Son kamuoyu yoklamasına göre Amerikan halkı, nükleer enerjinin risklerinin faydalarından ağır bastığını düşünüyor.
Harris Interactive tarafından Şubat ayında 2 bin 56 kişilik bir örneklem ile yapılan araştırmaya göre yakın tarihinde ilk defa Amerikan nüfusu arasında nükleer enerjinin risklerinin faydalarına ağır bastığını düşünenlerin oranı %41’e ulaştı ve nükleer yanlılarını geçti.
Amerikalıların en güvendiği teknolojiler ise aynı araştırmada, sırasıyla güneş (%78) ve rüzgar (%77) olarak verildi.
Fukuşima kazası ve şirket kapitalizmine karşı gelişen Occupy hareketinin de nükleer farkındalığının artmasında etken olduğu ifade ediliyor.
Uşak’ın Banaz ilçesinde bir evde çıkan yangında 3’ü çocuk 4 kişi yaşamını yitirdi.
Banaz ilçesine bağlı Büyükoturak beldesinde bulunan iki katlı evde henüz belirlenemeyen nedenle yangın çıktı. Alt katı odunluk olarak kullanılan evde çıkan yangın kısa sürede büyüdü.
Uşak ve Banaz belediyelerine ait 5 itfaiye aracıyla müdahale edilen yangın söndürüldü. Yangında, anne Emine Koç (50) ile çocukları Fadime Koç (15) ve zihinsel engelli Hüseyin (18) ile Cüneyt Koç (16) yaşamını yitirdi.
Bu arada, ailenin Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı’nca desteklendiği, yangın sırasında evde bulunmayan baba Nurettin Koç’un, sağlıklı yaşam koşulları olmayan evlerinin yerine yenisinin yapılması için başlatılan çalışmayla ilgili olarak Kaymakamlığa gittiği öğrenildi.
Şırnak’a bağlı Cudi Dağı’nda yaşanan çatışmada 4 Özel Harekat Polisi’nin hayatını kaybettiği öğrenildi.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Grup Toplantısı’nda yaptığı konuşmada Cudi Dağı’nda şu anda çatışma olduğunu da ifade etti. Erdoğan’ın bu açıklamasının ardından bölgeden haber geldi.
Ajansların verdiği habere göre, çatışmalarda 4 Özel Harekat Polisi hayatını kaybetti
Kürt sorununda “güvenlik politikaları”nın belirleyici olduğu bütün yollar, 1990’lara çıkar. 1990’lar ise, bu ülke için “cehennemin öbür adıdır”.
Hükümet, uzun süredir bu yolu takip ediyor. Her adımda, cehenneme biraz daha yaklaşıyoruz. Uyarı levhalarını kimsenin taktığı yok. Çukurca, Uludere, “MİT krizi” gibi tehlikeli kavşaklar da işe yaramamış anlaşılan. İki üç gündür olup bitenler bunun apaçık kanıtı!
Toplumsal hafızamız zayıf olabilir; ama şu basit soru, unutkanlık perdesinin aralanmasına yardım edebilir: En son ne zaman yaşanmıştı bu “Newroz görüntüleri”?
Önceki gün İstanbul’un bir bölgesi savaş alanı gibiydi; bugün onlarca şehrin tamamı öyle. Polisin insafsız müdahalesi, İstanbul’da BDP’li Hacı Zengin’in ölümüne; birçok insanın da yaralanmasına yol açtı. Bugün gelen haberlere göre, polisin şiddeti her türlü ölçüyü ve sınırı aşmış durumda. Ahmet Türk’ü bile alenen darp etmişler. Kara haberlerin giderek artacağı neredeyse kesin maalesef.
Peki, bütün bunlar neden? Geçen seneki, ondan önceki ve son on senedeki Newrozlara bakarsanız, bu sorunun cevabını bulabilirsiniz. O vakitlerde yasak yoktu; ufak tefek taşkınlıklar dışında olay da yoktu.
Bu sene BDP, Newroz’u 18 martta kutlamak istedi. Hükümet, bunu kabul etmedi. Gerekçe, Newroz’un tarihinin 21 Mart olduğu ve ancak o günde kutlanabileceği! Ne kadar inandırıcı değil mi ve de ne kadar demokratik? Dönüp bakın az geriye, bizzat bu hükümetin kaç kere “Nevruz” kutlamalarını 21 marttan önce başlattığını görürsünüz.
İçişleri Bakanı sıfatını taşıyan zatın ve valiliklerin bu açıklamaları tam bir “sefalet” örneği. Onları bu durumdan kurtarmak için, güvenliğe dair teknik sebeplere dayalı daha “makul” gerekçeler uydurma çabaları daha da sefil! “Provokasyon” tehlikesi var diyenlere, şu yaşananlar karşısında, “bu yasaktan daha büyük bir provokasyon var mı” diye sormak bile anlamsız! Bütün bunları görebilmek için ise, kuvvetli bir hafızaya gerek yok; birazcık vicdan yeter de artar!
Newroz yasağının ve bunu takip eden polis şiddetinin asıl sebebi, hükümetin güvenlik politikalarında ısrar etmesidir bence. Hükümet, bu yasakla, uzun zamandır uyguladığı güvenlik politikalarının, özellikle de KCK operasyonlarının başarısını kanıtlamak istedi.
KCK operasyonlarını savunanlar, bu yolla PKK’nin şehir merkezlerindeki bağlantılarının, karar alma ve uygulama mekanizmalarının yok edildiğini, böylece sokak gücünün bitirildiğini iddia ediyorlardı. Onlara göre, KCK yapılanması sayesinde PKK Kürtleri zorla sokağa döküyordu. PKK’nin Kürtler üzerindeki hakimiyeti, gönüllü destekten değil, korkudan kaynaklanıyordu. Operasyonlarla “PKK’nin şehir yapılanması”nın çökertildiğine göre, halka korku salması da artık mümkün değildi. Güvenlik tedbirleri sıkı tutulursa, gösteri ve kutlamaların kitlesel hale gelmesi rahatça engellenebilecekti.
Bu hesaplar tutsaydı, başta KCK operasyonları olmak üzere güvenlik politikalarının “doğruluğu” teyit edilmiş olacaktı. Bu, hükümetin hanesine büyük bir “başarı” olarak yazılacaktı. BDP’nin ve genel olarak Kürt hareketinin payına ise, itibar ve güç kaybı düşecekti.
Bu hesap, 18 mart günü Diyarbakır’da bozuldu. Bütün güvenlik tahkimatları, insanları Newroz’u kendi tarzlarında kutlamaktan alıkoyamadı. Kitlesellik arttıkça, yasağı zorla uygulamanın çok ağır sonuçlara yol açacağı belli oldu ve isabetli bir kararla barikatlar kaldırıldı. Yüz binlerle ifade edilen bir kitle, Newroz meydanına akın etti.
Diyarbakır’daki Newroz manzarası; yasaklar, baskılar ve şiddet üzerine inşa edilen güvenlik politikalarının iflasını bir kez daha resmetti. Hükümetin, bu resimden gerekli mesajı çıkararak, yasağı kaldırması en “makul” yol olacaktı. Yasakta ısrar etmenin, gerilimi arttırmaktan ve yeni yaralar açmaktan başka bir sonuç doğurmayacağı anlaşılmış olmalıydı.
Öte yandan yasaktan vazgeçmek, demokratik açılıma dair umutları da tazeleyebilirdi. BDP’yle “müzakere” edilerek, parti yöneticilerinin ve milletvekillerinin yönlendirmesiyle gösterilerin bir şölen havasında geçmesi sağlanabilirdi. Böyle yapılsaydı, aylardır yürütülen askerî ve polisiye operasyonların Kürt sokaklarında yarattığı “öfke”nin, barışçıl bir şekilde boşalması da mümkün hale gelir, böylece “çatışma enerjisi” azaltılırdı.
Böyle olmadı ne yazık ki! Hükümet, belki de Diyarbakır’da yaşadığı hezimeti hazmedemedi; bunun acısını, diğer şehirlerden çıkarmak istedi.
Ahmed Arif’in dediği gibi, “bu yasaklar, Firavun kalıntısı”! Yasakta ısrar etmek, Firavun mantığına teslim olmak demektir. Bu mantığın önünü açtınız mı, bir sürü Firavun bozuntusunun da elini serbest bırakırsınız. Onlardan biri veya birkaçı, polise yardımcı olmak adına gösterilerden dönenleri bıçaklar. Daha beteri de, emrinizdeki minik firavunlar, kitleye ateş eder, hatta gider Ahmet Türk’ü yumruklar! O yumruklardan her biri Kürtlerin ve vicdanlı her insanın kalbinde bir deprem etkisi yaratır. Bu depremler, kapatılması güç yarıklar ve onarılması zor yaralar açar.
“Patika teorisi” diye bir şey vardır. Buna göre, kendinizi bir patikaya sokarsanız, gideceğiniz istikameti belirleme imkânınızı kaybedersiniz; o patika boyunca ilerlemek zorunda kalırsınız. Yol size tabi değildir artık, siz onun emrindesinizdir.
Bu patika, 90’lara gider. 90’lar ise, bu ülke için “cehennemin öbür adıdır”.
Dünya Shotakan Şampiyonası, 23-25 Mart tarihleri arasında İstanbul’da başlıyor.
Dünya Shotakan Karate Birliği (WSKU), İstanbul Spor İl Müdürlüğü ve Karate Kulüpler Birliği’nin ortaklaşa düzenlediği Dünya Shotakan Karate Şampiyonası, 23-25 Mart tarihlerinde İstanbul’da yapılacak.
Ahmet Cömert Spor Salonu’nda gerçekleştirilecek şampiyonada, 35’i aşkın ülkeden 1500’ün üzerinde sporcu tatamiye çıkacak.
Dünya Shotakan Karate Birliği’nin başkanlığını da yürüten Türkiye Karate Federasyonu Başkanı Esat Delihasan, üçüncü kez yapılacak turnuvanın rekor bir katılımla gerçekleşeceğini açıkladı.
Delihasan, yaptığı yazılı açıklamada, son yıllarda yaptıkları başarılı organizasyonların, Türk karatesinin dünyadaki prestijini yükselttiğini dile getirerek, “Gerek sporcular, gerekse yöneticiler ülkemizde yapılan turnuvalara mutlaka katılmak istiyor. Dünya Shotakan Karate Şampiyonası’na tüm takımlar en iyi sporcularıyla katılacak. Karateyi seven herkesi hafta sonunda Ahmet Cömert Spor Salonu’na bekliyoruz” ifadelerini kullandı.
Dünya Shotakan Karate Birliği Genel Sekreteri Ercüment Taşdemir ise, Shotakan’nın Dünya Karate Federasyonu (WKF) tarafından tanınan ilk stil olduğunu kaydederek, birliğin 35 ülkede faaliyet göstermesinin ve son dönemde düzenlenen üst düzey organizasyonlar nedeniyle, WKF tarafından tanındığını belirtti. Taşdemir, “Bu şampiyona onay sonrası düzenlenecek ilk organizasyon olması açısından önemli” dedi.
Erzurum’da antrenman sırasında geçirdiği kaza sonucu hayatını kaybeden milli kayakçı Aslı Nemutlu ile ilgili yürütülen idari soruşturma tamamlandı.
Kayak Federasyonu yetkilileri ile kulüp antrenörlerinin ceza kuruluna sevk edilmelerine karar verildi.
Raporda, gerek pistlerin standart ve güvenliğinde, gerekse sporcuların antrenman şartlarıyla ilgili hata ve ihmaller bulunduğu belirtildi.
Kazaya zemin hazırladıkları iddiasıyla, kulüp antrenörlerinin ilgili ceza kurullarına sevklerinin öngörüldüğü ifade edildi.
18 yaşındaki Aslı Nemutlu, 12 Martta antrenman sırasında kayak takımının ayağından çıkması sebebiyle düşmüş ve kafasını tahta bariyerlere çarparak hayatını kaybetmişti.
Ankara Emniyet Müdürlüğü’nün internet sitesini ‘hackleyerek’ elde ettiği bazı bilgileri kamuoyuyla paylaşan “RedHack”e yönelik yapılan operasyonda gözaltına alınan 17 kişiden 7’si tutuklandı
Ankara Emniyet Müdürlüğü’nün internet sitesini ‘hackleyerek’ elde ettikleri bazı bilgileri kamuoyuyla paylaşan RedHack’e yönelik yapılan operasyonda 7 kişi tutuklandı. Bugün (21 Mart) polis eşliğinde Ankara Adliyesi’ne getiren 16 kişi Cumhuriyet Savcısı Hakan Yüksel’e ifadelerini verdiler. Savcı ifdeleri alınan 9 kişiyi serbest bıraktı. Yüksel, 7 kişiyi tutuklama talebiyle mahkemeye sevk etti. Nöbetçi Ankara Ağır Ceza Mahkemesi’nde sevk edilen 7 kişi tutuklandı.
Cumhuriyet Savcısı Hakan Yüksel Sivas davasında zamanaşımını, Ankara’nın Hopa davasında yargılanan 28 kişi için tutuklama istemişti.
POLNET (Polis Ağı) ve Ankara Emniyet Müdürlüğü sunucularına girerek ihbar, şikâyet dilekçeleri ve yazışmaları ele geçiren Kızıl Hackerlar’a (RedHack) yönelik 16 Mart Cuma günü operasyon başlatılmıştı. Redhack’e yönelik operasyon kapsamında 17 kişinin gözaltına alındığı bildirilmiş, RedHack operasyonla ilgili “Hiçbir üyemiz gözaltına alınmamıştır” diyerek açıklama yapmıştı.
BOTAŞ Genel Müdürü Şenel, başka bir yere atanmak üzere görevden alındı.
Boru Hatları ile Petrol Taşıma A.Ş. (BOTAŞ) Genel Müdürü ve Yönetim Kurulu Başkanı Fazıl Şenel görevden alındı.
Şenel’in görevden alınmasına ilişkin karar, Resmi Gazete’nin bugünkü sayısında yayımlandı.
Kararda Fazıl Şenel’in başka bir göreve atanmak üzere bu görevinden alınmasının uygun görüldüğü belirtildi.
Enerji Bakanı Taner Yıldız, görevden almayla ilgili olarak “Zaman zaman bazı görev değişimleri olabiliyor. Bu bir bayrak yarışı. Benim için de geçerli. Bu bir görev değişimidir. Sektörümüze hayırlı olmasını diliyorum. Yerini gelecek ismi burada paylaşamam” dedi.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, yapılması planlanan Akkuyu Nükleer Santral‘i için bir genelge yayınladı.
Genelgede, “Projenin gecikmeye mahal vermeden zamanında tamamlanabilmesi için, kamu kurum ve kuruluşlarımızca her türlü iş ve işlemler ivedilikle sonuçlandırılacaktır.” denildi.
Nükleer santralin resmi tarihi ise 12 Mayıs 2010 tarihinde Rusya ile imzalanan anlaşmaya ve 6 Ekim 2010 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanmasına dayanıyor.
Genelgede nükleer santralin gerekliliği ise “Ülkemizin enerji arz güvenliğinin sağlanabilmesi, sürekli olarak yüksek oranda artan elektrik enerjisi talebinin karşılanabilmesi, ithal enerji kaynaklarına bağımlılığın ve cari açığın azaltılabilmesi için yerli ve yenilenebilir enerji kaynaklarının maksimum düzeyde kullanılması, enerji verimliliğinin artırılması, enerji yoğunluğunun azaltılması” nedenlerine dayandırılıyor.
Bilindiği gibi, yapılması planlanan nükleer santral ise merkeziliği sebebiyle arz güvenliğini, anlaşmanın yapısından dolayı ithal enerji kaynaklarına bağımlılığı ve cari açıkla mücadeleyi karşılamaktan uzak.
Genelgenin tam metni ise şu şekilde:
Başbakanlıktan:
Konu : Akkuyu Nükleer Güç Santrali Projesi
GENELGE
2012/8
Ülkemizin enerji arz güvenliğinin sağlanabilmesi, sürekli olarak yüksek oranda artan elektrik enerjisi talebinin karşılanabilmesi, ithal enerji kaynaklarına bağımlılığın ve cari açığın azaltılabilmesi için yerli ve yenilenebilir enerji kaynaklarının maksimum düzeyde kullanılması, enerji verimliliğinin artırılması, enerji yoğunluğunun azaltılmasının yanı sıra ülkemizde inşa edilecek nükleer santrallerden üretilecek elektriğin enerji arz portföyümüze katılması önem taşımaktadır.
Elektrik enerjisi ihtiyacımızın karşılanmasında nükleer santrallerin de yer alabilmesine ilişkin, Yüksek Planlama Kurulunun 18 Mayıs 2009 tarihli ve 2009/11 sayılı Kararı ile kabul edilen Elektrik Enerjisi Piyasası ve Arz Güvenliği Strateji Belgesi’nde elektrik üretiminde nükleer santrallerin kullanılması konusunda başlatılan çalışmalara devam edilmesi, bu santrallerin elektrik enerjisi üretimi içerisindeki payının uzun dönemde daha da artırılması, ayrıca 9’uncu Kalkınma Planında (2007-2013), elektrik arzında sağlıklı bir çeşitlendirme yaratmak için elektrik üretim kaynakları arasına nükleer enerjinin dahil edilmesi hedeflenmektedir.
Bu hedef doğrultusunda, 12 Mayıs 2010 tarihinde “Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Rusya Federasyonu Hükümeti Arasında Türkiye Cumhuriyeti’nde Akkuyu Sahası’nda Bir Nükleer Güç Santralinin Tesisine ve İşletimine Dair İşbirliğine İlişkin Anlaşma” imzalanmış, akabinde 15/7/2010 tarihli ve 6007 sayılı Kanunla onaylanması uygun bulunmuş ve 6/10/2010 tarihli ve 27721 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
Söz konusu hükümetler arası Anlaşma ile gerçekleştirilmesi öngörülen Akkuyu Nükleer Güç Santrali Projesi kapsamında kamu kurum ve kuruluşları ile koordinasyon, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarafından sağlanacaktır. Projenin gecikmeye mahal vermeden zamanında tamamlanabilmesi için, kamu kurum ve kuruluşlarımızca her türlü iş ve işlemler ivedilikle sonuçlandırılacaktır.