Ana Sayfa Blog Sayfa 5196

Beşiktaş’tan Iverson açıklaması

0

Beşiktaş Kulübü, Iverson’un sözleşmesinin feshedildiği yönündeki haberleri yaptığı basın açıklamasıyla yalanladı.

Kulüpten yapılan yazılı açıklamada, bugün basın organlarında dünyaca ünlü basketbolcuları Allen Iverson’un sözleşmesinin feshi ile ilgili değişik haberler çıktığı vurgulanarak, şunlar kaydedildi:

”Oyuncumuzun sözleşmesinin feshedildiği şeklinde şeklindeki haberler gerçeği yansıtmamaktadır. Bilindiği gibi Allen Iverson, yaklaşık 3 aydır tedavi için Amerika Birleşik Devletleri’nde bulunmaktadır. Oyuncumuzun gelen sağlık raporlarına göre; ne zaman çalışmalara başlayabileceği konusunda Mayıs ayı sonunda doktoru ile yapacağı bir muayene sonucunu beklenmektedir. Oyuncumuzun bugüne kadar idman yapmasının dahi sakıncalı görülmüş olması, bu son muayeneyi daha da önemli kılmaktadır.

Allen Iverson’un en kısa sürede sıhhatine kavuşarak takımımıza geri dönmesini arzuladığımızı belirtirken, sözleşmesi ile ilgili bir feshin söz konusu olmadığını kamuoyunun bilgilerine sunarız.”

“IVERSON HABERLERİ GERÇEĞİ YANSITMIYOR”
Beşiktaş Cola Turka Antrenörü Ergin Ataman, Amerikalı oyuncuları Allen Iverson’ın sözleşmesinin feshedileceği şeklinde çıkan haberlerin gerçek olmadığını söyledi.

Ergin Ataman, sosyal paylaşım sitesi twitter’da, bazı yerlerde bu tarz haberler çıktığını ve bunun kesinlikle gerçek dışı olduğunu belirtti.

Allen Iverson, sakatlığı nedeniyle ülkesine gitmiş ve play-off maçlarında sakatlığını tamamen atlatıp siyah-beyazlı takıma katılması bekleniyor.

Iniesta El Clasico 3’te yok

0

Barcelona’nın yıldız futbolcusu Andres Iniesta’nın Real Madrid ile oynanacak Şampiyonlar Ligi karşılaşmasında forma giyemeyeceği açıklandı.

Barcelona Teknik Direktörü Pep Guardiola düzenlediği basın toplantısında “Iniesta yok. Yüzde yüz kesinlikle söylüyorum ki oynamayacak. Belki sistemimizi değiştirebiliriz” dedi

Barça’nın resmi sitesinden yapılan açıklamada Iniesta’nın Salı günü yapılan antrenmana çıktığı ancak 10 dakika sonra ağrılarından dolayı idmanı terk etmek zorunda kaldığı bildirildi.

Real Madrid ile oynanacak karşılaşmada Iniesta’nın yerine Thiago Alcantara’nın görev alması bekleniyor.

Foto-Haber: Ankara’da Çernobil kurbanları anıldı

Bugün Çernobil Felaketi’nin 25. yılı sebebiyle Ankara’da bir dizi etkinlik düzenlendi. Tüm gün boyunca bir sokağı radyasyonsuz bölge ilan eden katılımcılar çeşitli etkinliklerle Çernobil kurbanlarını andı. Kil atölyesi, pandomim, canlı heykel, pankart atölyesi, stencil atölyesi ile renklendirilen sokakta, bir taraftan da “nükleere karşı olmak için 25 neden” adlı broşür dağıtıldı.

Yeşiller Partisi, KEG, Greenpeace ve DSİP’in ortak olarak düzenlediği etkinlik gün sonunda katılımcıların SSK İş Hanı önünde buluşmasıyla devam etti. Burada toplanan 30 kadar kişi, “Nükleer İstemiyoruz” pankartıyla Kızılay’a yürüdü. Burada bir açıklama yapan grup, Çernobil kurbanlarını andı.

‘Demokratik çözüm’ çadırları şafakta söküldü

BDP’nin başta Güneydoğu olmak üzere il ve ilçelerde geçen 15 mart’ta kurduğu Demokratik Çözüm Çadırları, mehkemelerce alınan ‘Kamu güvenliğini tehdit ettiği’ kararları gereği, dün gece yarısı polisin düzenlediği operasyonlarla söküldü.

İzmir’in Çankaya Semti, Diyarbakır merkez Bağlar İlçesi, Batman, Siirt, Tunceli, Şırnak merkez, Silopi, Cizre, İdil ilçeleri, Mardin’in Nusaybin, Kızıltepe ilçeleri, Bingöl’ün Karlıova İlçesi’nde sökülen çadırlar emniyete götürülürken, içindeki bazı döküman ve eşyalara el konuldu.

BDP’nin sivil itaatsizlik eylemleri kapsamında geçen 27 Mart’ta Agora Parkı’na kurduğu ’Demokratik Çözüm Çadırı’na İzmir Emniyeti Güvenlik Şube Müdürlüğü ekipleri, Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü ekiplerinin de desteğiyle bugün saat 02.00 sıralarında operasyon düzenledi. Gözaltına alınan 41 kişi, poliste ifade verdikten sonra serbest bırakıldı.

Şırnak’ın Silopi İlçesi’nde çadırın sökülmesinin ardından içindeki eşyalar alana bırakıldı. BDP Silopi İlçe Başkanı Bahattin Alkış, “Bu tutum açıkçası yanlış bir tutumdur, burada halk demokratik taleplerini dile getirmekteydi. Halk tarafından çadıra sahiplenme vardı. Neden böyle bir karar alındı hala anlamış değiliz, bu işin takipçisi olacağız” dedi.

Mardin’in Nusaybin İlçesi’nde dün gece 100’üncü Yıl Parkı’nda sökülen çadırın yerine bu sabah yeni bir çadır kuruldu. Dün gece polisin, belediyeye ait Mittani Kültür Merkezi’nde de arama yaptığı bildirildi. Merkezin içine giren polis arama yaptı. Arama sırasında kültür merkezi yetkilileri bazı kapıların kırıldığını ve içerideki eşyaların tahrip edildiğini söyledi.

Tunceli’de çadırın sökülmesi sırasında BDP’li Belediye Başkanı Edibe Şahin, BDP İl Başkanı Suat Demir, BDP’nin desteklediği bağımsız milletvekili adayı Ferhat Tunç da hazır bulundu. Çadırın kaldırılması sırasında bir grup BDP’li hükümet aleyhine slogan atarak çadırın kaldırılmasını protesto etti. Polisin çadırı sökmesinden hemen sonra çadırın kaldırıldığı alanda ateş yakan BDP’liler yeni bir çadır kuracaklarını söyledi.

Tunceli’de BDP’nin desteklediği bağımsız milletvekili adayı sanatçı Ferhat Tunç, çadıra yapılan saldırıyı kınadıklarını söyledi. Tunç şöyle dedi:

“AKP’nin seçim süreciyle birlikte öngördüğü konsept saldırıdır. Bu YSK kararıyla başladı, bundan sonra da devam edeceği bellidir. Bu hükümet ülkede barış istemiyor. Halkımızın demokratik çözüm çadırlarıyla dile getirdiği çözüm talebini görmezden ve duymazdan geldiğinin göstergesidir. Barış dilini kullanıyoruz ama devlet karşılığında şiddet ve savaşı dayatıyor. Operasyonlar devam ediyor. Dolayısıyla gecenin bu saatinde gündeme gelen bu saldırı bir anlamda bu ülkede savaş konseptini güçlendirdiğini, Kürt sorunun barışçıl demokratik çözümün önünde ciddi bir engel olarak ortaya çıktığını belirtmek istiyorum. Biz Dersim’de çadırımızı yeniden kuracağız. Bu demokratik bir haktır. Bir halkın demokrasi ve özgürlük talebi bu şekilde engellenemez. Bugün burada az olabiliriz. Gece yarısı yarın çadırımızı kurmak için elimizden gelen bütün imkanları kullanacağımızı belirtmek isterim.”

(Ajanslar, Radikal)

Gazeteciler Sultanahmet’ten 1 Mayıs’a çağırdı

0

‘Gazetecilere Özgürlük-Haydi 1 Mayıs’a’ sloganıyla yürüyen gazeteciler Beyazıt Meydanı’nda bir basın açıklaması yaptı.

Bugün saat 11.00’de Sultahahmet Adliye’sinin önünde toplanıp oradan Beyazıt Meydanı’na doğru yürüyüşe geçen gazetecileri Beyazıt Medyanı’nda üniversite öğrencileri karşıladı. Yürüyüş Özgür Mumcu’nun okuduğu basın açıklamasıyla sona erdi. Mumcu konuşmasında şunları söyledi: “Bugün basılmamış kitaplar toplanıyor. Ne için tutuklandıklarını bilmeyen gazeteci arkadaşlarımız hapisteler. Nedim ve Ahmet 1 ayı aşkın süredir içerde. Basın özgürlüğünü kim ihlal ediyorsa karşısındayız. Yansak da dokunacağız, çünkü halkın haber alma hakkı var. Halkın bilgilendirilmediği bir rejim demokratik değildir.”

Liselilerden tacize karşı eylem

0

Mersin’de liseli kız öğrenciler, okul çıkışlarında sözlü cinsel tacize uğradıkları gerekçesiyle eylem yaptılar.

”Liseli Genç Umut” Mersin’deki Kız Teknik ve Meslek Lisesi öğrencileri, taciz iddialarına dikkati çekmek için eylem gerçekleştirdi.

Kız Teknik ve Meslek Lisesi Çocuk Gelişimi Bölümü 3. sınıf öğrencisi Gözde Aybay, burada grup adına yaptığı açıklamada, okul etrafında sıklıkla yaşandığını belirttikleri taciz olaylarına karşı sessiz kalmamak için toplandıklarını söyledi.

Dışarıdan gelerek okulun etrafında toplanan bazı erkeklerin, sözlü tacizde bulunduğunu söyleyen Aybay, görevli veya devriye gezen güvenlik görevlilerini de sessiz kalmakla suçladı.
(Sol, Yeşil Gazete)

Başkan göle ilk önce çöp döktü, sonra suyunu içti

Isparta’da koruma altındaki Eğirdir Gölü’nün kıyısına çöp döküldüğü yönündeki haberlerin ardından Eğirdir Belediye Başkanı AKP’li Osman Nuri Özmeral, temiz olduğunu göstermek için basın mensuplarının önünde göl suyundan içti.

Ülkenin sayılı içme suyu kaynaklarından Eğirdir Gölü’nün kıyısına çöp döküldüğü yönünde medya organlarında yer alan haberler üzerine Eğirdir Belediyesi ekiplerince çöp alanında temizleme çalışmalarına başlanmıştı. Bu haberlerin ardından gölün çevresindeki çöplerin temizlendiğini ve artık suyun temiz olduğunu savunan Belediye Başkanı Osman Nuri Özmeral, temiz olduğunu göstermek için basın mensuplarının önünde gölün suyundan içti. Daha önce de Eğirdir Gölü’nün suyunu içebileceğini basın mensuplarına anlattığını hatırlatan Başkan Özmeral, “Huzurunuzda gölümüzün suyunu rahatlıkla içebildik çünkü bu su, Isparta’ya verdiğimiz su” dedi.

(Milliyet, Yeşil Gazete)

Seçim 2011: Yeşil adaydan Çernobil mesajı

Muğla’dan bağımsız milletvekili adayı olan Şehbal Şenyurt arınlı Çernobil faciasının 25. yılı nedeniyle bir mesaj yayınladı. Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku içinde bağımsız yeşil aday olarak seçimlere katılan Arınlı, mesajında “yok ederek, zehirleyerek kalkınma suçunu işlemeyeceğiz ve bu suçu işleyenlere ‘hayır’ demeye devam edeceğiz.” dedi.

Şehbal Şenyurt Arınlı’nın yayınladığı Çernobil mesajı şöyle:

Sevgili Dostlar,

Çernobil nükleer felaketinin ardından başta Karadeniz bölgesinde yaşayan insanlarımız olmak üzere coğrafyamızda yaşanan kanser, sakat doğumlar ve diğer sağlık sorunları ile kaybettiğimiz insanlarımızı unutmadık. Kazım Koyuncu’nun sesini, sözünü, müziğini unutmadık.

Sanayi devriminden bu yana ‘tüketim’ üzerine kurgulanmış yaşam önermesiyle hoyratça ‘kullanılan’ doğamız, artık bizi yeni bir yaşam tarzı önermesine çağırıyor.

Sadece insanı merkez almayan ve doğanın, diğer canlıların yaşam haklarını tanıyan, ‘türcülüğün reddedildiği; temel ihtiyaçlarımız kadar tüketim; tükettiğimizi doğaya iade’ felsefesi üzerine kurulacak bir yaşam biçimi.

‘Yarışma’ değil, ‘dayanışma’ ilkesi ile beslenen; doğa, insan ve tüm canlı haklarını gözeten bu yaşam biçimi önermesinde yeni Çernobillere, Akkuyulara ihtiyaç yoktur. ‘Gelişiyoruz, kalkınıyoruz, enerjimiz yetmiyor’ diyenlere karşı söyleyecek çok sözümüz var.

Bizler ‘havamızı, topraklarımızı, suyumuzu zehirleyerek canlı türlerini tehdit eden, yok eden bir kalkınma istemiyoruz.’ Yok ederek, zehirleyerek kalkınma suçunu işlemeyeceğiz ve bu suçu işleyenlere ‘hayır’ demeye devam edeceğiz.’

Bizlere öğretilenin aksine, doğa ‘yarışmacı’ değildir; ‘dayanışma’dan yanadır. Güneşimiz, rüzgârımız bizimle dayanışma içindedir. Yenilenebilir enerji ve diğer doğa ile barışık enerji modelleri ihtiyaçlarımızı karşılamaya yeterlidir.

Son olarak Japonya’da yaşanan deprem ve tsunamiye bağlı olarak “Fukuşima Nükleer Santrali”nde olanları hep birlikte gördük. Buradaki patlamalar ve radyoaktif sızıntının etkileri daha yıllarca sürecek.

Tüm bunlardan ders çıkarmayan “nükleerci lobi”, nükleer santrali evdeki tüp gaza indirgeyerek Sinop’a, Mersin’e ve Trakya’ya nükleer santral yapmayı planlıyor.

Doymak bilmeyen kar hırsı ile, Anadolu’ya can veren derelerimiz HES adı altında şirketlere satılıyor; termik santraller, maden aramaları ve sanayi atıklarıyla doğal yaşam zehirleniyor; ormanlar, meralar ve tarım alanları şirketlerce yağmalanıyor…

Biz doğadan, tüm canlılardan ve yaşamdan yana olduğumuz için yapılması planlanan nükleer santrallere karşı çıkıyoruz ve her zaman da çıkacağız.

Doğanın doğurgan yüzü ‘dişil’ dil üzerinden hayata bakan bir kadın arkadaşınız olarak üstlendiğim sorumlulukla sizlere insan türünün, doğaya, başka türlere uyguladığı eziyet, işkence, zulüm ve soykırıma karşı durmaya; ‘kalkınma gerekçesiyle dayatılan ‘zehirli fayda/zehirli enerji’ye karşı sizlerle birlikte mücadeleye devam edeceğimi bilmenizi isterim. Bu mücadeleyi yasal zemine taşımak hem görevimiz hem de hakkımızdır.

Kazanan doğa, kazanan biz olacağız.

Dirmil, 26 Nisan 2011

(Yeşil Gazete)

Taliban’ı 10 yıl geriden izleyen Türkiye

Aşağıda iki fotoğraf var. Bir tanesi Afganistan’dan. Bir Buda heykeli. Diğeri ise Türkiye’den. İnsanlık Anıtı. Farklı farklı tarihlerde, başlarına benzer olaylar geldi. Bir tanesi artık yok. Diğerinin kafası 40 cm kesildi. 2001 yılında Taliban, Buda Heykeli’ni yıktı. 2011’de AKP, İnsanlık Anıtı’nı kesiyor.

Tüm Dünya, Afganistan’a tepki göstermişti. Tabii ki o heykelin tarihsel bir değeri vardı. Bu tip eserlerin değerleri kıyaslanamaz ama Afganistan’da hem bir tarih, hem de bir sanat vardı. Bu yüzden de 2001 yılında tüm Dünya Afganistan’a tepki gösterdi. Hatırlıyor musunuz o görüntüleri? Dağın içine oyulmuş Buda patlıyor, toz dumana katılıyor ve Taliban amacına ulaşıyor. Halkını tarihten, sanattan, müslüman olmayan kafirlerin putlarından koruyor.

Peki bize ne oluyor? 2011 yılında bir heykeli yıkmak ne oluyor? Heykelin yıkılış süreci zaten başlı başına bir skandal. Başbakan görüyor, heykeli beğenmiyor. Açıktan bir emir vermiyor ama konuşmasında heykel için bir sıfat kullanıyor. Sonra arkasındaki medya o sıfata sarılıyor. Ucube aşağı, ucube yukarı. Kültür ve Sanat Bakanı işin içine giriyor, tersleniyor ve işin içinden çıkıyor. Sonra heykelin yıkılış süreci başlıyor. Başbakan’ın hedef gösterdiği heykel için belediye tabii ki hemen devreye giriyor. O belediye ki, önceki dönem ne yaptıysa sanat adına, geri alıyor. Heykel yıkmak gibi bir karar alıp, sinema festivalini de iptal ediyor. Kısaca Başbakan vur diyor, belediye öldürüyor.

Peki ne kadara?

200 bin liradan fazla bir ücrete. Bir sanat eserini yıkmanın da bir beledi olmalı değil mi? Kim ödeyecek bu bedeli? Biz. Sonra o heykel yerine tüm Türkiye’de yapılan çirkin yerel heykellerden biri yapılacak (burada çirkinlik kişisel bir durum. Yoksa köfte heykeli, kayısı heykeli, armut heykeli sevenler de olacaktır.) onu da bize ödetecekler. Ya da hiç heykel yapılmayacak, Ankara’daki gibi her yer havuz olacak. Bildiği gibi, AKP ve siyasal geleneği heykel konusunda biraz “takıntılı”.

Sözün özü, yıl 2011, Afganistan’da heykellerin Taliban tarafından bombalanmasından 10 yıl sonra, Türkiye’de bir heykel yok edilecek. Kafasından itibaren kesile kesile. Çok az bir insan ses çıkartıyor buna. Yani kafadan kesile kesile yok edilme belli ki çok öncesinden başlamış ve etkili şekilde devam ediyor bile. Tarihe geçsin.

Afganistan 2001
Türkiye 2011

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yeşil Gazete ve diğer yazılar için: http://www.urbarli.net

William S. Burroughs’a muzır neşriyat soruşturması

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, Ocak ayında Sel Yayıncılık tarafından Süha Sertabiboğlu çevirisiyle yayınlanmaya başlayan William S. Burroughs’un “Cut-up” üçlemesinin ilk kitabı olan ‘Yumuşak Makine’ için soruşturma açtı. Soruşturma ile ilgili Sel Yayıncılıktan yapılan açıklama şöyle:

 

Ama Sayın Willam Burroughs Yazmayın Öyle, Burası Türkiye!

Sonunda bu da oldu; yüce Türk yargısı Beat Kuşağı’nın ahlakını da yargılamaya başladı. Yumuşak Makine İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından soruşturmaya uğratıldı, davayı açmak için ise bilirkişi raporu da yine o muazzam Başbakanlık Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu’ndan alındı.

Kurul yine kitabın orasından burasından “Cut-up” tekniğiyle metinler kopardı ve bunlar Türk toplumunun ahlak yapısına uymaz diyerek cezalandırılmasını istedi.

Savcılığa verdiğimiz ifadede alıntıladığımız bölümler raporun genel yapısı ve kurulun kafa yapısı hakkında yeterince fikir vermesi bakımından yeterince açıklayıcı olacaktır:

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Basın Bürosunun isteği üzerine Başbakanlık Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu’na incelenmesi için gönderilen William S. Burroughs’un Yumuşak Makine adlı kitabı için adı geçen kurul bir rapor düzenlemiştir. Yetişkinler için hazırlanan ve piyasaya sürülen kitapların ‘çocuk’ kurullarına gönderilmesinde ısrarı anlamak mümkün değil, zira bu pencereden bakarsak televizyonlar, haber bültenleri gibi medya araçları ve binlerce kitap hakkında onlarca rapor yazılabilir.

140 sayfalık kitabın yirmi ayrı sayfasından bazen bir cümle bazen birkaç paragraf alarak “işte bu yazılanlardan dolayı müstehcendir” sonucuna ulaşmak bir edebiyat metnine yapılmış koskoca bir haksızlıktır. Tüm dünyanın okuyup bir öncü yazar olarak kabul ettiği William Burroughs’u Başbakanlığa bağlı edebiyatçı, estet, eleştirmen, çevirmen gibi sıfatlardan yoksun bir kurulun incelemeye kalkması böyle “ucube” bir durumu ortaya çıkarmıştır. Çünkü edebiyat ve karşı-edebiyat metinlerinin hiçbirinde kurulun yazdığı üzere; “konu bütünlüğü”, “anlatım bütünlüğüne riayet” aranmayacağı gibi, “tarihi mitolojik unsurların yaşam tarzlarından örnekler vererek kişisel ve objektif olmayan gerçek dışı yorumlarda bulunmak” ve “argo ve amiyane tabirlerle kopuk anlatım tarzının benimsenmesi” de bir suç teşkil etmez. Bu kurallar ancak resmi yazışmalarda, raporlarda ya da ders kitaplarında dikkate alınabilecek genel kurallardır. Oysa sanat ve edebiyat kavramları bu kalıpların hiçbirine oturtulamaz, böyle yapmayan yazar bir soruşturma konusu haline getirilemez. Kimsenin mitolojik unsurlara dair objektif bir yorumda bulunmak gibi bir zorunluluğu yoktur. “Mezkûr kitabın bu haliyle edebi eser niteliği taşımadığı, okuyucu haznesine ilave katkısının olmayacağı, kriminolojik açıdan da kitapta, insanın bayağı, adi, zayıf yönlerinin işlenmesinin okuyucu üzerinde suça izin verici tavırları geliştirmektedir.” Ayrıca hiçbir yazarın insanın her koşulda güzel yönlerini göstermek gibi bir mecburiyeti olmadığı gibi, okuyucu haznesine katkısının ne olacağının ve edebi nitelik taşıyıp taşımadığının ölçütü de resmi bir devlet kurumu değildir, kitabın okurudur.

Hak ve özgürlükler, özgür bireylerin, edebiyatçıların, sanatçıların, düşünürlerin fikirlerini, eserlerini hiçbir baskı, yasak ve tabunun olmadığı ortamlarda ortaya koydukları zaman gelişir. Yine çağdaş, sorgulayıcı, yaratıcı bireylerden oluşan toplumlar en uç örnekler sayılabilecek edebi metin ve sanat eserlerini okuyarak, görerek oluşur.

Başbakanlığa bağlı bu kuruldaki kişiler bilmiyorlarsa dahi basit bir internet araştırması yapsalardı yazarın “Beat Kuşağı” (Beat Generation) isimiyle anılan bir akımın öncülerinden biri olduğunu göreceklerdi. İkinci Dünya Savaşı sonrası Amerika’da hakim olan statükocu orta sınıf ahlakına bir başkaldırı olarak doğan Beat Kuşağı, her türlü toplumsal hegemonyaya karşın bireysel başkaldırıyı düstur edinen, her türlü kural ve baskının karşısına hem hayat tarzları hem de eserleriyle dikilen, ortaya çıkışlarından bugüne dek bir çok yazarı, müzisyeni, sinemacı ve sanatçıyı etkilemiş bir sanat ve hayat akımıdır. Halen tüm dünyada bu yazarların kitapları sürekli yeni baskılar yapmakta, haklarında inceleme kitapları yayınlanmakta ve filmlere konu edilmektedir.

Yumuşak Makine ise W. Burroughs’un, edebiyat çevrelerinde büyük bir yenilik olarak kabul edilen ‘Cut-up’ ‘Kes-yapıştır’ tekniği ile yazmış olduğu bir kitaptır. Burroughs, yaşam biçimindeki yerleşik kalıplara karşı çıkmakla kalmaz edebiyattaki yazma biçimlerine de bir karşı koyuş geliştirir bu teknikle. Hal böyleyken ve zaten kitabın yazılış amacı, sınırların dışına çıkmak iken “kitaptaki yazıların normal sınırlar içinde kaldığını ve toplumun sosyal normlarıyla çatışmadığını iddia etmek mümkün değildir” gibi ifadelendirme ve suç unsuru aramanın absürtlüğü aşikârdır. Üstelik raporda belirtildiği üzere Milli Eğitim Kanununun “Türk Milletinin milli, ahlaki, insani, maddi ve manevi kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren; ailesini, vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye çalışan;” gibi saikleriyle yetişmemiş Willam S. Burroughs’tan bu çerçevede bir metin ortaya çıkartmasını beklemek de anlamsızdır.

Ayrıca belki kurul farkında değil ama Beat Kuşağı’nın Willam Burroughs, Jack Kerouac, Allen Ginsberg gibi temsilcilerinin kitaplarını bu ülkede satın alan, okuyan, hakkında kültür-sanat dergilerinde yazılar yazan, arkadaşına tavsiye eden binlerce insan var. Bu raporda defalarca kez geçen “ahlaki normlarla bağdaşmazlık” ve “halkın ar ve hayâ duygularını incitmek” tabirleri ile bu “halkın” bir kesimine ahlaksız sıfatı yapıştırılmış olmuyor mu? Devletin herhangi bir kurumunun toplumun genel ahlak çerçevesinin sınırlarını çizmek, bu sizin için ahlaklıdır ve bu da değildir gibi bir hüküm vermek, üstelik halkın haberi olmadan onun ar ve hayâ duygusunun incindiğine dair karar çıkartmak gibi görevi mi var? Üstelik böyle bir mantığa toplumsal sorumluluk atfetmeye çalışılarak, nasıl bir mühendisliğe soyunulmaktadır? Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu bir edebiyat metni için aşağıdaki tespitleri yaparken cahilliğini göstermekle kalmıyor gülünç de oluyor: “Zira insanlar ilkel hayatlarından bugüne kadar dünyanın her yerinde ve her toplumunda cinsi uzuv bölgelerini kapalı tutmayı ve cinsi münasebetin gizliliğini vazgeçilmez kural olarak uygulaya gelmişlerdir. Bu, toplumumuzda da böyledir. Toplumumuzun ahlak anlayışı ve kuralları ile örf ve adetleri cinsi münasebetin aşikarlığını kabul etmez. Toplumlar varlıklarını koruyabilmek ve toplum organları bizzat bu normlara uymak zorunda oldukları gibi, toplumu bu konuda yönlendirme, ikaz etme, hatırlatma görev ve sorunluluğu ile de yükümlüdürler. Bu görev ve sorumluluk toplumsal niteliktedir. Söz konusu kitapta yayınlanan yazıların bu toplumsal görev ve sorumluluk ile bağdaşması mümkün değildir. Kitapta asıl ağırlığın cinselliğe yöneltilmiş olduğu, kitabın toplumun ahlak yapısıyla bağdaşmadığı ve halkın ar ve haya duygularını incittiği, genel ahlaka aykırı olduğu müşahede edilmelidir. “

William S. Burroughs’un bir kitabını ele alarak orada kelime avına çıkmak bilimsel insan aklının geldiği yere saygısızlık olmaktan öte, bir kuşağa haksızlıktır da. Bireysel hak ve özgürlüklerin sürekli tartışıldığı ve herkesin “kendi düşüncesini ifade etmesi” “başka yollara sapmaması” teşvik edilen 2011 Türkiye’sinde yaklaşık elli yıl önce yazılmış ve edebiyatta öncü bir akım olarak kabul edilen Beat Kuşağı’nın önemli bir temsilcisinin kitabını “halkın ahlakını bozar” düsturu ile yargılamaya kalkmak, “bize özgü” gülünçlüklere bir halka daha eklemekten öteye gitmeyecektir. Ve bu davanın ülkemiz sınırları dışında hiçbir hükmü, saygınlığının olmadığı da çok açık ve nettir.

Biz tüm dünyada sanat ve edebiyat çevrelerinde bir yeri olan bu akımın temsilcilerinin eserlerini Türk okurunun da okumaya hakkı olduğunu düşünen aracı bir kurumuz; sizler bu dava ile yazarın düşüncesini mi, Beat Kuşağı’nın ahlakını mı, bizim faaliyetimizi mi yoksa bu projede sözleşmeli olarak çalışan ve yalnızca kitabı Türkçeye aktaran çevirmenini mi yargılıyorsunuz?

Sel Yayıncılık, yirmi yıldır yerli ve yabancı birçok ünlü yazarın edebi eserlerini okura sunan saygın bir kurumdur. Yine yurtiçinde ve yurtdışında faaliyetlerinden dolayı birçok saygın ödüle layık görülmüştür. Faaliyetlerimizi zora sokan soruşturmalara ve kitapların herhangi bir nedenle yargılanmasına son verilmesini istiyoruz. Saygılarımızla.”

Ntvmsnbc