GündemManşet

Geciken adalet ~1

0
Fotoğraf: Philip Downey

Guernicamag.com sitesinde Patrick Wrigley imzasıyla yayınlanan yazıyı, Yeşil Gazete gönüllü çevirmenlerinden Özde Çakmak’ın çevirisiyle ve bölümler halinde yayınlıyoruz.

***

Davut Akyon ile geçen mart tanıştığımda, Bağözü’nde – Türkiye’nin Güneydoğusunda bir köy – toprağı eşeliyordu. Planlı bir şekilde hızlı hızlı çalışıyordu. İri kalker parçalarının altını üstüne getiriyor, bir yığından diğerine geçiyordu. İşin çabukluğu boşunalığını maskeleyemiyordu. Arada sırada kuyuya bir taş atıyor, boş gözlerle taşı izliyordu. Sonra ağırlığını sağ bacağına vererek duruyor ve ellerini sigaranın iki yanında açarak sardığı tütünü içiyordu.

Davut erkek kardeşinin kemiklerini arıyordu. Bir aydan kısa bir süre önce, Suriye sınırına 80 km uzaklıkta Dargeçit kasabasının yakınındaki Bağözü’nde onbir ceset kalıntısı bulunmuştu. Üzerinde işaret bulunmayan bu mezarların Türk ordusuyla Kürdistan İşçi Partisi (PKK) arasındaki 1990’lı yılların büyük bölümünde devam eden çatışmaların mağdurlarına ait olduğuna inanılıyordu. Çatışma köylere inmişti. Her iki tarafın da insan hakları ihlalleri oldukça kabarıktı.

1995 yılında Türk ordusu Kürtçe’de Triwa olarak bilinen Bağözü’nü zor kullanarak boşaltmıştı. Bal renkli seksen beş hanesi terk edilmiş, köy ordunun kontrolü altına girmişti. Son zamanlarda bulunan mezarlar, savaşırken ya da ordu tarafından infaz edilerek öldürülen PKK gerillalarının ve Kürt vatandaşların cesetlerinin gömüldüğü çok sayıdaki terkedilmiş köylerin arasında Bağözü’nün de olabileceğini düşündürüyor. İnsan Hakları Derneği (İHD)- Kürt haklarıyla yakından bağdaştırılan bir kurum – potansiyel 253 alan belirledi ve bu sayının artmasını bekliyor. Bağözü, ilki 2004 yılında keşfedildiğinden beri açılan 29. mezar yeri.

Dargeçit’te yaşayan 41 yaşındaki Davut, olduğundan daha yaşlı gösteriyor. Boyu 1.85 civarında, geniş omuzlu, kısa saçlı ve kalın bir Kürt bıyığı var; fakat, ezik ve gergin duruşuyla olduğundan daha narin gösteriyor. Farklı şartlar altında, tıraşlı saçı, rüzgardan aşınmış yüzü ve iri cüssesiyle ordu geçmişi olduğu akla gelebilirdi. Kardeşi Nedim’in Bağözü mezarlarında bulunanlar arasında olacağı umuduyla şubat ayında bölge savcısına DNA örneği verdi, fakat hala daha fazla kemik bulmak için mezarların da ötesinde köyü bir uçtan bir uca aramaya devam ediyor.

Gecenin bir yarısı aile ocağından koparıldığında Nedim on iki yaşındaydı. “Askerler evimizi kuşattı. Dışarı çıktım ama durmam için bağırdılar… Kardeşimin nerde olduğunu sordular. Yukarda dedim,” diye anlatıyor Davut 1995 Kasımı’ndaki o geceyi. “Askerler yanımdan geçti ve merdivenlerden çıktılar. Nedim’in odasına girdiler, onu yere ittiler. Ellerini arkasından bağladılar, gözlerini kapattılar. Onu aşağı indirirlerken üzerinde hala pijaması vardı. Başına bir örtü geçirmişlerdi, itekleyerek onu evden çıkardılar.”

Bu, Davut’un Nedim’i son görüşü oldu. Başı örtülen kardeşinin arkasından gitmek üzere kapıya koşarken, jandarma komutanı önüne geçti. “”Bizi takip edecek olursan, hepinizi öldürürüm,” dedi. Birkaç dakika sonra bir tabanca sesi duyduk.”

Davut, askerlerin Nedim’i neden götürdüklerini, ailesini ve özellikle de küçük kardeşini neden hedef aldıklarını bilmiyor. Son on yedi yılı Nedim’in cesedini aramakla geçti, varoluşuna egemen olan bir arayış. “Hayatımız bir daha hiç eskisi gibi olmadı,” diyor Davut. “Hep onu arıyoruz. Nedim’i düşünmediğimiz gün olmuyor. Onun herşeyini hatırlıyorum. Kardeş unutulmaz.”

 

Fotoğraf: Philip Downey

 

Yaklaşık on beş bin nüfuslu Dargeçit, doğuda dağlık arazinin sınırında, Suriye açıklığının kuzey menzilinin ilerisinde yer alıyor. Batı tarafında arazi, bir zamanlar refah ve varlık içinde yaşayan Süryani Hristiyanların eski çiftlik evlerini ya da eski manastır kalıntılarını çevreleyen çorak, taşla kaplı tarlalardan ibaret. Burada tek yetişen şey, meşe.  Yaşar Kemal, 1955 tarihli ünlü romanı İnce Memed’de, baskıcı feodal sistemle yere kök salan asık suratlı ve sabırlı köylünün sembolü olarak Kürdistan’ın bu ağacını göstermişti. Meşe, Kürtlerin meclise giren partisinin – Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) – de sembolü tayin edildi ve parlak sarı renkli bayraklarında yurtlarından edilen bir halk için evi temsil ediyor.

1923’de Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan beri, yazar Christopher de Bellaigue’nun deyimiyle bu bölge “kurtarılmış ülke” dir. Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda, Osmanlı İmparatorluğu’nun küllerinden doğan Türk ulusu Kürtlerle Türkler arasındaki kardeşliğin sonu oldu. Ülkenin kurucusu Mustafa Kemal (ki daha sonra “Türklerin Atası” anlamına gelen Atatürk soyadını alacaktı) şehit mitine arkasını yaslayan ve 20. yüzyıl başlarındaki Avrupa’nın bilim ve ilerleme, laiklik ve medenilik, fakat aynı zamanda etnik milliyetçilik ve toplum mühendiliği fikirleri üzerine bir ulus inşa etti. Atatürk’ün ulus inşası – modernize edilmiş kıyafetlerden yeni alfabeye ve yeni kişi ve yer isimlerine – birer birer Türkleştirilmiş modernleştirilmiş kimliklerin yaratıldığı detaycı ve nevrotik bir süreçti. Kürtler zoraki asimilasyonla karşı karşıya kaldılar. Cumhuriyet süresince Kürtler “Dağ Türkleri” olarak bilindi, dilleri ve kültürleri yasaklandı. Bugün, sayıları 14 milyonu bulan Türkiye Kürtleri – nüfusun %18’i – tanınsa da hala marjinalize ediliyorlar.

Cumhuriyetin ilanından sadece iki yıl sonra, Kürt bölgesinin kuzeybatısında Palu’dan zengin bir toprak sahibi ve din büyüğü olan Şeyh Said, Ankara’daki yeni ulusal hükümete karşı başarısız bir isyana önderlik etti. Şeyh ve yandaşları Diyarbakır’daki – bölgenin en büyük şehri – bir kent meydanında asıldıktan sonra taşsız mezarlara gömüldüler. Bu, Türkiye Cumhuriyeti’ne ve onun ulusal kimlik tanımına yönelik ilk isyan girişimiydi. Bu isyanı diğerleri izledi. Daha 1927 yılında İngiliz büyükelçi Sir George Clerk, “Hükümet 1915’de Ermeni azınlığı başarıyla bertaraf eden politikaları… Kürt unsurlara da uygulamaya başladı…” diye belirtmiş.

En son çatışma, 1984’de Güneydoğu’da ordu, polis ve kamu çalışanları dahil Türk devletini temsil eden güç sembollerine karşı PKK ‘nın başlattığı gerilla savaşıyla ortaya çıktı. PKK,  Marksist-Leninist doktrine uyum sağlayarak özgürleşmekten bahsediyordu, fakat gerilla savaşının asıl amacı Türkiye Kürtlerinin bağımsızlığı ve Kürdistan’ın kurtulmasıydı. Hem Türk ordusuna hem de hükümet iltimasından yararlanan büyük toprak sahibi ailelere uyguladığı vur-kaç taktiklerle, PKK Güneydoğu’da sadık ve geniş bir taraftar kitlesi edindi. Diyarbakır’da bir işadamının bana söylediği gibi, “1980lerde PKK savunuculuğu yaptım, çünkü devlet gücüne karşı çıkan tek grup onlardı.”

 

Devamı yarın…

Yazı dizisinin ikinci bölümünü okumak için tıklayınız.

Yeşil Gazete için çeviren: Özde Çakmak

(Guernicamag.com, Yeşil Gazete)

 


More in Gündem

You may also like

Comments

Comments are closed.