ocak 2010 tarihinde sömestr tatilini geçirmek ve 6 yıldır sözlü olduğum Sevgi Göğülter ile nişanlanacaktım. Gelir gelmez nişan hazırlıklarına başladım. Kıt-kanaat geçinirken burslarımdan arttırarak biriktirdiğim parayla yüzüklerimizi aldım, hazırlıkları tamamladım. Nişanıma artık saatler kalmıştı.

Mütevazı ama planlı ve mutlu hayatım bir anda kâbusa döndü. 31 Ocak 2010 tarihinde polisin GBT kontrolü sırasında hakkımda arama kararı olduğu gerekçesiyle gözaltına alındım. 1 Şubat 2010 tarihinde çıkarıldığım mahkeme tarafından “örgüt üyesi” olduğum zannıyla tutuklandım.

Tutuklanmama gerekçe olarak iki farklı belgeden bahsediliyor. Bu belgelerden biri 12, diğeri ise 11 yıl öncesine aitmiş. Şimdiye kadar nerede ve niye beklediği belli olmayan belgelerin her ikisi de tahriflerle dolu bilgisayar kayıtlarıymış. 12 yıl öncesine ait olduğu ve Hollanda-Belçika’da ele geçirildiği iddia edilen “belgelerin” belge niteliği şöyle dursun ne olduğu meçhuldür ve daha öncesinde sahte olduğu defalarca ispatlanmıştır. Sahte belgelerin kullanımı, tutuklama gerekçesi yapılması hukukla bağdaşır mı? Sahtekârlıklara rağmen hiçbir somut iddianın ortaya konulamaması oldukça düşündürücüdür.

Tutuklanmama gerekçe gösterilen ve 11 yıl önce Gençlik adlı yasal derginin bürosuna yapılan baskında ele geçirildiği iddia edilen belgelerdir. Bu belgeler de bilgisayar kaydıdır ve tahrifatlarla doludur. Arama usulüne uygun yapılmamıştır. Çok sayıda rapor ve uzman kişi görüşüyle bu belgelerin sahte ve hukuk dışı olduğu ıspatlanmıştır. Ne var ki bu kadar hukuksuzluğa rağmen hâlâ somut bir iddia yoktur.

Sayın savcının iddialarına dayanak olarak gösterdiği bir başka unsur ise gözaltı ve GBT kayıtları. Katıldığım demokratik eylemlerin, öğrenci gösterilerinin polis göndermesiyle bir gerekçe olarak gösterilmesi hukukla bağdaşır mı? Evet ben pek çok demokratik eyleme katıldım, gözaltına da alındım, hakkımda dava da açıldı. Açılan davalardan beraat ettim. Aklıma bir soru geliyor: “önemli olan polis kayıtları mı yoksa mahkeme kararları mı?” Anayasal bir hak olan gösteri ve yürüyüşlerin bu tarz iddialara alet edilmesi adalet ve demokrasi anlayışı ile bağdaşır mı?

Evet eksiksiz, fazlasız, belgeler bunlar ve hakkımdaki iddia benim örgüt üyesi olmam. Bu kadar zorlamaya, hukuk dışılığa rağmen iddiaların tamamı soyut ve mesnetsizdir. Madem şahsımla ilgili ciddi ve orijinal belgeler vardı neden on yılı aşkın süreler sonra ortaya çıktı? Bu süre içinde belgeler “mutasyona uğrayıp” yeni bir form mu kazandı? O dönemim hâkim ve savcıları ile şimdikiler arasında fark mı vardır? Hukuk objektif ve tarafsız değil midir? 10 yılı aşkın süre geçmesine rağmen dosyaya hiçbir yeni bilgi veya belgenin eklenmemesi çok gariptir. 12 yıldır örgüt üyesi olduğum iddia ediliyor ama ortaya tek bir tane bile somut delil konulmuyor, somut bir iddia ortaya atılmıyor.

8 Şubat 2011 tarihinde 3. kez mahkemeye çıktığımda bir yılı doldurmuş olacağım. 27 Temmuz 2010 tarihli 2. mahkememe çıkmadan önce yine bir mektup yazmıştım. Mektubumda hem yargılanma sürecini hem de hukuksuzlukları anlatarak mahkemenin 4 ay 11 gün sonrasına atılmasını eleştirmiştim. Mahkemeden sonra bir sonraki duruşma tarihinin 5 ay 11 gün sonrası olarak belirlenmesi gayet ironik oldu. Bir yılda üç kez mahkemeye çıkmış olacağım ama bir arpa boyu bile yol alınmadı.

Hapishanede geçirdiğim günler kötü muamele ve işkenceye varan uygulamalarla dolup gayrı insani koşullar altında geçti. Bir yıl içinde 3 hapishane gezdirildim. Meclis İnsan Hakları Komisyonu’na, savcılığa ve diğer bütün muhatap makam ve kurumlara defalarca dilekçe ve mektup yazdım. Ne yazık ki herhangi bir cevap bile alamadım. Yargılanma süreci ızdıraba, tutukluluğum ise önlemden çıkıp infaza dönüştü. Tahliyemi istemenin dışında hiçbir şey söylemediğim ilk mahkemede savcı mütalaa verip cezalandırılmamı istedi. Savcının acelesi, mahkemenin sürüncemeli tavrı, mevcut yargı ve hukuk sisteminin bir başka problemi olsa gerek.

Mevcut delil durumu, dava süreci değerlendirildiğinde tutuklanmam için hiçbir hukuki gerekçe yokken hâlâ tutuklu olmama bir türlü anlam veremiyorum. “Önce cezalandırıp sonra yargılayalım” mantığının “kurbanıyım” desem abartmış olur muyum? Abartmıyorum. Tutukluluğum infaza dönüştü. Eğitimim, hayatım, yaşamıma dair her şey alt üst oldu.

Bulunduğum hapishaneden ODTÜ’ye gidip bir sınava girebilmem için binlerce lira ulaşım bedeli ve personel gideri talep ediliyor. Benim bu miktarda bir bedeli ödemem mümkün değil. Şimdiye kadar ODTÜ ve Humboldt Üniversitesi’ndeki derslerimi tamamlamış ve tezimi yazmaya başlamış olacaktım. Oysa ben “demir kapı, kör pencere” arkasındayım. Kaydımı dondurmak zorunda kaldım. İlköğretimden itibaren burslarla okudum ama burslarımın hepsi kesildi, yegâne amacı iyi bir akademisyen olmak olan hayatım kör bir baltayla ikiye ayrıldı ve yarısı karanlığa gömüldü.

Nişanlanacağım gün tutuklanıp hapse konuldum. Nişanımız tarihi belirsiz bir geleceğe ertelenedi. Ben Edirne’deyim, ailem de Ardahan’da olduğu için görüşmek, dayanışmayı sürdürmek imkânsız hale geldi. Yaşadığım F Tipi uygulamaları ve yargılama süreci düşünüldüğünde mağduriyetlerimi onlarca sayfaya sığdırmam mümkün değil. Bu kadar haksız, hukuksuz ve gayrı insani uygulamayı hangi akla, hangi vicdana sığdırabiliriz?

Günümüzde hukuk ve adalet sistemiyle ilgili olarak en üst merci ve hukukçularca hemfikir olunan bir nokta vardır; “adalet sistemi işlememektedir.” Ben ve benim gibi pek çok insanın yaşadığı sıkıntı ve mağduriyetleri doğuran da bu “bozuk adalet düzenidir.” Yargıdaki çarpık yapılanma ve yargılama sürecindeki yanlış içtihatlar tutuklulukları tedbir olmaktan çıkarıp infaza dönüştürüyor. Bundan daha büyük hukuksuzluk ne olabilir ki?

Bu yargılama süreci sonunda ben beraat edersem bütün bu kaybettiklerimin, mağduriyetlerimin telafisini kim nasıl sağlayacak? Hayatımdaki alt üst oluşları, eğitimimi, kaybolan yıllarımı bana kim nasıl verecek? Bu sorunun cevaplarını bilen var mı? Bu cevabı bekleyen benim gibi pek çok insanın olduğunu biliyorum. Ama elimden gelen çok fazla şey yok. Onun için hem kendim, hem de onlar için soruyorum: “Adaleti arıyorum, göreniniz oldu mu?”

Not: Bundan sonra 1 ay boyunca mektup yazmam, mektup almam yasak olduğu için bir süre yazamayacağım.”

(Haber Fabrikası)

Fransa’da Türk ailelere ırkçı saldırı

Fransa’nın Strasbourg kentinin Hoenheim banliyösünde, yan yana evlerde oturan iki Türk ailesi ırkçı saldırıya uğradı.

Irkçı saldırganlar, iki Türk ailesinin kapısını ateşe vermek istedi. Çıkan yangın büyümeden itfaiye tarafından söndürülürken, saldırganların, kapılara gamalı haç çizdikleri ortaya çıktı. Saldırıda kimsenin yaralanmadığı belirtildi.

Ailelerden birisinin karı-koca Türk, diğer ailedeyse erkeğin Türk kadının Fransız olduğu, iki ailenin de ikişer çocukları olduğu bildirildi.

Strasbourg Belediye Başkanı Roland Ries, saldırıyı kınarken, suçluların en kısa zamandan yakalanıp yargıya teslim edilmesini istedi.

Strasbourg’da geçen ay da Öğrenci Kongresi Derneği’nin Strasbourg şehir merkezindeki bürosu, ırkçı saldırıya hedef olmuş, dernek bürosunun kapısı kimliği belirlenemeyen saldırganlar tarafından ateşe verilmek istenmişti.

Büroda bulunan Türk öğrencilerin durumu erkenden fark etmesi sayesinde ateş büyümeden söndürülmüştü. Strasbourg’da ayrıca Odysee sineması müdürü Faruk Günaltay’ın evi ve otomobili, geçen eylül ayında ırkçı saldırganlar tarafından kundaklanmak istenmişti.

Strasbourg kenti ve bölgesinde, daha önce Müslüman ve Musevi mezarlıkları ve ibadet yerleri de ırkçı saldırılara hedef olmuştu. (aa)

Ankara’da ulaşım isyanı sürüyor

Ankara Büyükşehir Belediye başkanı Melih Gökçek, Ege Mahallesi halkını verdiği ulaşım hakkı mücadelesinden kaynaklı cezalandırmak isteyince halk da otobüslere kart basmadan binmeye başladı.

Ulaşıma zam yapıldığı günden beri ulaşım hakkı mücadelesi veren Halkevleri her gün saat 18.00-19.00 arası Ege Mahallesi duraklarına giderek mahallelileri ulaşım hakkına sahip çıkmaya çağırıyor. Uzunca süredir süren eylemlerden kaynaklı Gökçek’in Ege mahallesi halkına eski otobüsler göndererek mahallelileri cezalandırmaya çalışması bugün (28 Ocak) tekrar protesto edildi.

Halk artık yeter diyor
Gökçek’in eski otobüsleri göndermesinden bıkan mahalleliler artık yeter diyor. Halkevleri’de verdiği fiili mücadelenin yanında İçişleri Bakanlığına ve Ankara Valiliğine yüzlerce kişiden topladıkları imzalarla Gökçek’in eski otobüs göndermesinden şikayetçi oldu.

Bu durumun kendisinden artık bıktıklarını söyleyen mahalle halkı Halkevleri’nin yaptığı ulaşım hakkı için mücadele çağrısına uyarak bu akşam parasız ulaşım hakkını kullandı ve otobüslere kart basmadan evlerine gitti.

Şoför direndi halk isyan etti
Mahallelilerin kart basmamasından kaynaklı otobüsü sürmeyeceğini söyleyen bir şoför otobüsün bozulduğunu söyledi. Bunun üzerine mahallelinin bu kadar eski otobüsleri servise koymayın tepkisi üzerine bu dediğinden vaz geçerek “kart basın gideceğim” diyerek direndi. Mahallenin tepkisine dayanamayan otobüs şoförü otobüsü götürmek zorunda kaldı. 8 otobüs de parasız ulaşım hakkı kullanıldı.

30 Ocak’da halk ulaşım hakkını konuşacak
Eylem sırasında mahalleliyi 30 Ocak saat 15.00’da Mamak/Açıkalın Düğün Salonunda gerçekleşecek halk toplantısına çağıran Halkevleri Ulaşım Hakkı Meclisi ulaşım zamlarına, balık istifi ulaşıma, tarihi otobüslere, duraklarda yaşanan kuyruklara karşı sözü olanların toplantıda buluşacağını söyledi.

Sendika.Org

Altın Ahududu adayları açıklandı

Her yıl en kötü film ve oyunculara verilen Altın Ahududu’nun bu yılki favorileri 9’ar adaylıkla Twilight serisinin üçüncü filmi “Tutulma” ve “Avatar” çizgi filminin sinema uyarlaması olan “Son Havabükücü” oldu.

Yönetmenliğini M. Night Shyamalan’ın yaptığı ve Avatar: Son Havabükücü isimli çizgi serisinin uyarlaması olarak tasarlanan üçlemenin ilk filmi olan “Son Hava Bükücü” ve “Twilight Saga” (Alacakaranlık Efsanesi) filminin üçüncüsü olan “Eclipse” (Tutulma) her yıl en kötü Hollywood yapımı filmlere verilen “Altın Ahududu” (Razzie) ödüllerine, aralarında “En Kötü Film”in de yer aldığı 9’ar dalda aday gösterildi.

“En Kötü Film” adayları arasında başrollerinde Jennifer Aniston ve Gerard Butler’ın yer aldığı “The Bounty Hunter” (Ödül Peşinde), romantik komedi “Sex and the City 2” ve “Alacakaranlık-Tutulma”yı ti ye alan “Vampires Suck” (Biri Beni Isırdı) da yer aldı.

Alacakaranlık-Tutulma” oyuncularıyla da aday

“Razzie”nin resmî internet sayfasından yapılan açıklamaya göre en kötülere verilen “Altın Ahududu” adayları arasında Twiligaht-Saga (Alacakaranlık) serisinin başrol oyuncuları Robert Pattinson, Taylor Lautner ve Kristen Stewart’da yer aldı.

“En Kötü Erkek Oyuncu“ kategorisinin adayları arasında  “The Bounty Hunter” (Ödül Peşinde) ile Gerard Butler, ”Killers” ve “Valentine’s Day“deki rolleriyle Ashton Kutcher ve “Gulliver’s Travels“daki performansıyla Jack Black bulunuyor.

Hollywood’un tecrübelileri de aday

Brad Pitt’in eski eşi Jennifer Aniston “The Switch” ve “The Bounty Hunter” (Ödül Peşinde) filmlerindeki performansıyla “En Kötü Kadın Oyuncu” kategorisinde aday gösterildi. Aynı listede Miley Cyrus “The Last Song” (Son Şarkı), Megan Fox “Jonah Hex” ve “Sex and the City 2”nin başrol oyuncuları (Sarah Jessica Parker, Kim Cattrall, Kristin Davis und Cynthia Nixon) yer aldı.

Jennifer Aniston

“En Kötü Yardımcı Kadın Oyuncu“ kategorisinin adayları arasına müzikal filmi “Burlesque“daki performansıyla Cher, “Sex and the City 2“ de misafir oyuncu olarak rol alan Liza Minelli ve “Little Fockers“ (Zor Baba 3)’de sinirli kaynanayı canlandırdığı rolüyle Barbra Streisand gibi Hollywood dünyasının tecrübeli isimleri de yer aldı.

Bu yıl 31’incisi düzenlenen “Altın Ahududu” ödülleri gelenek olduğu üzere Oscar Ödülleri töreninden bir gece önce  26 Şubat akşamı dağıtılacak.

Geceye katılan ünlü olur mu?

En kötülere verilen ödül törenine, ödül sahipleri genellikle katılmıyor. 2005’de Hally Berry bir ilki gerçekleştirip ”Catwoman” filmindeki performansıyla layık görüldüğü “En Kötü Kadın Oyuncu” ödülünü almaya gelmişti. Bir diğer ünlü aktrist Sandra Bullock ise geçen yıl “All About Steve” filmindeki rolüyle yine “En Kötü Kadın Oyuncu” kategorisinde sahibi olduğu ödülü almış ve sahneye çıkarak filmini savunmuştu. Bullock’un bu davranışı salonu dolduranlar tarafından büyük alkış almıştı.

Aynı Bullock, bir gece sonra Oscar Ödülleri’nde “The Blind Side” filmindeki rolüyle “En İyi Kadın Oyuncu” Oscarı’nı alarak aynı yıl hem “En İyi” hem de “En Kötü” oyuncu seçilen ilk isim olmuştu.

© Deutsche Welle Türkçe

Derleyen: Ufuk Çakır (dpa, AP, DW)

Editör: Murat Çelikkafa

AKP’ye bir kırmızı kart da İzmir’den

Spor Emek-Sen öncülüğünde ve İzmirli futbolseverlerin katılımıyla yapılan “AKP’ye kırmızı kart gösteriyoruz” etkinliği dün İzmir’de gerçekleştirildi. İlki geçen haftasonu İstanbul’da gerçekleşen eylem, Alsancak Kıbrıs Şehitleri Caddesi’nde saat 19.00’da başladı. Yaklaşık 1.500 kişinin katılımıyla gerçekleşen eylem, Cadde boyunca yapılan bir yürüyüş ve okunan bir basın açıklaması ile son buldu.

Başta İzmir futbol takımlarının taraftarları olmak üzere, Beşiktaş, Fenerbahçe, Galatasaray, Adana Demirspor, Dersimspor gibi çeşitli takımların taraftarlarının da katıldığı yürüyüşte, “Faşizme karşı omuz omuza”, “Yaşasın renklerin kardeşliği”, “Tunus, Mısır, şimdi sıra bizde” başta olmak üzere Türkiye’de ve spor ortamında yaratılmak istenen otoriter ortama karşı sloganlar atıldı.

Yürüyüşün sonunda yapılan basın açıklamasında ise,  hükümetin tribünlere de müdahale ettiği belirterek, tribünlerin birer açık hapisaneye çevrilmek istendiği vurgulandı.

Taraftarlar ile ilgili yasal düzenlemeleri yapanların bu konuyla uzaktan yakından ilgisi olmadığı eleştirisinin de yapıldığı açıklama şöyle sürdürdü: “Biz her şeyi yaparız, biliriz edasıyla davranan, taraftarları küçümseyen siyasilere, bürokratlara sesleniyoruz; taraftarlar kul, sizler ise padişah değilsiniz. Taraftarlar tribünlerde sevdalandıkları takımlar için emek veren, sporu yüceltenlerdir. Ve asla yalnız değillerdir.”

(Yeşil Gazete)

Elbette devlet suçlu, Pınar Selek suçsuz – Ümit Kıvanç

Pınar Selek, sokak çocukları, seks işçileri, travestilerle ilgileniyordu. Büyük şehrin ve kapitalizmin sokaklara attığı insanların sığındığı ve ürettiği bir atölyede (“Sokak Sanatçıları Atölyesi”) çalışıyordu. 1997’de, Kürt sorunu üzerine çalışmaya başladı. Yoğunluğu düşük, kirliliği yüksek bir savaşın neden, nasıl sürdürüldüğüne kafayı takmıştı. Birçok insanla görüştü, araştırmasını hazırladı. 1998 temmuzunda gözaltına alındı, araştırmasına el kondu, işkence gördü.

Kamuoyu, ahlâk ve fazilet timsali Türk basınının gayretleriyle, bu genç kadını “Mısır Çarşısı bombacısı” olarak tanıdı, ama gerçekte Pınar Selek’in karıştığı herhangi bir silahlı eylem ya da bu tür eylemlere destek, paravan, hazırlık, kamuflaj vs. mahiyetinde herhangi bir faaliyet yoktu. Hiçbir zaman olmadı.

Pınar Selek Mısır Çarşısı’ndaki patlamadan hemen sonra gözaltına alınmış, kendisine bu patlamayla ilgili tek soru sorulmamıştı. Zaten patlamadan hemen sonra polisçe hazırlanan olay yeri inceleme tutanakları ve kriminal laboratuarı raporunda patlamaya bir bombanın yolaçtığına dair hiçbir veri yoktu. Nitekim Polis Olay Yeri İnceleme Sonuç Raporu’nda, “bombaya ait bulgu yok” dendi.

Fakaat! “Örgüt üyesi” olduğu ileri sürülen bir kişi, “bombayı Pınar Selek’le birlikte koyduk” diye ifade vermişti. Acaba niye ve nasıl…

Çünkü bu kişi daha sonra mahkemede Selek’i tanımadığını söyleyecek, daha sonra, sözkonusu patlamayla ilgili davadan beraat edecekti. Demek ki birileri ona işkencede zorla Pınar Selek’in adını verdirmişlerdi. Acaba niye?..

Mısır Çarşısı’na bomba koymaktan insanlar yargılandı, Pınar Selek’in bu yüzden hayatı kaydı, ama gerçekte ortada bomba filan yoktu. Mahkeme üç profesörü bilirkişi tayin etmiş, onlar da patlamaya bombanın değil tüpgaz kaçağının yolaçtığı yolunda rapor vermişlerdi.

Selek yok yere 2,5 yıl hapiste yattıktan sonra, 2000 aralıkta tahliye edildi. Fakat İçişleri Bakanlığı ve İstanbul Emniyet Müdürlüğü âdetâ işi gücü bırakmış onunla uğraşıyordu. 2001 nisanında mahkemeye yazı yolladılar, yeni bir raporun dosyaya girmesini sağladılar. Raporda, “patlama bombadan kaynaklanmıştır” deniyordu. Mesele yeniden bilirkişilerin önüne gitti. Patlamaya tüpgaz kaçağının yolaçtığı bir defa daha teyit edildi.

2006 haziranında Pınar Selek bu çapsız komplo davasından beraat etti. Meşhur Yargıtay 9. Ceza Dairesi de İçişleri Bakanlığı ve İstanbul Emniyeti’yle aynı saftaydı; kararı bozdu. 12. Ağır Ceza Mahkemesi, Selek’i bir defa daha beraat ettirdi. Ve yine karşısında Yargıtay’ı, üstelik bu defa Ceza Genel Kurulu’nu buldu. Yüksek yargı, hayatta eline silah almamış, bomba nedir bilmeyen bir kadının, tüpgaz patlamasına sahne olan Mısır Çarşısı’na bomba koyduğunda ısrarlıydı. “Tez ağırlaştırılmış müebbet verile!” dediler.

Şimdi, 9 şubatta, Selek’i iki defa beraat ettiren 12. Ağır Ceza Mahkemesi yeniden toplanacak ve Pınar Selek’in hayatının bundan sonrasını nerede nasıl geçireceğine karar verecek.

Bu öykünün pek çok ayrıntısı eksiktir mutlaka. Pınar Selek’in de çalışmasıyla hayata yeniden tutunmaya başlamış insanların çöküntü yaşaması ve dağılması gibi, devleti ve politikacıları asla ilgilendirmeyen mevzulara girmiyoruz bile farkındaysanız. Kimbilir daha ne korkunçluklar vardır. Belki bir tek şunu eklemeli: Selek’in Mısır Çarşısı’ndaki patlamayla herhangi bir alâkası bulunduğuna dair tek kanıt yok. Ayrıca hatırlatayım: Patlama da bomba yüzünden değil!

Şimdi lütfen şöyle bir arkanıza yaslanıp düşünün: Bir devlet bu kadar çok kötü ruha evsahipliği, yardım ve yataklık yapar mı? Pınar Selek’in hayatını karartmak için anlaşılması zor bir ısrarla uğraşan adamların herhangi biri, Selek’in o patlamayla en ufak ilişkisi olduğuna inanıyor mu? Elbette inanmıyorlar. Hattâ inanma-inanmama da değil, biliyorlar onun suçsuzluğunu. Buna rağmen hayatını kahretmek için ellerinden geleni yapıyorlar.

Ve bunlara bizim çalışıp ürettiğimiz değerlerin bir kısmı maaş olarak veriliyor. Aferin devlet!

Bir de ciddî suratlı adamlar televizyonlarda “yargı siyasallaşırsa mazallah, nic’olur halimiz!” diye konuşuyorlar ya!..

Eğer 12. Ağır Ceza Mahkemesi, devlet adına suç işlenmesine direnir ve hakkın hukukun icabını yapar, beraat kararında ısrar ederse, günün birinde bizim de sahici bir yargı sistemine sahip olmamıza giden yola taş döşemiş olacak. Ve, gerçi biz görmeyiz ama, o gün şayet gelirse, topluma ve başka okuryazarlara gözdağı vermek için Pınar Selek’e bu komployu kuranlarla bugünlerin birtakım yüksek yargı mensuplarını birarada yargılanırken görmek güzel olacak.

Bakın, şimdi, en azından çocuklarımıza böyle bir ihtimali armağan etme fikri pek güzel göründü gözüme.

Taraf – 29 Ocak 2011

“Hükümet değişikliği değil, rejim değişikliği”

Güncelleme, 29 Ocak 2011, 19:08 –

Mısır’da sokaklar durulmuyor.

30 yıldır iktidarda olan devlet başkanı Hüsnü Mübarek’in ve Ulusal Demoratik Parti’nin iktidarı bırakması talebiyle 5 gün önce başlayan ve dün zirve noktasına çıkan protesto gösterileri Mübarek’in gece yarısı yaptığı açıklamanın ardından hız kesmedi. Bugün de sokağa çıkma yasağına karşın başkent Kahire ve diğer şehirlerdeki gösteriler devam ediyor.

Hüsnü Mübarek gece yarısı yaptığı açıklamada hükümeti değiştireceğini, ama kendisinin görevini sürdüreceğini söylemişti. Mübarek bugün 30 yıldır ilk kez bir başkan yardımcısı atadı. Mübarek’in başkan yardımcısı olarak atadığı isim ülkenin istihbarat şefi Ömer Süleyman. Mübarek başbakanlığa da eski hava kuvvetleri komutanı Ahmet Şefik’i atadı. Bu atamalar Mübarek’in sokak hareketlerine yanıtı olarak görülüyor.

Mübarek’in gece yarısı yaptığı konuşmada hükümet değişikliği sözü vermesinin ardından sokaklardaki protestocu sayısının da arttığı ve “hükümet değişikliği değil, rejim değişikliği istiyoruz” sloganlarının duyulduğu Kahire sokaklarındaki muhabirlerden gelen bilgiler arasında. Mısır’da gösterilerin yapıldığı kentlerin arasına Luksor’un da eklendiği ve Süveyş’de 1700 kamu çalışanının Mübarek’in istifasına kadar süresiz greve başladığı da gelen haberler arasında.

Öte yandan gösterilerde hayatını kaybedenlerin sayısının 85’i bulmuş olabileceği bildiriliyor. Mısır’daki olayları en yakından izleyen uluslararası medya kuruluşu El Cezire’nin haberine göre gösterilerde ölenlerin sayısı İskenderiye’de 23, Süveyş’de 27, Kahire’de ise 22. İnsan hakları örgütleri bu sayılara dahil olmayan 13 cesedin daha hastanelerde bekletildiğini bildiriyorlar. Batı haber ajansları ise ölü sayısını 48 olarak veriyor.

Son olarak bugün öğleden sonra İçişleri Bakanlığı’nı hedef alan gösterilerde ölen ve yaralananlar olduğu bildiriiliyor, ancak bu haberler henüz resmi olarak doğrulanmadı.

(Yeşil Gazete)

Al Jazeera ve The Guardian’dan derlenmiştir.

Kemikler, yakınlarını arıyor

Mutki’deki kazıda bulunan 20 kişiye ait kemiklerin kimlik tespiti için DNA incelemesi yapılıyor.

Bitlis’in Mutki ilçesindeki kazılarda iki farklı noktada bulunan 20 kişiye ait kemiklerin kimlik tespitlerinin yapılabilmesi için çalışmalara başlandı. Bazıları yurtdışından gelen 13 aile, dün sabah Mutki’de savcılığa ifade vererek, 1999’da kaybolan yakınlarının kazılar sonucu çıkarılan kemiklerle ilişkisinin bulunabileceğini, bu nedenle tespit yapılmasını istedi.

Kan örneği verdiler
Savcılık kararıyla Bitlis Devlet Hastanesi’ne giden 13 kayıp yakınının kan örnekleri alındı. İnsan Hakları Derneği (İHD) Bitlis Temsilcisi Hasan Ceylan, “Mutki’de 1999 yılında öldürülüp belediye kepçesiyle gömüldüğü belirlenen 12 kişinin kemikleri 5 Ocak’ta askeriyeye ait ikinci çöplüğün 150 metre ilerisinde yapılan kazı sonucunda; 8 kişinin kemikleri ise 20 Ocak’ta yapılan kazı sonucunda aynı çöplüğün yanında yapılan kazı sonucunda bulundu. Bulunan kemikler savcılık tarafından incelenmek üzereV adli tıp kurumuna gönderildi. Şimdi yıllardır yakınlarının bu bölgede kaybedildiğini bilen vatandaşlarımız bize yaptıkları müracaatların benzerini savcılığa yapıyor. DNA eşleşmesinin yapılabilmesi için Bitlis Devlet Hastanesi’ne kan örneklerini verdiler. Şimdi adli tıpta kemiklerle alınan kan örnekleri arasında eşleştirme yapılacak. Sonuçlar beklendiği gibi çıkarsa, hiç değilse bölgemizde yakınlarını kaybetmiş olan vatandaşlarımızdan bir bölümü çocuklarına mezar yapma olanağı bulacak” dedi. (Radikal)

Avcı’ya 20 yıl hapis istendi

Emniyet Müdürü Hanefi Avcı’nın da aralarında bulunduğu 22 kişi hakkında hazırlanan iddianame, İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderildi.

İddianamede Hanefi Avcı için örgüte yardım yataklık, vahim nitelikli silah bulundurmak, soruşturmanın gizliliğini ihlal ve terörle mücadele edenleri hedef göstermek suçundan 20 yıla kadar hapis cezası isteniyor.

Avcı ile telefon görüşmeleri yaptığı daha önce basına yansıyan Necdet Kılıç da sanıklar arasında yer alıyor.

Mahkemenin iddianameyi kabul etmesi halinde 14’ü tutuklu, 22 kişi önümüzdeki günlerde yargılanmaya başlanacak. (Ntv)

55 bin kişiye para cezası AİHM’e götürülüyor

Referandum boykotu sonrasında Hakkari'de bir yerel gazetenin manşeti

Hakkari’nin Yüksekova İlçesi’nde referandumun boykot edilmesi nedeniyle 55 bin 55 kişiye verilen para cezası Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) taşınıyor.

12 Eylül anayasasının referandumu sırasında Yüksekova’da boykota katılan 55 bin 55 kişi hakkında 22 TL para cezası verilmesi Yüksekova’daki sivil toplum örgütleri tarafından kınandı. KESK toplantı salonunda yapılan basın açıklamasına, Yüksekova Belediye Başkanvekili Erdal Aydın, BDP, KESK, DİSK, KURDÎ-DER, Baro, il genel ve belediye meclis üyeleri, DYG, Kadın meclisi üyeleri, muhtarlar, Azadiya Welat çalışanları, Gever Kültür ve Sanat Merkezi, MEYA-DER, Esnaf Sanatkarlar Odası, Ticaret ve Sanayi Odası yöneticileri katıldı.

Kürtçe basın açıklamasını okuyan KURDÎ-DER Yüksekova Şubesi yöneticisi Davut Şedal, “Toplu mezarlara” değinerek, “Bilindiği gibi son günlerde insanlık ve kamuoyu Kürdistan coğrafyasında yaşanan vahşetlere şahitlik etmektedir. Hergün Kürdistan’ın ayrı yerlerinde toplu mezarlar ortaya çıkmaktadır. Buna rağmen halen binlerce Kürt annesi çocuğunun kemiklerinin nerede olduğunu bilmemektedir. Tüm bu yaşanan vahşetlere rağmen Türk devleti ve özellikle AKP kör ve dilsizdir” dedi.

İran devletinin Kürt gençlerine yönelik idam politikasına da lanetleyen Şedal, “Son olarak Hüseyin Xizrî adındaki Kürt gencinin idam edilmesini binlerce defa lanetliyoruz. İran devleti bu yaptıkları insanlık dışı politikalarının içinde boğulup gidecektir. Hüseyin Xizrî’nin Amed’de taziye çadırımı kurun vasiyeti üzerine biz de burada Yüksekova’da Amede başsağlığı diliyor acılarını paylaşıyoruz” şeklinde konuştu.

KCK operasyonuyla Kürt halkına karşı geliştirilen “soykırım” politikasına da değinen Şedal, “AKP hükümeti yaptığı operasyonların hukuksuz ve Kürtçe savunma hakkının engellenmesinin farkındadır. Ancak Kürdistan’daki mücadelenin meşruluğu her geçen gün büyümekte ve AKP hükümeti ile Türk devletini kaygılandırmaktadır. En büyük hukuksuzluk olan KCK operasyonuna bir an önce son verin” çağrısında bulundu.

12 Eylül anayasa referandumu karşısında şaşkınlığa düşen AKP hükümetinin yenilgisini Yüksekova halkını cezalandırmakla aşmak istediğini kaydeden Şedal, “AKP hükümeti Kürtleri kandırmak istemiştir. Ancak AKP zihniyeti kafasını Kürdistan dağlarına çarpıp evdeki hesabı çarşıya uyduramamıştır. Yüzde 90 boykot kararını veren Yüksekova halkına öngörülen para cezası karşısında direnecek ödeme yapmayarak AİHM’e gidilecektir. Biz Yüksekova halkı olarak diyoruz ki AKP hükümeti gözlerini iyi açsın ne Kürt halkı ne de özellikle Gever halkı hiç bir zaman yapılan baskı, imha, inkar politikalarına karşı geri adım atmayacaktır. Aksine mücadelesini her geçen gün daha fazla büyütecektir” diye konuştu. (Anf)