Ana Sayfa Blog Sayfa 5233

Cezaevinde kırmızı kalem yasak!

Bu vahim suç aletini size açıkça gösterecek kadar cani olamazdık!

F tipi cezaevinde kalan hukümlünün renkli kalem isteği reddedildi. Gerekçe: Örgütsel doküman hazırlanır.

Sincan F Tipi Cezaevinde kalan hükümlü Erol Zavar’ın, cezaevi kantininde kırmızı kalem, renkli kağıt gibi malzemelerin satışının yapılmamasına ilişkin başvurusunu değerlendiren Ankara İnfaz Hakimliği, “Bu tür malzemelerin örgütsel doküman, bayrak ve sembol yapımında kullanıldığı” gerekçesiyle şikayetin reddine karar verdi.

Ankara 1 Nolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu tutuklu-hükümlülerinden gazeteci Erol Zavar, Ankara İnfaz Hakimliğine dilekçeyle başvurarak, kırmızı kalem, renkli kağıt, mektup zarfı gibi kırtasiye malzemelerinin kurum kantininde satılmadığını yönünde şikayette bulundu.

Ankara İnfaz Hakimliği, Zavar’ın şikayetini değerlendirdi.Görüşü sorulan Cumhuriyet savcısı, Zavar’ın başvurusunun reddedilmesini istedi. Cezaevi idaresi de İnfaz Hakimliğine konuya ilişkin görüşünü yolladı. Cezaevinden gönderilen cevapta, kurum kantininde kağıt, siyah kurşun kalem, siyah ve mavi pilot kalem ve tükenmez kalem ile çeşitli ebatlarda mektup zarfı satıldığı, bunlar dışında kırmızı tükenmez kalem, kırmızı kurşun kalem, renkli kağıt ve daksil gibi malzemelerin ise terör örgütü mensubu hükümlüler tarafından örgütsel içerikli yazı, doküman ve örgüte ait sembol ve bayrak yapımında kullanıldığı bilgisini verdi.

Ankara İnfaz Hakimliği, Zavar’ın şikayet talebinin reddine karar verdi. Hakimliğin kararında, “Kurum idaresinin işleminin güvenlik nedeniyle yapıldığı, usul ve yasaya uygun olduğu ve şikayeti gerektirecek bir durumun olmadığı” ifade edildi. Zavar, bu karara, Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesi nezdinde itirazda bulundu. Mahkeme, itirazı reddetti. (Ajanslar)

Oturma eylemi devam ediyor

Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) ile Demokratik Toplum Kongresinin (DTK) “sivil itaatsizlik eylemi” adı altında başlattığı oturma eylemi Diyarbakır’da sürüyor.

Aralarında BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, BDP Genel Başkan Yardımcısı Gültan Kışanak, BDP Grup Başkanvekili Bengi Yıldız, DTK Genel Başkan Yardımcısı Aysel Tuğluk, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir ile bazı milletvekilleri ve belediye başkanlarının da bulunduğu BDP’li ve DTK’lı grubun Belediye Konukevi önündeki alanda başlattığı oturma eylemi ikinci gününe girdi.

Baydemir’in polis ile yaptığı görüşmenin ardından dün oturma eyleminin yapıldığı alana girişlerine izin verilmeyen ve çevrede oturarak eyleme uzaktan destek verenler bugün alana alındı.

BDP ve DTK “sivil itaatsizlik eylemi” adı altında dün oturma eylemi başlatmış, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Baydemir, kendilerine uzaktan destek veren gruba çıktığı polis panzerinin üzerinden seslenmişti. (Yeşil Gazete, CnnTurk)

Türkiye savaşa girmeyecekti, komuta İzmir’e verildi

NATO’nun Libya operasyonuna katılan hava kuvvetlerinin komuta merkezi İzmir oldu.

Dün,  “NATO’nun harekatı İzmir’den yürütmesi söz konusu” haberlerine Dışişleri Bakanlığı operasyon merkezinin İzmir olmadığını belirterek, “Bakan Davutoğlu İzmir’le ilgili kesin bir bilgi vermedi” yanıtını verdi.

Dışişleri’nin açıklamasında planlamada İzmir’deki NATO karargahının da olabileceği gibi bir ifade vardı ve bugün ayrıntılar netleşti.

Önce ajanslara Libya harekatının komutasını devralan NATO’nun operasyonda İzmir’deki üssü de kullanacağı bilgisi düştü.

Ardından NATO’nun İzmir’deki üssü komuta merkezi olarak kullanacağı duyuruldu.

İzmir’deki üs, Libya’ya yönelik NATO operasyonuna katılan hava unsurlarının yönetiminde rol alacak. Libya’ya yönelik harekatın tümünü yönetmeyecek. (Yeşil Gazete, Ntv)

Yeni kaptan Beckham

0

Los Angeles Galaxy Teknik Direktörü Bruce Arena takımın yeni kaptanını İngiliz yıldız David Beckham olacağını açıkladı.

Amerikan MLS Ligi takımlarından Los Angeles Galaxy’nin yeni kaptanı belli oldu. Takımın teknik direktörü Bruce Arena kaptan olarak David Beckham’ı düşündüğünü açıkladı.

David Beckham bu konuyla ilgili yaptığı açıklamada “Bruce benden kaptan olmamı istedi ben de bununla gurur duydum. Bu karar benim oyunumu etkilemeyecek, ama gerçekten gurur verici bir durum. Ancak şu unutulmasın ki takımda birden fazla lidere ihtiyaç duyulur” şeklinde konuştu.

Marsel’in rakibi Troicki

0

Milli raket Marsel İlhan, Miami Masters ikinci turunda bugün korta çıkıyor. Marsel’in rakibi Viktor Troicki.

Sezona arka arkaya aldığı mağlubiyetler ile çok kötü bir giriş yaparak ilk 100’ün dışında kalan Marsel İlhan, yavaş yavaş toparlanıyor. Miami’de elemelerden gelen milli tenisçi ilk turda Tobias Kamke’yi çok rahat geçerek ikinci tur vizesi almıştı.

23 yaşındaki sporcunun bu turdaki rakibi 16 numaralı seribaşı Viktor Troicki. Sırp tenisçi ülkesinin geçen yıl sonunda kazandığı Davis Kupası zaferinde önemli rol oynamıştı. Şu an kariyerinin en yüksek basamağında, dünya 17’ncliğinde bulunan 25 yaşındaki tenisçi bütün grand slamlerde üçüncü tur görmeyi başardı ancak ondan öteye gidemedi. Troicki’nin kariyerinde bir ATP Tur şampiyonluğu bulunuyor.

Viktor Troicki – Marsel İlhan mücadelesi yedi numaralı korttaki ikinci müsabaka. Karşılaşma 17.00’deki ilk maçın hemen ardından başlayacak.

İklim katili Boğaz’dan Karadeniz’e geçiyor

Hükümet’in kirli ve sürdürülebilirlikten uzak enerji politikası dahilinde Karadeniz’de Exon Mobil – Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO) ortaklığıyla tehlikeli 2KM derinliğinde sularda petrol arayacak olan Deepwater Champion petrol arama gemisi İstanbul Boğazı’ndan Karadeniz’e geçiyor. Geminin geçişi son nükleer kazaların ikazıyla da artık tamamiyle temiz ve doğayla barışık bir enerji politikası bekleyen vatandaşlarda tedirginlik yarattı.


Greenpeace Akdeniz eylemcileri Deepwater Champion’ın Boğaz’dan geçişi sırasında ekolojik tehlikeye dikkat çekmek için botlarla bir eylem yaptılar, kirli enerjilere ve petrol sızıntısı riskine dikkat çektiler. Eylemi geminin geçişini seyretmek için Esma Sultan Yalısı’nda bulunan Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız ve firma yetkilileri sabırla ve soğukkanlı görünmeye çalışarak seyrettiler.

Greenpeace Kampanyalar Direktörü Hilal Atıcı eylem üzerine yaptığı açıklamada şunları söyledi:

“Bakan, Çernobil’i görmezden geldi, Meksika Körfezi’ni görmezden geldi. Şimdi de Fukuşima’yı görmezden geliyor. Gözlerini felaketlere kapayıp yalnızca büyük şirketlere açan bir bakanı kaldıracak lüksümüz yok. Çünkü aslında en baştan mecbur olmadığımız enerjiler için önce bağımlılık yaratılıyor sonra da hem Akdeniz hem Karadeniz’in geleceği takas ediliyor.”

Nisan ayında Karadeniz’de petrol aramalarına başlayacak olan Deepwater Champion, Transocean şirketine ait. Transocean, Meksika körfezini petrole bulayan Deepwater Horizon platformunun da sahibiydi. ABD hükümetinin raporuna göre, bu şirket de kazadan en az BP kadar sorumluydu. Gemiyi işleten firma olan ABD petrol devi ExxonMobil ise ABD’nin yaşadığı en büyük petrol kazalarından biri olan Exxon Valdez felaketi ile biliniyor.

Erdoğan Hükümetinin ve Taner Yıldız’ın, Türkiye’de üç nükleer santral ve Karadeniz’de onlarca petrol kuyusu açma planı bulunuyor. Geçtiğimiz yıl Rusya ile Akkuyu’da dört nükleer reaktör yapılması üzerinde imzalanan anlaşmanın ardından Japonya ile Sinop için mutabakat anlaşması imzalandı. Fukuşima felaketi henüz sona ermeden hükümetin nükleer enerjideki gözü kara kararlılığı kamuoyunda ve tüm dünyada şaşkınlıkla karşılandı. Bakan son olarak dünyadaki 442 santral kapanmadıkça nükleer santral planlarından vazgeçmeyeceğini açıkladı.

Daha fazla petrol aranmasının, yeni kuyular açılmasının iklim değişikliğiyle başa çıkmaya çalışan gezegen için kaygı verici bir gelişme olduğu konusunda tüm ekolojistler mutabık. Türkiye’de de Yeşiller Partisi başta, tüm ilgili çevreler iklim krizi ve kirli enerjilerin sebep oldukları diğer ekolojik sorunları aşmak için enerji politikasının küçük ve daha büyük ölçekli temiz ve yenilenebilir enerji kaynakları, baz yük ihtiyacını azaltacak akıllı şebekeler, ademimerkezi, enerjinin yerinde kullanıldığı sistemler, ve enerjinin az, adilane ve verimli bir şekilde kullanımını öne çıkaracak şekilde değiştirilmesi çağrısı yapıyorlar.

Geçen bahar, Meksika körfezinde Deepwater Horizon platformunun patlaması, sızması ve yanması üzerine  büyük bir ekolojik felaket yaşanmıştı. Karadeniz’de arama yapılacak sular çok daha derin sular ve çok daha tehlikeli koşullar barındırıyorlar. Burada petrol bulunduğu taktirde bir platformda kazanın sonuçları Türkiye’nin Karadeniz sahilleri ve Boğaz başta, tüm Karadeniz havzası için tadili mümkün olmayan bir felaket olacak. Petrol çıkarılması her halükârda iklim değişikliğine ve bununlabirlikte sonsuz ekolojik ve insani soruna yol açacak.

(Yeşil Gazete)

“İmamın Ordusu”nu okumak istiyorum! – Füsun Çiçekoğlu

Ahmet Şık haklıydı: “Dokunan yanar arkadaşlar!”

”Ergenekon” soruşturması kapsamında soruşturmayı yürüten Cumhuriyet Savcısı Zekeriya Öz’ün talebi ve İstanbul Nöbetçi 12. Ağır Ceza Mahkemesinin kararıyla, önceki gün akşam ve dün öğle saatlerinde Kadıköy’deki İthaki Yayınevi’nde polis arama yaptı.

Ahmet Şık’ın henüz yayınlanmamış kitabının nüshaları, evrak ve bilgisayarlar tek tek incelendi. Kitabın yazılı kopyaları imha edildi, bilgisayarlarda bulunan kopyaları imha etmek için de hard diskler götürüldü.

Yetmedi… Arama sırası Radikal gazetesinin İkitelli’deki merkezine geldi dün akşamüstü.

Ertuğrul Mavioğlu’nun odasına giren polisler mahkeme kararını tebliğ ederek Mavioğlu’nun bilgisayarındaki kitabın taslağının çıktısını aldılar ve kitabın kopyalarını almak istediklerini söylediler.

Dün öğle saatlerinde polisler, Ertuğrul Mavioğlu dışında, Ahmet Şık’ın eşi Yonca Şık’a, avukatlarına 3. kişilerdeki kopyalarına el konacağını içeren bir tebligatta bulundular.

Üçüncü şahıs kişilerin, “İmamın Ordusu” kitabının sureti ya da taslağını, ayrıca kitap ile içerik olarak aynı mahiyetteki evrak ve nüshaları savcılığa teslim etmesi istenen tebligatta, taslak ve nüshayı teslim etmeyenler hakkında Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (CMK) 124. maddesi gereğince “örgüte yardım etmekten” dava açılacağı belirtildi.

İnsanların tutuklandıklarını duymak, artık hava durumu raporları kadar gündelik hale gelmişti. Başlangıçta sadece sıradan insanları tutuklamaya cesaret ederlerken artık yargıçları, eski valileri, bankacıları, büyükelçileri tutuklamaya başlamışlardı.

Tutuklananlar arasında o kadar çok gazeteci vardı ki…

Corpos’u merak etmekten başka bir şey yapmamış olan gazeteciler sorguya alınıyor ve haftalarca, aylarca serbest bırakılmıyorlardı.

Derken kitapları yakma zamanı geldi…

Corpos’u tehdit edebileceği düşünülen kitaplar tüm ülkede yakılmaya başlandı.

Yukarıda anlatılanların bir kısmı 23 Mart 2011 Türkiye’sinin gerçeğinden bir kısmı da Sinclair Lewis’in “Burada Olmaz” (It Can’t Happen Here, 1935) adlı kurmaca kitabındandır.

Lewis, korporatif sistemin Amerikalı bir Führer yetiştirme çabasında bulunduğunu çizdiği faşist karakter Berzelius “Buzz” Windrip üzerinden anlatmıştı kitabında. Kitapta, partisini “vatansever” olarak tanımlayan ve Hitler’in S.S.lerine atıfla, Minute Men (M.M.)olarak adlandırdığı kendi milislerini kuran bu popülist politikacı seçimleri kazandıktan sonra gözünü sınırsız iktidara diker ve meşruiyetini yitirir. Doremus Jessup ülkede neler olduğunu halka anlatmakta israrlı bir gazetecidir ve Berzelius “Buzz” Windrip faşist rejimine karşı mücadele eder.

Gerçek ile kurmacanın birbirine karıştığını düşünenler Corpos yerine Fethullah Gülen Cemaati’ni koyabilirler yazıyı okurken.

Ben öyle yapıyorum.

Fethullah Gülen Cemaati’ni tehdit edebileceği düşünülen kitaplar tüm ülkede yakılmaya başlandı. Bu kitapların ilki de İmamın Ordusu oldu diye düşünüyorum.

Burada olmaz demenin de, artık olmaz demenin de anlamsızlığını yaşadık önceki gün ve dün, Türkiye’de.

Çoğu kişide 23 Mart’ın yeni bir başlangıç olduğu duygusu var. Burada ve şimdi yeni bir karanlık çağın başlangıcı… Eskisi bitmemiş, karanlığı daha da artmış ve artacak olan yeni bir çağ.

Bu çağa kafa tutmanın yolu, muktedirlere “okur olarak neyi okuyup neyi okumayacağıma siz karar veremezsiniz” demek!

“İmamın Ordusu” kitabının sureti ya da taslağını, ayrıca kitap ile içerik olarak aynı mahiyetteki evrak ve nüshaları savcılığa teslim etmelerini istedikleri üçüncü şahıs kişilere de musallat olan bu korku imparatorluğuna itiraz etmek.

Gasp ettiğiniz okuma hakkımı bu oyunda sesinin yükseleceğini hesaba katmadığınız ‘dördüncü şahıs kişi’ olarak, yani okur olarak sizden geri alacağım diye haykırmak!

İşte bunun için de bu baskı rejimine, bu diktatörlüğe sesleniyorum: İmamın Ordusu’nu okumak istiyorum!

(Füsun Çiçekoğlu: Bianet, 25.03.2011)

 

Yeşiller Partisi’nden DTK ve BDP’ye destek, Hükümet’e çağrı

Demokratik Toplum Kongresi ve Barış ve Demokrasi Partisi’nin ortaklaşa başlattıkları sivil itaatsizliği Kürt sorununa barışçıl ve adil bir çözüm yolunda kuvvetli bir adım, bu girişime müdahaleleri ise talihsiz ve çaresiz olarak gören Yeşiller Partisi konuya dair aşağıdaki açıklamayı Cuma sabahı yayınladı:

 

Sayın Başbakan, Halkınızın Taleplerine Kulak Verin!

Gandhi’yi örnek aldıklarını söyleyen DTK Eşbaşkanı Ahmet Türk, Tahrir Meydanı örneğini izleyeceklerini dile getiren BDP Eşbaşkanı  Selahattin Demirtaş, Nevroz’da meydanları dolduran yüzbinlerin  özgürlük ve barış özlemini demokratik bir direnişe dönüştürmek için sivil itaasizlik sürecini başlattılar. Kutlu olsun, barış içinde olsun!

Yazık ki, hem Nevroz gösterileri hem de sivil itaatsizliğin ilk günü yine polisin gaz bombalı, sulu coplu engellemesiyle karşılaştı. Şaşırmadık… Polisi emir kuludur, vur dersen vurur, dur dersen durur!

Belli ki, seçimler öncesinde, bölgede Kürtlerin, somut taleplerine yanıt alıncaya kadar meydanlarda nöbet tutma kararlılığı  AKP’nin hoşuna gitmedi.

Hükümetin, daha  ilk günden eylemcileri geri püskürtmek, eylemlerin yayılmasını ve kitleselleşmesini engellemek istediği belli oldu. Halkı polisle karşı karşıya getirip sivil itaatsizliği kırmak, oturma gibi pasif bir eylemi şiddete kışkırtmak, eylemcileri terörist ilan etmek istiyor.

Türkiye’nin Kürt liderleri, Türkiye’yi  kendilerine model aldıklarını söyleyen Ortadoğu halklarına ve dünyaya, biz de, diktatörlerine başkaldıran Ortadoğu halklarını kendimize örnek alıyoruz, işte biz de taleplerimizi sivil demokratik barışçıl direnişle dile getiriyoruz, mesajını veriyorlar.

Kırk yıldır hüküm süren diktatörlere, halkınızın taleplerine kulak verin, diye seslenen Türkiye’nin Başbakanına, Arap halklarının gözüne kahraman gibi görünüyor olabilirsiniz, ama kendi halkınızın taleplerine kulak tıkıyorsunuz, diyorlar.  Bizim üstümüze polisinizi göndermeyin, kendiniz gelin, Bakanlarınızı gönderin, çünkü biz siyasal bir eylem yapıyoruz, diyorlar.

Yeşiller Partisi olarak biz de hükümete sesleniyoruz:

Gelin, Kürt halkının somut taleplerine hemen şimdi somut cevaplar verin, diyoruz.

Bugün, kendi halkınızın sesine kulak vermezseniz, yarın dünyadaki inandırıcığınızı kaybedeceksiniz, diyoruz.

Yarın, Türkiye’nin her yerinden Ankara’ya doğru yola koyulacak olan on binlerin, her kilometre karesinde haklarını, yaşam alanlarını, doğasını, geleceğini korumak için ayağa kalkacak olan halkın, sivil itaatsizlik yapacak olan milyonların üzerine salacak kadar çok polis de bulamayabilirsiniz, diyoruz.

 

Yüksel Selek, Ümit Şahin – Yeşiller Partisi Eş Sözcüleri

 

Yeşiller: “İmamın Ordusu” iş başında: Basılmamış kitaba operasyon!

Cuma sabahı Yeşiller Partisi, endişeyle izlediği Ahmet Şık’ın tutuklanması ve kitabına karşı bir cadı avı başlatılması sürecine dair aşağıdaki açıklamayı yayınladı:

 

“İmamın Ordusu” İş başında:

Basılmamış Kitaba Operasyon!

Ahmet Şık’ın, yazmakta olduğu “İmamın Ordusu” adlı kitap nedeniyle Ergenekonla ilişkilendirilerek Nedim Şener ile birlikte tutuklanmasının ardından, şimdi de, önce İthaki Yayınevi, ardından Radikal Gazetesi basıldı,  bilgisayarlardaki kopyalar silindi, hartdisk’lere el kondu; bu kitabın kopyasını bilgisayarında  bulundurmak, mahkeme kararıyla Ergenekon örgütüyle bağlantılı suç sayıldı!

Askeri cunta dönemlerinde bile görülmemiş bir şekilde basılmamış kitaba operasyon yapıldı. Hayret ve dehşet içindeyiz! Nerede yaşıyoruz, burası Türkiye mi, hangi yüzyıldayız?

Şimdi ülkeyi yöneten siyasal iktidara soruyoruz: Bu operasyonları gerçekleştiren emniyet teşkilatı İçişleri Bakanlığına mı bağlı, yoksa bu teşkilat başka bir güç tarafından mı yönetiliyor?

Hükümet, dünya kamuoyu karşısında böyle yüz karası bir operasyonun altından nasıl kalkacak? Ahmet Şık ve Nedim Şener eğer yazdıklarından dolayı tutuklanmadılarsa, basılmamış kitabı yok etme operasyonu ne anlama geliyor? Emniyet, Savcılık ve Tutuklama kararı veren Mahkeme, Ahmet Şık ve Nedim Şener’in Ergenekon suç örgütüyle bağını hangi belge ve bilgilere dayanarak kurmuştur?

AKP İktidarına soruyoruz, Türkiye bir hukuk devleti midir, Türkiye’de gerçekten basın özgürlüğü, ifade özgürlüğü var mıdır? Topu yargıya atarak, yazanı, araştıranı, düşüneni Ergenekon öcüsüyle korkutarak bu ülkeyi yönetemezsiniz!

21. Yüzyıl Türkiyesi’nde, düşünce özgürlüğüne yönelik bu absürd saldırı insanın aklına ister istemez, meydanlarda kitap yakılan Nazi Almanyası’nı, François Trouffaut’nun “Fahrenheit 451”adlı filminde, ev ev baskın yaparak buldukları kitapları alev makinasıyla yok eden itfaiye timlerinin yarattığı dehşeti getiriyor…Film, kurtardıkları kitapları  ezberleyen kitap adamların ezberlerini tekrarlayarak ormanda dolaştıkları sahneyle bitiyordu. Çünkü kitaplar yok edilemezler, diktatörler tarafından bile! Dijital çağda böyle bir uygulama gerçekten de saçma,  çünkü “İmamın Ordusu” adlı kitap siber uzayda yaşamaya devam ediyor. Dünya adlı gezegende, Türkiye adlı ülkede de bir gün mutlaka matbaa mürekkebiyle ve okurlarıyla buluşacak.

Yüksel Selek , Ümit Şahin – Yeşiller Partisi Eş Sözcüleri

 

Hoş geldin Abdülhamit Han – Altan Öymen

İş artık şu noktaya vardı: Önceki akşam bir grup polis, Kadıköy’deki İthaki Yayınevi’ne girdi. Arama yaptı. Bilgisayarları elden geçirdi. Ve henüz basılmamış bir kitabın elektronik kaydını kopyaladı. Bununla da kalmadı. Kopyasını aldığı kaydın aslını bilgisayardan sildi. Yani yok etti.

Kitabı, Ergenekon soruşturmasının son ‘dalga’larından birinde tutuklanan gazeteci Ahmet Şık yazmıştı. Bir kopyasının Odatv’de yapılan polis araması sırasında ele geçirildiği haberleri, bazı gazetelere sızmıştı. Adı ‘İmamın Ordusu’ydu. O haberlerden anlaşılıyordu ki, Ergenekon’un o dalgaları sırasında aranan ‘şüpheli’lerden biri (belki de en önemlisi), o kitaptı.

Daha doğrusu, kitap değil, kitabın eski deyişle ‘müsvedde’siydi. Kitabın, malûm, ‘kitap’ sayılması için basılması gerekli… Hatta o da yetmez, basıldıktan sonra ‘dağıtılma’sı (veya zamanımızda okurlara ‘elektronik ortam’da sunulması) gerekli.

İçindeki bazı cümlelerle devlete veya birilerine hakaret edilerek ‘suç’ işlendiği öne sürülecekse, o suçun oluşmasının hukuki şartı da öyle… Kitap okurlara sunulacak… Onu herkes gibi savcılar da ancak ondan sonra görecek. İçinde bir suç unsuru olduğu iddiası ortaya çıkarsa, onun soruşturması ancak ondan sonra başlayacak. Yoksa basılmamış kitabın müsveddesini nasıl suçlayabilirsiniz? Müsveddesinde ister devlete veryansın edin, ister başkalarına… Hakkınızda, ne 301’inci maddeye göre dava açılabilir ne de kişilere hakaretle ilgili diğer maddelere göre…

Bütün o maddeler, kitap ve gazete yoluyla işlenecek suçlar için ‘aleniyet’ şartı ararlar. Yani, yazılan şeyin başkalarının da görebileceği, okuyabileceği şekilde ortaya konulması şartını… (TCK Md. 301’den: “TBMM’yi ‘alenen’ aşağılayan kişi…”, “TC hükümetini ‘alenen’ aşağılayan kişi…”, “Devletin emniyet teşkilatını ‘alenen’ aşağılayan kişi…”)

O yayınlanmamış, dağıtılmamış, internet sitelerine konulmamış müsveddeyi kimler okuyabilmiş ki, ‘aleniyet’ şartı oluşmuş olsun?

Yayımlanmamış yazı veya kitabı önceden okuyup suç aramak, II. Abdülhamit Han zamanındaki ‘sansür sistemi’nde vardı. Onda bile yazarları bu yüzden tutuklama usulü yoktu. Sansürcü, sakıncalı gördüğü yayının veya onun belirli bölümlerinin yayımlanmasını önlemekle yetinirdi.

Sansürün resmen kalkışından beri 100 küsur yıl geçti. Şimdiki kurallar, çok başka… TCK ile CMK’da, ayrıntılarıyla yazılmış… Bunlara hiç aldırış etmeden hâlâ, II. Abdülhamit dönemindeki gibi davranmak neyle izah edilir? Ve bir başka soru: 2002 yılı sansürcülüğünün ‘Ergenekon soruşturması’yla ne ilgisi vardır?

* * *

Ergenekon soruşturmasının ilan edilen amacı şuydu:

Devletin içinde yasadışı işler yapan bir örgüt var. Buna başka katılanlar da var. Bunlar, birçok ‘faili meçhul cinayet’ de işlemişler. Silahlanmışlar. O silahlarla ‘cebir ve şiddet kullanarak Meclis’i ve hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs’ suçunu işlemişler (TCK 311 ve 312). Bunlar tespit edilip haklarındaki suç iddialarının delilleri bulunacak ve mahkeme önüne çıkarılacaklar.

Evet, amaç buydu.

Bir de şimdiye kadar bu amaçla tutuklananlara bakın… Soruşturmalarında ortaya çıkan dinleme kayıtlarına… Sorgu sırasında muhatap oldukları sorulara… Ve haklarındaki iddianamelere… Birçoğunun, basına yansıtılan iddialarla ilgisini bulmanız kolay değildir. Asıl üzerine gidilmesi gereken ‘faili meçhul cinayetler’le ilgili soruşturma ne aşamadadır? Eski Özel Harekâtçıların tanıklığına başvurmak, ancak Radikal’in Ayhan Çarkın’la yaptığı söyleşiden sonra akla gelmiştir. Yeraltında bulunan silahların sırrı hâlâ ortaya çıkarılamamıştır.

Ve gazetelere ‘Ergenekon’ başlığı altında sızdırılan bilgiler arasında hâlâ şunlar vardır:

– Bir gazeteci hanımın Deniz Baykal’ı ziyaretiyle ilgili olarak dinlemeye takılan ve gazetelere yansıtılan iddialar… k Ergenekon savcısının başka tüm işlerinden öncelikli olarak, Baykal’ı mağdur, Gürsel Tekin’i tanık olarak dinlemeye çağırması… k Hanefi Avcı’nın kitabına kimin yardım ettiğinin soruşturulması… k Ahmet Şık’ın yazılmamış kitabının bulunduğu yerlerden alınması ve oradaki kayıtlarının silinmesi…

Bunların, Ergenekon soruşturmasının başlangıçta ilan edilen hedeflerine varmayı kolaylaştıracak bir yanı var mıdır?

Yoksa, bunlar sadece, seçim öncesinde muhalefet partileri hakkında dedikodular yaymak, iktidar partisine ve destekçilerine karşı yayınları önlemek, onlarla ilgili yazarları ve yayıncıları sindirmek gibi gayretleri mi kolaylaştıracaktır?

(Altan Öymen: Radikal, 25.03.2011)