Ana Sayfa Blog Sayfa 4861

Şehir çağırırken – Selen Çağlayık Eloğlu

http://agroekoloji.wordpress.com

O hayallerdeki çiftlik durduğu yerde beklerken hayat koşulları da insanı gerçekçi olmak zorunda bırakıyor: sizin anlayacağınız yakın gelecekte İstanbul’a dönüş var. Selen’in Agroekoloji Günlüğü yakın zamanda Selen’in Yıllar Sonra İstanbul’a Uyum Sağlama Günlüğü’ne dönüşebilir! Şaka bir yana zaten tezimi İstanbul’daki gıda sistemi üzerine yapacağım için orada olmayı tercih ediyorum ama 1-2 aydır çiftlik hayatıyla ilgili yaptığım araştırmalardan da anladım ki çiftlik bulmak, orada hayatı sürdürmek vs. fazla zaman ayırmamız gereken ve iyice düşünmemiz gereken şeyler. Haydi biz gidiyoruz deyince olmuyor. Eh bu arayış sürecinde de bir yerde oturmak gerekecek; o da 20 senemi verdiğim İstanbul’a geri dönüş anlamına geldi.

Bugüne kadar türlü çeşitli evlerde ve ortamlarda yaşama imkanı buldum. Çocukluğum, gençliğim Kadıköy’ün semtlerinde, ara sokaklarda, sakin binalarda, Bostancı-Kızıltoprak hattında geçti. Şimdi iğne atsan yere düşmeyecek olan Bağdat Caddesi mesela, ben çocukken sukunet demekti, huzur demekti. Fakat ne yazık ki tüketim toplumu ile yaptığı savaşı ve dolayısıyla da çoktan ruhunu kaybetti. Neyse ki hala denizi var yakınlarda. Hazırlıktayken Bostancı servisimiz yeni yeni kurulan Ataşehir’den de geçerdi ve çamur deryası olan bu garip inşaat mahallelerine bakmak bile istemezdi canımız. Şimdi ise burası kendini aşmış, bendini çiğnemiş başlı başına ufak bir şehir. Yazın Nezahat Gökyiğit Botanik Bahçesi’nde staj yaparken bir ayağımın ucundaki çiçeklere, bir kafamı kaldırıp bahçenin üstüne üstüne gelen devasa binalara bakıyordum ve inanılmaz gıcık oluyordum. Kadıköy ve çevresi…Benim İstanbul’um bundan ibaret.

Hayatımda yaşadığım en güzel bina ABD’de bir sene kaldığım evdi sanırım (lisede değişim programıyla gittim ve bu işe gönüllü katılmış bir kadınla beraber yaşadım). Müstakil, arkasında ormana, önünde kocaman camlarından bahçelere, diğer müstakil evlere bakan, kendi halinde bir evdi. Ama tabi o zaman ne gıdayla, ne tarımla ilgiliydim, sadece İngilizce öğrenmeye çalışan aklı bir karış havada bir gençtim! Şimdi olsa o evin bahçesinden çıkmazdım sanırım. Bu “suburb” diye adlandırılan müstakil ev ortamı her ne kadar görünüşte çok güzel olsa da aslında ABD’nin bir çok sorununun kaynağı: arabaya ve petrole bağımlılık bu ev yaşamı ile ortaklaşa ilerliyor! Benimse anılarımda yeşille bir.

Üniversite hayatım ise Bilkent’in yurtlarında geçti. 2 metrekarelik, iki kişilik ama nefes almanın bile sadece bir kişiye nasip olduğu odalar şanslıysanız bozkır manzarasına bakardı. İki üç ağaç görüp sevinebilirdiniz, hatta daha da şanslıysanız ve ilk kattaysanız yatağınızın üstünde camdan girmiş bir kedi bulabilirdiniz. Hele kar yağdığında deli gibi dışarı fırlayıp oyun oynayabilirdiniz. Yurtta kalmak insana çok şey öğreten ama insan hayatından da birçok şey götüren bir deneyim. Hala bu konuda düşüncelerim karışık.

Üniversite sonrası önce İstanbul yapıp sonra yeniden Ankara’ya döndüğümde ise artık evde kalmak şart olmuştu. Ankara’nın nesi güzel biliyor musunuz? İstanbul’a dönüşü falan değil, İstanbul’da maalesef hızla yıkılıp, yok edilen, 30-40 sene öncesinden kalmış iki-üç katlı, bahçeli apartmanları. Hatta Bahçelievler diye semti de var şehrin ama Çankaya’da zaten birçok yerde böyle evler görmek mümkün. Evet eskiler, evet çok bakımlı değiller ama hala samimiler. Benim tanıdığım Kadıköy işte böyle evlerden oluşurdu, şimdi ise devasa binalardan, balkonsuz yapılardan oluşuyor. Neyse ki Ankara’da hala bu dediğim eski evlerden var ve hepsi yerlerinde duruyor; fakat şehir genişledikçe her yere gene yeni, kocaman binalar dikiliyor, önünü almak mümkün değil. Biz inat edip hala samimiyetini koruyan eski apartmanlardan birinde kalmıştık; asansör yoktu, binanın rengi solmuştu vs. vs. ama yaşanmışlık vardı, mahalle kültürü vardı etrafta.

Bunlar dışında hayatımda yer eden başka evler de oldu elbet. 4-5 ay kaldığım bütün ülkelerde ve kısa sürelerle de olsa yaşama fırsatı bulduğum köylerde ilginç yapı kültürleriyle tanıştım. Paris’te bit kadar yerlere insanların üçer dörder sığıştığını gördüm ve kaldığım yurda şükrettim. Porto’da apartman dairelerinin bile en az 3 banyosu olduğunu görüp şaşırdım, eski evlerin, mimarinin insanın ruh halini nasıl etkileyebileceğine (ki Portekiz’de hüzün olarak ortaya çıkıyor bu) ilk kez burada tanık oldum. Ve o hüzne aşık oldum. Geçen sene kaldığım Norveç’te yurttaydım gene ama yurtların nasıl kişilerin özgürlüğüne müdahele etmediğini, en ucuz odaların bile nasıl insanı boğmadığını burada gördüm. Fakat bunlarda da ruh yoktu, topluluk kavramı yoktu, Bilkent’ten bildiğim kalabalık sohbet ortamları yoktu. Manzaram ise nefes kesiciydi:

Geçen dönem okuduğum Cordoba ise Porto’nun aksine mimarinin insana nasıl can vereceğini, yaşam heyecanı katacağının örneğiydi adeta. Hep diyorum bir parçam da orada kaldı diye:

Şimdi ise gene şehirdeyim, Viyana İstanbul gibi kalabalık değil elbet ama burası da gene şehir, gene trafikle içiçe, gene tüketimden nasibini almış. Tabi en azından şehrin parkları insana nefes aldırıyor.

Köylere gelirsek…Kaldığım köyler bana hep mütevazılığın, samimiyetin, huzurun ne olduğunu öğrettiler. Kiminde yer yatağında yattım üzerime gece gece böcek gelecek korkusuyla, kiminde 50-60 yıllık eski eşyalara baktım hayretle, kiminde bir kilim deseninde, kiminde bir bahçe düzeninde hayallere daldım. Çanakkale, Manisa, Yalova, en son gördüğüm İtalya’daki Castino…Hepsinde zamanın durdurulduğu bir köşe, insanın hayatı sorguladığı bir detay vardı. Aklım da gönlüm de kırsalda kaldı.

İşte bütün bu deneyimler ardından o çok sevgili doğum şehrime, ocağıma geri dönüş sinyalleri veriyorum. Derslerden sıkılıp göz attığım emlak siteleri kabus gibiler:
Hayallerde göreceğiniz yalılar, müstakil evler; çok çalışıp, ruhunuzu sisteme satıp belki görebileceğiniz lüks ama ruhsuz daireler; çoğunluğun oturduğu, sıkışıp kaldığı bahçesiz, ağaçsız, gri binalar, gri daireler; anadan babadan kalma eski, ahşap evlerden oluşan, gerçekten samimi ama “soylulaştırma” sebebiyle yerlisinin yerinden edildiği mahalleler ve göçenin umudu, göçebenin yurdu gecekondular.

Bakalım ekolojik yaşamı neresinden tutup yakalayabileceğiz? Bir de bu sürecin ikizi “etik-ekolojik iş bulma” süreci var ki işte orada kalıveriyorum.

http://agroekoloji.wordpress.com

Hükümetin B planı: Üçüncü köprüye nükleer modeli

İstanbul’a üçüncü köprü yapımını da içeren Kuzey Marmara Otoyolu İhalesi‘ne hiçbir şirketin teklif vermemesi üzerine Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım‘ın sözünü ettiği B planına geçildi. B planı, projenin Akkuyu’ya yapılmak istenen nükleer santralde olduğu gibi uluslararası anlaşma ile doğrudan yaptırılması 

İstanbul’a üçüncü köprünün yapılmasını da içeren Kuzey Marmara Otoyolu’nun ihalesinde şartname alan 18 şirketin de teklif vermemesi üzerine ihale iptal edilmişti. İhale için şartname alan yerli ve yabancı çok sayıda şirket küresel ekonomik krizi gerekçe gösterdi. Şirket temsilcilerinden yapılan açıklamalarda krizin Avrupa’da derinleşmesi üzerine finansman bulmakta zorlanıldığı belirtildi.

İhalenin iptal edildiğini açıklayan İhale Komisyonu Başkanı İhsan Akbıyık, bundan sonra izlenecek yolun Ulaştırma Bakanlığı tarafından izleneceğini söylemişti. Bakan Binali Yıldırım‘ın “Tekif gelirse ne âlâ, gelmezse kara kara düşünecek değiliz, B planına geçeriz” dediği ikinci yolu Vatan gazetesi açıkladı.

Bakanlığın projeyle ilgili yeniden ihaleye çıkmayı düşünmediğini belirten gazete, 3. köprü ve otoyol projesinin Akkuyu’daki nükleer santralde uygulanan ‘uluslararası anlaşma’ ile doğrudan yaptırılmasının düşünüldüğünü öne sürdü.

Nükleer model masada, Japonya hazırda
Habere göre boğaza kurulacak 3. köprü ve otoyol projesi için masadaki en ağırlıklı çözüm nükleer modeli olarak ifade ediliyor. Türkiye’nin Akkuyu’ya yapılacak nükleer santral projesinde uyguladığı, ‘uluslararası anlaşma’ ile projenin doğrudan bir yabancı ülkeye verilmesi, en rasyonel çözüm olarak görülüyor.

Gazete, geçtiğimiz cuma günü Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ve Başbakan Yardımcısı Ali Babacan ile görüşen Japonya Dışişleri Bakanı Koichiro Gemba‘nın gündeminde Kuzey Marmara Otoyolu olduğunu da iddia etti. Gemba, Akkuyu’daki nükleer santral anlaşmasının bir benzerini Sinop’ta kurulmak istenen nükleer santral projesinde ve 3. Köprü-Otoyol projesinde de imzalamaya niyetli olduklarını iletti.

Nükleer modeli nedir?
2008 krizinin gölgesinde yapılan Akkuyu Nükleer Santral ihalesi 4 kez tekrarlanmış ancak şirketlerin geçersiz başvuruları nedeniyle başarısız olmuştu. AKP ise son iptalin ardından Rusya ile 13 Mayıs 2010’da Mersin Akkuyu’da 4800 Megawatt kurulu gücünde bir nükleer santral kurulumuna ilişkin uluslararası andlaşma imzaladı.

Projenin uluslararası andlaşma yoluyla yapılmasına yönelik eleştirilere “Mevcut piyasa koşulları ve küresel finans sorunları nedeniyle ihale yoluyla nükleer santral yapılamaz” diyerek yanıt veren AKP, böylece projede hızlı ve engelsiz ilerlemiş oldu.

(sendika.org)

2 Milyon İstanbullu: Bu fırsatı kullanın, Köprü projesini iptal edin

2 Milyon İstanbullu İnisiyatifi, bugün İstanbul Galatasaray meydanında yaptığı basın açıklamasında bilim insanları ve İstanbulluların istemediği, teklif gelmediği için ihalesi iptal edilen 3.Köprü Projesi’nin tamamen iptal edilmesini istedi.

2 Milyon İstanbullu adına Durukan Dudu’nun yaptığı açıklama şu şekilde:

Doğaya ve İstanbul’a sahip çıkanlar olarak bugün burada, üçüncü köprü ihalesinin iptalini kutlamak ve buna rağmen hala aklı başına gelmiş görünmeyen hükümeti uyarmak toplandık!  Saçma, mantıksız, anlamsız, çözümsüz bir projenin, İstanbul’a 3. köprü yapma projesinin dün yapılan ihalesine şartname alan 18 şirketten hiçbiri teklif vermemiş ve ihale iptal edilmiştir. Bu güzel haberi kutluyoruz!

Tek bir bilim insanının bile arkasında durmadığı, ulaşım uzmanlarının, mimarların, şehir plancılarının karşı çıktığı ve İstanbulluların istemediği 3. köprü projesini meğer şirketler de beğenmemiş. Bu sonucun İstanbul’a Ankara’dan üçüncü köprü felaketini dayatan AKP hükümetinin aklını başına getirmesini diliyoruz. 3. köprünün yapılmaması gereken bir proje olduğu en başından beri ortadaydı. 6 milyar dolar harcayacaksınız, 2 milyon ağaç keseceksiniz, hayvanların yaşam alanlarını yok edeceksiniz, su havzalarını harap edeceksiniz, kuzey rüzgarlarını engelleyeceksiniz, İstanbul’un havasını zehirleyeceksiniz, yapılaşmanın son kalan yeşil alanları yutarak Karadeniz kıyısına kaymasına izin vereceksiniz ve üstüne üstlük trafik sorununu çözemediğiniz gibi daha da ağırlaştıracaksınız…

Yapmayın, etmeyin dedik. Akıl var, mantık var dedik. Bunun ne kadar yanlış bir proje olduğunu bilimsel kanıtlarla ortaya koyduk. Raporlar hazırladık. İstanbul’un her yerinde meydanlara çıktık, elimizde mumlarla yol göstermek istedik ama nafile. Bizi birkaç eylemci olarak görüp dikkate almayan hükümet şimdi bu rezaletten nasıl paçayı kurtarırız diye kara kara düşünüyor.

İstanbul’un trafik sorunu 3. Köprü ve otoyoluyla değil, bilim insanlarının ve şehir plancılarının önerdiği, gerçekçi projelerle çözebiliriz. Boğazray gibi alternatif projeler yapılması, metro ağının geliştirilmesi, deniz ulaşımına ağırlık verilmesi ve Marmaray’ın bitirilip sonucunun görülmesi gerekiyor. Ve ne yapılacaksa, İstanbul halkıyla birlikte yapılmalı. İstanbul’un doğası, ağaçları, hayvanları, bitki örtüsü, suları, toprağı korunmalı. Bu imkansız değil. Sadece irade meselesi.

Ancak dün Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım ihaleye alternatif yollar bulacaklarını söyledi. Başbakan Erdoğan şirketlere beğendirmediği 3. Köprü projesini gerekirse milletin parasıyla yapacağını ilan etti. Bugün üçüncü köprünün tıpkı nükleer santral gibi milletlerarası anlaşmayla yapılacağı heberleri geliyor. Hükümet kamuoyuna kabul ettiremediği projelerini ihaleden ve yargı denetiminden kaçırmak için bu antidemokratik yollları kullanmayı alışkanlık haline getirmeye başladı.

Kafasını İstanbulluların istemediği 3. Köprüyü yapmakla bozan hükümet bu hevesinin asıl nedenini açıklamalıdır. Kime ne söz verdiniz? Neden İstanbul’un canına kastetmeye bu kadar kararlısınız? Biz, 3. Köprü projesine feda edilmek istenen İstanbul’un 2 milyon ağacını korumak için yola çıkan 2 milyon İstanbullu olarak hükümete sesleniyoruz:  Gelin bu sevdadan vazgeçin. İhale iptal oldu. Vesile olsun, bu saçma projede daha fazla ısrar etmeyin. 3. Köprü ve Kuzey Marmara Otoyol Geçişi Projesini tümden iptal edin.  Yanlışın neresinden dönseniz kardır. 2 milyon İstanbullu, yaptığı eylemlerin sonuç verdiğini gördü, siz ısrar ettikçe biz daha fazla sokaklarda olacağız. 3. Köprüyü yaptırmayacağız.

Siz de artık İstanbulluların, halkın sözünü dinleyin, üçüncü köprü projesinden vazgeçin!

(Fotoğraf: Bianet)

Yasin Hayal:Devlet beni kullandı

Hrant Dink davasının 24. duruşması görüldü. Bir sonraki duruşma tarihi Dink’in öldürüldüğü tarihten iki gün önceye, 17 Ocak’a verildi. 25. Duruşmanın son duruşma olması bekleniyor.

İstanbul Şişli’de 19 Ocak 2007’de Agos gazetesi önünde öldürülen gazeteci Hrant Dink’in katil zanlılarının yargılandığı davanın 24. duruşması sona erdi. Sanık avukatları Hrant Dink’in konuşmalarının tahrik unsuru içerdiğini ileri sürerek, bir kez daha tahrik indirimi istedi. Duruşma bir hafta sonraya ertelendi.

Beşiktaş adliyesinde görülen duruşmada söz alan Yasin Hayal, bugünden itibaren isyan başlattığını söyledi.

“DEVLET CAHİLLİĞİMDEN YARARLANMIŞTIR”

Hayal, “Türkiye Cumhuriyeti devleti beni bu işin içerisine çekti, şimdi de beni ortadan kaldırmaya çalışıyor. Daha önceden de saldırıya uğradığımı söylemiştim, bu saldırılar devam ediyor. Bir kısım gardiyanların saldırıları devam ediyor. Yarın öbür gün ölürsem cesedime otopsi yapılmasın, çünkü katilim bellidir. Katilim Türkiye Cumhuriyeti devletidir. Bana tehditler savuranlar bilsinler ki ben öyle balkon çocuğu değilim, bu tehditlerden yılmayacağım. Bu tarihten itibaren isyan başlatıyorum” dedi. Mahkeme heyetine dilekçe sunan Hayal, “Mahkemede bu kağıdın okunmasını istemiyorum, gizli. Ama bu şartlar yerine getirilene kadar Türkiye devletine karşı isyan başlatıyorum. T.C. benim yoksulluğumdan, gençliğimden, heyecanımdan, cahilliğimden yararlanmıştır. Şimdi de beni ortadan kaldırmaya çalışıyorlar” dedi.

YENİ TELEFON KAYILARI ARAŞTIRILMALI

Dink ailesinin avukatları mahkemeye Telekomünikayson İletişim Başkanlğı (TİB) kayıtlarını sundu.

Emniyetin sanıklarla ilgili bağlantı bulunmadığı yönündeki raporunun gerçeği yansıtmadığını söyleyen Dink ailesi avukatları, yaptıkları incelemeler sonucunda, olay yerinde olan bazı kişilerin davada yargılanan sanıklarla telefon görüşmesi yaptıklarını tespit ettiklerini kaydetti. Avukat, olay yerinde bulunan 532’li bir numaranın Hacı Salihoğlu ve Mustafa Öztürk ile irtibatının olduğunu söyledi. Avukatlar telefon kayıtlarının araştırılmasını talep etti.

Avukatlar, bu incelemelerin yapılabilmesi için delil olabilecek bu bilgilerin güvenceye alınmasının zorunlu olduğunu söyleyerek, “18 Ocak ve 19 Ocak 2007 olay yeri ve çevresindeki tüm kayıtların ve listedeki numaraların beş ay geriye ve ileriyle olmak suretiyle kayıtlarının tedbirini talep ediyoruz. Yoksa bunun vebali büyük olur” dedi.

Dink’in katil zanlılarından Erhan Tuncel’in avukatı cinayetin aydınlatılmadığını söyledi. Aydınlatılmayan bölümlere Erhan Tuncel’in yerleştirilerek bu olayın perde arkasındaki kişi olarak gösterilmeye çalışıldığını belirten avukat, dönemin Trabzon Emniyet Müdürü olan daha sonra Emniyet İstihbarat Daire Başkanı görevinde bulunan Ramazan Akyürek’in olayla ilgisinin olmadığını ileri sürdü. Tuncel’in avukatı, Ramazan Akyürek isminin hükümete yakın olduğu için Ergenekon tarafından çok fazla lanse edildiğini iddia etti.

“YURTDIŞINA GİTSEYDİ ÖLDÜRÜLMEZDİ”

Ahmet İskender ile Ersin Yolcu’nun avukatı Feyzullah Şamar ise Hrant Dink’in toplumun hassasiyetlerini gözetmeden açıklamalar yaptığını savunarak, Dink’i suçladı. Ahmet Kaya’yı Kürtçe şarkı söyleyeceğine ilişkin açıklamasının ardından yaşadıklarını hatırlatan Şamar, “Kendisi haklı olarak bu ülkeyi terk etti, Hrant da böyle bir şey yapmalıydı” dedi. Hrant Dink’in konuşmalarının tahrik unsuru içerdiğini ileri süren Şamar, sanıkların tahrik indiriminden yararlanmasını istedi.

Diğer sanık avukatları da Ergenekon bağlantısı olmadığını ileri sürerek, cinayeti birkaç kişinin planlayarak gerçekleştirdiğini ileri sürdü.

Mahkeme heyeti, Dink ailesi avukatlarının, olayın yaşandığı an bölgede bulunan kişilerin sanıklarla görüştüğüne yönelik sunduğu dilekçe ile, TİB kayıtlarının 3 ay geri, 1 ay ileri tarihli korunma talebini, cumhuriyet başsavcılığına iletmekle yetindi.

Mahkeme heyeti, bir sonraki duruşmayı 17 Ocak 2012 tarihine erteledi.

(Emek Dünyası)

İranlı nükleer uzmana bombalı suikast

0

İran’da bir bilim insanının başkent Tahran’da uğradığı bombalı saldırı sonucu öldüğü açıklandı.

Adı Mustafa Ahmedi Ruşen olarak duyurulan nükleer bilim uzmanı profesörün Tahran Teknik Üniversitesi’nin yanı sıra Natanz’daki uranyum zenginleştirme tesisinde çalıştığı bildiriliyor.

Bu, son iki yılda İranlı nükleer bilim uzmanlarının hedef olduğu dördüncü suikast.

Bağımsızlık referandumu Londra-Edinburg gerilimini artırıyor

İskoçya‘nın Birleşik Krallık‘tan bağımsızlığı hakkında yapılması planlanan halk oylaması konusunda Londra’dan yapılan açıklamalar, İskoçya’da tepkiyle karşılandı.

İskoçya’daki bölgesel hükümetin başbakanı Alex Salmond, hükümetinin bağımsızlık konusunda referandum düzenleme yetkisinin bulunduğunu söyleyerek, Londra’nın bu yöndeki açıklamalarına cevap verdi.

Salmond bağımsızlık referandumunun tarihi olarak ise 2014 sonbaharını işaret etti.

Başbakan Salmond ayrıca Birleşik Krallık Başbakanı Cameron’un referandumun kurallarını tanımlama yetkisine sahip olmadığını söyledi, başbakanın bu yöndeki çabasının “kaybetmekten korkmasından kaynaklandığını” belirtti.

Yorumcular Londra ile Edinburg arasında ortaya çıkan gerilimin Anayasa Mahkemesi’ne taşınacak tarihi bir davaya yol açabileceğini belirtiyorlar.

Referandumun şartları tartışma konusu

Bağımsızlık referandumu hakkındaki gerilim, İskoçya’dan Sorumlu Bakan Michael Moore’un dün meclis oturumunda yaptığı açıklamalar ardından tırmandı.

Moore, 1998 İskoçya Yasası’nın, Edinburg’a Birleşik Krallığın anayasal düzenini değiştirecek herhangi bir adım atma hakkını vermediğini bu sebeple gündeme gelecek bağımsızlık referandumunun Anayasa Mahkemesi’ne götürülebileceğini söyledi.

Moore’un açıklamaları, başbakan Cameron’un Londra’nın İskoçya referandumunun şartlarını belirlemeye çalışacağı şeklinde yorumlanan sözlerine destek olarak değerlendirildi.

Başbakan Cameron, İskoç hükümetinin referandumu 18 ay içinde yapması halinde yasal bağlayıcılığı olacağını söylemişti.

İskoçya’da 2011 seçimlerinde iktidara gelen İskoçya Bağımsız Partisi’nin tepkisi ise sert oldu.

Parti lideri Alex Salmond, söz konusu referandumun “İskoçya’da inşa edilmiş, vücut bulmuş ve İskoç Parlamentosu’ndan geçmiş” olması gerektiğini söyledi.

“Londra bu konularda bizi dinlerse, sorun yaşanmaz” diyen Salmond referandumun tarihi olarak 2014’ü gösterdi.

Salmond “bu süre içinde İskoç halkı, son 300 yılın en önemli kararını vermeden önce meselenin tüm boyutlarını değerlendirebilecektir” dedi.

İskoçya Ulusal Partisi sözcüsü ise referandumun şartlarını İskoç meclisinin belirleyeceği konusunda içlerinin rahat olduğunu, Londra’nın teklifini ise herhangi bir ön şart koşulmazsa değerlendireceklerini belirtti.

Sözcü ayrıca “halk oylamasının şartları Birleşik Krallık tarafından belirlenmeyecek. O günler geride kaldı” dedi.

Gerilimin kaynağı

Londra ve Edinburg arasındaki gerilimi tırmandıran meselelerin başında Cameron hükümeti tarafından öne sürülen iki şart yatıyor.

Bunlardan ilki, referandumda sorulacak sorunun “İskoçya Birleşik Krallık’tan ayrılsın mı, ayrılmasın mı?” olması.

Uzmanlar Londra’nın bu hamleyle, İskoç Ulusal Partisi’nin tercih ettiği, Edinburg’un yetkilerinin bir hayli genişletildiği ancak tam bağımsızlığı içermeyen üçüncü alternatifi ortadan kaldırmayı hedeflediği görüşünde.

Londra’nın diğer şartı ise halk oylamasının İskoç Ulusal Partisi’nin istediği tarihten önce yapılması.

Resmi olarak açıklanmayan bu tarihin 2013’ün sonları olduğu tahmin ediliyor.

(BBC)

Gül’ün görev süresi 7 yıl olacak

Türkiye’de meclis alt komisyonunun kabul ettiği Cumhurbaşkanı Seçim Kanunu Tasarısı’ndaki değişikliklere göre 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül‘ün görev süresi yedi yıl olacak ve Gül’ e ikinci kez seçilme hakkı verilmeyecek.

Komisyonda kabul edilen tasarıya “11. Cumhurbaşkanı’nın görev süresi 7 yıldır” ifadesi eklenmişti.

TBMM Anasaya Alt Komisyonu AKP İstanbul Milletvekili Mustafa Şentop başkanlığında toplanmıştı.

Cumhurbaşkanı Gül, 2007 yılında meclis tarafından yedi yıllık bir süre için seçilmiş ancak daha sonrasında yapılan anayasa değişikliğiyle cumhurbaşkanlarının halk tarafından ve beş yıl süreliğine seçilmesi kararlaştırılmıştı.

Komisyon başkanı Şentop, Gül’ün eski yasa uyarınca yedi yıllığına seçildiğini söyledi.

Gül seçildikten birkaç ay sonra yapılan anayasa değişikliği ile cumhurbaşkanlığının seçilme biçimi ve görev süresi değişince, basında değişikliklerden görev süresi maddesinin Gül için de geçerli olması yönünde bir tartışma yaşanmıştı.

Bu nedenle, cumhurbaşkanının görev süresinin belirsizlik taşıdığı yolunda spekülasyonlar yapılıyordu.

Şemdinli’de 39 yıl 10 ay ceza

Şemdinli davasında dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın ‘tanırım, iyi çocuktur’ dediği Astsubay Ali Kaya’nın da aralarında bulunduğu 2 astsubay ve 1 PKK itirafçısına 39 yıl 10 ay 27’şer gün hapis cezası verildi

Hakkari’nin Şemdinli İlçesi’nde eski PKK hükümlüsü Seferi Yılmaz’a ait Umut Kitabevi’nin bombalanması olayı ile ilgili tutuklu yargılanan sanık astsubaylar Ali Kaya ve Özcan İldeniz ile PKK itirafçısı Veysel Ateş’e ikinci kez 39’ar yıl 10’ar ay 27’şer gün ağırlaştırılmış hapis cezası verildi.

Güneş geldi, kaçak kullanım azaldı

0

Sıcak suyun çatı tipi güneş enerjisi panellerinden elde edildiği Antalya’da, köylerde güneş enerjisi sistemlerinin kullanımının artışına bağlı olarak, kaçak elektrik kullanımının düştüğü belirtildi.

TEDAŞ yetkililerine göre güneş enerjisi kullanılan evlerde yıllık bin lira civarında tasarruf ve ülke ekonomisine ise 200 milyon liralık katkı sağlandığını sözlerine ekledi.

Or-Köy projesi çerçevesinde orman köylerinde ağaç kesiminin azaltılması için Orman Bakanlığı’nın verdiği teşviklerden 100 bine yakın köylü faydalandı.

Önceden sıcak su için orman köylerinde bir aile 8 ton odun yakarken, bu miktar güneş panelleri sonrasında bir tonun altına düştü.

(Ajanslar)

Karakola gitti tecavüze uğradı

0

Çorum’un İskilip ilçesinde 17 yaşındaki kız çocuğuna tecavüz ettiği iddiasıyla tutuklu yargılanan başkomiser Metin M., dün ilk kez hakim karşısına çıktı. Metin M, küçük yaştaki kız çocuğuyla ilişkiye girdiğini kabul ederken, tecavüz iddialarını reddetti.

Çorum’un İskilip ilçesinde 17 yaşındaki S.D, Emniyet Müdürlüğü’ne giderek kendisini rahatsız eden kişiler olduğunu söyleyip yardım istedi. Başkomiser Metin M. de genç kıza cep telefonu numarasını vererek, “Bir daha seni rahatsız eden olursa beni bu numaradan arayabilirsin” diyerek telefon numarasını verdi, küçük kızın da numarasını aldı. Evli olan Metin M., bir süre sonra S.D. ile görüşmeye başladı. İddiaya göre Metin M. bir süre sonra evine çağırdığı S.D’ye tecavüz etti. Küçük kız  Cumhuriyet Savcılığına  giderek şikayette bulundu. Zanlı suçlamaları kabul etmese de tutuklanıp cezaevine konuldu.

Çorum  Ağır Ceza Mahkemesi’nde dün ilk kez hakim karşısına çıkan Metin M, hakkındaki iddiaları reddetti. Küçük kızla kendi isteğiyle beraber olduğunu ileri süren Metin M, “S.D.’nin rızasıyla ilişkiye girdiğimiz doğrudur. Ancak, tecavüz olayı doğru değildir. O gün S.D. benim evimde duş alıp okuluna gitti” dedi.

Metin M.’nin avukatı ise “Olayın olduğu günde müvekkilimin yanına gidip kendi rızasıyla birlikte olmuştur. Müvekkilim bu durumu zaten kabul ediyor ama tecavüz olayına katılmıyor.  Mağdur olduğunu iddia eden kişinin değil bacaklarında vücudunun hiçbir yerinde darp izlerine rastlanmamıştır.  Mağdur olan kişi  müvekkilimin eşi ve çocuklarıdır” diye konuştu.

Duruşmaya katılan küçük kız ise sanığın kendisine zorla tecavüz ettiğini ve şikayetçi olduğunu söyledi. Mahkeme eksiklerin dinlenmesi için duruşmayı erteledi.

(Cumhuriyet)