Ana Sayfa Blog Sayfa 5291

Yeşiller Partisi, Balıkesir’de buluşma düzenliyor

Yeşiller Partisi, Balıkesir’de bir tanışma toplantısı düzenliyor. 6 Şubat Pazar günü saat 12.00 gerçekleşecek olan toplantıya, Balıkesir Sultan’s Cafe ev sahipliği yapacak.

Toplantının duyurusu şu şekilde:

Yeşiller Partisi olarak 6 Şubat 2011 Pazar günü saat 12:00’da Balıkesir Sultans Cafe’de bir tanıtım-tanışsma toplantısı düzenliyoruz. Tüm Yeşilleri, Yeşiller’i tanımak isteyenleri, aramızda olmak isteyen tüm dostları bu toplantıya davet ediyoruz…

İletişim: Aytaç Tolga Timur (0532) 5270842

Valilik “Torba Yasa”ya karşı yürüyüşü yasadışı ilan etti!

0

Ankara Valiliği’ne göre, “Torba Yasa”nın Meclisi uyarmak Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununa aykırı. Açıklamada, “hiçbir sendikal ve mesleki hak ve talep Ankara halkının huzuru ve genel güvenliğinden daha üstün olamaz” deniyor.

Ankara Valiliği, emekçilerin hak gaspına neden olduğu gerekçesiyle protesto ettiği “Torba Yasa”nın Meclisi uyarmak için dört koldan başlattığı yürüyüşün Ankara’da sürdürülmesine izin verilmeyeceğini açıkladı.

Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK), Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK), Türkiye Mimar ve Mühendis Odaları Birliği (TMMOB) ve Türk Tabipleri Birliği’nin (TTB) “Torba Yasa”ya karşı 81 ilde düzenlediği Ankara yürüyüşü İstanbul’dan dün (1 Şubat) başlatılmıştı.

Ankara halkının huzurunu kaçırırmış…

Valilik, İstanbul, İzmir, Trabzon ve Diyarbakır kollarından başlatılan ve yarın da (3 Şubat) Ankara’da birleşmesi beklenen yürüyüş gruplarının TBMM çevresinde zincir oluşturulması ve kitlesel basın açıklama yapılacak olmasının “kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme niyeti” olarak gördü.

Valilik, Ankara’da 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu hükümleri uyarınca, toplantı ve gösteri yürüyüşü yapılacak yerlerin önceden belirlendiği ve ilan edildiğini açıkladı. Açıklamada şöyle deniyor:

“Mezkur kanunun 22. maddesi, ‘TBMM’ne bir kilometre uzaklıktaki alanlar içerisinde toplantı yapılamaz’ hükmüne amirdir. Kanunların işbu açık hükümleri karşısında, TBMM çevresinde gerekçesi ne olursa olsun hiçbir eylemin gerçekleştirilmesi yasal olarak mümkün değildir.

“Ankara ilinde 2911 Sayılı Kanun hükümlerine göre bildirimde bulunulması ve daha önceden ilan edilen yasal meydan, açık alanlar ile kapalı yerlerde yapılmak istenen toplantı ve gösteri yürüyüşleri demokratik ve hukuki anlayış içerisinde elbette değerlendirilmektedir.

“Adı geçen kuruluşlarca Ankara ilinde organize edileceği ve ortaklaşa gerçekleştirileceği ilan edilen protesto eylemi, 2911 Sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na açıkça aykırıdır.

“Anayasa ve kanunların açık olarak yasakladığı durum, tutum ve eylemler demokrasinin güvencesi altında olamaz ve hiçbir kanunsuz eylem gerekçesi ne olursa olsun Ankara ilinde kabul edilemez. Kaldı ki hiçbir sendikal ve mesleki hak ve talep Ankara halkının huzuru ve genel güvenliğinden daha üstün olamaz.”

Ankara ilinde işbu yasal olmayan eyleme tevessül edilmesi halinde, meydana gelebilecek her türlü olaylardan ve doğabilecek zararlardan organize eden kuruluşlar ile yöneticilerinin ve söz konusu eyleme katılanların sorumlu olacağı, kanunsuz eylemin güvenlik güçleri tarafından mutlaka engelleneceği ve eylemi organize edenler ile katılanlar hakkında da gerekli yasal işlemlerin yapılacağı hususu kamuoyuna saygıyla sunulur.” (Bia)

“Ergenekon Mutki’de, Başbakan nerede?”

Bitlis’in Mutki İlçesi’nde 18 kişinin kemiklerinin çıktığı toplu mezara dikkat çekmek için binlerce kişinin katıldığı yürüyüşün ardından konuşma yapan BDP Eşbaşkanı Gültan Kışanak, “Başbakan bunları ortaya çıkarmazsa Ergenekon’un suç ortağıdır. İşte Ergenekon’un izleri burada. Peki Başbakan nerede?” dedi. Eşbaşkan Selahattin Demirtaş ise, Başbakan Erdoğan’a  “Toplu mezarlar, faili meçhul cinayetler ortaya çıkartılmadığı sürece kimse Kürt halkından devlete güven duymasını beklemesin” diyerek seslendi.

HAKİKATLAR KOMİSYONU TEMEL TALEBİMİZ
MEYA-DER öncülüğünde Bitlis’in Mutki İlçesi’nde kazının yapıldığı ve 18 kişiye ait kemiklerin çıktığı çöplük alanına binlerce kişinin katıldığı yürüyüşün ardından, MEYA-DER, Barış Anneleri İnisiyatifi ve İHD’nin ortak açıklaması okundu.
Açıklamada, “Bu vahşet sizi de yakacak”, “Vahşetin baş aktörü Korkmaz Tağmadır”, “Korkmaz Tağma nerede” dövizleri taşındı. Bir dakikalık saygı duruşunun ardından ortak basın metnini okuyan MEYA-DER Batman Şube Eşbaşkanı Rıfat Başalak, bölgede yaşanan kirli savaş döneminde yaşanan tahribatın haddi hesabı olmadığını söyleyerek, “Bu kirli savaşta 40 bin insanımız yaşamını yitirdi. JİTEM ve benzeri örgütler yüzünden büyük katliamlar yaşandı. İnsanlar toplu mezarlara atıldı. Burada olduğu gibi insanlık ayaklar altına alındı. Bizler şu an çocuklarımızın kemiklerini çöplük alanlardan çıkarıyoruz. Yani bir vahşete tanıklık ediyoruz. Biz acılı ailelerin temel talebi, bu katliamları yapanların adalet önüne çıkarılması ve Hakikatleri Araştırma Komisyonu’nun kurulmasıdır” dedi. Açıklama okununca çöplük alanı kazan kadınların bulduğu elbise parçalarını taşımaları duygulu anların yaşanmasına neden oldu.

BAŞBAKAN,  ERGENEKON’UN SUÇ ORTAĞI OLACAK

Başbakan Erdoğan’a seslenen BDP Eşbaşkanı Gültan Kışanak ise, “8 yıldır iktidardasın. Jandarması polisi herşey senin elindedir. İsteseydin bu katliamları ortaya çıkarabilirdin. Ama istemiyorsun; çünkü bu bir devlet politikasıydı. Ergenekon deniliyor. İşte Ergenekon’un izleri burada. Peki Başbakan nerede? Eğer Başbakan bunu ortaya çıkartmazsa Ergenekon’un suç ortağı olacaktır” şeklinde konuştu.

EĞER AĞLANACAK BİR YER VARSA O DA BURASIDIR
Ardından bir konuşma yapan BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş ise, Kürt sorununun adil çözülmesi için geçmişle yüzleşilmesi gerektiğine vurgu yaparak, “Toplu mezarlar, faili meçhul cinayetler ortaya çıkartılmadığı sürece kimse Kürt halkından devlete güven duymasını beklemesin. Bu toplu mezarlar başka bir ülkede ortaya çıksaydı dünya ayağa kalkardı. Ben buradan soruyorum. Neden bu kazılar durduruldu? Bütün kayıp yakınlarının DNA testi neden alınmıyor? Eğer ağlanacak bir yer varsa o da burasıdır. Filistin’de çocuklar, Bosna’da toplu mezarlar için dökülen gözyaşları samimiyse, gelip burada da bu gözyaşları dökülmelidir. O zaman biz de seni alkışlardık. Bakın burası Mutki çöplüğü karşı da ise Jandarma Karakolu var” dedi.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a seslenen Demirtaş, “Gel ahlaklı ol, düş bu halkın önüne ve özür dile. Yoksa tarih seni yargılayacaktır” ifadesinde bulundu.

GENELKURMAY AÇIKLAMA YAPMAK ZORUNDA
İki dilli yaşam için açıklama yapan Genelkurmay ve Milli Güvenlik Kurulu’na da (MGK) MGK’ye çağrıda bulunan Demirtaş, “Bakın kışlalarda kemikler çıkıyor. Neden açıklama yapmıyorsunuz? Genelkurmay açıklama yapmak zorundadır. Bu katliamın hesabını vermek zorundadır. O dönemde kim başbakansa, kim savcı, hakim, kaymakamsa ve valiyse bunun hesabını vermelidir. Kimlik tespiti dahi yapılmadan insanları toplu olarak gömdünüz. Bunun hesabını vereceksiniz. Bu halk bunun hesabını soracaktır” açıklamasında bulundu.

Konuşmasının sonunda halka seslenen Demirtaş, “Özellikle kayıp aileleri ve olayın görgü tanıklarına çağrım ellerindeki bilgileri gelip bizimle paylaşsınlar. Özellikle İHD şubelerine bu konuda başvuru yapmalarını bekliyoruz” diye konuştu.

Açıklamaların ardından binlerce kişi yine sloganlar eşliğinde Mutki merkeze kadar yürüyüş gerçekleştirdi. Burada Van, Diyarbakır, Bitlis, Siirt, Batman ve Muş’tan gelen kitle araçlarına binerek geldikleri yerlere doğru yola çıktı.

BDP heyetinin ise Bitlis’te sivil toplum örgütleri ile toplu mezarlara ilişkin bir araya geleceği belirtildi.

(anf)

Üniversiteden adrese teslim kadro ilanı

Ankara-Çubuk Yıldırım Beyazıt Üniversitesi’nin üniversiteye bağlı hastane ve fakültelerde görevlendirilecek isimleri belirlemek üzere yayımladığı kadro alım ilanı, isimlerin önceden belli olduğu şüphesini uyandırıyor. Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) tarafından gündeme getirilen ilanda belirtilen başvuru kriterlerinde torpilli isimlerin bir tek adı yazılmamış.

Yıldırım Beyazıt Üniversitesi’ne devredilmeden önce Dışkapı SSK Hastanesi olarak Ankaralılara hizmet veren hastane yapılan yasal düzenleme ile Çubuk’ta kurulan Yıldırım Beyazıt Üniversitesi’ne devredilmişti. Bu hastaneyi de bünyesine katan yeni üniversitenin akademik kriterleri ise akıllara kadroya alınacak isimler belli mi sorusunu getirir nitelikte.

SES tarafından yapılan yazılı bir açıklama ile torpil ihtimaline dikkat çekilerek üniversitenin yayımladığı ilandan yola çıkarak önce alımı yapılacak kadronun belirlendiği sonra da müthiş bir ustalıkla bu kadroya zemin hazırlandığı ifade ediliyor. İlanda Profesörlük veya Doçentlik unvanı için sıralanan kıstaslar arasında adayın hangi kursa, hangi toplantıya katıldığının, özel ilaç ve tıbbi malzeme firmalarının desteği ile katıldığı yurt dışı gezi ve kurslarına izleyici dahi olsa katılarak aldığı sertifikalar ölçüt olarak alınmasının bu şüpheleri güçlendirdiği söyleniyor.

Aman ortak çıkmasın kriterleri
İlanda adeta adrese teslim kadroların sahiplerine başka ortaklar çıkmaması için getirilen ‘seçici’ ve ‘bulunmaz’ kriterlerden birkaç örnek:

-Dâhiliye profesörü için ayırt edici özellik olarak troid hastalarında “perkutan lazer ablasyon metodu” ve “elastosonografi” konularında deneyim sahibi olma tanımlanmış.

– Enfeksiyon Anabilidamlı’nda profesör kadrosu için aranan özellik: “En az 10 yıllık Profesör olma, en az 5 yıllık sağlık idareciliği” yapmış olma ve “Şarbon, menenjit, Kırım-Kongo kanamalı ateşi ve Pandemik grip konularında”çalışmaları ve deneyim sahibi olma şartı aranacaktır

– Nöroloji Anabilimdalı’nda profesör olmak için: ““En az 5 yıllık profesör olmak ve en az 3 yıl hastane yöneticiliği yapmış olmak” ve “ Elektrofizyolojik çalışma ile EMG sertifikasına sahip olma” ve bu konuda en az 10 yıllık deneyime sahip olma şartı aranacaktır” deniliyor.

– Hukuk Fakültesi’nde Özel Hukuk / İş ve Sosyal Güvenlik Hukuku alanında profesör olabilmek için Sakat İstihdamı konusunda ‘çalışmaları olmak şartı’ aranıyor.

SES tarafından yapılan yazılı açıklamada bu kriterlerin subjektifliğini ortaya koyan çarpıcı bir örnek de sunuluyor. Kardiyoloji Anabilimdalı akademik kadro ilanında Kardiyoloji Profesörü alımı için sunulan ön koşul şudur: invaziv kardiyoloji konusunda deneyimli olma ve tt Karotis anjiyoplasti ve stent uygulamaları” konusunda uluslararası sertifikasyon sahibi olma şartı koşulduğu belirtiliyor.

Yasada olmayan sertifikayı istiyorlar
Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı ve YÖK statüsünde uzmanlık eğitimi veren üniversitelerde Kardiyolojinin alt branşları ayrılmadığı yani Kardiyolojinin çalışma sahası içindeki alanlar olan İnvasiv Kardiyoloji, Elektrofizyoloji, Klinik Kardiyoloji, Eko gibi uygulamalarına ait alt branş grupları oluşturulmadığı belirtiliyor. Üstelik bu alanlarda kişinin kompeten olduğunu belgeleyen bir Sertifikasyon sisteminin de söz konusu olmadığının altı çiziliyor. İstenilen sertifikanın uluslararası ölçekte para karşılığında verilen kurslar sonucu elde edilmiş belgeler olup TC Sağlık Bakanlığı Uzmanlık tüzüğünde bu sertifikaların hiçbir yasal karşılığı olmadığı belirtiliyor.
SES tarafından yapılan yazılı açıklamada “Önceden belirlenen kişinin adını yazmadan bunu bilim ve hukuk kurallarına uydurmak konusunda bilimsel çalışma yapmak Yıldırım Beyazıt Üniversitesine kesinlikle bir AKP sertifikası kazandırmalıdır” denilerek hastanede yaşanan AKP’nin kadrolaşma politikalarının bir parçası olduğu ifade ediliyor.

Sağlık emekçileri ilan nedeniyle suç duyurusunda bulunuyor.

Sendika.org

Emekçiler Ankara’ya yaklaşıyor

0

Torba Yasa’ya karşı DİSK, KESK, TTB ve TMMOB’nin 81 ilden başlattığı yürüyüş coşkulu bir şekilde sürüyor. Ankara valisinin ‘Yürüyüş yaptırmam’ açıklamaları eyleme katılımın hızını kesmiyor

Dün (1 Şubat) İstanbul, İzmir, Trabzon ve Diyarbakır’dan yola çıkan emekçiler Ankara’ya yaklaşıyor. Yürüyüş kolları, geçtiği her ilde tören havasıyla karşılanıyor.

İstanbul
İstanbul yürüyüş kolu, ilk durağı olan Gebze’de kitlesel bir şekilde karşılandı. İstanbul – İzmit karayolunu trafiğe kapatarak hükümet konağına yürüyen eylemcilere halkın ilgisi yoğundu. Yürüyüş sırasında E-5 üzerindeki üst geçide Torba Yasa’nın emekçilere karşı maddelerinin yazıldığı bir pankart asıldı.

Gebze’nin ardından Kocaeli ve Bursa’da da kitlesel karşılamalar oldu. Bursa’da Birleşik Metal-İş üyesi olduğu için işten çıkarılan ve işlerine geri dönmek için direnişe geçen Tecosa işçilerinin direnişi ziyaret edildi. Kitlesel bir yürüyüşün ardından emekçiler Eskişehir’e doğru yola çıktı.

İzmir
İzmir’den yola çıkan yürüyüş kolu Aydın’da polis engeliyle karşılaştı. Aydın’da yürüyüş sırasında polis engeliyle karşılaşan emekçilerle polis arasında kısa süreli bir arbede yaşandı ve yürüyüş polisin engelleme çabalarına rağmen devam etti. Yürüyüşün ardından emekçilerin önü, Aydın çıkışında polis tarafından tekrar kesildi. Kısa süreli arbede yaşanmasının ardından polis geri çekilmek zorunda kaldı. İzmir yürüyüş kolu, Denizli ve Uşak’ta kitlesel şekilde karşılandı.İki kentin de merkezi caddelerindeki yürüyüşe çevredekilerin ilgisi yoğundu.

Trabzon
Trabzon yürüyüş kolu geçtiği her ilde kitlesel bir şekilde karşılandı. Giresun, Ordu, Samsun, Amasya ve Çorum’da yapılan yürüyüşler, yollar trafiğe kapatılarak gerçekleştirildi. Eylemciler her ilde Torba Yasa hakkında bilgilendirme yaptı. Yürüyüş kolundan emekçiler Ankara valisinin açıklamalarının katılımı artırdığını belirtti. Yürüyüş kolu Ankara’ya doğru ilerliyor.

Diyarbakır
Sabahın erken saatleri olmasına rağmen Diyarbakır’dan kitlesel bir şekilde uğurlanan yürüyüş kolu, Urfa, Antep ve Adana’da kitlesel şekilde karşılandı. Urfa ve Antep’te AKP il binalarına yapılan yürüyüşe çevredekilerin ilgisi yoğundu. Antep’teki yürüyüşe, Türk-İş şube temsilcileri de katıldı. Ankara valisinin ‘Ankara’da yürütmem’ açıklamaları ve İzmir yürüyüş kolunun Aydın’da polis engeliyle karşılaşmasına yönelik tepkinin katılımı artırdığını belirten emekçiler, Adana’da beklenin üstünde bir katılım olduğunu beirtiyor.

Adana’daki yürüyüşe bir aydır işlerine dönmek için Adana Numune Hastanesi’nde direnişte olan taşeron sağlık işçileri de katıldı.

DİSK, KESK, TTB ve TMMOB’nin başlattığı yürüyüş tüm hızı ve coşkusuyla Ankara’ya doğru sürüyor.

Sendika.Org

Mısır’da ordu neden polisten ayrı tutuluyor? – Steven Cook

Mısır’da, Tunus’taki ayaklanmayı takip eden protesto gösterileri asıl olarak 25 Ocak’ta başlamıştı.

Bu tarih, polisin 1952 yılında sömürgeci güçlere karşı halkın yanında saf tutmasını anmak için Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek tarafından bayram olarak ilan edilmişti.

Göstericiler, eylemlerini o gün yaparak, emniyet gücüne de hitap etmeyi umuyorlardı, ancak polisin tavrı umulduğu gibi olmadı.

Bunun sonucunda, rejim yanlısı olarak görülen polisle göstericiler arasındaki gerginlik öyle yükseldi ki polis sokaklardan çekilmek zorunda kaldı.

Buna karşılık ordu birlikleriyle göstericilerin ilişkisi aynı değil. Mısır siyasetinde orduya bakışı ve ordunun neden kritik bir rolü olduğunu Washington’daki Dış İlişkiler Konseyi adlı düşünce kuruluşundan Steven Cook’a sorduk.

Steven Cook: Ordu, kriz durumlarında eşgüdümlü çalışabilecek bir güç olduğunu gösterdi. Özellikle de ordunun üst yönetimi, birbirleriyle uyumlu tepkiler gösterdiler. Siyasi olarak Cumhurbaşkanı Mübarek için en önemli olan da üst yönetimin birliği zaten. Ordu açısından hem avantaj hem de dezavantaj olan nokta, zorunlu askerliğe dayanıyor olması. Sokakta protesto edenlerle aynı kesim içinden gelen ve sıradan Mısırlılardan oluşan ordunun, göstericilere karşı şiddet içeren güç kullanılması emrini yerine getirip getirmeyeceğine şüpheyle bakılıyor.

BBC: Mısır ordusunun büyük çoğunluğu, üç yıl boyunca zorunlu askerlik yapmak zorunda olan 18 yaşından büyük erkeklerden oluşuyor. Göstericilerde polise karşı bir nefret varken, Mübarek’in baş destekçisi orduya karşı böyle bir tepki göstermemeleri buna mı bağlanıyor?

Steven Cook:Evet, durum kesinlikle böyle. Emniyet güçleri ve İçişleri Bakanlığı, Mısır sokaklarını baskı altında tutmak için örgütlenmiş kurumlar. Bunu yaparken de, aşırılığa varan bir acımasızlıkla, yolsuzlukla bir anılır oldular. Mübarek’in yanısıra polisin kendisi de Mısır halkının büyük çoğunluğunda öfkenin odağına yerleşmiş aktörlerden biri şu anda. Orduya bakış ise çok farklı. Ordu birlikleri 1954’ten bu yana yalnızca iki kez sokağa çıkmıştı. Söylem düzeyinde de Mısır ordusu kendisini siyasetin üzerinde, ülkenin ve rejimin koruyucusu olarak lanse ediyor. 1973 Ekim’inde meydana gelen Süveyş krizindeki rolü nedeniyle bir prestiji de var. Bu nedenle de ordu henüz güç kullanmaktan imtina edip, göstericileri sahip olduğu prestijle yatıştırmaya çalışıyor.

BBC: Fakat ordunun bu tutumu -özellikle de üst rütbelilerin sahip oldukları ayrıcalıkları Mübarek rejimine borçlu oldukları ve sistemle derin bağları olduğu düşünüldüğünde- olayların daha da şiddetlenmesi durumunda sokaktan yana tavır belirleyeceğine dair bir ipucu vermiyor, öyle değil mi? .

Steven Cook: İşte bu yüzden, üst rütbeli askerler gerekli olduğunda, rejimi kurtarmak için uyum içinde çalışacaklar. Bu çözüm, sistemin korunması için Cumhurbaşkanı Mübarek’in görevden alınmasını da gerektirebilir. O durumda, yönetimi şimdi Cumhurbaşkanı Yardımcısı Ömer Süleyman ve diğer askeri liderlerin idaresinde bir yönetim kurabilirler. Ayrıca, Mübarek’in kendisinin de ordunun içinden çıkması, hava kuvvetleri komutanlığından geliyor olmasını da akılda tutmak gerek. Ordu yönetiminin müdahale kararı sonrasında, göstericilere doğrudan ateş açılmasını gerektirmeyen önlemlere riayet edeceklerini düşünüyorum. (BBC)

Tahrir meydanında çatışma

2 Şubat 2011, güncelleme 18:45 – Mısır’ın başkenti Kahire’de gösterilerin devam ettiği Tahrir meydanına sabah saatlerinde Hüsnü Mübarek yanlılarının girmesiyle başlayan gerginlik çatışmaya dönüştü.

Güvenlik güçleri sabah saatlerinde göstericilerin bulunduğu Tahrir meydanına hükümet yanlısı bir grup göstericinin girmesine izin vermiş ve bu nedenle gerginlik başlamıştı. Bu gerginlik öğleden sonra çatışmaya dönüştü. Al Jazeera muhabirleri meydanda yüzlerce yaralı olduğunu bildiriyorlar.

Çatışmayı hükümet yanlılarının göstericilere taşlarla ve kılıçlarla saldırmalarının neden olduğu, meydana atların ve develerin üstünde kişilerin de girdiği bildiriliyor.

Protestocular, bazı saldırganların üzerinde buldukları resmi görevli olduklarına dair kimlik belgelerini kameralara gösterirken, Mısır devlet televizyonumeydanda çatışmaya neden olan Hüsnü Mübarek yanlıları arasında sivil giyimli polislerin bulunduğu ve grubun Mübarek tarafından gösterileri bastırmak için meydana gönderildiği iddialarını yalanladı. Bu arada güvenlik güçleri biraz önce kalabalığa gaz bombalarıyla müdahale etti.

Aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu hükümet karşıtı göstericilerin meydan dışına doğru kaçıştığı haber veriliyor.

(Yeşil Gazete)

Al Jazeera ve sosyal medya kaynaklarından derlenmiştir.

Mısır ordusu: Evinize geri dönün

Mısır ordusu göstericilere evlerine geri dönme çağrısı yaptı. Göstericiler ise Mübarek’in Cuma günü gideceğini söylüyor.

Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek’in çekilmek yerine tekrar aday olmayacağını açıklaması, göstericileri kızdırdı, muhalefeti ise böldü.

Mübarek’in açıklamasının ardından bir bildiri yayınlayan Mısır ordusu ise halka evine geri dönmesi çağrısında bulundu.

Mübarek’in açıklamasını yetersiz bulan Tahrir Meydanı’ndaki protestocular ise Cumhurbaşkanı yönetimi bırakana kadar sokaklardan çekilmeyeceklerini duyurdu.

Geri adım atmayan eylemciler Cuma gününü “Mübarek’in gidiş günü” olarak niteledi.

Muhalefetse bölündü. Bazı partiler, Mübarek’in son açıklamasıyla taleplerinin karşıladığını savunarak eylemlere son verilmesi gerektiğini savundu.

MÜSLÜMAN KARDEŞLER MÜBAREK’İN GİTMESİNİ İSTİYOR
Aralarında Müslüman Kardeşler’in de bulunduğu bir diğer grupsa, Mübarek’in yönetimi bırakmasında ısrarlı.

Bu partiler meclisin feshedilmesi, ulusla birlik hükümeti kurulmasını ve yeni anayasa yapılmasını istiyor.

Yönetimse mevzi kazanma arayışında. Hükümetin kamu çalışanlarından iktidar lehine gösteri düzenlemelerini istediği belirtiliyor. (Ntv)

Mevduatın yüzde 45’i 32 bin kişide

Türk bankacılık sisteminde eylül itibariyle 573 milyar 19 milyon TL’lik mevduat var. Bu mevduatın yüzde 45’i yani 256 milyar 917 milyon lirası 32 bin kişinin hesabında bulunuyor.

Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun (BDDK) eylül ayı İnteraktif Aylık Bülten’indeki bilgilere göre Türk bankacılık sisteminde eylül itibariyle 573 milyar 19 milyon TL’ye ulaşan mevduatın yüzde 45’inin milyoner hesaplarında tutulduğu anlaşıldı. Yurtiçi ve yurtdışı yerleşiklerden oluşan 32 bin 526 milyoner mudi hesabında, toplam 256 milyar 917 milyon TL tutuluyor. Son bir yılda milyonerlerin hesabında tutulan mevduat 48 milyar 683 milyon TL arttı. Milyoner mudi sayısı ise 3 bin 102 kişi arttı. Son 9 ayda milyoner sayısı bin 350 kişi artarken, aynı dönemde milyonerlerin bankalarda tuttuğu toplam mevduat ise 35 milyar 269 milyon TL’lik artış gösterdi.
Bankacılık sektöründeki toplam mevduat 573 milyar 19 milyon TL’ye ulaştı.

3 bin 39 kişi milyoner oldu
Toplam mevduatın 553 milyar 215 milyon TL’si yurtiçi yerleşiklere, 19 milyar 803 milyon TL’si ise yurtdışı yerleşiklere ait. Eylül itibariyle, yurtiçi yerleşiklere ait mevduat hesaplarının yüzde 44’ünü 1 milyon TL’nin üzerindeki hesaplar oluşturdu. Eylül itibariyle yurtiçinde yerleşiklerin bu mevduat hesaplarında tuttuğu para 244 milyar 914 milyon TL olurken, 1 milyon TL üzeri hesaba sahip olan mudi sayısı ise 31 bin 595 oldu.
Yurtiçinde bulunan milyoner sayısı son bir yıl içinde 3 bin 39 kişi artarken, sahip oldukları mevduat toplamı ise 44 milyar 156 milyon TL artış gösterdi. Türkiye’nin (yurtiçi) milyoner mudi sayısında son 9 ayda ise bin 354 kişilik artış yaşanırken, mudilerin hesaplarında tuttukları para ise 31 milyar 433 milyon TL arttı.

Yurtdışı yerleşikte 12 milyar TL
Yurtdışında yerleşik 931 milyonerin sahip olduğu mevduat toplamı ise eylül itibariyle 12 milyar TL’yi aştı. Yurtdışı yerleşiklere ait 1 milyon TL üzerindeki mevduat hesapları, yabancılara ait toplam mevduatın yüzde 61’ini oluşturdu. Böylece eylül itibariyle yurtiçi ve yurtdışı milyonerlerin sayısı 32 bin 526 oldu.
Söz konusu mevduat hesaplarındaki para ise 256 milyar 917 milyon TL’ye ulaştı.

102.4 milyonun üstünde hesap var
Eylül ayı itibariyle yurtiçi ve yurtdışı yerleşiklerin sahip olduğu 48 milyon 921 bin 124 hesapta 10 bin TL’ye kadar, 3 milyon 63 bin 763 hesapta 10 – 50 bin TL arası, 1 milyon 86 bin 95 hesapta 50 – 250 bin TL arası, 164 bin 29 hesapta 250 bin – 1 milyon TL arası mevduat bulunduğu açıklandı.
Sırasıyla bu hesaplarda, 32 milyar 324 milyon TL, 81 milyar 300 milyon TL, 119 milyar 173 milyon TL, 83 milyar 305 milyon TL olduğu belirlendi. Böylece, milyonerlerle birlikte Türkiye’de 101 milyon 745 bin 39’u yurtiçi yerleşiklerin, 614 bin 887’si yurtdışı yerleşiklerin olmak üzere toplam 102 milyon 359 bin 926 mevduat hesabı olduğu açıklandı. (Milliyet)

Yılın ırkçısı: Hürriyet yazarı Yılmaz Özdil

Irkçı yazar Yılmaz Özdil, Hürriyet Gazetesi

2010 yılı boyunca her ay Türkiye’den “Ayın Irkçısı”nı seçen DurDe! senenin ırkçısını açıkladı: Hürriyet Gazetesi yazarı Yılmaz Özdil. Seçimler, gelen öneriler doğrultusunda belirlenen adaylar arasından ve yine oylama sonucu yapıldı. Durde, bu yıl ilk defa “Yılın Irkçısı”nı seçmek üzere bir oylama yapılmış oldu. 2010 yılında Ayın Irkçısı seçilen 10 aday arasında yapılan oylamada kullanılan toplam 2716 oy sonucu, Yılmaz Özdil oyların %19‘unu alarak ”2010 Yılın Irkçısı Ödülü”nü “kazandı”.

Yılmaz Özdil, Star Gazetesi’nde yazı işleri müdürü olduğu dönemden beri Türkiye’deki en kötü sicilli, düşmanlık yayan ve insan haklarına dayalı basın etiğine uymayan gazetecilerden biri olma durumunu koruyor. O dönemde Leeds United ile Galatasaray’ın oynadığı maç sırasında 2 Leeds’li taraftar öldürülmüştü. Galatasaray’ın 2-0 kazandığı maçtan sonra Star Gazetesi “Two Size” başlığı ile çıkmıştı. İki kişinin öldürülmesinin ardından “Sahada da, dışarıda da 2-0” diyordu gazete. Haberde “ağızlarını burunlarını kırdık, kafalarına vura vura vatan toprağını öptürdük, sahada namaz kıldırdık,diz çöktürdük, vb.” sözler vardı.  Haberde yere alnı sürülen bir İngiliz’in resmi de kullanılmıştı. Bu habere rağmen Yılmaz Özdil, Türkiye basınında var olmaya devam edebildi.

Gelmiş geçmiş en kötü gazetecilik örneklerinden olan bu sözde haber, Yılmaz Özdil’in yazı işleri müdürü olduğu bir basın organında yer almıştı. Şu anda internette bu haberin resmini bulmak zor, kaldırılmış olabilir. Ayrıca “Dingiltere” başlıklı bir haber daha yapmıştı Özdil’li Star Gazetesi. Yıllar sonra Yılmaz Özdil, belirli kesimlerin zihinlerindeki çeşitli seçkinci-milliyetçi kodları okşayarak ve onlara temsiliyet vererek ırkçı bir pop-corn yazar olmayı başardı. O, nefretten beslenen ve nefret ile besleyen bir basın mensubu.

Yılmaz Özdil, “Türkiye Türklerindir” şiarlı Hürriyet Gazetesi’nde yayımlanan 14 Nisan 2010 tarihli “Yumruk” başlıklı yazısında ırkçı, şoven bir dille Ahmet Türk’e Samsun’da atılan yumruğu haklı sebeplere dayandırdı. “Bu ülkenin çocuklarına ateş edip öldürmek demokratik hak kabul ediliyorsa, parti liderine girişmek niye ırkçılık oluyor? ” “Mayın demokrasiyse, yumruk niye faşizm? ” gibi akıl almaz “sosyolojik” tespitlerin yanı sıra yazısında yer alan bazı cümleleriyle de yıllar önce Star Gazetesinde attığı Two Size manşetinden bugüne hastalıklı fikirlerinde değişim olmadığını bir kez daha gösterdi.

“Yumruğunu adaletin tokmağı yerine koyup, Ahmet Türk’ün burnuna inen kişi, bu ülkede pek çok kişinin duygularına tercüman oldu.” diyen Özdil ”Çünkü, teröristi meşru hale getiren açılım saçmalığı, sadece bir tarafta değil, öbür tarafta da eşkıyayı kahraman yapmaya başladı.” diyerek de Ahmet Türk’e atılan yumruğu Türkiye toplumunun açılıma karşı haklı ve demokratik tepkisi şeklinde değerlendirdi ve oyların %19′unu alarak ”2010 Yılın Irkçısı Ödülü”nü kazandı.

5 Aralık 2010’da Beşiktaş ile Bursaspor arasında oynanan futbol maçında, Bursaspor’un organize bazı taraftarları Beşiktaş tribünlerine “Ermeni köpekler, Beşiktaş’ı destekler!” diye bağırdı. Maçtan bir hafta önce Beşiktaş Çarşı Grubu liderlerinden Alen Markaryan vurulmuştu ve bu taraftar grubu bu olaya gönderme yaparak Beşiktaş tribünlerini kışkırttı. Bu sloganlarıyla açıkça ırkçılık yapan bu taraftar grubu ”Yılın Irkçısı” oylamasında oyların %18′sini alarak 2. oldu.

Haziran ayında Ergenekon davası sanıkları Fikri Karadağ ve Hayrettin Ertekin’in teknik takibe takılan ‘En iyi Kürt ölü Kürt’tür’ sözlerinin sanıkların kişisel düşünceleri olduğunu belirten avukat Metin Çetinbaş, Kürtlerin ölmesini temenni etmenin suç anlamına gelmediğini söylemişti. Bu sözler üzerine Diyarbakır Barosu, Çetinbaş hakkında savunma hakkını kötüye kullanıp, halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama suçunu (TCK 216. Md) işlediği gerekçesiyle İstanbul Barosu’na şikâyet etmişti. Şikâyeti görüşen İstanbul Barosu Yönetim Kurulu, Çetinbaş’ın sözlerinin savunma hakkı sınırları içinde değerlendirdi. Baro, ‘Şikâyet edilen avukat, iddia ve savunma hakkı sınırları içinde müvekkilin düşüncesini açıklamaya ve yanlış anlamaların önüne geçmeye çalışmıştır’ diyerek, oybirliğiyle Çetinbaş hakkında disiplin kovuşturması açılmasına yer olmadığına karar verdi. İstanbul Barosu Yönetim Kurulu bu kararıyla “Yılın Irkçısı” oylamasında oyların %15′ini alarak 3. oldu.

(Yeşil Gazete, www.durde.org)