Ana Sayfa Blog Sayfa 4449

TMMOB, “Bu, su kanunu değil, suyun tahsisi kanunu”

TMMOB, Orman ve Su İşleri Bakanlığı’nın hazırladığı ‘Su Kanunu Tasarısı’ konusunda kamuoyunu uyardı: “Bu, su kanunu değil, suyun tahsisi kanunu. Geleceğimizin satışı anlamına gelen bu tasarıdan bir an önce vazgeçilmeli!”

Dünyada ‘su kısıtı (azlığı)’ çeken ülkelerin arasında anılan Türkiye’nin yakın zamanda su fakiri ülkelerden biri olacağı belirtiliyor. Ancak bu gerçeğe rağmen Türkiye’nin sınırlı su kaynaklarının yönetimine ve kullanımına ilişkin yıllardır süregelen çok başlılık bu konudaki en büyük eksikliklerin başında geliyordu.

Bakanlık ‘Su Kanunu Tasarısı’ Hazırladı

Orman ve Su İşleri Bakanlığı bünyesinde oluşturulan Su Yönetimi Genel Müdürlüğü”nce hazırlanan ve kamuoyunun görüşüne sunulan Su Kanunu Tasarısı, bu eksikliği gidermeyi amaçlıyor. Tasarının yasalaşması durumunda Türkiye’de su konusunda yetkiler tek elde toplanacak. Bir başka deyişle Türkiye’nin bütün suları Orman ve Su İşleri Bakanlığı’na bağlanacak.

TMMOB, Bakanlığa Görüşünü İletti

Ancak görüşlerini almak için bakanlıkça sivil toplum örgütleri ve meslek odalarına gönderilen tasarıya yönelik görüşlerle birlikte tepkiler de gelmeye başladı. Türkiye Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB), Orman ve Su İşleri Bakanlığı’na ilettiği ‘Su Kanunu Tasarısı’na ilişkin görüşünü kamuoyuyla paylaştı.

TMMOB: Devlet Kendi Suları Üzerindeki Haklarından Vazgeçiyor

Orman ve Su İşleri Bakanlığı’nın hazırladığı tasarının su için temel bir kanun değil, ‘su tahsis kanunu’ olduğu görüşü savunulan TMMOB metninde; “Su Kanunu Tasarısı, ekosistemin sürdürülebilirliğini, suyun kendini yenileyebilme kapasitesini göz ardı eden, suyu toprağın bütünleyici parçası olarak görmeyen; orman içi sular, akarsular, içme suyu kaynakları, jeotermal sular gibi hiçbir ayrım gözetmeden; tarımsal kullanım, içme suyu gibi farklı amaçları göz önüne almayan ve su kullanım haklarını ihlal ederek hiçbir koşul gözetmeksizin su kaynaklarının tahsisi için özelleşmesi temeline dayanan ülke su politikaları doğrultusunda ortaya konan bir belge olarak düzenlenmiştir. Devlet kendi suları üzerindeki kendi haklarından vazgeçmektedir” ifadelerine yer verildi.

Tasarının, devletin hüküm ve tasarrufu altındaki topluma ait ülkenin tüm su varlığının en kısa yoldan özel sektöre devrini düzenleyen bir kanun tasarısı olduğu ileri sürülen TMMOB metninde, “Kanun temel olarak ‘su tahsis’ine odaklanmış, diğer tüm düzenlemelerin tamamına yakını ‘tahsisi’ diğer bir ifade ile satışı kolaylaştırmak üzere; kıt bir kaynak olan su kaynaklarının arzı, kullanımı, dağıtımı ve kontrolü düzenlenmiştir. Suyun kullanımlar arasındaki tahsisinde sadece verimlilik standardı ölçüt olarak kabul edilmiştir. Suyun yönetiminde temel bilgi birikimini sağlayan ölçümlerin özel bilgi ve tecrübe isteyen bir iş olması ve Elektrik İşleri Etüt İdaresi’nin kapatılması sonucu bu birikimin yok olması nedeniyle bu konudaki görev için ‘Bakanlık yapar ya da yaptırır’ ifadesi birikim ve alt yapı bakımından belirsizdir” görüşü savunuldu.

(Keşfetmek için bak.com)

 

Müebbetiniz yok hükmündedir

Hala Tanığız Platformu, Pınar Selek’in üç defa beraat ettiği, hakkında suç isnat edilecek delil bulunamadığı “Mısır Çarşısı” davasının 14. yılına sarkan son duruşmasında mahkeme başkanının karar beraat olmalı şerhine karşın diğer iki hakimin kararı ile ağırlaştırılmış müebbet cezasına çarptırılmasına ilişkin bir basın açıklaması yayınladı.

Hala Tanığız Platformu’nun basın açıklaması:

Pınarımızı Tek Başına Müebbete Mahkum Ettiniz. Müebbetiniz Yok Hükmündedir. Biz Beraatimizin Arkasındayız, Mücadelemizi Sürdüreceğiz

On beş yıldır yılan hikayesine dönüştürülen Mısır Çarşısı davasında yeni bir skandala daha imza atılarak Pınar Selek’e tek başına ağırlaştırılmış müebbet verildi. Hatırlanacağı üzere 9 Şubat 2011 tarihinde İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi Pınar Selek’e üçüncü kez beraat kararı vermişti. 22 Kasım 2012 günkü duruşmada mahkeme usul ve yasaya aykırı olmasına rağmen kendi kesin beraat hükmünü geri almıştı. Pınar Selek’in avukatlarının reddi hakim taleplerinin de usulsüz bir biçimde geri çevrilmesinin ardından 24 ocak 2013 tarihli bugünkü duruşmada ise Mısır Çarşısı patlaması ile ilgili Abdülmecit Öztürk’ün beraati temyiz edilmediği için kesinleşirken sadece Pınar Selek bu davadan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Böylece beraati kesinleşen diğer sanığın işkence altında alınmış ve sonradan reddetiği ifadesi kendisi için geçersiz sayılırken, Pınar için geçerli hale gelmiştir. Mahkeme başkanının beraat kararında direnme hakları olduğu ve delil bulunmadığı için beraat kararı verilmesi yönündeki muhalefet şerhine rağmen, heyet üyesi diğer iki hakimin oyuyla karar oy çokluğuyla verilmiş oldu. Ancak bu karar daha kesin değil, iç hukuk yolları tükenmemiştir bu yasadışı verilen karar temyiz edilerek dosya Yargıtay’a taşınacaktır.

Gerek duruşma salonunda olan bizlerin gerekse Türkiye ve Dünya kamuoyunun büyük infialle izlediği bu hukuk katliamındaki son kararın bizler için zerre kadar kıymeti yoktur. Söz konusu karar hukuken de yok hükmündedir. Zira aynı yerel mahkeme hem beraatte direnme hem bozmaya uyma şeklinde birbirine taban tabana zıt iki ayrı hüküm kurmaktan çekinmemiştir. Dolayısıyla bizler 9 Şubat 2011’deki son beraat kararının arkasındayız.

Hukuk ve adalet mücadelemiz Yargıtay aşamasında yurt içi ve yurt dışından giderek artan kamuoyu desteği ile inatla devam edecek. Bu süre boyunca Pınar Selek’in masumiyet karinesinin baki olduğunu hatırlatır, büyük bir siyasi operasyonun kurbanı edilmeye çalışılan arkadaşımız Pınar Selek’i bir an bile elini bırakmayacağımızı ilan ederiz. Zira hukuk adı altında zulüm dayatılan bir ülke nihayetinde hepimiz için tutuk evidir.

Hala Tanığız Platformu”

(Yeşil Gazete)

 

Ahmet Yıldız cinayeti davasının 12. duruşması bugün

15 Temmuz 2008′de eşcinsel olduğu için babası tarafından öldürülen Ahmet Yıldız davasının 12. Duruşması bugün saat 14:15′te Üsküdar Adliyesi’nde görülecek.

17 Eylül’de görülen önceki duruşmada, tasarlayarak yakın akrabayı öldürmesuçlamasıyla aranan sanık baba Yahya Yıldız hakkındaki yakalama emri infaz edilemediği için dava 25 Ocak 2013 tarihine ertelenmişti.

Ahmet Yıldız’ın, 15 Temmuz 2008’de, İstanbul’da sokak ortasında vurularak öldürülmesinin üzerinden geçen dört yılı aşkın sürede adalete teslim edilen kimse olmadı.

Önceki duruşmada, Kaos GL Derneği’nin davaya müdahil olma talebi, “Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 237 ve devamı maddeleri anlamında mağdur veya suçtan zarar gören niteliğinde olmadığından” reddedilmişti.

Geçen hafta R.Ç. davası ile birlikte, herhangi bir derneğe üye olmayan LGBT bireylerle ilgili hak ihlalleri davalarına müdahil olmanın önü açıldı. SPoD’ un müdahillik talebinin kabul edilmesi hak ihlallerini önleme noktasında önemli bir yer tutmaktadır.

SPoD bugün ki Ahmet Yıldız davasında da müdahillik talebinde bulunacak.

İbrahim Can: Bütün yüreklerin Ahmet Yıldız olmasını istiyorum

Öte yandan Ahmet Yıldız’ın sevgilisi İbrahim Can cinayetin ardından 4,5 yıl geçmiş olmasına rağmen katillerin yakalanmadığının altını çizerek insan hakları savunucularını duruşmaya davet etti ve süreçle ilgili bir açıklama yayınladı.

“Eşcinsel olduğu için ailesi tarafından planlı ve canice öldürülen Ahmet Yıldız nefret cinayetinin ardından 4,5 yıl geçti. Failler belli olmasına rağmen bulunmadı, mahkemeye getirilmedi.” diyen Can “Biliyorum ki bu sürecin tümünün sorumlusu ve sahibi siyasi iktidardır. Ahmet Yıldız davası hakkında “Ahmet Yıldız cinayet davası siyasi bir davadır. Bu dava sonuçlanana kadar bütün yüreklerin Ahmet Yıldız olmasını istiyorum.” şeklinde konuştu.

Ahmet Yıldız cinayet davası 12. duruşması bugün saat 14.15’te İstanbul Bağlarbaşı’da ki Üsküdar 1. Ağır Ceza Mahkemesinde görülecek.

(Spod, Kaos GL)

Anadilde Savunma hakkı TBMM’den geçti

Anadilde savunmayı düzenleyen yasa tasarısı Meclis Genel Kurulu’nda kabul edilerek yasalaştı ancak tercüman ücreti sanığın kendisine ait ve anadilde savunmaya yargılamanın her aşamasında izin verilmiyor.

Ceza Muhakemesi Kanunu ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’na göre, sanık; iddianamenin okunması ve esas hakkında mütalaanın verilmesi üzerine sözlü savunmasını kendisini daha iyi ifade edebileceğini beyan ettiği başka bir dilde yapabilecek.

Tercüme hizmetleri, il adli yargı adalet komisyonlarınca oluşturulan listeden, sanığın seçeceği tercüman tarafından yerine getirilecek. Bu tercümanın gideri devlet tarafından karşılanmayacak. Bu imkân, yargılamanın sürüncemede bırakılmasına yönelik olarak kötüye kullanılamayacak. Adalet Bakanlığı kanunla ilgili yönetmeliği bir ay içerisinde çıkaracak, yönetmelik uyarınca tercüman listeleri oluşturuluncaya kadar, sanık mahkemeye kendi tercümanını getirecek.

Türkçe bilmeyen sanığa tercüman hakkı, soruşturma evresinde dinlenen şüpheli, mağdur veya tanıklar hakkında da uygulanacak. Bu evrede tercüman, hakim veya Cumhuriyet savcısı tarafından atanacak.

Eşler ile cezaevi personeli eşliği olmaksızın görüşme hakkı da tanındı

Rezan Yeşilbaş, Cannes'dan ödülle dönen kısa filmi "De Beng" (Sessiz) de Diyarbakır Cezaevi'nde türkçe bilmediği; kürtçe konuşmaya da izin verilmediği için eşleri ile konuşmadan anlaşmaya çalışan kadınları anlatmıştı

Yeni düzenlemeyle, kapalı cezaevlerinde bulunan evli hükümlüler, en geç 3 ayda bir kez olmak üzere, 3 saatten 24 saate kadar eşleri ile kurum veya eklentilerinde cezaevi personelinin yakın nezareti olmaksızın görüştürülebilecek.

Haftalık ziyaret süresi 2 saate kadar uzatılabilecek. Kapalı ziyaret yerine açık ziyaret yaptırılabilecek. Üst üste kullanılmayan en fazla 3 haftalık ziyaret süresi toplu olarak kullandırılabilecek.

Hükümlüler, kurum içindeki veya dışındaki genel durumları, eğitim ve iyileştirme faaliyetlerine etkin katılımları, kurum düzenine karşı tutumları ve kendilerine verilen işlerdeki gayretleri dikkate alınarak teşvik esaslı ödüllerden yararlandırılabilecek. Bu madde hükümleri çocuk hükümlüler için de geçerli olacak.

(Agos, Bianet, Yeşil Gazete)

 

Tarihi bina yangınları hakkında önerge

CHP İstanbul MV Melda Onur

Galatasaray Üniversitesinde çıkan yangın son yıllarda tarihi binalarda çıkan yangınlara yeniden dikkat çekti.

Galatasaray Üniversitesinde çıkan yangın aynı günlerde hükümet tarafından tarihi binaların otel olarak satışa çıkacağı yönünde yapılan açıklama ile birleşince bu binaların akıbeti hakkında soruların yükselmesine neden oldu.

CHP İstanbul milletvekili Melda Onur bir Meclis araştırma önergesi veriyor.Tarihi binalarda çıkan yangınların araştırılması için meclis araştırma önergesi veren İstanbul Milletvekili Melda Onur, Galatasaray Üniversitesi yangını başta olmak üzere Haydarpaşa Garı, Cağaloğlu Milli Eğitim Müdürlüğü binası yangınları gibi bir çok örnekte ihmaller zincirinin ortaya çıkartılması için bu yangınların titizlikle araştırılması ve sorumluların bulunması gerektiğini söylüyor.

Melda Onur Meclis araştırma önergesinde tarihi binalarda çıkan yangınlarda ihmallerin araştırılması, sorumluların bulunması, kültür mirası olan bu binaların yangından sonra akıbetlerinin incelenmesi için gerekli çalışmaların yapılmasını istiyor. Önergede ülke tarihimizin önemli bir parçasını oluşturan bu değerli kültürel miras mekanların teker teker yanıp kül olmasının önü alınamadığına dikkat çekilmekte ve “tarihi mekanlara karşı bu kayıtsızlık endişe verici hale gelmiştir”, deniliyor.

Önergede geçmişte yaşanan şu yangınlara dikkat çekiliyor:

* 2002 yılının Temmuz ayında Gaziosmanpaşa İlköğretim Okulu’nun olduğu 110 yıllık Naime Sultan Yalısı yanmıştır. Elektrik kontağı raporunun aksine yalının tahtalarında benzin izine rastlanmış, bir şekilde dosya kapanmıştır. Dosya kapatıldıktan sonra ise eğitim veren kurumun yerine bir otel inşaatı yapılmaktadır.

* 2009 yılının Mayıs ayında ise Bakırköy’de tarihi Taş Mektep yanmıştır.

* 28 Kasım 2010′da Haydarpaşa Garı’nda çıkan yangında tarihi binanın çatısı tamamen yanmış, bina büyük hasar görmüştür. Yangın öncesinde üzerinde yapılmak istenen projeler, yangın sonrasında hayata geçirilmeye başlanmış, şu anda Haydarpaşa Port çalışmaları devam etmektedir.

* 25 Aralık 2012 günü Cağaloğlu’nda İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü binasında yangın çıkmış birkaç saat içerisinde bina kullanılamaz hale gelmiştir. Akıbeti belirsizdir.

* 19 Şubat 2011’de Beyazıt Cami’nin içerisindeki Hünkâr Kasrı, 23 Aralık 2012’de İstanbul Fatih’teki Tarihi Kapalıçarşı’da Örücüler kapısında yangın çıkmıştır, yine aynı şekilde akıbetleri belirsizdir.

* 142 yıllık Galatasaray Üniversitesi Saray Binasında 22.01.2013 tarihinde çıkan yangın 3 saat boyunca söndürülememiş, tarih gözlerimiz önünde cayır cayır yanarak kül olmuştur.

(Yeşil Gazete)

 

AB, kanserle ilişkilendirilen GDO’lu mısır hakkında “her şeyi anlatıyor”

(Phys.org sitesinde, AFP mahreciyle yayınlanan haberi, Yeşil Gazete gönüllü çevirmenlerinden Bora Kabatepe‘nin çevirisiyle sunuyoruz.

***

Avrupa Birliği gıda güvenliği birimi, daha önce Fransız bir araştırmacı tarafından kansere yol açtığı öne sürülen genetiği değiştirilmiş mısırla ilgili tüm verileri Pazartesi günü kamuoyuna açarak şüphecilere meydan okudu. Avrupa Gıda Güvenliği Kurumu (EFSA) artan kamuoyu ilgisini de göz önüne alarak genetiği değiştirilmiş NK603 mısırıyla ilgili tüm verileri websitesinde paylaşacağını bildirdi. Açıklamada EFSA’nın daha önce talep üzerine bu bilgileri paylaşıyor olmasına rağmen yeni uygulama ile toplumun ya da bilim dünyasının herhangi bir bireyinin de risk analizinde kullanılan tüm verilerden faydalanma olanağı bulacağı söylendi. Genetiği değiştirilmiş ekin ve gıda ürünlerinin kullanım ve izin alma süreçlerini inceleyen EFSA, geçtiğimiz Kasın ayında Caen Üniversitesi’nden Gilles-Eric Seralini’nin NK603 mısırlarını denek farelerinde görülen kanser ile ilişkilendiren bir araştırmasını reddetmişti.

EFSA o dönemde Seralini’nin çalışmasının “kabul edilebilir bilimsel standartlara” uymadığını, dolayısıyla ABD’li tarım devi Monsanto’ya ait NK603 ürünü ile ilgili kararını gözden geçirmeye gerek görmediğini açıklamıştı. Avrupa Birliği ayrıca Seralini’den çalışmasının detaylarını paylaşmasını talep etmiş ancak Seralini de aynı şekilde önce EFSA’nın kendi verilerini açıklamasını isteyerek karşılık vermişti.

 

Santa Fe, Arjantin’de bulunan Litoral Üniversitesine bağlı bir biyoteknoloji laboratuarında genetiği değiştirilmiş deney bitkileri, Ağustos 2012

 

EFSA Pazartesi günü NK603 verilerinin paylaşılmasının, kurumun tüm çalışmalarının daha görünür hale getirme planının bir parçası olduğunu da açıkladı. EFSA yöneticisi Catherine Geslain-Laneelle bir demecinde “Risk değerlendirmesi gelişen bir bilim ve EFSA, yeni bilimsel yöntemler geçmiş sonuçları değiştirebilecek yeni bakışlar getirdiği takdirde geçmişteki çalışmalarını gözden geçirmeye açıktır” demişti. Pazartesi hamlesi, “risk değerlendirmesinde kullanılan verileri kamuya açarak” araştırmaların ve bilim insanları ile çalışmanın teşvik edilmesi anlamına geliyor diyor Geslain-Laneelle. “Bu hamle, kamu sağlığını güvence altına alırken, risk değerlendirmelerinin sonuçlarını daha güçlü yapacak ve EFSA’nın çalışmalarına olan güveni arttıracak”.

Çevre örgütleri, EFSA’yı genetiği değiştirilmiş gıdaları test etmek için üzerine düşeni yapmaması nedeniyle uzun süredir eleştirirken Pazartesi hamlesine mesafeli bir yaklaşım içindeler. “Bu açıklama kulağa Avrupa Birliği’nin gizli kapaklı GDO izinleri dünyasını biraz olsun aydınlatacak olumlu bir gelişme gibi geliyor” diyor Greenpeace Avrupa tarım politikaları direktörü Marco Contiero. “EFSA bugüne kadar sadece tek bir genetiği değiştirilmiş ürünle ilgili verileri açıkladı. Bu uygulamanın Avrupa Birliği’nden izin almış ya da izin almak için başvurmuş genetiği değiştirilmiş tüm ürünler için  devam ettirilmesi gerekiyor” diyerek devam ediyor Contiero. “Gizlilik gerektiren veriler saklanmaya devam edecek, bu yüzden EFSA’nın ne kadar geniş bir gizlilik tanımı kullanacağını görmek çok önemli bir adım”

 

Yeşil Gazete için çeviren: Bora Kabatepe

(AFP, Phys.org, Yeşil Gazete)

Geciken adalet ~2

Guernicamag.com sitesinde Patrick Wrigley imzasıyla yayınlanan yazıyı, Yeşil Gazete gönüllü çevirmenlerinden Özde Çakmak’ın çevirisiyle ve bölümler halinde yayınlıyoruz.

***

Savaş, şiddetini azaltıp çoğaltarak devam etti – PKK lideri Abdullah Öcalan’ın 1999’da ele geçirilmesini, çok sayıda ateşkes (PKK tarafından tek taraflı olarak başlatılan bir tanesi dört yıl sürdü), Türkiye’nin batı illerinde PKK tarafından gerçekleştirilen terörist saldırılar gördü. Fakat, her yaz karlar eriyince Güneydoğu’nun uzak vadilerinde savaş kaldığı yerden devam etti. Öcalan ele geçirilmeden ve şimdiki hükümet başa geçmeden önce 1990larda çatışma doruk noktasına ulaştı.

O zamanlar, Dargeçit, parçalanan bir toplumun merkezindeydi. Doğu için “Cehennem Vadisi”ydi, PKK gerillaları için doğal bir transit yol ve PKK ile Türk ordusu arasında yoğun, sert çatışmaların yaşandığı bir bölge. Ayrılıkçı grup, 1990’da altı yıldır devam eden düşük yoğunlukta gerilla savaşı yürütüyordu ve hem savaşçı sayısı hem de bölgedeki köylülerin desteği konusunda önemli bir güç elde etmişti. Hükümetin tepkisi, bölgede olağanüstü hal ilan etmek ve yönetimi büyük ölçüde orduya ve temsilcilerine bırakmak oldu. Üç milyona yakın insan yerinden yurdundan edildi  ve yaklaşık üç bin köy ve kasaba köy korucularına – PKK ile savaşması için devletin maaş başladığı ve silahlandırdığı sivil milis kuvvetleri – katılmayı reddettiği için boşaltıldı.

Gözaltında infazlar yaygındı. Bazen cinayetlerden JİTEM – Türk ordusunun gizli istihbarat ve terör ile mücadele birimi – sorumlu olurdu. Diğer zamanlarda, sözde ordunun görevlendirdiği sivil giyimli Kürtçe konuşan özel timler infazları yerine getirirdi. Sivil ya da askeri kategorisine sokulması zor olan bu ölüm mangaları, genellikle Köy Korucuları tarafından desteklenirdi.  Koruculara katılmayanlar, beyaz bir Renault’nun – özel timlerin adam kaçırmalardaki araba tercihi – yaklaşmasından korkmayı öğrendi. Güneydoğu’da büyük bölümü 1990 ile 1996 yılları arasında çoğu sivil otuzbeş bin kişi kaybolmuş olabilir. (Şimdiki hükümet bu rakamın bin ile onbeş bin arasında olduğunu söylüyor, ama bu konudaki bütün rakamlar gibi bu da oldukça tartışmalı bir sayı.) Türk ordusunun kuvvetiyle yarışamasa bile, çatışmayı halka indirmeye ve karşı tarafı desteklemekle suçlanan sivilleri öldürmeye PKK da hevesliydi.

Dargeçit, bu savaşı iliklerine kadar hissetti – korku, çatışma ve sıkıyönetimin elden ayaktan düşüren etkileri. Dargeçit’e beş km uzakta bir köy olan Kudmere’de yaşayan Ahmet Yılmaz bana şunları anlattı: “Gördüklerimi anlatabilmem mümkün değil. Bunu ancak burada yaşayanlar anlayabilir. Burada her akşam çatışma olurdu. Psikolojik açıdan çok zordu. Filistin gibiydi. Burası savaş bölgesiydi.” Fakat, Dargeçit aynı zamanda askeri yönetime karşı da bir direniş merkezi haline gelmişti. Serhildan’ın ilk örneklerinden biri  – Filistin intifadasından esinlenen protestocuların taş ve Molotof kokteyli atarken “Edi Bese” (“Yeter”) diye slogan attıkları Kürt ayaklanmasının ilk örnekleri – orada gerçekleşti. Ordunun, 1991 martında Dargeçit sokaklarında protesto yürüyüşü yapan iki bin kişiye ateş açması ayaklanmaya ve yüzden fazla kişinin tutuklanmasına yol açtı.

PKK gerillalarının cenazeleri, genellikle, protesto ve isyana sebep olurdu. Gerillaların ölümü şehitlik kutlamalarına dönüşür, düğün törenlerini taklit ederek kadınlar kına yakar, gerilla Kürdistan ile evlenirdi.

1995 yılında, çatışmanın en yoğun olduğu dönemde, PKK’nın iki öğretmeni öldürmesinin ardından, ordu  Dargeçitteki yaklaşık elli kişiyi gözaltına aldı. Yedisi hariç hepsi serbest bırakıldı. 58 yaşındaki Süleyman Seyhan’ın, dört ay sonra terkedilmiş bir köyün kuyusunda cesedi bulundu. Altı kişi hala kayıp. Dargeçit’te bulunan mezarlara ilişkin ilk çıkan televizyon haberlerinde kemiklerin teröristlere ait olduğu söylense de Davut dahil çok sayıda kişi sivillere ait olduğunu umuyor.

2002 yılında seçilen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümeti Kürt bölgesindeki güvenilirliğinin bir kısmını Türk-Kürt çatışması kurbanları için hak arayışına bağladı. Göreve geldiği ilk dönemde AB’ye giriş umuduyla moral bulan AKP, Kürt toplumuna umut aşılayan bir dizi reform yasası çıkardı. AKP, 1990larda köylerini boşaltmaya zorlanan Kürtlere tazminat teklif eden, daha önemlisi onlardan özür dileyen ilk hükümetti. Kürtlerin köylerine dönmesini desteklemek için program hazırlayan ilk hükümetti. Ayrıca, 2004 yılında açılan ilk belirsiz mezar da AKP döneminde olmuştu. AKP, 2007’deki ulusal seçimlerde güneydoğudaki oy oranını yüzde 52ye çıkararak bölgedeki en büyük parti haline geldi. Görevde kaldığı üç dönem boyunca, yargısız infazlar sona erdi. Hükümet, 2009 yılında devlet televizyonunda Kürtçe bir kanal açtı ve özel üniversitelerde Kürtçe derslere izin verdi. On yıldan kısa bir süre önce bu girişimleri düşünmek bile imkansızdı.

PKK da konumunu yumuşattı. 1999’da liderleri Abdullah Öcalan’ın yakalanması ve tutuklanmasından beri yüksek sesle yapılan bağımsız bir yurt taleplerinin yerini dil, kültürel haklar ve bir çeşit siyasi özerklik talepleri aldı. 2009 yılına kadar hükümet “Demokratik Açılım”ı, Kürt sorununa kalıcı çözüm getirecek bir reform programı, tartışıyordu.

Fakat, durum hassasiyetini sürdürüyordu. Savaş, aralıklarla dağdaki çatışmalar ve sokak protestolarıyla devam etti. Kürt hareketi hala şüpheciydi. Söz verilmiş olmasına rağmen, devlet okullarında Kürtçe eğitim dahil olmak üzere bütün dil haklarının yerine getirilmesi ihtimali uzak görünüyordu. Hükümet insan hakları siciliyle övünse de çocuklar hala protesto gösterilerinde taş attıkları için “terörist” gerekçesiyle hapse atılıyor, Kürt valiler Öcalan’ı ya da PKK’yı övdükleri için hala hapis cezasıyla karşı karşıya kalıyordu. Güneydoğunun tamamında faaliyet gösteren ve terkedilmiş köyleri işgal eden korucular ile AKP’nin Kürtlerin köylerine geri dönmesi için verdiği söz de güvenilirlikten yoksundu.

2009 eylülünde genel af kapsamında PKK’lı 34 savaşçı ve mültecinin Kuzey Irak’tan Türkiye’ye dönmesiyle demokratik açılımın önü tamamen açıldı. Akrabaları ve köylüleri tarafından sevinç kutlamalarıyla karşılandılar. Türk basını ve kamuoyunun büyük bölümünü bunu zafer ilanı olarak yorumladı. Hükümet kendini aldatılmış hissetti ve yurda dönenleri zaman kaybetmeden terörist bir organizasyonda görev almakla suçladı (bu kişilerin bazıları Irak’a kaçtı). Avrupa diyasporasının PKK’ya bağlı aktivistlerin Türkiye’ye dönme planları suya düştü ve keyifler kaçtı.

Hükümet, gitgide reformlardan ve Kürt haklarından daha az, PKK’yı askeri açıdan yenmekten daha çok bahsederek tepkisini gösterdi. 2005’den beri devam eden gizli barış görüşmeleri sona erdi. Hükümet, yalnızca PKK eylemlerini kriminalize etmek için değil, organizasyona desteğini belirtenlerin tutuklanmasını sağlamak için de geniş kapsamlı 2006 anti-terör yasasından yararlandı. Mücadele hakkında yazan ya da protestolarda yer alan Kürtler kendilerini cezaevinde buldu. Gazetecileri Koruma Komitesi’ne göre, Türkiye şimdi diğer bütün ülkelerden daha fazla gazeteci içeri atıyor. Bu gaztecilerin çoğu, Kürt. Kürdistan Komünler Birliği (KCK) –  savcıların, ülke içinde paralel bir Kürt devleti kurmaya çalıştıklarını iddia ettiği organizasyon – soruşturması kapsamında binlerce aktivist, siyasetçi ve gazeteci de gözaltına alındı. 2011 seçimlerinde, AKP’nin Güneydoğudaki oy oranı %39.6’ya düştü. Ve o zamandan beri, hükümetin Kürtlerin acılarına çare diye nitelendirdiği  yeni anayasa görüşmeleri durma noktasına geldi.

 

Yazı dizisinin ilk bölümünü okumak için tıklayınız

Devamı yarın…

Yeşil Gazete için çeviren: Özde Çakmak

(Guernicamag.com, Yeşil Gazete)

 

 

Nükleere karşı 200.000 imza

Mersin Nükleer Karşıtı Platform topladığı 200.000 imzayı Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na teslim etti.

Akkuyu’da yapılacak olan nükleer enerji santrali için yapılan ÇED sürecine itiraz eden Mersin Nükleer Karşıtı Platform Mersin’den Ankara’ya gelerek topladıkları 200.000 imzayı Çevre ve Şehircilik Bakanlığı. Bakanlık önünde buluşan Platform üyeleri, “Nükleer Santral İstemiyoruz”, “Nükleere hayır” pankartları açtı. “Nükleer Santral ölüm demektir” dövizleri taşıyan platform üyelerine Halkların Demokratik Kongresi İstanbul Milletvekili Levent Tüzel ile çok sayıda kurum ve temsilcisi de destek verdi.

Yeşil Gazete’nin ulaştığı platform sözcüsü Sabahat Aslan, bu 200.000 imza’nın Mersin halkının hem nükleer enerji santraline hem de bu santral için yapılan ÇED sürecine karşı imzası olduğunu söyledi.

Aslan, ÇED raporu açıklamasına halkın katılımı gerçekleşmediği için geçersiz sayılması gerektiğini, 13 belediyeden çıkan karara rağmen santral için çalışmalara devam edildiğini söyledi. Sürecin hukuksuz bir şekilde ilerlediğini söyleyen Kaygusuz, yasal mücadelelerini sürdüreceklerini belirtti.

(Yeşil Gazete)

 

[Son Dakika] Kabinede ani revizyon: 4 bakan değişti

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Çankaya Köşkü’nde bir araya geldi.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın 40 dakikalık görüşmesinin ardından yapılan yazılı açıklamada, İçişleri Bakanlığı’na Muammer Güler, Kültür ve Turim Bakanlığı’na Ömer Çelik, Milli Eğitim Bakanlığı’na Nabi Avcı, Sağlık Bakanlığ’na Mehmet Müezzinoğlu‘nun getirildiği bildirildi.

(Yeşil Gazete)

Belene için referandum vakti

Bulgaristan’da ülkenin demokrasi tarihindeki ilk referandumu pazar günü gerçekleşiyor.

Bulgaristan hükümeti, Mart ayında Belene Atom Santrali’nin yapımından vazgeçtiğini açıklamıştı. Bunun üzerine Bulgar Sosyalist Partisi sorunu referanduma taşınmasını istemiş ve kısa zamanda 750 bin imza toplamıştı.

Pazar günü gerçekleştirilecek olan referandumda halka “Yeni nükleer santral yapımı ile Bulgaristan’da nükleer enerji sektörü geliştirilsin mi?” sorusu yöneltilecek.

İşsizliğe çözüm umudu

Belene bölgesi belediye başkanı Petır Dulev bölge halkına iş bulunacağı gerekçesiyle bölge halkının evet diyeceğini söylüyor.

1986’da Vrança depreminde komşu Ziştovi’de (Sviştov) iki apartmanın yıkılması sebebiyle nükleer santralin çevreye tehdit oluşturabileceği iddialarını değerlendiren Dulev, “Birçok uzman, blokların inşaatında hatalar oduğundan bahsediyor. Eğer deprem hasar verdiyse; neden başka, hem de daha yüksek binalar yıkılmadı? Neden kimya fabrikasında bir hasar oluşmadı?” diye sorarak nükleer santrali savunuyor.

Başbakan’dan hayır çağrısı

Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov süpriz bir açıklama ile kabinesi ve sandık başına gidecek yurttaşlar için ‘nükleer santrale hayır’ çağrısı yaptı. Boykov referandum tartışmaları sırasında da, seçmenlerin, ‘santralin yapımında maddi desteğin nereden geleceğini, daha sonra elektrik fiyatları ne olacağını, elektrik dağıtım sistemini kim kuracağını, nükleer yakıt nereye götürüleceği’ gibi soruların da seçmenlere açıklanması gerektiğini vurgulamıştı.

Bir diğer “hayır” kampanyası yürütüne Bugaristan Yeşiller Partisi’ni (zelenite) ziyaret eden Yeşiller/Avrupa Hür İttifakı sözcüsü Rebecca Harms, Başbakan’ın bu açıklamasını bir süpriz olarak nitelendirdikten sonra, bu açıklamanın yetmeyeceğini, Bulgaristan için yüksek risk anlamına gelen faal santrallerin de bir an önce servis dışı bırakılarak, geleceğin güvenli tekenolojisi olan yenilenenbilir enerji kaynaklarına odaklanılması gerektiğini söyledi.

Referandum kültürü doğuyor

Tarihindeki ilk referandumunu önümüzdeki pazar günü yapmaya hazırlanan Bulgaristan’da sigara yasağı ile ilgili de referanduma gidilmesi teklif edildi.

Demokratik Güçler Birliği (SDS), kapalı yerlerde sigara yasağı konusunda referandum yapılması teklifinde bulundu. Sağ muhalefet partisi, referandum için kampanya başlatmaya karar verdi.

Sigara yasağı ile ilgili tartışmalara değinen SDS Başkanı Emil Kabaivanov, partilerinin bu konuda bir tavır almadığını; kararı halkın vermesini istediklerini ifade etti.

Geçen sene temmuz yaında alınan kanun değişikliğinde kapalı yerlerde sigara içme yasağı devreye girmiş, kısa bir zaman sonra ise turizm ve otelcilik sektörünün baskısıyla tekrar eski haline getirilmesi istenmişti.

(Yeşil Gazete, Ajanslar)