Ana Sayfa Blog Sayfa 4454

Endonezya’da deprem

0

Endonezya’nın batısında meydana gelen 5,9 büyüklüğündeki depremde ilk belirlemelere göre bir kişi öldü, çok sayıda kişi yaralandı.

Yetkililer, Açe eyaletinde sabah erken saatlerinde meydana gelen depremde genç bir kızın öldüğünü, çok sayıda kişinin de yaralandığını açıkladı.

Sumatra Adası’nın batısında bulunan Açe, “Pasifik ateş çemberi” deprem ve volkan kuşağında yer alan Endonezya’nın depremlerden en çok zarar gören eyaleti olarak biliniyor.

26 Aralık 2004’te meydana gelen 9,1 büyüklüğündeki deprem ve ardından oluşan tsunamide 170 bini Açe’de olmak üzere 230 bin kişi yaşamını yitirmişti.

(Ajanslar)

Chavez Venezuela’ya dönüyor

0

Venezuela Devlet Başkanı Hugo Chavez’in kardeşi Argenis Chavez, yaklaşık 6 hafta önce Küba’da kanser ameliyatı olan Venezuela liderinin önümüzdeki günlerde evine dönmesinin beklendiğini söyledi.

AP’ye açıklamada bulunan Argenis Chavez, Hugo Chavez’in sağlık durumunun iyiye gitmeyi sürdürdüğünü, sağlık ekibinin kararına bağlı olsa da ağabeyinin “önümüzdeki günlerde” Venezuela’ya dönmesinin beklendiğini kaydetti.

Argenis Chavez, Havana’da ağabeyini gördüğünü ve onunla konuştuğunu belirtti ancak ayrıntılı açıklamada bulunmadı.

2011’den bu yana kanserle mücadele eden Hugo Chavez, en son dördüncü ameliyatı için Küba’ya gittiği 10 Aralık 2012’de halkın karşısına çıkmıştı.Muhalefet lideri Henrique Capriles ise Devlet Başkanı Hugo Chavez’e toplum karşısına çıkma ve halkla konuşma çağrısında bulunmuş, Elias Jaua’nın Dışişleri Bakanı olarak atanmasından sonra, “Devlet Başkanı kararname imzalayabiliyorsa onu halkın karşısına çıkmaya ve Venezuelalılarla konuşmaya çağırıyorum” demişti.

(CNN Türk)

 

Saman fiyatına protesto

Türkiye Tarım Kredi Kooperatifi Genel Müdürü Abdullah Kutlu’nun, besicilere kilosu 50 kuruştan kaba yem satacaklarını açıklaması çiftçiler tarafından protesto edildi

Kocaeli’nin Gölcük İlçesi’nde besiciler ve çiftçiler, geçen yıl balyası 20 lira olan saman fiyatının 50 liraya çıkmasıne tepki gösterdi. Gölcük Ziraat Odası ve Gölcük Köyleri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği’nin organizasyonuyla çiftçiler bu artışı protesto ederken, borç vadelerinin uzatılmasını istedi.

Gölcük Belediyesi Mezbahası yanında yapılan protesto gösterisine Gölcük Ziraat Odası Başkanı Bekir Çanakçı ve yönetim kurulu üyeleri, Gölcük Köyleri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği Başkanı Mehmet Sertoğlu, Köy Muhtarlarları ile köylüler katıldı. Gölcük Köyleri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği Başkanı Mehmet Sertoğlu, yem fiyatlarındaki artış nedeniyle hayvanlarını beslemeyediklerini, özellikle samanın balya fiyanının rekor düzeye çıktığını söyledi.

Tarım Kredi Kooperatifi Genel Müdürü Abdullah Kutlu ise Bulgaristan’dan ithal edilen 200 ton samanın merkez Yakutiye İlçesi’ndeki İstasyon Meydanı’na getirildiğini kaydetti.

Besicilerin mağdur olmaması için Türkiye’nin her tarafında kaba yemin kilosunun KDV dahil 50 kuruşa Tarım Kredi Kooperatifleri tarafından satılacağını vurgulayan Kutlu Saman, ot, yonca gibi benzeri kaba yemler 50 kuruştan besiciye satılacak. Eğer maliyet 90 kuruş ise 40 kuruşunu bakanlık karşılayacak. İhtiyaçtan fazla vermeyeceğiz. Nisan ayının sonuna kadar satışlarımız devam edecek şeklinde konuştu.

(DHA)

“Tepenin Ardı” SİYAD’ın da tercihi

Siyad töreninde en iyi film ödülünü alan "Tepenin Ardı" ekibi

Sinema Yazarları Derneği (SİYAD) 45. Türk Sineması Ödülleri, Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda düzenlenen törenle sahiplerini buldu. ‘Tepenin Ardı’, en iyi film ve senaryo dahil üç ödül alırken, Zeki Demirkubuz’a yönetim ödülü kazandıran ‘Yeraltı’ geceden beş ödülle ayrıldı.

Kültür ve Turizm Bakanlığı ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin katkılarıyla düzenlenen gecede, 2012’de gösterime giren 61 film arasından SİYAD üyelerinin oylarıyla yapılan değerlendirme sonucu kazananlara ödülleri takdim edildi.

Yapılan değerlendirmeye göre, En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’nü ”Yeraltı” filmindeki rolüyle Engin Günaydın, Cahide Sonku En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’nü ”Araf” filmindeki rolüyle Neslihan Atagül alırken, ”Tepenin Ardı” En İyi Film, Zeki Demirkubuz da En İyi Yönetmen Ödülü’ne layık görüldü.

Sunuculuğunu Ceyda Düvenci’nin gerçekleştirdiği ödül töreninde ayrıca, 2012’nin en iyi yabancı filmi olarak seçilen Michael Haneke’nin “Amour” a da ödülü verildi.

Belgesel dalında ödülü Mizgin Müjde Arslan’ın ‘Ben Uçtum Sen Kaldın’ filmi alırken, Cannes’da en iyi kısa film seçilen Rezan Yeşilbaş imzalı ‘Sessiz-Be Deng’, Türkiyeli sinema yazarlarının da seçimi oldu.

Ödül kategorileri ve ödüle değer bulunan isimler şöyle:

En İyi Yabancı Film: Amor (Michael Haneke)
En İyi Film: Tepenin Ardı (Emin Alper)
En İyi Yönetmen: Zeki Demirkubuz (Yeraltı)
Mahmut Tali Öngören En İyi Senaryo Ödülü: Emin Alper (Tepenin Ardı)
Cahide Sonku En İyi Kadın Oyuncu Performansı: Neslihan Atagül (Araf)
En İyi Erkek Oyuncu Performansı: Engin Günaydın (Yeraltı)
En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Performansı: Nihal Yalçın (Yeraltı)
En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Performansı: Mehmet Özgür (Tepenin Ardı)
En İyi Görüntü Yönetimi: Türksoy Gölebeyi (Yeraltı)
En İyi Müzik: Demir Demirkan, Paolo Poti (Zenne)
En İyi Kurgu: Zeki Demirkubuz (Yeraltı)
En İyi Sanat Yönetimi: Osman Özcan (Araf)
Ahmet Uluçay Umut Ödülü: Dilan Aksüt (Lal Gece)
En İyi Kısa Film: Rezan Yeşilbaş (Sessiz)
En İyi Belgesel Film: Ben Uçtum Sen Kaldın (Mizgin Müjde Arslan)

Onur Ödülleri

SİYAD’ın bu yılki ”Tuncan Okan Emek Ödülü” Sevin Okyay’a, onur ödülleri Feyzi Tuna, Arif Erkin ve Necla Nazır’a verildi.

(Yeşil Gazete)

AB Dönem Başkanlığı ile birlikte Türkiye – AB ilişkileri de değişti

Avrupa birliği dönem başkanlığının Rum Kesimi’nden İrlanda’ya geçmesiyle Türkiye – AB  ilişkilerinde yeni bir sayfa açıldı. Avrupa Birliği Bakanı Egemen Bağış, Dublin’de düzenlenen Avrupa Birliği bakanları toplantısına katıldı ve Türkiye aylar sonra ilk kez Avrupa Birliği’nin aile fotoğrafında yer aldı.

Türkiye’nin, Kıbrıs Rum Yönetimi’nin dönem başkanlığı sırasında Avrupa Birliği toplantılarına katılmama kararı almıştı,

Toplantıdan; tıpkı Avrupa Parlamentosu’ndan olduğu gibi, Türkiye ile müzakerelerde yeni başlık açılması yönünde olumlu sinyaller gelmiş olması da bu gelmiş olması ilişkilerin önümüzdeki dönemde iyiye gideceğinin göstergesi olarak yorumlandı.

Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış’ın ilk adresi, Dublin’de düzenlenen Avrupa Birliği bakanları gayriresmi toplantısı oldu. Bağış, basına kapalı olarak gerçekleştirilen toplantı sonrasında Avrupalı bakanlarla birlikte aile fotoğrafı çektirdi.

Bağış’ın bir görüşme taptığı Avrupa Birliği’nin Genişlemeden Sorumlu Üyesi Stefan Füle, zirvenin ardından kameraların karşısına geçerek, “Bugün yaptığımız görüşmeler, üye devletlerin Türkiye ile yeni başlıklar açılması yoluyla katılım müzakerelerini rayına sokmak istediğini gösterdi” dedi.

Öte yandan, Avrupa Parlamentosu Türkiye Raportörü Ria Oomen Ruijten’in, katılım müzakerelerinde 2 yeni fasıl açılması talebine, Avrupalı parlamenterlerden büyük destek geldi.

(Ntvmsnbc)

 

 

Geciken adalet ~1

Guernicamag.com sitesinde Patrick Wrigley imzasıyla yayınlanan yazıyı, Yeşil Gazete gönüllü çevirmenlerinden Özde Çakmak’ın çevirisiyle ve bölümler halinde yayınlıyoruz.

***

Davut Akyon ile geçen mart tanıştığımda, Bağözü’nde – Türkiye’nin Güneydoğusunda bir köy – toprağı eşeliyordu. Planlı bir şekilde hızlı hızlı çalışıyordu. İri kalker parçalarının altını üstüne getiriyor, bir yığından diğerine geçiyordu. İşin çabukluğu boşunalığını maskeleyemiyordu. Arada sırada kuyuya bir taş atıyor, boş gözlerle taşı izliyordu. Sonra ağırlığını sağ bacağına vererek duruyor ve ellerini sigaranın iki yanında açarak sardığı tütünü içiyordu.

Davut erkek kardeşinin kemiklerini arıyordu. Bir aydan kısa bir süre önce, Suriye sınırına 80 km uzaklıkta Dargeçit kasabasının yakınındaki Bağözü’nde onbir ceset kalıntısı bulunmuştu. Üzerinde işaret bulunmayan bu mezarların Türk ordusuyla Kürdistan İşçi Partisi (PKK) arasındaki 1990’lı yılların büyük bölümünde devam eden çatışmaların mağdurlarına ait olduğuna inanılıyordu. Çatışma köylere inmişti. Her iki tarafın da insan hakları ihlalleri oldukça kabarıktı.

1995 yılında Türk ordusu Kürtçe’de Triwa olarak bilinen Bağözü’nü zor kullanarak boşaltmıştı. Bal renkli seksen beş hanesi terk edilmiş, köy ordunun kontrolü altına girmişti. Son zamanlarda bulunan mezarlar, savaşırken ya da ordu tarafından infaz edilerek öldürülen PKK gerillalarının ve Kürt vatandaşların cesetlerinin gömüldüğü çok sayıdaki terkedilmiş köylerin arasında Bağözü’nün de olabileceğini düşündürüyor. İnsan Hakları Derneği (İHD)- Kürt haklarıyla yakından bağdaştırılan bir kurum – potansiyel 253 alan belirledi ve bu sayının artmasını bekliyor. Bağözü, ilki 2004 yılında keşfedildiğinden beri açılan 29. mezar yeri.

Dargeçit’te yaşayan 41 yaşındaki Davut, olduğundan daha yaşlı gösteriyor. Boyu 1.85 civarında, geniş omuzlu, kısa saçlı ve kalın bir Kürt bıyığı var; fakat, ezik ve gergin duruşuyla olduğundan daha narin gösteriyor. Farklı şartlar altında, tıraşlı saçı, rüzgardan aşınmış yüzü ve iri cüssesiyle ordu geçmişi olduğu akla gelebilirdi. Kardeşi Nedim’in Bağözü mezarlarında bulunanlar arasında olacağı umuduyla şubat ayında bölge savcısına DNA örneği verdi, fakat hala daha fazla kemik bulmak için mezarların da ötesinde köyü bir uçtan bir uca aramaya devam ediyor.

Gecenin bir yarısı aile ocağından koparıldığında Nedim on iki yaşındaydı. “Askerler evimizi kuşattı. Dışarı çıktım ama durmam için bağırdılar… Kardeşimin nerde olduğunu sordular. Yukarda dedim,” diye anlatıyor Davut 1995 Kasımı’ndaki o geceyi. “Askerler yanımdan geçti ve merdivenlerden çıktılar. Nedim’in odasına girdiler, onu yere ittiler. Ellerini arkasından bağladılar, gözlerini kapattılar. Onu aşağı indirirlerken üzerinde hala pijaması vardı. Başına bir örtü geçirmişlerdi, itekleyerek onu evden çıkardılar.”

Bu, Davut’un Nedim’i son görüşü oldu. Başı örtülen kardeşinin arkasından gitmek üzere kapıya koşarken, jandarma komutanı önüne geçti. “”Bizi takip edecek olursan, hepinizi öldürürüm,” dedi. Birkaç dakika sonra bir tabanca sesi duyduk.”

Davut, askerlerin Nedim’i neden götürdüklerini, ailesini ve özellikle de küçük kardeşini neden hedef aldıklarını bilmiyor. Son on yedi yılı Nedim’in cesedini aramakla geçti, varoluşuna egemen olan bir arayış. “Hayatımız bir daha hiç eskisi gibi olmadı,” diyor Davut. “Hep onu arıyoruz. Nedim’i düşünmediğimiz gün olmuyor. Onun herşeyini hatırlıyorum. Kardeş unutulmaz.”

 

Fotoğraf: Philip Downey

 

Yaklaşık on beş bin nüfuslu Dargeçit, doğuda dağlık arazinin sınırında, Suriye açıklığının kuzey menzilinin ilerisinde yer alıyor. Batı tarafında arazi, bir zamanlar refah ve varlık içinde yaşayan Süryani Hristiyanların eski çiftlik evlerini ya da eski manastır kalıntılarını çevreleyen çorak, taşla kaplı tarlalardan ibaret. Burada tek yetişen şey, meşe.  Yaşar Kemal, 1955 tarihli ünlü romanı İnce Memed’de, baskıcı feodal sistemle yere kök salan asık suratlı ve sabırlı köylünün sembolü olarak Kürdistan’ın bu ağacını göstermişti. Meşe, Kürtlerin meclise giren partisinin – Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) – de sembolü tayin edildi ve parlak sarı renkli bayraklarında yurtlarından edilen bir halk için evi temsil ediyor.

1923’de Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan beri, yazar Christopher de Bellaigue’nun deyimiyle bu bölge “kurtarılmış ülke” dir. Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda, Osmanlı İmparatorluğu’nun küllerinden doğan Türk ulusu Kürtlerle Türkler arasındaki kardeşliğin sonu oldu. Ülkenin kurucusu Mustafa Kemal (ki daha sonra “Türklerin Atası” anlamına gelen Atatürk soyadını alacaktı) şehit mitine arkasını yaslayan ve 20. yüzyıl başlarındaki Avrupa’nın bilim ve ilerleme, laiklik ve medenilik, fakat aynı zamanda etnik milliyetçilik ve toplum mühendiliği fikirleri üzerine bir ulus inşa etti. Atatürk’ün ulus inşası – modernize edilmiş kıyafetlerden yeni alfabeye ve yeni kişi ve yer isimlerine – birer birer Türkleştirilmiş modernleştirilmiş kimliklerin yaratıldığı detaycı ve nevrotik bir süreçti. Kürtler zoraki asimilasyonla karşı karşıya kaldılar. Cumhuriyet süresince Kürtler “Dağ Türkleri” olarak bilindi, dilleri ve kültürleri yasaklandı. Bugün, sayıları 14 milyonu bulan Türkiye Kürtleri – nüfusun %18’i – tanınsa da hala marjinalize ediliyorlar.

Cumhuriyetin ilanından sadece iki yıl sonra, Kürt bölgesinin kuzeybatısında Palu’dan zengin bir toprak sahibi ve din büyüğü olan Şeyh Said, Ankara’daki yeni ulusal hükümete karşı başarısız bir isyana önderlik etti. Şeyh ve yandaşları Diyarbakır’daki – bölgenin en büyük şehri – bir kent meydanında asıldıktan sonra taşsız mezarlara gömüldüler. Bu, Türkiye Cumhuriyeti’ne ve onun ulusal kimlik tanımına yönelik ilk isyan girişimiydi. Bu isyanı diğerleri izledi. Daha 1927 yılında İngiliz büyükelçi Sir George Clerk, “Hükümet 1915’de Ermeni azınlığı başarıyla bertaraf eden politikaları… Kürt unsurlara da uygulamaya başladı…” diye belirtmiş.

En son çatışma, 1984’de Güneydoğu’da ordu, polis ve kamu çalışanları dahil Türk devletini temsil eden güç sembollerine karşı PKK ‘nın başlattığı gerilla savaşıyla ortaya çıktı. PKK,  Marksist-Leninist doktrine uyum sağlayarak özgürleşmekten bahsediyordu, fakat gerilla savaşının asıl amacı Türkiye Kürtlerinin bağımsızlığı ve Kürdistan’ın kurtulmasıydı. Hem Türk ordusuna hem de hükümet iltimasından yararlanan büyük toprak sahibi ailelere uyguladığı vur-kaç taktiklerle, PKK Güneydoğu’da sadık ve geniş bir taraftar kitlesi edindi. Diyarbakır’da bir işadamının bana söylediği gibi, “1980lerde PKK savunuculuğu yaptım, çünkü devlet gücüne karşı çıkan tek grup onlardı.”

 

Devamı yarın…

Yazı dizisinin ikinci bölümünü okumak için tıklayınız.

Yeşil Gazete için çeviren: Özde Çakmak

(Guernicamag.com, Yeşil Gazete)

 


Dersim’de de HES’e iptal kararı

Dersim’in Munzur Vadisi’nde yapılması planlanan Bozkaya HES projesi, mahkeme tarafından iptal edildi. Ankara 8. İdare Mahkemesi, Munzur Vadisi’nde yapılması planlanan Bozkaya Hidro Elektrik Santrali (HES) projesinin iptaline karar verdi.

Mahkeme kararı ile ilgili basın toplantısı düzenleyen Avukat Özgür Ulaş Kaplan, kararla halkın barajlara karşı önemli bir zafer kazandığını söyledi. Kaplan, Munzur ve Pülümür vadisinde birçok baraj projesinin ÇED onayı alınmadan hazırlandığını hatırlatarak, “Bu barajların projelerinin de iptal edilmesini bekliyoruz. Bizler vadilerimizin doğal haliyle kalması için hukuk mücadelemizi sonuna kadar sürdürmeye kararlıyız” dedi.

Söz konusu HES projesinin iptali için 22 kişi avukatları aracılığı ile dava açmıştı.

(Etha)

Ahmet Mete Işıkara hayatını kaybetti

Komuoyunda “Deprem Dede” olarak bilinen Jeofizikçi ve eğitimci Prof. Dr. Ahmet Mete Işıkara hayatını kaybetti. Işıkara, bir süredir solunum yetmezliğinden dolayı genel yoğun bakım ünitesinde tedavi görüyordu.

Nefes darlığı, yüksek tansiyon, yüksek tansiyona bağlı kalp yetersizliği ve kalp krizi şüphesi ile hastaneye yatırılan Işıkara, 3 Ocak 2012 tarihinde anjiyo olmuştu.

Işıkara, 1999 Gölcük depremi sonrası yaptığı toplumu bilinçlendirme çabaları nedeniyle özellikle dönemin çocuklarının bilincine deprem dede, deprem amca gibi isimlerle de yerleşti.

Ahmet Mete Işıkara, AHDER (Afete Hazırlık ve Deprem Eğitim Derneği)’in yönetim kurulu başkanlığını yapmaktaydı.

(Yeşil Gazete)

Gilles kartalının ensesindeki ur – Cengiz Özdemir

Pierre Gilles Kanuni devrinde Fransa Kralı 1.François’in elçilik heyetiyle birlikte İstanbul’a gelen ve üç yıl şehirde kalan has bir seyyah ve bilim adamıdır. Osmanlı ordusuyla birlikte İran seferine çıkmış ve ta Kudüs’e dek gezmiş, notlar tutmuş bu alim, ülkesine döndükten sonra kaleme aldığı “De topografia Constantinopoleos ed e illius antiquitatibus libri quatutor” (Konstantinopolis Topografyası ve Antik Kalıntıları Üzerine Dört Kitap) adlı eserini 1561’de Lyon’da bastırır. Bu kitap klasik dönem Osmanlı ve Kent tarihi açısından en mühim kaynaklardan biridir. Gilles şehirde bizzat gezerek tespit ettiği antik kalıntıları tek tek açığa çıkarmakla kalmamış, tarihi yarımada ile ilgili ilginç bir kartal imgesini de ortaya atmıştır. İyi bir coğrafyacı olan Gilles, Theodosius surlarından başlayarak üçgen ya da ikizkenar yamuk bir formla Sarayburnu’na kadar inen bu alanı keskin bir gözlem ve hayal gücüyle, yüzünü doğuya dönmüş bir kartala benzetir ki, bu kartalın gözü tam da Ayasofya’ya denk geliyor.

Şimdilerde bu güzel kartalın ense kısmında bir tür habis tümör çıkmak üzere. Bu tümörün varlığını ne yazık ki Metin Eloğlu’nu haklı çıkartacak biçimde bizim medyadan değil, The Newyork Times Gazetesinden öğrendik. Uzun yıllardır Türkiye’de yaşayan Amerikalı gazeteci Andrew Finkel geçtiğimiz temmuz ayında “Mahvedilen İstanbul” başlığıyla bir yazı kaleme aldı ve bu şehircilik katliamının bilgisini paylaştı. Finkel’den öğrendik ki Yenikapı’da bulunan tarihi Theodossius limanında daha kazılar sona ermeden, limanın önü milyonlarca ton molozla doldurularak 715.000 m2’lik devasa bir “Miting ve Gösteri” alanı yapılacakmış. Finkel’in “bizim dönemimiz için piramitlerin keşfi ile aynı şey” olarak bahsettiği Theodossius limanının önüne böyle bir dolgu alanı düşünmek, yine Finkel’e göre “Roma’daki Collossium’u futbol sahasına çevirmekle aynı şey”miş.

Ancak bu yazının yayınlandığı günlerde projenin askıya çıktığını ve 1 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından “silüet ve topografyayı bozacağı ve uluslararası sözleşmelere aykırı olacağı” gerekçesiyle eleştirildiğini öğrendik. Fakat kurulun böyle bir karar verebileceğini bilen muktedirler “dolgunun sit alanına değil, denize yapılacağını, dolayısıyla kurulun yetki alanının dışında yer alan bir bölge için kurulun onayına ihtiyaç duymadıklarını ilan edivermişler! Tüm bu cinlikler olup biterken, iş 31 Milyon TL. bedelle Nas-Nuhoğlu-Uğraş konsorsiyumuna ihale edilmiş…

Şehirlerin üzerine oturdukları topografya aynı zamanda kimlikleridir. Gelenek, süreklilik ve sürdürülebilirlik gibi kavramlar ancak bu kimliklerin üzerine oturabilir. Tarihi Yarımada’da rant alanı açabilmek ve koruma kurulunu yetkisiz kılabilmek için artık sıra denizlere gelmiş görünüyor. Tarihi Yarımada’da insan ve araç sirkülasyonunu mümkün olduğu kadar azaltmak yerine buraya 1 Milyon kişilik toplanma alanları yapıp, onbinlerce araçlık otoparklar inşa ederek, mevcut tarihi dokuyu geri dönülmez bir biçimde tahrip edersiniz. Aynı hatayı Adnan Menderes’te Yarımadanın içindeki dere yatağına (Lykos Deresi- Vatan Caddesi) ve etrafına (Sahilyolu-Kenedy Caddesi) otobanlar açarak yapmıştı. Böylece hem yarımadanın denizle olan bağları kopmuş, hem de araç sirkülasyonunda yaşanan patlama ile şehir dokusunu kaybederek bugünkü çirkin yapılaşmanın temeli atılmıştı. Dünyanın her yerinde üzerine titrenerek koruma altına alınan eski şehirler (medine) biz de tam tersine araç, insan trafiğine boğulmaya çalışılıyor…

Bugün Pierre Gilles’in kartalının ensesinde habis bir ur belirmek üzere ve bu ur şehrin diğer kısımlarına da metastas yapmaya başladı bile. Bakınız Maltepe Sahil projesi ve daha sıradaki onlarca “çılgın” proje. Tüm olup bitene sadece birkaç cılız itiraz geliyorsa, aklıma hemen Allan Parker’ın Missisipi Burning filminin final sahnesi gelir. Kasabanın belediye başkanı yaşanan tüm ırkçı cinayetlere göz yumduğu ya da zımnen desteklediği için intihar eder. Soruşturmayı yürüten ajanlardan biri “neden intihar etti ki, o bu katliamlara bizzat katılmamıştı” diye sorunca ajanların şefi William Defoe “o bir suçlu, çünkü bütün bunlara göz yumdu” der.
Kıssadan hisse…

Cengiz Özdemir –

www.t24.com.tr,

http://kulturistanbul.blogspot.com/2013/01/gilles-kartalnn-ensesindeki-ur.html?spref=fb

 

Venedik’te “renkli yaşam” zamanı; karnaval başlıyor

İtalya’nın Venedik kenti yine renkli görüntülere sahne olacak. Venedik Karnavalı başlamak üzere. Bu sene 26 Ocak’tan 12 Şubat’a kadar sürecek olan karnavalın teması “Vivi i colori” yani “renkli yaşam”. Bu yılki temada Venedik’in Avrupa’nın ilk kozmopolit şehri olmasından hareket edilerek, her insanın kendi rengine sahip olduğu düşüncesi vurgulanmak isteniyor. 2012 yılının teması tiyatroydu.

Renkli yaşam

Geçmişi çok çok eskilere dayanan Venedik Karnavalı 1268 yılından itibaren resmi olarak kutlanılmaya başlandı. 19. yy’da Napolyon tarafından işgal edilen kentle birlikte uzun süre kesintiye uğrayan karnaval, 1979 yılından beri yeniden yapılmaya başlandı.

Melek uçuşu

Karnaval, kentin ünlü San Marco Meydanı’nda bulunan kuleden bir kadının iplere bağlı olarak kendisini boşluğa bırakmasıyla başlayacak.  ‘Melek Uçuşu‘ denen bu gösterinin eski ismi ise “Türk uçuşu”.  Anlatılana göre, 1500’lü yılların ortalarında Osmanlı’dan gelen bir akrobat, San Marco kulesinden kendi gemisine gerdiği halatın üzerinde yürüyerek bir gösteri sergiler. Daha sonra gelenekleşen bu gösteri Venedik Karnavalı’nın açılış işaretine dönüşür.

Latince “carnem – levare” sözcüğünden gelen karnaval sözcüğü “etten uzak durmak” anlamına gelmektedir. Hristiyan inancında Paskalya öncesi perhizin ilk çarşambası olan “Ash Wednesday”’den bir gün öncesi “Mardi Gras”, “Büyük Salı” veya “Şişman Salı”dır. Etten uzak durulacak perhiz öncesindeki çılgın kutlama böylece karnavala dönüşür. Mardi Gras ise karnavaldaki coşkunun en yüksek olduğu son gündür.

Maskeler

Hıristiyanlık öncesi günlerden miras kalan maskeler Venedik Festivali’nin temel figürü olarak kabul edilmektedir. Bauta, Punchinella ve Arlecchino ise birçok maske arasında en gözde olanlardır. Bauta, siyah şapka ile takılır ve erkeksi bir görünümü vardır. Punchinella ise upuzun ve sarkık burun görünümü ile hemen farkedilir. Arlecchino ise rengârenk ve yamalı görünümüyle jolly joker tadındadır. Karnaval’daki maskelerin ortak özelliği, gizemli, çılgın ve korkutucu olmasıdır. Maskenin anlamı hakkında antropologlar çok farklı görüşler ortaya atmaktdırlar. Bunlardan en önemlileri sosyal sınıf veya statülerden kaynaklanan farkları ortadan kaldırmak, başka türlü olmak, göreceliliği vurgulamak, kendine benzeyişi redderek kişinin sosyal rolünden arınması, uçsuz bucaksız bir özgürlüğün kapılarını açması olarak gösterilmektedir. Maskeler sayesinde herkes eşit olmaktadır.

Karnavalda her sene konfetiler atılır, kostüm yarışmaları yapılır, dev kuklaların başrolde olduğu gösteriler düzenlenir, konserler, bar programları karnaval ruhuna göre biçimlendirilir. Sokaklarda eski düellolar canlandırılır, canlı heykeller dolaştırılır.

Aslında karnavalın merkezi San Marco Meydanı gibi görünse de karnaval her yerdedir. Karnaval günleri şehrin her yerinde ayrı kutlamalar yapılır. Her sokakta, her evde karnaval ruhu yaşatılır.

– Yeşil Gazete –