Ana Sayfa Blog Sayfa 5116

İngiltere’de ayaklanma yayılıyor

İngiltere’de dört gün önce başkent Londra’da patlak veren ve onlarca yıldır meydana gelen en şiddetli ayaklanma, dün gece üç büyük kente daha yayıldı.

İngiltere’nin başkenti Londra’nın kuzeyindeki Tottenham semtinde patlak veren olaylar, bir polis memurunun 29 yaşında siyah bir genci öldürmesini protesto eyleminin kontrolden çıkmasıyla başlamıştı.

Londra’nın kenar mahallalelerini kasıp kavuran kundaklama ve yağma olayları dün öğleden sonra önce kent merkezine, ardından da Liverpool ve Manchester’in de aralarında bulunduğu kentlere de sıçradı.

Başkent’e çevre illerden ek polis sevkedilirken, Birmingham ve Bristol kentlerinde de yağma ve kundaklama olayları yaşandığı bildirildi.

Polis, cumartesi günü yaşanan bu olayın ardından patlayan kundaklama ve yağma olayları nedeniyle 334 kişinin gözaltına alındığını, 69 kişinin tutuklandığını açıkladı.

(BBC, Yeşil Gazete)

Galatasaray klasöründen gazete haberleri çıktı

0

Galatasaray Spor Kulübü’nün kayıp 1 milyon dolar için verdiği klasörü açan polisler, makbuz yerine o dönem G.Saray’da forma giyen Song’la yaşanan ödeme krizini anlatan haberlerle karşılaştı.

Futbolda şike soruşturması kapsamında Galatasaray’ın şampiyon olduğu 2005-2006 sezonunda Denizlispor-Fenerbahçe maçında teşvik primi verildiği yönündeki iddialar üzerine yapılan incelemede ilginç gelişmeler yaşanıyor. Galatasaray’ın avukatları dün sabah Emniyet Müdürlüğü’ne gidip belgeleri teslim ettiklerini açıklarken, polis aynı dakikalarda belgelerin yetersiz olduğunu belirterek kulüpten makbuzları yeniden istedi. Galatasaray Sportif Direktörü Bülent Tulun’un, eski başkan Adnan Polat’a gönderdiği imalı mektup üzerine başlatılan soruşturma kapsamında kulüp hesaplarında inceleme yapılmış ve 21 milyon dolarlık harcamadan 1 milyon dolarlık kısmına ait herhangi bir belge ya da makbuz bulunamamıştı.

Kulüp yönetimi, polislere 1 milyon dolarlık belgeyi ibraz etmek üzere iki gün süre talep etti. Hafta sonunda yapılan incelemelerin ardından kulübün avukatları dün emniyete dosyalarla gelerek talep edilen belgeleri Organize Suçlarla Mücadele Şubesi’ne teslim etti.

Hürriyet gazetesinden Arda Akın’ın haberine göre, belge klasörünü açan polisler makbuzlar yerine o dönem Galatasaray’da top koşturan Kamerunlu futbolcu Rigobert Song’la yaşanan ödeme krizini anlatan haberlerin bulunduğu gazete kupürleri, menajeriyle yapılan ödeme yazışmaları ve çeşitli kişilerin değerlendirmelerinin bulunduğu yazışmaların olduğunu gördü. Polisler, söz konusu belgeler arasında harcanan 1 milyon dolara ait makbuz yerine uzman görüş raporu buldu. Kulübün özel mali danışmanlara hazırlattığı rapora göre, söz konusu 1 milyon dolar Song ve diğer futbolculara yapılan transfer ödemelerinde problem yaşanması ve arada kur farkı oluşması nedeniyle buhar oldu. Bu fark kulübün kasasına işlendi.

Raporu yeterli görmeyen polis, Galatasaray Kulübü’ne yeni bir yazı göndererek, kur farkından doğan miktarın kulübün kasasına harcama olarak kayıt edilemeyeceğine dikkat çekerek, 1 milyon dolarlık harcamaya ilişkin makbuzları yeniden talep etti. Yazı, avukatlar belgelerin emniyete teslim edildiği yönünde basına açıklama yaptığı sırada G.Saray Kulübü’ne gönderilmek üzere yola çıkarıldı. Kayıp 1 milyon doların Denizlispor’a teşvik olarak verildiği ihtimalini araştıran polis, soruşturmayı derinleştiriyor. Polis, önümüzdeki günlerde Song’un ya da menajerinin bilgisine başvuracak. 2006 Mayıs ayı içinde G.Saray’ın kendisine ödeme yapıp yapmadığı sorulacak.

Galatasaray Sportif Direktörü Bülent Tulun’un 2007 yılında Adnan Polat’a yazdığı mektupta, 1.5 milyon doları makbuz karşılığı kulüpten aldığı iddia edilen şoför Mustafa Kabasakal dün Organize Şube’de ifade verdi. Kabasakal, kulüp binasına gidip çanta aldığını ancak bu çantalarda ne olduğunu bilmediğini söyledi.

Tulun, Polat’a yazdığı mektupta, “Umarım 2006 Mayıs ayında şoförünüzün iki parti halinde kulüpten makbuz imzalayarak aldığı 1.5 milyon ABD doları GALATASARAY MENFAATLERİ için kullanılmış olsun” demişti. (Ntv)

Dünyada ilk rahim nakli yapıldı

Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde bu sabaha karşı dünyanın ilk rahim nakli gerçekleştirildi.

Antalya Eğitim Araştırma Hastanesi’nde dün gece saat 22.00’de, bir kadavradan alınan rahim, gece saat 03.00’te başlayan ve 7 saat süren operasyon sonunda 20 yaşındaki Derya S.’ye nakledildi.

Operasyonu, Türkiye’de ilk dünyada 16. çift kol nakli ameliyatını da yapan Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Plastik Rekonstrüktif Cerrahi Estetik Anabilim Dalı Başkanı Doç.Dr. Ömer Özkan gerçekleştirdi.

(Ntv)

Yatağan termik santralinde patlama

Muğla’nın Yatağan ilçesinde bulunan termik santralde meydana gelen patlamada, 1 işçi yaralandı.

Santraldeki enerji nakil işlemi sırasında henüz belirlenemeyen bir nedenle patlama meydana geldi.

Elbiseleri alev alan bölgede görevli Oray Okçu (40), yapılan ilk müdahalenin ardından Yatağan Devlet Hastanesi’ne kaldırıldı.

Patlama nedeniyle santralin 3. ünitesinin devre dışı kaldığı bildirildi.

Yeniköy Elektrik Üretim AŞ (YEAŞ) Genel Müdürü Nuri Şerifoğlu, patlamanın enerji besleme besleme noktasında meydana geldiğini belirterek “Olayda bir personelimiz yaralandı. Santralin devre dışı kalan 3. ünitesini devreye almak için çalışmalar sürüyor” dedi. (Ajanslar)

260 kez kullanılabilen kağıt

Tayvanlı bilimadamları “i2R e-Paper” adını verdikleri silinebilir ve 260 kez kullanılabilecek bir kağıt üretti.

Endüstriyel Teknoloji Araştırma Enstitüsü Başkan Yardımcısı ve Enstitü’nün Görüntü Teknoloji Merkezi Genel Müdürü John Chen, kağıdın, ticari aşamaya getirilmesi halinde büyük ağaç tasarrufu sağlayacağını söyledi.

Kağıtta, faks makinelerinde kullanılan termal yazıcıların benzerinin kullanıldığı dile getiren Chen, mesaja daha fazla ihtiyaç duyulmaması halinde kağıttaki yazıların bir düğmenin çevrilmesiyle silinebildiğini ve kağıdın 260 kez kullanılabileceğini açıkladı.

“i2R e-Paper”ın dünya genelinde milyonlarca üretilen poster ve kağıtların yerini almasının hedeflendiğini söyleyen Chen, geleneksel görüntü cihazlarındakilerin aksine kendi teknolojilerinin elektrot gerektirmediğini, kağıtlarının çok hafif, yumuşak ve yeniden yazılabilir olduğunu, bu açıdan bakıldığınıda “i2R e-Paper”ın gerçek bir e- kağıt olduğunu ifade etti.

Tayvanlı bilimadamlarının kolestrik likid kristal içeren plastik bir filmle kapladıkları “i2R e-paper”da baskı için arka ışığı gerekmiyor ve farklı renkler üretebiliyor. Kağıdın üzerinde basılı olanlar silinebiliyor. Ayrıca modifiye edilmiş bir yazıcı, kağıdı geriye doğru yuvarlayarak yazıları siliyor. Bir A4 büyüklüğündeki e-kağıdın maliyetinin 2 dolar olduğu bildirilirken, kağıdın 2 yıl içinde tüketicilerin hizmetine sunulabileceği kaydediliyor.

Rock-A Festivali sona erdi

 

 

“Alternatif Yaşamın Demo”su Rock-A sona erdi.

Bu yıl İzmir – Foça, People Camping’de yapılan festivalde yaklaşık 1000 çadır kuruldu. Tamamen gönüllülerle organize edilen festivale giriş ücreti olmadığı için katılanların sayısı tam olarak bilinemiyor. Yine de özellikle cumartesi günü katılımcıların sayısının 4000 kişiyi geçtiği düşünülüyor.

Organizasyondan konuştuğumuz Savaş; bu yıl müziğe daha az yer verilmesine gelen eleştirilere; alan değişikliği sebebiyle daha güneşli bir kumsala geçildiğini dolayısıyla ancak akşam saatlerinde müziğin başlayabildiğini,  daha önemlisi Rock-A Festivalinin amacının daha çok atölyeler üzerine kurulu olduğunu ve atölyelerin canlanması için bu değişikliğe gittiklerini belirtti.

TayfaBandista ise Rock-A(lternatif)’da, yaygın “star”laşma ve müzik endüstrisine karşıt tavır geliştirme kaygısıyla sahne almadıklarını ve her yıl sahne alan müzisyenlerin aynılaşmamasının amaçlandığını belirtti.

Üç gün süren, kendi halince bir koyda, az sayıdaki zeytin ağaçlarının gölgesinde ama muhteşem bir manzara ve tertemiz bir denizde yaşanan festival’den bir kaç kare…

 

Festival Habercisi, Yeşil Gazete – Sanat

 

 

 

 

 

Ağırdan almak- Ayça Alemdaroğlu

Çocuk büyütmek zor iş. Özellikle ilk yıllarda uykusuz geceler, 5-15 kilo arası bir ağırlığı oradan oraya taşımanın belinizde, bacağınızda yaratığı arızalar, kısıtlanan hareketliliğiniz, artan giderleriniz vesaire gibi pratik problemler bir yana çocuk büyüdükçe ortaya çıkan duygusal ağırlıklar, ona daha fazla zaman ayıramamanın verdiği suçluluk duygusu, yanlış yaptığında doğru tepkiyi verip veremediğinizin ve bazen yeterince hayata bağlayadığımızın kuruntusu. Zaman zaman da korku, yaralı bir birey yetiştirmenin ve belki daha da ağırı onun sevgisini ve bağlılığını bir gün kaybetmenin korkusu… Eskiden çocukların anne baba üzerindeki duygusal yükü daha mı hafifmiş? Herhalde değildi ama babaannemin çocuklarının sevgisini kaybetmekten korktuğunu, ya da onlara yeteri kadar ilgi gösteremediği için suçluluk duyduğunu hiç duymadım. Babaannemin gençliğinde kadınlar için çocuk doğurup doğurmamak karar verilmesi gereken bir konu olmadığı gibi, çocuk büyütmek de bir plan ve program çerçevesinde icra edilmezmiş. Üç saatte bir meme vermek, uyku süresini her geçen gece biraz daha uzatmak için sinsi planlar yapmak, şehrin en gözde anaokuluna göndermek için bütün kaynakları seferber etmek vesaire gibi dertler de yokmuş. Nitekim çocuklar büyütülmekten çok kendiliğinden büyürmüş. Bu kendiliğinden olma durumunu, içinde barındırabileceği duygusal ve fiziksel şiddetler bir yana, özlememek mümkün değil. Yaşadığımız şehirler, eğitim sistemimiz ve yaşam tarzlarımız, çocukları hayata ‘doğallıkla’ dahil etmememize pek izin vermiyor. Peşinden koştuğumuz başarılar, alışveriş merkezlerinden ibaret boş zamanlar, kursa götürmezsen çocuğunun akranlarından geri kalacağını vaaz eden öğretmenler, rafine zevklere sahip çocuklar yetiştirmek uğruna tırlatmak üzere olan arkadaşlar…

Avrupa ve Amerika’da son yıllarda öne çıkan Ağır Ebeveyinlik Hareketi (Slow Parenting) yani anne-baba olma durumunu ağırdan alma, buldumcuk olmadan, fazla endişelenmeden, diken üstünde değil hafif arkana yaslanaraktan çocuk büyütmeyi vaaz ediyor. Bu hareket eskinin doğallığı ile bugünün çocuk odaklı yaşamını birleştirmeye çalışıyor ve ruhlarımızı ele geçiren hırslara ve sıkışmışlığa bir alternatif öneriyor. Bu alternatif, çocukların hayatını yakından kontrol eden ve heran heryerde çocuğun tepesinde olan ‘helikopter’ anneler ile onlardan daha hırslı olan ‘kaplan’ modellerine (bakınız Amy Chua’nın anıları) karşıt. Ağırlıktan kasıt her şeyi kaplumbağa hızıyla yapmak değil. Daha ziyade acele ettirmemek, yarışa koşmamak. ‘Ağır Yemek’ (Slow Food) gibi bir takım başka hareketlerle birlikte gündelik hayatın her alanına yayılan fast-food mantığının, hayatı standartlaştıran ve çabuklaştıran etkilerine karşı, yediğimiz ve yaptığımız şeylerin tadını çıkarmayı salık veriyor. Ağır anne babalar çocuklarına dünyayı acele etmeden, yarış yapmadan keşfedebilmeleri için imkan sağlıyorlar. Örneğin, çocuklarının zamanını kurslar ile doldurmak yerine serbest oyunu önemsiyorlar; alış-veriş merkezleri yerine doğada zaman geçiriyorlar; çocuğun gelişimini hızlandırdığını iddia eden pahalı oyuncaklar yerine çocuklarına evde ve doğada varolan şeyleri kullanarak kendi oyuncaklarını icat etmelerini teşvik ediyorlar. Rahatlık çocuğa her istediğini vermek olmadığı gibi ağırdan almak da onları amaçsız ve akranlarında geride bırakmak değil. En nihayetinde ‘yavaş’ anne-babalar zevkleri, hobileri ve kariyerleri olan ortaüst sınıflar ve hayat tarzlarını çocukların istilasından, sosyal konumlarını da olası bir irtifa kaybından korumak istiyorlar.

Ayça Alemdaroğlu –  Demokrat Haber

Nereye ?- Oya Baydar

YAŞ’la kuruyla, şikeyle Balyoz’la, sıcak havalarla ve sıcak gündemle oyalanırken, artık hedefini ve anlamını yitirmiş kirli bir savaşta gencecik insanlar ölüyor bu ülkede farkında mısınız? Ya da belki soruyu şöyle sormalıyım: Siz ey Türk ve Kürt muktedirler! Sizler, Kürt ve Türk “şehitlerimizin” ardından karşılıklı nefret söylemini yükseltmek, timsah gözyaşları dökerek inandırıcılığını çoktan yitirmiş barış nutukları atmak ve şiddeti iki taraflı tırmandırmak dışında silahların susması, barış ve uzlaşma ikliminin yaratılması için hangi cesur adımı attınız? Kendi “ama”larınızın ardına sığınmaksızın, ötekini dinleyerek ve anlamaya çalışarak çözüm için ne yaptınız? Nereye gidiyoruz, nereye sürüklüyorsunuz bizleri? Ve ne hakkınız var, bu ülkeyi, Türküyle Kürdüyle bu halkı perişan etmeye, kana bulamaya?

Türk ve Kürt muktedirler dedim, evet. Çünkü bu meselede iki taraf, iki halk var ama asıl iki tarafın liderleri, siyasileri, egemenleri var. Halklar çözüm istiyor; muktedirler ise kendi iktidarlarının, kendi bekalarının, kendi davalarının peşinde çözümsüzlüğü körüklüyor.
Baş Sorumlu Devlet ve İktidardır

İki kişi birbirini bıçaklamışsa, hesap önce bıçağı ilk çekenden sorulur. Zalim saldırganın darbesini yiyen kanlar içindeki mazlumun kendi çakısına, bıçağına, silahına davranmasında şaşılacak bir şey olmadığı gibi haklılık payı vardır. İşte bu yüzden Kürt sorununun ilk muhatabı ve sanığı devlet ve iktidardır. Bırakalım yüz yılı aşkın geçmişi, bırakalım geç ve tepeden uluslaşmanın zorunlu sonucu olan gaddarlığı, despotluğu, kanlılığı (Dersim’i hatırlayın) tartışma götürmeyen Sünni Türk devletinin geçmişteki sabıkalarını bir yana. Son yirmi yıla bakmak, bir halkın -Kürt halkının- Türk ulus devletinin değirmen taşları arasında nasıl ezilip ufalanmak istendiğinin ve “artık yeter” diyerek başkaldırdığında nasıl bir şiddete maruz bırakıldığının kanlı örnekleriyle doludur. İşte bu yüzden ilk  sorgu, ilk suçlama haklı olarak devlete ve siyasal iktidara yönelecektir. AKP iktidarı, özellikle de tek adam konumundaki lideri, dökülen kandan ve toplumsal dokumuzun her gün biraz daha yıpranıp dağılmasından hem sorumlu hem de suçludur. Gelinen noktada, artık iktidarı ordu ve Cumhuriyet bürokrasisi ile paylaşmak  mazeretine sığınamayacak olan AKP’nin açılım, çözüm falan derken vardığı yer, çözüm konusunda en iyimser ve sabırlı olanları da çoktan umutsuzluğa sürüklemiştir. Operasyonları anında durdurabilecek, diyaloğu açıkça başlatıp Kürt sivil siyasetine konan engelleri kaldırabilecek, gereğinde yasaları değiştirerek gereğinde elindeki büyük kitle desteğine yaslanarak barışçı çözümün yollarını açabilecek olan AKP, özellikle son iki yıldır gün be gün gerilemekte, devlet refleksine kapılıp uzlaşma dili yerine muktedirin savaş ve intikam dilini geliştirmektedir. Dışlayıcı, ötekileştirici, hasımlaştırıcı bu dil ve bu anlayış, hakların teslimi ve kabulu yerine sorunu ihsanla, kendi Kürdünü yaratmakla, Kürt siyasal hareketini kuşatıp ezmekle çözeceğini sanmakta ve fena halde yanılmaktadır.

Başbakan’ın kendi tabiriyle söyleyeyim: Kimse kusura bakmasın ama, elleriniz kanlıdır beyler. İktidara sahip olduğunuz halde, siyasi iradenizi barışçı çözümün arkasına koyup çatışmayı engellemediğiniz için; çözüme götürecek, en azından bir ışık olacak olumlu iklimi yaratamadığınız için dökülen kandan sorumlusunuz. Ezilmişliğe, aşağılanmaya, kendi kimliğiyle, kendi diliyle kendisi olmaya konulan engellere karşı baş kaldıran Kürt halkının ölen çocukları kadar kirli bir savaşta kardeşlerini kırmaya gönderdiğiniz Türk çocuklarının ölümlerinden de sorumlusunuz. 

Ve sizler, sözde muhalefet partilerinin siyasetçileri! İktidar ne dese ne yapsa aksini söylemeyi muhalefet sanan, ama iş Kürt meselesinde barışçı çözüme, yani Kürt halkının haklı taleplerini yerine getirmeye dayanınca, yeminli düşmanınız AKP ile domuz topu, sarmaş dolaş olmakta dakika geçirmeyen sizler! Eliniz, yüreğiniz kanlıdır. Dökülen kandan, lime lime olmuş bu ülkenin kanayan yarasından sizler de sorumlusunuz, suçlusunuz.

Tarihin hepinizin önüne koyacağı fatura yüklü, hem de çok yüklü olacak, sakın şaşırmayın.
Mağdur Zalimin Dilini Kullanırsa…

Ve sizler, Kürt silahlı hareketinin, Kürt siyasal hareketinin muktedirleri! Mağdurun ve mazlumun vicdan dilinin; kurşunların, bombaların, mayınların desteğiyle, öfke ve intikam duygularıyla da beslenerek zalimin diline benzemekte olduğunun farkında mısınız? Son günlerde Kürt hareketinden gelen bütün açıklamaları, toplantı sonuç bildirgelerini, avukat görüşmelerini, vb. dikkatle okuyorum. Kürdüyle, Türküyle bizleri nereye sürüklüyorsunuz sorusunun cevabı yok o metinlerde. Siz var sanıyorsanız, var olduğunu iddia ediyorsanız da yok. Ya da daha kötüsü: kaosa, çözümsüzlüğe, savaşa açılan cevaplar var. Belirsizlik, kararsızlık, karnından konuşma, yalpalama var. Ve bu laf ktalabalığı arasında, ne sürdürülen operasyonlara karşı öz savunma gerekçesiyle, ne gençlerin öfkesine, tepkisine engel olamıyoruz özrüyle savuşturulabilecek provokasyonlar, cinayetler işleniyor. İnsanlar, gençler, çocuklarımız ölüyor hanımlar, beyler!

Biliyorum: “bu taraf”tan bakıldığında hiçbir şey “o taraf”tan görülenle aynı değil. O taraf’a her gittiğimde içime dolan, ben burada olsaydım dağa çıkardım duygusundan biliyorum. Bir halkın kendi diline kavuşmak için verdiği mücadelenin heyecanını birlikte yaşadığımda gözlerime dolan sevinç gözyaşlarından, demokratik çözüm çadırlarında bir halaya katıldığımda beni bile gençleştiren heyecandan ve orada olup bitenlerin yüreğime, vicdanıma sapladığı utançtan biliyorum. Bana ve benim gibilere, “Bilmiyorsunuz, öte yanda duruyorsunuz”, hatta bazen daha da ileri gidip, vicdansızlaşıp “devletin yanında duruyorsunuz” falan demeyin sakın, haksızlık etmeyin. Bir durun, dinleyin: Gücünüzü mağduriyetten değil haklılığınızdan alın. Mağduriyetten alınan güç kördür; saldırganlığa ve zalimliğe dönüşür. Haklılıktan alınan güç dalga dalga kitlelere ve vicdanlara yayılarak çözüme götürür.

Bir durun, dinleyin. Sizin oradan bakıldığında da buralar sisli görünüyor; buraların duyguları, tepkileri, acıları anlaşılamıyor. Galiba, yapmamız gereken birbirimizin içinde, birbirimizin ortamında durup geldiğimiz tarafa, yani kendi tarafımıza bakabilmek. O zaman her adımımızın, her söylemimizin mutlak ve tek doğru olmadığını anlayabiliriz. İnsan, kendi yakın çevresiyle sınırlı ve o çevreyi güç aşabilen bir yaratıktır. Kendi çevresinin, kendi mahallesinin, kendi örgütünün doğruluğuna ve haklılığına inanmaya, kendine verilmiş gözlüklerle bakmaya eğilimlidir. Acaba mı sorusunu sorabilmek, belki öteki de haklıdır, en azından kendini haklı görmektedir diye düşünebilmektir asıl mesele. Mesele kendi muktedirlerimizi, kendi şiddetimizi de “ama”lara sığınmadan sorgulayıp, neye mal olduğunu görebilmektir.

Öte yandan, kimselerin fazla değinmediği; bırakın yüksek sesle söylemeyi fısıldama cesaretini bile, korkudan değil Kürtlere zarar verir diye bulamadığı, kendine gerekçe üstüne gerekçe uydurmak zorunda hissettiği bir konu var. Mağdurun şiddetini, savaş dilini, çözümsüzlüğü besleyen eylemini ve söylemini haklı gösterme güdüsü… Zulme uğrayanın, mağdurun öfkeden ve tepkiden doğan şiddetini anlamak, bu şiddetin nedenlerine hak vermek kanı, ölümü, şiddeti meşru saymak değildir, olmamalıdır, çünkü şiddetin haklısı yoktur. Ezen ulusun ferdi olup muktedirler, zalimler kesiminde görülmenin utancı ve vicdan yükü yüzünden mağdurun şiddetini görmezden gelmek, olumlamak, teşvik etmek devrimci dayanışma sanılsa da kimilerince, halkların yaralarını deşmekten, kanı çoğaltmaktan ve asıl herkesin kendini sorgulamasını geciktirmekten başka sonuç vermez.

Nereye, diye soruyorum yeniden. Nereye gidiyoruz, bizleri nereye götürüyorsunuz ey muktedirler ve muktedirlerin gerçekleri görmesini engelleyen yandaşlar, şakşakçılar? Bizi nereye götürüyorsunuz ey iktidarın, muhalefetin, Kürt hareketinin egemenleri? Bir durun, düşünün, ötekini dinleyin. Türkiye’nin korkularını, kaygılarını, yasını anlamaya çalışın. O zaman, Türküyle Kürdüyle bizlerin, -yani sıradan halkın, yani 75 milyonun- korkularımızın, acılarımızın, umutlarımızın ve kaygılarımızın aynı olduğunu fark edeceksiniz. 75 milyonluk sessiz  bir koronun sorduğu “Nereye gidiyoruz, bizi nereye götürüyorsunuz?” sorusunu, toprağın derinliklerinden gelen deprem habercisi bir uğultu gibi duyacaksınız.

Geç kalmadan açın kulaklarınızı ve yüreğinizi, duyun bu sesi. Yoksa deprem bu ülkeyi harabeye çevirecek. Nereye götürüyoruz bizler bu ülkeyi, diye sorun kendinize kendi mahreminizde. İnsansınız; bir tel kıpırdar belki içinizde. 

Oya Baydar- www.t24.com.tr

HES’te su iletim tünelleri patladı: Köy sular altında kaldı

0

Trabzon’un Çaykara ilçesine bağlı Solaklı Vadisi’nin yan kollarından birinde yapım çalışmaları tamamlanarak deneme üretimine geçen Balkondu-1 HES Projesi’nin 3,5 kilometrelik su iletim tünelleri patladı.

Trabzon Çaykara Solaklı Vadisi’ne yapılan ve deneme üretimine geçen Balkondu–1 HES’in 3,5 kilometre uzunluğundaki su iletim tünelinde 6 Temmuz akşamı bir patlama yaşandı.

Patlama neticesinde Uzuntarla köyünden geçen ırmak taştı. Selin heyelana neden olduğu felaket neticesinde 4 ev kullanılamaz hale geldi, enerji nakil hatları ve bunlara bağlı trafolarda büyük zarar meydana geldi. Ekili tarla ve bahçelerdeki ürünler sel altında kalırken, köy yolu ulaşıma kapandı.

Bölgede inceleme yapan Derelerin Kardeşliği Platformu (DEKAP) bir basın bildirisi yayımladı. 8 Ağustos tarihli basın bildirisinde aynı vadi içerisinde 36 HES projesinin olduğu ifade edildi

Bildiride felaketi yaşayan köylülerin ifadelerine de yer verildi:

“Gündüzleri çocuklar ve kadınlar çoğunlukta köyümüzün içerisinde geçen ırmağın kenarında çalışıp serinliyor. Gündüz olmuş olsaydı çok can kaybı verirdik.

“Ancak, ekili tarla ve bahçelerimiz mahvoldu. Gece çok büyük bir gürültüyle uyandık. Aşağı mahalledeki 3-4 ev oturulamaz halde. Basınçlı su önüne ne bulduysa sürükledi ve mahallenin önünde büyük bir gölet oluşturdu. Yollarımız kapalı.

“Şimdiye kadar ne gelen oldu ne de giden. Bağımız bahçemiz sular altında kaldı, sele gitti. Şimdi çıkıp bize, ‘kusura bakmayın, bir yanlışlık oldu, bir hata oldu’ diyecekler.

“Artık burada hiçbir şey olmaz. Biz bu halde köyümüzde ne yapacağız. Buralarda artık hiçbir şey olmaz.”

Derelerin Kardeşliği Platformu Yürütme Kurulu Başkanı Mehmet Gürkan ise bölgede çok ciddi bir felaket yaşanmasına ramak kaldığına dikkat çekerek, “Karadeniz’de HES patlaması yaşanıyordu! Ne yazık ki bu patlama gerçeğe döndü. Artık bir an önce, benzeri şekilde felaket ve katliamlar yaşanmadan, HES projeleri durdurulmalı, üretim lisansları ve su kullanım anlaşmaları iptal edilmelidir” dedi.

Daha önce de Artvin’de yapımı tamamlanan ve deneme aşamasına gelen Erenler HES projesinin su iletim kanallarında çökme meydana gelmiş ve bölgede geniş çaplı hasara neden olmuştu. Giresun’da ise yapım çalışması devam eden bir başka HES projesinde inşaat kalıpları çökmüş ve 5 kişi yaralanmıştı. (sendika.org)

Köylülerin karşı çıktığı HES kaçak çıktı

Muğla’nın Fethiye İlçesinde Kargı Çayı üzerine yapılması planlanan Hidroelektrik Santrali’ne karşı çıkan köylüler, eylemlerine bugün de Fethiye Orman İşletme Müdürlüğü önünde devam etti.

Muğla’nın Fethiye İlçesinde Kargı Çayı üzerine yapılması planlanan Hidroelektrik Santrali’ne karşı çıkan köylüler, eylemlerine bugün de Fethiye Orman İşletme Müdürlüğü önünde devam etti. HES inşaatının izinsiz olduğunu öğrenen köylüler, inşaatın durdurulmasını istedi.

Ellerindeki pankartlarla toplanan kalabalık, daha sonra Orman İşletme Müdürü Reşat Tunç ile görüştü. Şantiyenin durumu ve kesilen ağaçlarla ilgili bilgi alan köylüler, şantiyenin bulunduğu yerin izinsiz olduğunu, damgalanan 392 ağacın da kesileceği bilgisini aldı.

İşletme Müdürü Reşat Tunç’tan aldığı bilgileri eylemcilerle paylaşan Kargı Köyü Muhtarı Mithat Sarı, şunları söyledi: ‘Şantiyenin bulunduğu yerin izinsiz olduğunu öğrendik.

Orman İşletme Müdürlüğü duruma el koymuş ve savcılığa müracaat etmiş. Bu hafta sonuna kadar orman işletme şantiyenin bulunduğu alanı kaldıracak. Ağaç kesim işlemleri ise Fethiye Orman İşletme Müdürlüğü tarafından yapılıyormuş. Mahkemeden ağaçlar için ‘kesim yapılamaz kararı’ getirmemiz halinde ağaç kesimi durdurulacak. ”

Kargı Çayı suyunun borulara girmesiyle birlikte sulama sularının kalmayacağını vurgulayan Sarı, derenin bu işlemden sonra tamamen kuruyacağını söyledi.

Bu mücadelenin daha özverili yürütülmesi gerektiğini savunan Sarı, “Yalnız bizim sahip çıkmamızla bu iş çözülmez. Halkın burada vereceği destek çok önemlidir. Suyun gerçek sahipleri sizlersiniz. Buradan üretilen enerji su durumundan kimseye katkı sağlamaz. Şimdi hukuk mahkemesine gideceğiz ve ağaç kesiminin durdurulması yönünde karar alacağız. Ağaçlarımıza ve suyumuza sahip çıkmazsak Fethiye ‘de ne turizm olur ne de başka bir şey diye konuştu. Eylemciler daha sonra olaysız bir şekilde dağıldı. (Ajanslar)