Ana Sayfa Blog Sayfa 4763

Benzine 10 günde ikinci zam

Benzine geceyarısından itibaren geçerli olmak üzere 8 kuruş zam geldi. Benzinin litre fiyatı 4,61 liraya çıkacak.

Benzine 10 gün sonra yine zam geldi.

Petrol fiyatları ve döviz kurundaki artışa paralel olarak benzin fiyatlarına litre başına yaklaşık 8 kuruş zam geldi.

Sektör yetkilileri, geceyarısından geçerli olmak üzere rafineri çıkışının yaklaşık yüzde 2 arttığını söylediler.

Zam sonrasında İstanbul’da 4,53 lira olan benzinin litre fiyatı, 4,61 liraya yükselecek. Zamla birlikte 55 litrelik bir depo artık 253,55 liraya dolacak.

Benzine son olarak 9 Mart’ta 9 kuruşluk zam yapılmıştı. 15 Mart’ta da motorine yapılan yüzde 3.08 zamla litre fiyatı ilk kez 4 lirayı aşmıştı.

KCK İddianamesi’nde ağır suçlamalar

İstanbul Özel Yetkili Cumhuriyet Başsavcıvekilliği KCK soruşturmasını tamamladı. İddianame 15. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderildi. 2 bin 400 sayfadan oluşan iddianamede 193 sanık hakkında 15 yıla kadar hapis isteniyor.

Özel yetkili İstanbul Cumhuriyet Savcısı Adnan Çimen, PKK terör örgütünün şehir yapılanması KCK’ya ilişkin soruşturmayı tamamlayarak, Prof. Dr. Büşra Ersanlı ve Belge Yayınları yetkilisi Ragıp Zarakolu’nun da aralarında bulunduğu şüpheliler hakkında hazırladığı iddianameyi özel yetkili İstanbul 15. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderdi. 193 şüpheliden 147’si tutuklu bulunuyor.

Zarakolu ve Ersanlı’ya Ağır Suçlamalar

Ragıp Zarakolu’na yöneltilen suçlama “terör örgütüne yardım ve yataklık”. Savcılık Prof. Dr. Büşra Ersanlı’yı ise “örgüt yöneticiliği” ile suçladı.

İddanameye göre örgütün Karayılan’dan sonra gelen üç ismi Kudbettin Yazbaşı, firari şüpheli Ali Durc ve Nihat Oğraş.

Dünyanın 28’inci Yeryüzü Pazarı Türkiye’de

İzmir’in Foça İlçesi’nde, pazar günleri kurulan, yerel üreticilerin doğal şartlarda yetiştirdiği ürünlerin satıldığı pazar, uluslararası Slow Food hareketi tarafından ’Yeryüzü Pazarı’ ilan edildi. Foça Yeryüzü Pazarı’nın dünyadaki 28’inci pazar olduğu belirtildi.

Slow Food Foça Zeytindalı Grubu tarafından yapılan çalışmalarla ulusal ve uluslararası düzeyde giderek daha çok tanınan ve ilgi gören Foça Yerel Ürünler Pazarı özellikleriyle Slow Food hareketinin merkezinin de ilgisini çekti. Bilgi almak, kabul edilen ortak esaslara uyumu ve çalışmaları yerinde görmek amacıyla, uluslararası Slow Food hareketinin dünyadaki ikinci ismi, Slow Food Biyoçeşitlilik Vakfı Başkanı Piero Sadro, Yönetim Kurulu Üyesi Michelle Rumiz ile birlikte dün Foça’ya gelerek incelemelerde bulundu.

Konukların gelmesi nedeniyle yerel pazar şenlik havasında açıldı. Konuklara ve pazar alışverişine gelen müşterilere Gerenköy fasulyesinden yapılmış kuru fasülye ve pilav ile Foça yoğurdu ikram edildi. Foça Belediye Başkanı CHP’li Gökhan Demirağ, yazar-gurme, Slow Food İzmir Bardacık Grubu Lideri Nedim Atilla ile Foçalı ve İzmirli üyelerin katıldığı etkinliğe halk da büyük ilgi gösterdi.

Yerel pazardaki incelemeler sonrası heyete Kokoloz Kafe’de, Slow Food Foça Zeytindalı Grubu’nun kuruluşu, gelişmeleri ve katıldıkları etkinlikleri konu alan bir sunum yapıldı. Foça Zeytindalı Lideri Gül Girişmen’in sunumunun ardından Foça Karası üzümünü yeniden canlandıran, doğal usüllerle üretimini ve şarabını yapan, dünya çapında tanıtım faaliyetleri yürüten Volkan Sucukçu’nun bağına gidildi. Burada çardak altında bir araya gelen konuklara Sucukçu tarafından fotoğraflar ve şemalarla desteklenen Foça, ilçeden gidenlerin kurduğu kentler, ilçeden fidesi götürülerek üretilen üzümler ve bunlardan yapılan ünlü şaraplar hakkında ayrıntılı bilgi verildi. Hepsi evde yapılmış olan ekmek, peynir, Sultaniye ve Foça Karası üzümlerinden şaraplar ikram edildi.

Slow Food Foça Zeytindalı Lideri Gül Girişmen kendileri için mutlu bir gün olduğunu, yerel üretici ile tüketicileri bir araya getirmenin ardından Foça’yı ve ülkemizi uluslararası alanda tanıtm aşamasına geldiklerini söyledi. Girişmen, “Yeryüzü pazarları bir zincir. Dünyadaki yerel gıda meraklıları bu pazarları geziyorlar. Bugünkü incelemelerden sonra Foça Yeryüzü Pazarı olarak ilan edilecek ve örgütün duyuruları ve programlarıyla dünyanın her yerinden insanlar buraya gelecekler. Pazarımız giderek daha da büyüyecek ve etkin hale gelecek. Konuklarımız bunu incelemek ve onay vermek için buradalar. Türkiye’de ilk kez Foça bu ünvanı alacak. Bu aşamaya gelmemizde şu an bile aramızda olan Foça Belediye Başkanı Gökhan Demirağ’ın büyük destek ve katkıları var” dedi.

Slow Food Biyoçeşitlilik Vakfı Başkanı Piero Sadro ise incelemelerin olumlu geçtiğini, Foça’da yerel üreticileri ve yerel ürünleri gördüklerini, bu pazarı kurmanın göründüğü kadar kolay iş olmadığını söyledi. Modern üretim yöntemleriyle çabuk ve çok üretenlerin bu pazarlara karşı çıktığını belirten Sadro, “İtalya’da 20, Lübnan’da 2, İsrail’de, Romanya’da, Avusturya, ABD’de ve Bulgaristan’da ise birer yeryüzü pazarı var. Foça’daki yerel pazarda artık bir yeryüzü pazarı olmuş, hiçbir sorun yok” diye konuştu.

Heyet incelemeleri sonrası Foça Zeytindalı Grubu Lideri Gül Girişmen ve üç üye ile tadımından büyük haz aldığını belirttiği şaraplarıyla birlikte Volkan Sucukçu’yu, 24 Ekim 2012 tarihinde Uluslararası Slow Food Hareketi’nin de bulunduğu İtalya’da ki Torino Bla kentindeki etkinliğe davet etti.

SLOW FOOD NEDİR?

Slow Food hareketi, 150’den fazla ülkede bulunan destekleyicileriyle iyi yemeğin zevkini topluma ve çevreye olan sorumlulukla bir araya getiren bir sivil toplum kuruluşudur. Kar amacı gütmeyen bir hareket olan Slow Food, 1989 yılında fast food ve hızlı yaşam tarzına, yerel geleneklerin yok oluşuna ve insanların ne yediklerine, yedikleri yemeğin nereden geldiğine, tadının nasıl olduğuna ve yaptıkları yemek tercihlerinin dünyanın kalanını nasıl etkilediğine dair ilgilerinin azalmasına karşı, İtalya’da Carlo Petrini tarafından kurulmuş bir harekettir. Slow Food’un bugün dünyada 100 binden fazla üyesi, 1300 yerel şubesi ve kaliteli yemeklerin sürdürülebilir üretimi üzerine çalışan 2 binden fazla yemek kuruluşu bulunmakta.

Hamburger işkencesine yargı ‘dur’ dedi

Çalıştığı fastfood zincirinin hamburgerini öğlen yemeği olarak yemediği ve arkadaşına verdiği için işten atılan Eyüp Kaya, 4 yıl süren hukuk mücadelesini kazandı. Kaya, açtığı dava ile 5 bin 600 lira tazminat aldı.

Bugün Gazetesi’nden Erdoğan Süzer’in haberine göre, uluslararası fastfood zincirlerinin Türkiye’deki şubelerinde çalışan personeline her gün öğle yemeklerinde sadece hamburger yeme zorunluluğu getirmesi mahkemelik oldu. Her öğlen hamburger yemeyi kabul etmeyen ve işten atılan Eyüp Kaya bunlardan biri. Burger King’in İstanbul’daki bir şubesinde motorlu kurye olarak çalışan Eyüp Kaya’nın olayı, verdiği bilgilere göre şöyle gelişti:

Hamburger zincirleri, çalıştırdıkları personele öğle yemeği parası vermiyor. Bunun yerine tüm personelden her öğlen hamburger yemeleri isteniyor. Eyüp Kaya’ya da, yaklaşık 3 yıl çalıştığı Burger King’te her öğlen hamburger yiyeceği söylendi. Ancak Kaya, yağlı yiyecek tüketemediğini, bu tür yiyeceklerin sağlığını bozduğunu işyeri yönetimine bildirdi. Yönetim, şirket kuralları gereği yemek parası verilemeyeceğini, başka yerden sipariş edilen yemeklerin parasının da ödenemeyeceğini Kaya’ya bildirdi.
Pizzacıyla takas etti
Asgari ücretle çalıştığı için öğle yemeğini finanse etmekte zorlanan Kaya, çareyi aynı yöntemi uygulayan pizza şirketi çalışanlarıyla kendi yemeğini takas etmekte buldu. Böylece bazı günler hamburgerini pizzacıda çalışan ve pizzadan bıkmış kuryeye verecek, karşılığında da onun pizzasını yiyecekti. Eyüp Kaya, zaman zaman da yiyemediği hamburgerini başka arkadaşlarına ikram etti. Özellikle hemen yakındaki okullardan gelen bazı yoksul öğrencilere yemeğini verdi. Ancak bu durum kısa sürdü. Kaya’nın hamburger hakkını yemek yerine, arkadaşlarına verdiğini tespit eden şirket yönetimi, şirket kurallarını çiğnediği gerekçesiyle tazminat ödemeksizin 20 Haziran 2007’de işine son verdi.

Yargıtay da onadı
Her gün hamburger yeme zorunluluğundan kurtulmak isterken işinden olan Kaya, İstanbul 3. İş Mahkemesi’ne dava açtı. Mahkeme, söz konusu şirket kurallarını ihlal etmenin tazminatsız işten çıkarma hakkı vermediği sonucuna varıp, şirketi Kaya’nın tazminatını faiziyle birlikte ödemeye şirketi mahkum etti. Şirketin itirazı sonucu dava Yargıtay’a taşındı. Yargıtay da Eyüp Kaya’yı haklı bulan tarihi kararını verdi. Böylece Kaya, 4 yılı aşan hukuk mücadelesinden başarıyla çıktı, şirketten 5 bin 600 liralık tazminatını aldı.

‘Umarım 10 binlerce arkadaşım kurtulur’
Eyüp Kaya, sadece Burger King’te değil fastfood sektöründeki tüm yerli ve yabancı şirketlerin öğle yemeği konusunda benzer mantıkla çalıştığını belirtirken, “Öğle yemekleri bizim için adeta zulme dönüşüyor. Personelini yıllarca aynı yemeği yedirmeye zorlamak insan haklarına aykırı. İş bulamayan insanlar çaresiz boyun eğiyor. Umarım benim kazandığım dava on binlerce sektör çalışanına emsal teşkil eder, bu zulüm biter” dedi.

Yangın tatbikatında yanan Onur öldü

Bitlis Ahlat’ta okulda yapılan yangın tatbikatı sırasında meydana gelen patlamada ağır yaralanan öğrencilerden Onur Zeki Akgün, tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybetti. 130 günlük tedavinin ardından yoğun bakımdan çıkan gencin ameliyat sırasında kalbi durdu.

Okuldaki yangın tatbikatı lise öğrencisi Onur Zeki Akgün’ün ölümüne neden oldu. Tatbikat sırasında yaralanan Akgün, aylardır süren yaşam savaşını kaybetti.

Olay, 5 ay önce Bitlis’in Ahlat ilçesindeki Çok Programlı Lise’de meydana geldi. Lise öğrencilerine yangına nasıl müdahale edecekleri anlatılacaktı. Tatbikat için okulun bahçesinde ateş yakıldı.

Fakat ateş sönmeye yüz tutunca kalabalığın içinden bir kişi üzerine tiner döktü. Bu tedbirsizlik büyük bir patlamayla sonuçlandı ve 11 öğrenci yaralandı.

Bir YÖK komedisi: Kendinden başka güveneni yok!

Giresun Üniversitesi’nde, YÖK Genel Kurulu, en fazla oy alanları liste dışı bırakıp 1 oy alan adayı Cumhurbaşkanı’na sunulacak listeye koydu.

Giresun Üniversitesi’nde, YÖK Genel Kurulu, en fazla oy alanları liste dışı bırakıp 1 oy alan Prof. Dr. Murat Teker’i Cumhurbaşkanı’na sunulacak listeye koydu. Prof. Dr. Murat Teker, ‘Oy önemli değil. Demek ki kariyerim etkili oldu’ dedi.

Giresun Üniversitesi’nde rektörlük seçimi yılan hikayesine döndü. 2007’de kurulan üniversitede rektör Prof. Dr. Osman Metin Öztürk, 1 Haziran 2010’da emekliye ayrıldıktan sonra koltuk bir türlü dolmadı.

Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı, Prof. Halil İbrahim Bahar’ı Rektör Vekili olarak görevlendirdi, 18 Haziran 2010’da da rektörlük seçimi kararı aldı. Seçimde Bahar 31, Prof. Dr. Mustafa Türkmen 29, Prof. Dr. Aygün Attar 21, Prof. Dr. Ayhan Bölük 4, Prof. Dr. Yılmaz Can 2, Prof. Dr. Murat Teker ise 1 oy aldı.

1 Temmuz 2010’da toplanan YÖK Genel Kurulu, seçimde en fazla oyu alan Bahar ile ikinci olan Türkmen’i eledi, seçimde üçüncü olan Attar’ı listebaşı yaptı. Bölük ikinci ve Can ise üçüncü sıraya yerleştirildi ancak hazırlanan liste, Can’ın istifası nedeniyle Cumhurbaşkanlığı’na sunulamadı.

1 OY ALAN LİSTEYE ALINDI
Bu gelişmelerin ardından Rektör Vekili Bahar görevinden alındı, yerine atanan Karadeniz Teknik Üniversitesi Rektör Başdanışmanı Prof. Dr. Ersan Bocutoğlu da aynı akıbete uğradı.

Onun yerine de Cumhurbaşkanlığı’na sunulacak listeden istifa eden Prof. Dr. Can, 6’şar aylık görevlendirme ile 3 kez Rektör Vekili olarak atandı.

Seçimin yenilenmesi isteği, ‘Her çekilmenin ardından seçimin yenilenmesi, rektör seçimi işlemini uzun süreçlere yayar’ gerekçesiyle Ankara 4. İdare Mahkemesi’nden döndü. Mahkeme ilk 6 aday arasından yeni bir adayın listeye konulmasını istedi.

YÖK Genel Kurulu, son aldığı kararla Cumhurbaşkanlığı’na sunulacak listeden istifa eden Can’ın yerine seçimlerde sadece 1 oy alarak son sırada yer alan Sakarya Üniversitesi Öğretim Üyesi Teker’in üçüncü aday olarak Cumhurbaşkanlığı’na sunmaya karar verdi.

“NORMAL ÇÜNKÜ BENİ TANIMIYORLAR”
YÖK’ün 1 oylu adayı, Sakarya Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Kimya Bölümü Fizikokimya Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Murat Teker, Akşam gazetesine şunları söyledi:

‘Üniversitenin bu kadar yıpranması doğru değil. Kim seçilirse seçilsin, önemli olan hizmettir. Memleketime hizmet etmek istiyorum. 1 oy almam doğal çünkü orada beni tanımıyorlar, akademisyenler tabii tanıdıklarına oy verecekler. Ben seçim çalışması yapamazdım, onların avantajı vardı. Seçim sonuçlarını bu şartlarda değerlendirmek gerekir. 1 oyla 100 oyun farkı yok.’

Cumhurbaşkanlığı’na sunulacak olan listeye alınmasına çok sevindiğini kaydeden 55 yaşındaki Teker, ‘Benim öğretim hayatım, kariyerim, projelerimdir önemli olan. Cumhurbaşkanı kimi layık görürse, ona destek olmak gerekir.

Bundan sonrası için tabii her aday kadar umudum var. Görev verilirse faydalı olacağıma inanıyorum. İyi hizmet yapıp, ayrılırken herkesin hayır duasını almak çok önemli’ ifadelerini kullandı.

Ben piçim de, siz nesiniz? – Ümit Kıvanç

Evet, ben bir piçim, birçok arkadaşım da öyle. Memleketin akıl, fikir, vicdan sahibi insanlarından pek çoğu da. Tıpkı, Alman Neonazilerinin Türklere yönelik saldırılarına karşı Türklerin etrafında koruyucu bir çember oluşturup “Hepimiz Türk’üz!” diye haykıran Almanlar gibi piçiz. “Hepimiz Hrant’ız, hepimiz Ermeni’yiz” diye bağırıyoruz.

Anamız babamız var ama, işte, sırf kötülük olsun diye piçliği seçtik.

İsterseniz önce, “Hepiniz Ermeni’siniz, hepiniz piçsiniz” diye bir pankartın taşınmasının gerisindeki psikolojiden başlayalım. Çünkü bizim memleketimizde siyasî sanılan sorunların çoğu aslında düpedüz psikolojiktir, en babası, toplumsal psikolojinin konusudur.

Bir insanı piç diye hakir görenler, en hafifinden, gerizekâlıdırlar. Çünkü suçladıkları konuda o insanın hiçbir kabahati yoktur. Suçlama konusu, bir insanı suçlamak için en ufak gerekçeyi vermeyen, abuk subuk bir şeydir. İkincisi, bu suçlama, tamamen, “sende olmayan şey bende var” böbürlenmesine, nispet yapmaya dayandığı için alçakçadır, vicdansızlıktır. “Benim anam babam belli, seninki değil” demek, düpedüz hastalık belirtisidir.

Üçüncü olarak, bir insanı, seçme şansının bulunmadığı bir konuda, şu millete, bu dine mensup bir aileden doğmuş olma konusunda ya da doğduktan sonra anası babası tarafından terk edilmiş olma ya da benzeri bir konuda suçlayanların, genellikle, aynı konuda bir komplekslerinin, zaaflarının, açıklarının olduğu çoğu defa kanıtlanmıştır. Bazı suçlamalar, sahiplerinin cibiliyetini ortaya koyar.

Diyelim binlerce yıllık şanlı Türk tarihi diye atılıp tutulan bir toplumun mensubusunuz, ama yüz hatlarınız, bugün “atalarımızın geldiği yer” dediğiniz yerlerde yaşayan insanlara hiç benzemiyor, buna karşılık her fırsatta hakaret ettiğiniz, dışlamak, aşağılamak için didindiğiniz insanlara pek benziyorsa, birilerine piç dediğinizde başkaları size müstehzi müstehzi bakar. Sizi de alır bir kendinizi kanıtlama kaygısı…

“Hepiniz Ermeni’siniz, hepiniz piçsiniz” diye bağırılan bir ortamda bulunmanın meşruiyeti konusuna geçelim. Orada bulunan ve buna itiraz etmeyen, o pankartların kaldırılmasını talep etmeyen herkes suç ortağıdır. İki kere iki dört.

Bir adım daha atalım. Böyle bir alenî ırkçılık gösterisinde bir ülkenin içişleri bakanı çıkıp konuşma yaparsa, ahlâk ve vicdan ölçülerinin az buçuk geçerli olduğu bir memlekette neler olur? En basiti, o bakan, hakkında derhal soruşturma açılmasa bile, görevinden alınır. Özür dilemek zorunda bırakılır. Hele bu gösteri, günlerce öncesinden, belediyenin tahsis ettiği billboard’lar yoluyla duyurulmuş, hazırlıkları örtülü bir resmî destek görmüşse, o ülkeyi yönetenlerin bu ırkçı seferberliğe katkısı olduğuna hükmedilir. Ayrıca o ülke, bu gösteride en galiz hakaretlere uğrayan toplum kesiminin geçmişte kitlesel olarak katledildiği, sürüldüğü ve bütün bunların inkâr edildiği bir yerse, orada yönetimin ve toplumun en azından bir kesiminin açıkça ırkçı olduğu sonucuna varılır. Zulüm ve fenalık yapma tutkusundan kendini alamadığı bile düşünülür de, o kadar sosyal-psikoloji çalışması beni aşar.

Aynı ülkede, bir azınlığın ve onların haklarını savunanların, yine galiz hakaretler eşliğinde açıkça suçlandığı, hakir görüldüğü bir kitap, bir kaymakam tarafından, ülkenin millî eğitim örgütü aracılığıyla okullara dağıtılabiliyor ve o kaymakam da hâlâ elindeki bütün yetkilerle o kamu görevini sürdürüyorsa, ırkçılığın resmî politika ve yönetim tarzının aslî parçası olduğu yolunda her türlü kanıta sahibiz demektir.

Bugün artık demokrasiye, reforma, bu memleketin insanlarını insanca bir hayata kavuşturma özlemlerine sırt çevirmiş hükümet, Sivas Katliamı davasının zamanaşımına uğramasından sonra başbakanın ettiği sözlerle, Cumhuriyet tarihi boyunca toplumsal hayatımıza yön vermiş ana damarın içinde yüzmeye kararlı olduğunu ortaya koydu. Hayırlı olsun.

Bu vesileyle, AKP’ye başından beri, yılların Kemalist tatavalarını sorgulamayı bir an bile akıllarından geçirmeyip, “dinci”, “şeriatçı” falan diye muhalefet yapmaya kalkanların da nasıl bir defa daha ters köşeye yattığına işaret etmek isterim. Karşımızdaki, dindarlık falan değil, düpedüz, aynı ırkçı milliyetçiliktir. Bu düzlemde sahici faşistlerimizle faşistimsilerimiz, Kemalistlerle sağcı İslâmcılar arasında pek az fark vardır. Bu memleketin gerçek sorunları, Kemalist-İslâmcı ayrımına yolaçan konular değildir. Tam da ikisinin birleştiği, toplum çoğunluğumuzun onyıllardır, aslında benimsemediği, sevmediği bir devlete dört elle sarılmasına yolaçan şeylerdir. Korkulardır. Komplekslerdir. Yalanla örülmüş tarihimizin yalan dozunun zirveye çıktığı mevzulardır.

Ermenilerden özür girişimine öncülük eden vicdanlı insanlar için “küçükken iğfal edilmişler” diyen, Ermenilerin “mağara devrinden kalmış”, “şerefsiz” “yılanlar” olduğunu söyleyen yazarın kitabını okullara “İslâmcılar” mı dağıttı? Yoksa bu, kim gelirse gelsin süren resmî çizginin devamı mıdır? Daha doğru soru şu: Bu kitabı dağıtanlar, bunu “İslâmcılıklarından” ötürü mü dağıttılar? Yoksa hepsi aynı ırkçılık ve milliyetçilik kanını taşıyan ve asla piç olmayan elemanlar mı?

Türkiye, “bizim milliyetçiliğimiz ırkçı değildir” yalanından, “ırkçıysak ırkçıyız lan!” aşamasına geçiyor. Bu da hayırlı olsun.

Benim yine de kendime bir türlü izah edemediğim husus, Allah mefhumuna sahip olduğunu iddia eden, dindar olduğunu ileri süren insanların nasıl olup da bunlara ayak uydurabildiği. Yoksa bir tür iktidar aracı olalı beri adalet idealinden uzaklaşan din artık tek tek insanların vicdanında da mı herhangi bir titreşim yaratmıyor? Sadece –güçlü ve kalabalık! – bir topluluğa mensubiyet ve aidiyet yoluyla bir çeşit toplumsal iktidara yamanmaya mı yarıyor?

AKP önderliği, başında bulunduğu hareketi oluşturan birçok unsurdan, sağcılığı ve “devlet yönetimi”nin aslî çizgilerinden ayrılmamayı seçti. Sivas davası sonrasında yaptığı açıklamayla, Başbakan Erdoğan, yeni bir Demirel olma niyetini ortaya koydu. Siyasîler, aslî faaliyetlerini birtakım çıkarların temsili olarak gördüklerinden, nasıl ederlerse daha kolay yöneteceklerine dair çıkarcı hesaplarından ötürü şu da bu yola saparlar; bu çok hayatî bir konu değil; siyasîler gelir gider. Ama toplum çoğunluğunu oluşturan insanların saldırgan ırkçılığı bu kadar kolay sindirebilmesi, onunla en azından bu kadar rahat yanyana yaşayabilmesi, hayatî bir sorun.

Samimi olarak soruyorum: Nasıl sindirebiliyorsunuz bu kadarını içinize?

 

Bu yazı ilk olarak taraf.com.tr/‘da yayınlanmıştır

 

 

Ümit Kıvanç

 

Er Eren Özel Kürt ve Alevi olduğu için mi öldürüldü?

CHP Malatya Milletvekili Veli Ağbaba, askerlik görevini yaparken öldürülen Malatyalı er Eren Özel’le ilgili soru önergesi verdi. Özel’in önce intihar ettiği söylenirken sonradan “arkadaşı ile kavga esnasında vurulduğu”nun ortaya çıktığını hatırlatan Veli Ağbaba, ölümünde Kürt ve Alevi olmasının bir rolü olup olmadığını sordu.

Cumhuriyet Halk Partisi(CHP) Malatya Milletvekili Veli Ağbaba, Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz tarafından yanıtlanması isteği ile TBMM Başkanlığına bir soru önergesi verdi. Ağbaba, Kahramanmaraş’ta askerlik görevini yaparken öldürülen Malatya’nın Yeşilyurt ilçesine bağlı Pirpirim köyünden er, Eren Özel’in ölüm sebebi ile ilgili yapılan çelişkili açıklamaları sorduğu önergede, ayrıca son 10 yılda kaç gencin askerdeyken vefat ettiğini ve bu askerlerin ölüm sebeplerinin neler olduğunu da sordu.

Ağbaba’nın soru önergesi şu şekilde:

Eren Özel, 8 Eylül 2011 tarihinde, Kahramanmaraş 5’inci Zırhlı Tugay Komutanlığı Aksu Kışlası’nda askerlik görevini yaparken başından vurularak hayatını kaybetmiştir. Eren Özel’in ölüm sebebi ile ilgili ilk olarak intihar ettiği, sonrasında ise arkadaşı ile kavga esnasında vurulduğu belirtilmiştir.

Bu çerçeveden hareketle;

Eren Özel’in nöbet kulübesinde birlikte nöbet tuttuğu Ahmet Aktaş’a ait G-3 piyade tüfeğinden çıkan kurşunla hayatını kaybettiği öğrenilmiştir. Ölümün ardından askeri yetkililerin “Eren, intihar etti” şeklindeki açıklamaları doğru mudur? Doğru ise açıklamayı yapan askeri yetkililer hakkında işlem yapılmış mıdır?

Piyade Er Eren Özel’in ölüm sebebi ile ilgili rapor Bakanlığınıza ulaşmış mıdır? Ulaşmış ise sonuç nedir?

Kamuoyunda Eren Özel’in Kürt ve Alevi kökenli olması ve babasının siyasi bir davadan tutuklu olması… Tutuklu bulunan er Ahmet Aktaş’ın ise Yozgatlı milliyetçi bir genç olması, cinayetin siyasi bir sebeple işlenmiş olabileceği konuşulmaktadır. Bakanlığınız tarafından olayın nefret suçu olma olasılığı değerlendirilmiş midir?

2002- 2012 yılları arasında askerlik görevini yaparken hayatını kaybeden asker sayısı kaçtır?

Askerlik görevini yaparken vefat eden askerlerin, ölüm sebepleri nelerdir? İntihar eden asker sayısı kaçtır?

On yıllık dönemde intihar ettiği açıklanan askerlerin memleketleri nerelerdir?” sorularının Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz tarafından yanıtlanmasını istedi.

(Agos)

Kiralık katil İHD’ye başvurdu

Adana’da bir işadamını öldürmek için 500 bin liraya anlaşan kiralık katil, başından vurduğu işadamı ölmeyince parasını alamadı. Tehdit edildiğini öne süren tetikçi, İHD’ye başvurdu: “Can güvenliğim yok, yardım edin.”

Genellikle kayıp yakınları ve işkence mağdurlarının başvuru yaptığı İnsan Hakları Derneği’ne (İHD) bu kez çok ilginç bir başvuru geldi.

Parasını alamadığını ve tehdit edildiğini öne süren bir kiralık katil, İHD’nin kapısını çaldı.

Taraf gazetesinin haberine göre; Adana’da yaşayan Ö.A. isimli bir kiralık katil, R.B. isimli işadamını öldürmek için 500 bin lira karşılığında bir çeteyle anlaştığını öne sürdü.

Kiralık katilin başından vurduğu işadamı, hayatta kalmayı başardı. Görevini tamamlayamadığı gerekçesiyle Ö.A’ya parası ödenmedi.

Tehdit edildiğini belirten tetikçi, can güvenliğinin olmadığı gerekçesiyle İHD’ye başvurdu.

Çetede yer aldığını öne sürdüğü bazı emniyet mensuplarının adını da veren Ö.A., dernekten yardım istedi.

‘HEDEFTEYİM’
Ö.A., dilekçesinde “Beni ‘Koruşursan, başına çok şey gelir’ diye tehdit ettiler. Vicdanen rahatsızım. Yaptıklarımdan pişmanlık duyuyorum çünkü işadamı mağdur edildi. Ben de şu anda hedef halindeyim” dedi.

BAŞVURU İLK OLDU
Başvurunun kendilerini şaşırttığını söyleyen İHD Adana Şube Başkanı Osman Kara, “İlk defa böyle bir başvuruyla karşılaştık. Emniyetin üst kademelerine kadar uzanan bir çeteleşmeden bahsediyor. İddialar oldukça vahim, umarım olay aydınlığa kavuşur” dedi.

Saldırıdan kurtulan R.B. de tetikçinin iddialarını doğrulayarak İHD, savcılık ve İçişleri Bakanlığı’na başvurdu.

ÜÇ KİŞİYE DAVA
Soruşturma kapsamında 11 kişi hakkında yapılan suç duyurusunda takipsizlik kararı verildi. Üç kişi hakında ise dava açıldı.

Öte yandan, tetikçi Ö.A., başka bir çete davası kapsamında halen cezaevinde bulunuyor.

(NTV)

Samast’a dokunan uçuyor!

Hrant Dink’in katili Ogün Samast ile hatıra fotoğrafı çektiren polis Yakup Kurtaran, Malatya Emniyet Müdür Yardımcılığı’na kadar yükseldi.

Hrant Dink cinayetiyle ilgili Devlet Denetleme Kurulu (DDK) raporunda da eleştiren ‘bayraklı hatıra fotoğrafı’nı çektiğiren polisin ceza alması bir yana hızla terfi ettiği ortaya çıktı. O fotoğraftan sonra dönemin Asayiş Şube Müdürü Yakup Kurtaran ilk Amasya’ya ardından da trafik tescil şubesinde görevli olarak Malatya’ya tayin edildi. Kısa süre trafik tescilde çalıştıktan sonra da kariyeri hızla yükseldi. Önce 4. sınıf komiser ardından ikinci sınıf komiserliğe nihayetinde bu yıl da Malatya Emniyet Müdür Yardımcılığı’na getirildi.

Ogün Samast’ın, 20 Ocak 2007’de Samsun’da bir otobüste yakalanıp getirildiği Terörle Mücadele Şubesi’nin çay ocağında elinde Türk bayrağı ile fotoğrafı çekildi. Fotoğrafta yanında eski Samsun Asayiş Şube Müdürü Yakup Kurtaran ile bir de asker duruyordu. O fotoğraf Dink davasının da simgesi haline geldi.

Fotoğrafın ortaya çıkması üzerine Yakup Kurtaran ve bir grup polis görevlisi 5 Şubat 2007’de açığa alındı. Polis müfettişleri, yaptıkları araştırma sonunda, Kurtaran için 16 aylık kıdem durdurma cezası verilmesini önerdi. Buna karşın 1 gün maaş kesim cezası verildi. Kurtaran bu cezayı Samsun 1. İdare Mahkemesi’ne götürüp iptal ettirdi. Hakkında dava açılmasına gerek duyulmayan Kurtaran, önce Amasya’ya, kısa bir süre sonra da Malatya’ya Trafik Tescil Şube Müdürlüğü’ne atandı. Kurtaran, daha sonra da pasaport işlerinden sorumlu oldu.

Radikal Gazetesi’nden İsmail Saymaz’ın haberine göre o resmi çektirdiği dönemde dördüncü sınıf komiser olan Kurtaran, beş yılın ardından ikinci sınıfa terfi etti ve bu yıl da Malatya Emniyet Müdür Yardımcılığı’na getirildi. O gün Samast’la birlikte resim çektirmek için birbirleriyle yarışan kamu görevlileri beraat edip terfi alırken bu görüntüleri basına veren, kimliği belirsiz kişi veya kişiler hakkında, ‘fotoğraf ve kamera görüntülerinin görsel ve yazılı basında yer alması suretiyle soruşturmanın gizliliğini ihlal’ iddiasıyla halen 2007/9251 numaralı bir soruşturma dosyasının bulunduğu da ortaya çıktı. DDK raporuna göre, bu dosyanın 21 Mayıs 2015’e kadar zamanaşımı süresinin olduğu ve ‘o tarihe kadar evrakın daimi aramaya alındığı’ belirtiliyor. Öte yandan, ‘Bayrak Davası’na ilişkin yalnızca iki polise dava açılmış, onlar da beraat etmişlerdi.

Konuyla ilgili ulaşılan Kurtaran ise bir açıklama yapmadı.


DDK fotoğraf için ne dedi?

“Esasen, Hrant Dink’i hedef haline getiren ve Hrant Dink’i öldüren kişinin eline bayrak vererek resim çektiren marjinal anlayışların ortaya çıkmasına yol açan bazı paradigmalarla yüzleşilmesi; bu tür ortamlardan beslenerek varlığını devam ettiren ve bazı kamu görevlilerinin de dahil olduğu hukuk dışı oluşumlarla ilgili mücadelenin sürdürülebilmesi ve ‘demokratik devlet’ olgusunun hayata geçirilmesine yönelik son yıllarda ortaya konulan çaba ve gayretlerin güçlendirilmesi açısından, bundan böyle benzeri durumlarda kamu görevlilerinin yargılanmasında izlenmesi gereken yöntem ile ilgili hususların, bu şekilde algılanması ve uygulanması gerekli görülmektedir.”