Ana Sayfa Blog Sayfa 4441

Beckham PSG’ye bedavaya transfer oldu

0

Los Angeles Galaxy’den ayrıldıktan sonra herhangi bir takımla anlaşmayan ve bu hafta içi Arsenal ile antrenmanlara çıkan İngiliz futbolcu David Beckham, Fransa Ligi ekiplerinden Paris Saint-Germain’e transfer oldu.

37 yaşındaki yıldız futbolcu imzaladığı beş aylık sözleşme sonunda elde edeceği geliri çocuklar yararına faaliyet gösteren yerel bir yardım kuruluşuna bağışlayacağını söyledi. Beckham, ”Maaş almayacağım, maaşım yerel çocuk kuruluşuna ödenecek. Bu benim heyecan ve gurur duyarak yapacağım işlerden biri” dedi.

İngiltere milli takımının ve Manchester United’ın eski yıldızlarından Beckham ABD futbol ligi MLS’nin LA Galaxy takımında şampiyonluk elde ettikten sonra Aralık ayında kulüpten ayrıldığnı açıklamıştı.

Manchester United, Real Madrid, LA Galaxy ve Milan’da başarılı sezonlar geçiren 37 yaşındaki futbolcu, 115 kez de İngiltere Milli Takımı’nın formasını giydi.

(Eurosport, BBC)

New York Times, “Çinli hackerlar gazetemize saldırdı”

0

New York Times, Çin’den bilgisayar korsanlarının son dört ayda ”bıkıp usanmadan” gazetenin sistemine sızdıklarını açıkladı. Gazete, saldırıların Başbakan Wen Jiabao’nun yakınlarının milyarlarca dolarlık malvarlığı edindiklerine ilişkin iddiaları içeren haberin yayınlanmasıyla aynı döneme denk geldiğine dikkat çekiyor.

New York Times, bilgisayar korsanlarının ”Çin ordusuyla bağlantılı bazı yöntemler” kullanarak haberi yazan muhabirin elektronik posta mesajlarına girdiklerini öne sürdü. Çin Savunma Bakanlığı ise ”gazetelere korsan saldırısı”nın Çin yasalarında suç olduğunu duyurdu.

New York Times’a göre, bilgisayar korsanları gazetenin bilgisayar sistemlerine Başbakan Wen hakkındaki raporun tamamlanmasına yakın bir dönemde, eylül ayında sızdı. Çin hükümetinin ”iftira” olarak nitelediği haberde Wen’in akrabalarının çeşitli ticari ve yatırım faaliyetleriyle 2.7 milyar dolarlık mal varlığına sahip olduğunu öne süren New York Times, başbakanı herhangi bir usülsüzlükle suçlamamıştı.

Times’ın saldırıları tespit etmek üzere anlaştığı internet güvenlik firması Mandiant, eylemleri tespit etmek ve engellemek amacıyla gazetenin bilgisayarlarını hedef alan hareketleri izledi. Firmanın tespitlerine göre, korsanlar New York Times’ın bilgisayar ağına ulaşmayı olanak sağlayan bir yazılımı sisteme yükledikten sonra bütün çalışanların şifrelerine ulaşıp, çoğu gazete binalarının dışındaki 53 kişisel bilgisayara girebilmeyi başardılar.

Mandiant yetkililerinden Richard Bejlich, ”tek tek eylemleri ele aldığınızda bunları yapan Çin ordusudur diyemezsiniz, ama benzerlikler ve saldırıların hedefleri bir bağa işaret ediyor” dedi. Bejlich, ”Aynı grubun Çinli muhaliflerle Tibetli eylemcileri ya da havacılık şirketine yönelik bir saldırı sizi doğru yöne itiyor” dedi.

Çin Savunma Bakanlığı ise gazeteye yaptığı açıklamada, ”Çin yasaları korsanlık faaliyetleri de dahil olmak üzere internet güvenliğine zarar verecek her türlü eylemi yasaklamıştır” derken, ”Çin ordusunu güçlü bir kanıt olmadan siber saldırıyla suçlamanın profesyonellikle bağdaşmadığını ve temelsiz olduğunu” duyurdu.

(Ntvmsnbc)

 

 

Viyana’da “çıplak erkekler”

Viyana’da 19 Ekim’de açılışı yapılan ve 28 Ocak’ta sonlanacak “Çıplak Erkekler” (Nude Men) sergisi 4 Mart’a kadar uzatıldı. Sergi artık çıplak olarak da gezilebilecek.

Müzenin tanıtımında kullanılan, Pierre & Gilles'in eserinin facebook tanıtımında kullanılmış sansürlü versiyonu

1800’lü yıllardan günümüze çıplak erkek tasvirlerinin değişim ve çeşitliliğini ele alan Leopold Müzesi’ndeki sergi billboardlarıyla da çok konuşulmuştu. Pierre & Gilles’in üç futbol (soccer) oyuncusunun konfetilerle çevrili, önden çekilmiş ve tamemen çıplak eseriyle Avusturya sokaklarında yer alması şaşırtmış ve gelen yoğun şikayetler üzerine kırmızı bir şeritle sansürlenmek durumunda kalmıştı. Eleştirmenlerin kimisi sanatta çıplak kadın vücudunun yaygın kullanıldığını hatırlatıyor, kimisi ise bunu bir skandal olarak niteliyor.

Sergide Paul Cézanne, Auguste Rodin, Edvard Munch, Giovanni Giacometti, Egon Schiele, Richard Gerstl, Anton Egger-Lienz, Anton Kolig, Maria Lassnig, Louise Bourgeois, Andy Warhol, Fritz Wotruba, Alfred Hrdlicka, Otto Mühl, Günter Brus, Robert Mapplethorpe, Keith Haring, Pierre & Gilles, Gelatin, Elke Krystufek, Ilse Haider, Heimo Zobernig ve çok daha fazla sanatçının 100’den fazla eseri sergileniyor.

Sergi yine olay oldu

Leopold Müzesi yönetimi önceki gün Reuters’a yaptığı açıklamayla sergi kapanışının uzatıldığını ve sanatseverlerin sergiyi çıplak olarak gezebileceği duyurdu.

Edvard Munch, Bathing Men (1915)

Sergiyi çıplak gezme fikri, geçtiğimiz günlerde Avusturyalı bir ziyaretçinin sergide bir anda soyunması üzerine ortaya çıktı. Her ne kadar güvenliğin o kişiye giyinmesi için uyarı yapmasına karşın, daha sonra gelen talepler geri çevrilmedi ve serginin halka açık saatler dışında dileyenler tarafından çıplak gezilebileceği duyuruldu.

François-Léon Benouville, Achills Zorn, (1847)

Leopold Müzesi Sözcüsü, çıplak ziyaretçi kabul edildiği saatlerde “isteyenlerin giyinik olarak gelebileceğini” ancak “röntgencileri istemediklerini, bu sebeple çıplak gelmelerini isteriz” diye konuştu.

Müze yetkilileri, çıplak gezme fikrinin yeni bir sanatsal deneyim yaşatması açısından önemli olduğunu düşünüyor.

Leopold Müzesi çıplak gezilen ilk müze olmayacak. Avusturalya, Sydney’deki Çağdaş Sanat Müzesi geçtiğimiz yıl ziyaretçilere farklı bir müze deneyimi yaşatmak adına çıplak gezilebilen turlar düzenlemişti.

 

LATimes, Queerty.com, Yeşil Gazete

Suriye, BM’ye İsrail’i şikayet etti

0

Suriye Dışişleri Bakanlığının İsrail’i, Suriye’ye yönelik hava saldırısı nedeniyle Birleşmiş Milletler (BM) nezdinde şikayet ettiği bildirildi. Fransız Haber Ajansı (AFP), Suriye resmi haber ajansı ANSA’ya atıfta bulunarak, Şam’ın BM’ye başvurarak İsrail hakkında resmen şikayette bulunduğunu duyurdu.

Suriye devlet medyasının yayımladığı ordu bülteninde, İsrail savaş uçaklarının, Cemraya’daki bilimsel araştırma merkezini doğrudan hedef alan bir saldırı gerçekleştirdiği ve saldırıda iki kişinin öldüğü, beş kişinin de yaralandığı ifade edildi.

BBC’de Newshour programının sorularını yanıtlayan Mossad’ın eski başkanı Danny Yatom, medyadan duyduğu kadarıyla, Suriye’de iki hedefin vurulduğundan söz ederek ancak bu bilginin kesin olmadığını da sözlerine ekledi.

Yatom, Hizbullah’ın Şam’daki bir tesisten kimyasal silah almak üzere olabileceğini, İsrail’in de bunun üzerine böyle bir saldırı düzenlenmiş olabileceğini belirtti.İsrail devletinin Lübnan’daki Hizbullah’ı terör örgütü olarak gördüğüne işaret eden Yalom, bu açıdan, Hizbullah ya da diğer “terör örgütlerinin” kimyasal silah ya da gelişkin füze sistemleri edinmesinin İsrail için “kırmızı çizgi” olarak görüldüğünü söyledi.

Uzmanlar Suriye’ye yönelik herhangi bir İsrail saldırısının büyük bir diplomasi olayı haline gelebileceğini ifade ediyor.

İran, İsrail’in Suriye’ye saldırısını kendisine yapılmış bir saldırı olarak değerlendireceğini söylemişti.

İsrail ve ABD Suriye’nin sahip olduğunu iddia ettikleri kimyasal silah depolarının militan grupların eline geçmesinden endişe duyduklarını belirtmişti.

(BBC Türkçe)

 

 

 

Avrupa Çevre Ajansı’ndan “haber” var!

Avrupa Çevre Ajansı (EEA) tarafından 23 Ocak’ta yayımlanan “Erken Uyarılardan Geç Kalmış Dersler” başlıklı rapor üzerine Yeşil Gazete olarak girdiğimiz habere EEA’den cevap geldi.

Haberimizde raporun ikinci cildinin iki yıl önce yayıma hazır olduğu; ancak, ilaç ve kimyasal şirketi lobilerinin müdahalesi  nedeniyle yayımlanmasının geciktiği iddiası yer alıyordu. Aynı zamanda Bayer şirketinin ürünlerinin yan etkilerine ilişkin şirket görüşüne de raporda yer verildiği vurgulanıyordu.

İlk olarak Le Monde gazetesi tarafından haberleştirilen bu iddialara cevap veren EEA basın sözcüsü Arthur Girling gazetemizle bağlantıya geçerek iddiaların doğruluk payı taşımadığını ifade etti. Gazetemiz editörlerinden Durukan Dudu’nun sorularını yanıtlayan Girling, yazarların son dakikaya kadar rapor üzerinde çalıştığını, raporun gecikmesinin EEA dışından çok sayıda uzmanın görüşünün alınmasından kaynaklandığını  ve herhangi bir çıkar grubunun baskısı nedeniyle bir gecikmebin söz konusu olmadığını söyledi. Girling, “Daha önce de benzer gecikmeler oldu mu? Rapor yazma konusunda deneyimli bir kurum olarak gecikmeyi neden engelleyemediniz?” sorusuna ise “İlk defa bu kadar kapsamlı ve geniş katılımlı bir rapor hazırladık, gecikme bu yüzden” dedi.

Öte yandan, raporun metninde Bayer şirketinin zararlı ilaçlarla ilgili görüşü yer almasına rağmen bu iddialar müteakip bölümde EEA uzmanları tarafından çürütülüyor.

Girling, konu ile ilgili orijinal haberin sahibi Le Monde gazetesine de yazdıklarını; ancak herhangi bir cevap alamadıklarını da ekledi.

 

(Yeşil Gazete)

 


Meralar özelleştirilmeli mi? – Abdullah Aysu

Meralar, ortak varlıklarımızdır, değerlerimizdir. Şirketler tarafından paraya dönüştürülebilecek kaynaklar sınıfından değildir.

Çünkü;

Hayvanlar için özgürce yaşam ve beslenme, hayvan yetiştiricileri için bedava yem sağlama alanlarıdır. Meralarda beslenen hayvanların ürünleri kapalı alanlardaki hayvanlarınkinden besin bakımından daha zengindir. Sağlıklıdır. Meralar ayrıca karbon dioksiti depolar, oksijen üretir.

Meraların belki de en önemli özelliği; ekolojik zincirin vazgeçilmezi canlılara ev sahipliği yapıyor olmasıdır.

Fakat çıkarılan 648 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ve İmar Kanununa eklenen “Ek Madde” ile ortak değer sayılabilecek meralar, ortak miras olmaktan çıkarıldı, sermaye şirketlerine sunuldu. Başka bir deyişle, meralar artık çıkarılan bu KHK ile ortak değer değil; özelleştirilebilecek.

Ancak meraları kişiselleştirmek/özelleştirmek için yasa çıkarılmadı. KHK çıkarıldı. Neden yasa değil de KHK çıkarıldı, önce ona bakalım. Sonra konumuz olan meralara tekrar döneriz.

Çıkarılacak yasanın önce tasarısı hazırlanır. Hazırlanan yasa tasarısı teklif ve gerekçeleriyle birlikte TBMM’ne sunulur. TBMM’de ilgili komisyonlarda tartışılır. Sonra TBMM Genel Kurulu’na iner ve burada kamuoyuna açık bir şekilde ele alınır. Tartışılır. Yasalaşır.

KHK’lerde işleyiş böyle değildir. KHK’ler Başbakan’ın isteği ile Bakanlar Kurulu tarafından çıkarılır. Cumhurbaşkanı’nın onayının ardından Resmi Gazete’de yayınlanır ve yasallık kazanır. Bu süreçte TBMM devre dışı bırakılır. Bilgilendirilmez. Tartışılmaz. Kimse tarafından izlen(e)mez. Kamuoyunun bilgisine sunulmadığı gibi katkısına da kapalıdır.

17.08. 2011 tarihli 648 sayılı bir KHK çıkarıldı. Bu KHK ile 3194 sayılı İmar Kanunun 27. Maddesi değiştirildi. Yapılan değişiklikle, “Köy yerleşik alan sınırı içerisinde 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu hükümleri uygulanmaz” hükmü getirildi.

Köylerde yapılacak yapılarla ilgili olarak daha önce sadece köy nüfusuna kayıtlı ve köyde sürekli oturanlar için sağlanan istisnalar yapılan değişiklikle herkese tanındı.

Özellikle kıyı şeridindeki köy yerleşim alanları ve çevreleri tarım arazilerinin özellikleri dikkate alınmaksızın tümüyle ranta açılacaktır. Bu amaçla İmar Kanunu’na Ek Madde eklendi.

İmar Kanununa eklenen “Ek Madde” ile “Mera, yaylak ve kışlakların geleneksel kullanım amacıyla geçici yerleşme yeri olarak uygun görülen kısımlarından kamu hizmetleri için gerekli olanların dışındakiler, talep sahiplerine bedeli karşılığında yirmi dokuz yıla kadar tahsis edilebilecektir.” Ayrıca “Mera, yaylak ve kışlakların turizm merkezleri ile kültür ve turizm gelişim bölgeleri kapsamında kalan kısımları, 2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanunu çerçevesinde kullanılmak ve değerlendirmek üzere Kültür ve Turizm Bakanlığına tahsis edilebilecektir.”

Eklenen maddedeki, “talep sahiplerine bedeli karşılığında 29 yıla kadar tahsis edilebilecektir” demek; meralar amaç dışı kullanıma açılacak, üzerine konut, otel, tatil köyü, golf sahası ve benzeri işletmeler kurulabilecek demektir.

Aslında meraların çoğu vasfını yitirdi. Önemli bir bölümü yaşanan savaş, sağlanamayan barış nedeniyle kullanım dışı kaldı. Esasında meralarımız kurtarılmaya muhtaçken, elde kalanın “hovardaca” kullanılması, feda edilmesi niye?

Yoksa, hayvanların özgürce beslenememesi, hayvan yetiştiricilerinin ülke ülke saman araması, ekolojinin bozulacak olması, insanlara sağlıklı besin sağlanamayacak olması Hükümet için önemli değil mi? Hükümet için olmayabilir.

Ama meralar, yurttaşlarla birlikte tüm canlılar ve ekoloji için önemli.

 

Abdullah Aysu – Özgür Gündem

Derin devletin sığ aklı – Oya Baydar

“Devlet aklı”ndan söz ederiz; kimileri yücelterek, överek, kimileri eleştirip yererek. Eskiler “hikmet-i hükûmet” ya da “hikmet-i devlet” derlerdi. Terimin bugün kullandığımız hali, yani devlet aklı, “devletin de aklı mı olurmuş”, ya da “akılsız devlet” türünden yüzeysel algılamalara ve yorumlara neden oluyor. Oysa hikmet­-i devlet kavramında, “hikmet” sözcüğünün işaret ettiği, hâkimlik, bilgelik, akıl kavramları yanında, ağırlıklı olarak “insanlar tarafından anlaşılmayan gizli amaç, sır, sıradan fanilerin akıl erdiremediği gizli neden, ilk bakışta anlaşılması güç gerçek nedenler” anlamı vardır. Fransızcadaki “raison d’état” terimi de akıldan çok devletin kendine özgü nedenleri, sırları ve amaçları anlamına gelir. Tam bu noktada, devlet aklıyla derin devlet buluşur. Başka türlü söyleyecek olursak, özünde devlet aklı derin devletin aklıdır.

Ardındaki güçlerin, azmettiricilerin bir türlü bulunamadığı cinayetlerle (örnekse: binlercesi arasından Hrant Dink cinayeti, Güneydoğu’daki faili meçhuller, Uğur Mumcu, Hablemitoğlu, Zirve, vb cinayetleri); akıl, vicdan, izan sahibi herkesi bu ülkede hukuk, adalet ve yargıdan kuşkuyla düşüren, isyan ettiren yargı kararlarıyla (örnekse: Pınar Selek davası); askerî darbeler, müdahaleleler, darbe planları, darbe davalarıyla; Susurluk, Şemdinli, geriye doğru gidecek olursak 6- 7 Eylül, 1978-79 Maraş, Sivas, Çorum, vb. katliamlarıyla ve onlarca siyasal suikastle gündemden hiç düşmeyen derin devletin aklı kimlerin aklıdır? Hangi akıl, ya da hangi nedenler ve amaçlar hepimizin kaderine hükmediyor?

 

Bazı hatırlatmalar

 

Susurluk olayı patlak verdiğinde, Türkiye’nin şahit olduğu en kitlesel, en etkili yurttaş eylemi olan o unutulmaz “sürekli aydınlık için bir dakika karanlık” günlerinde, devletin derinliklerindeki suç örgütlerine ulaşabileceğimizi, derinlerin temizlenebileceğini sanmış, umutlanmıştık. Derin devleti, bir takım uğursuz kişilerden oluşan gizli bir odak olarak görüyorduk, ulaşılabileceğini sanıyorduk. Bir dakika karanlık eylemi bütün amacından ve anlamından koparılarak kendisini tehdit altında gören, deşifre olacağını düşünen derin devletin başarılı manipülasyonuyla, zamanın iktidarına karşı protestoya dönüştürüldüğünde, (böyle algılanması tezgâhlandığında) heyecanımızla birlikte umutlarımız da söndü, söndürüldü. Aradan yıllar geçti, Şemdinli olayları sırasında bölgeye gittiğimizde, yöre insanları umutla şöyle diyorlardı: “Canavarı kuyruğundan yakaladık, şimdi hep birlikte asılalım, gövdesini, başını ortaya çıkaralım”. Başaramadık, canavar derinlerdeydi ve o derinlerdeki güç, yani canavarın ta kendisi, bizleri toprağın altına çekmeye çalışıyordu. On yıl önce, Mersin’de bayrak yakma provokasyonu ile başlayan, Agos davaları ve Hrant Dink’in öldürülmesiyle süren, müdahaleci-ulusalcı yükselişi körüklemek için adım adım tırmandırılan, toplumu düşman cephelere ayıran, bayrak mitingleri destekli bir dizi darbe planının gündemde olduğu, nihayetinde Ergenekon, Balyoz, vb. davalarına varan süreç derin devlete göndermeler yapıyordu. Yine de, aslında nedir derin devlet, gerçekten var mıdır, varsa kimlerin güdümündedir, bilmiyorduk; hâlâ da bilmiyoruz. Çoğu zaman çözemediğimiz melanetleri, cinayetleri derin devlete yükleyip rahatlıyoruz.

 

Derin devlet bir zihniyettir

 

Süleyman Demirel’e derin devleti sorduklarında, “Ben hiç öyle bir şey görmedim, derin devlet falan yoktur, derin devlet askerdir” diyor. “Derin devleti görmek için zihninizin aynasına bakınız Sayın Demirel” demek geliyor içimden. Demirel’den rahmetli Rauf Denktaş’a, kod adı Mehmet Ağar’dan bol yıldızlı bazı  komutanlara, en güçlü sermaye gruplarının kimi CEO’larından ağır abi kimi diplomatlara, yüksek yargıçlardan ya da akademisyenlerden birilerine,  işadamı sayılan mafya babalarına, daha kim bilir kimlere uzanan bir yapı var mı, yok mu? Kimileri isim isim sayarak var derler, ben bilemem. Bildiğim şey: bu yapının tümünden süzülüp çıkan, daha doğrusu o adsız çekirdeğin genetik bir kod olarak taşıdığı ve topluma püskürttüğü bir zihniyetin varlığı. Bu zihniyeti “devletin bekası” ve bu bekayı sağlamak için her türlü aracın meşruiyeti olarak özetleyebiliriz. Tabii ki devletin bekasından kast edilen aslında muktedirlerin ideolojilerinin ve çıkarlarının bekasıdır. Devlet aklı bu çıkarlara ve ideolojik konuşlanmalara göre biçimlenir. İttihat Terakki’den başlayarak Türk ulus devletinin kuruluş sürecindeki ordu-asker ağırlığı Kemalist ideolojiyle de perçinlenerek derin devlette ve devlet aklında askeri öne çıkarmışsa da, Demirel’in “derin devlet askerdir” önermesi gerçeğin sadece bir bölümüdür. Söz konusu derin zihniyet Demirelgilleri, Ağargilleri, Evrengilleri, bu zihniyetle mücadele ettiklerini sanan iktidarın yeni sahiplerini, siyasetleri, cemaatleri kuşatarak devlet ve siyaset sınıflarını dün olduğu gibi bugün de etkilemektedir.

Kod adı Ergenekon olan çeteler, asker-sivil Susurlukçular, cumhurbaşkanlarına kadar yönelen suikastlerin, faili meçhullerin tetikçileri, kontrgerilla ya da Seferberlik Tetkik Kurulu, ya da Özel Harp Dairesi, ya da, ya da…bir sürü gizli ve karanlık yapı, kimi zaman doğrudan üstlerden gelen emirle kimi zaman kısmen bağımsızlaşarak o aklın gösterdiği doğrultuda destabilizasyona (kargaşa yaratmaya), kitlelerin psikolojik manipülasyonuna (psikolojik harekât) yönelik operasyonlar yaparlar. Amaç, “iç düşmanların” tehditi altında görülen devletin bekasını sağlamaktır.

Başta yaşama hakkı olmak üzere bireyin/yurttaşın hak ve özgürlüklerine kasteden, adaleti, hukuğu ayaklar altına alan, ayrımcılığı körükleyen, darbelerden ve gereğinde cinayetlerden kaçınmayan bu devlet aklı, demokratik gelişmesini tamamlayamamış biat kültüründen gelen toplumlarda büsbütün mutlakçı ve gaddardır. Türkiye gibi siyasî-kültürel geleneğinin prangasından kurtulmakta zorlanan, biçimsel olarak benimsediği demokrasiyi içselleştirmekte güçlük çeken ülkelerde yurttaşın, yani birey insanın bekası (varlığı ve yaşaması) devletin bekasına her zaman feda edilir. Günümüz AKP iktidarında da gördüğümüz gibi siyasete yeni kadrolar hâkim olup devlet büyük ölçüde el değiştirse de o derin zihniyet  “devlet aklı” olarak varlığını korur. AKP’nin Ankaralılaşması, ya da devletleşmesi denilen olgu aslında budur.

 

Derin Devlete Neden ulaşılmaz?

 

Ergenekon’dan Balyoz’a, Hrant Dink cinayeti davasından, mış gibi yapılıp görülemeyen 12 Eylül davasına, faili meçhul davalarından Diyarbakır’a, vb., vb. bir fon müziği gibi sürekli adı geçen derin devlete bir türlü varılamamasının, bir türlü açığa çıkarılamamasının, bu konudaki isteksizliğin ve niyetsizliğin nedeni, derin zihniyetin yasama, yürütme ve yargıdaki egemenliğidir. Eskiler yeniler, dünküler bugünküler hepsi, siyasi kesimler ve muktedirler hep aynı zihniyetin, aynı devlet aklının parçası olarak biraz derin devlettir. Yargıç ve savcılara yönelik bir araştırmada, devletle hukuk (adalet) arasında seçme yapmak zorunda kalsanız hangisini tercih ederdiniz sorusuna yüzde 60’ı aşan oranlarda “devlet” cevabının verilmesi yeterli göstergedir.

Derin devlete ulaşmak ancak bu zihniyete dokunmakla, onu değiştirmekle olur. Devlet yüceltmesinden kurtulup devletin birey yurttaşların haklarını ve huzurlarını sağlayıp korumakla yükümlü bir aygıt, bir hizmetkâr olduğunun anlaşılıp içe sindirilmesiyle olur. Dahası derin devlet aklının dayandığı  tehdit ve düşman algısından, “devlet gerekli durumlarda rutin dışına çıkabilir” anlayışından, devlet kutsamasına dayanan kof hamasetten kurtulmakla olur. Devletin bekası değil yurttaşın hak ve özgürlüğünün bekası diye düşünebilmekle olur. Derin zihniyet değişmeden derin devlete ulaşılamaz. Derin devlet, aslında son derece sığ olan devlet aklının, devlet zihniyetinin kristalise olmuş halidir. İktidarlar, ideolojik tercihler ve kadrolar da değişse, “derin akıl” yeni gelenler tarafından devletin bekası odaklı aynı zihniyetle kurgulandıkça tehdit ve düşman tanımı değişerek aynen sürer gider.

Yaşadığımız güçlüklerin, çözümsüzlüklerin, hukuksuzlukların temelinde bunları içimize sindirememenin ve zihniyeti değiştirememenin olduğunu düşünüyorum ben. Derin zihniyeti nasıl değiştireceğiz, derin devletin sığ aklını nasıl yeneceğiz ve derinin karanlıklarını nasıl aydınlatacağız sorularının cevabı bu yazıyı da beni de aşıyor. Şu kadarını söylemek mümkün: Demokrasiyi sabırla, cesaretle, ilmek ilmek örerek; derin zihniyetin ürünü olan tarihsel suçlarımızla yüzleşme cesaretini göstererek; cepheleşme yerine hak ve özgürlükler için, barış ve adalet için buluşma adımları atarak ve kutsal devlet mitini aşıp devletin bekası ezberini hür insanın bekası amacıyla değiştirerek…

Oya Baydar -www.t24.com.tr

 

Fransa ışıltılı gecelere veda ediyor

Temmuz’da yürürlüğe girecek yasayla birlikte Fransa’da tüm iş yerleri gece karanlığa bürünecek.

Fransa’da bundan böyle mağazalar ve ofis binaları enerjiden tasarruf etmek ve ışıklar nedeniyle oluşan görüntü kirliliğine son vermek için ışıklarını geceleri kapatmak zorunda kalacak.

Fransa Çevre Bakanlığı’ndan yapılan açıklamaya göre, 1 Temmuz itibariyle yürürlüğe girecek yasal uygulamayla birlikte çalışan en son kişinin binayı terk etmesinden en geç bir saat sonra ışıklar kapatılacak. Mağaza ya da dükkanlarda da vitrin ve dış aydınlatmaların en geç saat 01.00 itibariyle kapatılması gerekecek. Uygulamadan, konutlar muaf tutulacak.

Yerel yetkililer, Noel aydınlatmalarına ve istisnai günlerde mağaza ve ofis ışıklandırmalarına izin verebilecek.

Yeni yasanın uygulamaya girmesi sonrasında yılda 2 terawatt saat tasarruf sağlanacağını bildiren bakanlık yetkilileri, bunun yaklaşık 750 bin hanenin yıllık tüketimine eşdeğer olduğuna dikkat çekti.

Çevre Bakanı Delphine Batho, uygulamayla Fransa’da ekosisteme zarar veren, insanların uyku düzenlerini bozan ışık kirliliğinin de önüne geçeceklerini vurgulayarak, Avrupa’da bu konuda öncü olacaklarının altını çizdi.

(DW)

KCK’da ilk Kürtçe savunma yapıldı

PKK’nın üst yapılanması KCK’ya ilişkin görülen davada Kürtçe tercüman görev yaptı.

Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşmada, tutuklu 108 sanıktan 29 sanık hazır bulundu.

Sanıklardan Ali Şimşek ile ilgili delillerin okunmasına geçilmeden önce söz alan sanık avukatı Mehmet Emin Aktar, ana dilde savunma ile ilgili yasanın dün akşam Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından onaylandığını belirterek, ”Yasa yürürlüğe girdi. Müvekkillerimiz daha önce sorguda ve iddianamenin okunması sırasında suçlamalara karşı savunma yapamamıştı. Hem sorgu, hem de iddianameye karşı tercüman atanmasını talep ediyoruz” dedi.

Mahkeme başkanı da sanıkların kendi tercümanlarını hazır bulundurmasını gerektiğini ifade ederek, ”Tercümanınız var mı?” diye sordu.

Sanık avukatı verilecek arada tercümanı hazır edeceklerini belirtmesi üzerine mahkeme duruşmaya ara verdi. Verilen aradan sonra sanığın tercümanı olarak emekli öğretmen Burhan Zorooğlu hazır edildi. Mahkeme başkanı, yeni çıkan yasayı okuduktan sonra tercümanın kimlik tespiti yapıldı.

Zorooğlu’na tercüman yemini yaptırıldıktan sonra duruşmaya devam edildi.

Sanık Şimşek’in yaptığı Kürtçe savunma Zorooğlu tarafından tercüme edildi.

(CNNTürk)

Çiftçi Eğitim Toplantıları devam ediyor

Tohum Takas Ağı Projesi kapsamında 2013’ün ilk çiftçi eğitim toplantısı 22-24 Ocak tarihlerinde, Yalova Atatürk Bahçe Kültürleri Araştırma Merkez Enstitüsü’nde gerçekleştirildi.
Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği’nin yürüttüğü projenin ikinci döneminde gerçekleştirilen ilk büyük çiftçi toplantısı olma özelliğini da taşıyan etkinliğe, Türkiye’nin farklı bölgelerinden 39 çiftçi ve yerli tohum sevdalısı katıldı. Tohum Takas Ağı projesine bağışlarıyla can suyunu veren Adım Adım koşucularından Altan Deresoy da toplantıya hem bir yerli tohum sevdalısı olarak, hem de gözlemci olarak katıldı
Katılımcılar tarafından “çok verimli geçtiği”  ifade edilen toplantının ilk oturumunda, aralarında Ege Üniversitesi’nden Prof. Dr. Tayfun Özkaya’nın da bulunduğu uzmanlar tarafından Türkiye’de ve dünyada tarımsal yapının gidişatı konusunda sunumlar ve bunları izleyen tartışmalar yapıldı. Yine aynı oturumda, Kars’tan Boğatepe Derneği, Ankara’dan Doğal Besin ve Bilinçli Beslenme ve Çanakkale’den Ekolojik Yaşam ve Beslenme girişimlerinden üretici ve tüketici kooperatifleri, yerli tohumla ziraat ve toplum destekli tarım gibi örnek uygulamalar gerçekleştiren grupların sunumlarına da yer verildi.
Toplantının ikinci oturumunda ise, Buğday Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Güneşin Aydemir ve eş-müdürü ve %100 Ekolojik Pazarlar Koordinatörü Batur Şehirlioğlu tarafından yerli tohumun önemi ve getirdiği çözümlerle Buğday Derneği’nin konuya bakış açısını yansıtan sunumlar yapıldı, bunları izleyen tartışma oturumları gerçekleştirildi.
Toplantının üçüncü oturumunda, Yalova Atatürk Bahçe Kültürleri Araştırma Merkez Enstitüsü’nden Dr. Gülay Beşirli tarafından tohum ekimi, izolasyon ve hasat konularında,  5 saat süren ve katılımcılardan tam not alan son derece kapsamlı bir eğitim gerçekleştirildi.
Toplantının dördüncü ve son oturumunda ise, Tohum Takas Ağı’nın yeni dönemi için geliştirilen 3 paydaşlı model, Tohum Takas Ağı Koordinatörü Durukan Dudu tarafından anlatıldı. Bunun ardından, yine bu modelle birlikte geliştirilen çevrimiçi veritabanı ve kullanılış biçimi, Buğday Derneği Bilişim Danışmanı Mehmet Gürmen tarafından aktarıldı.
Perşembe öğle yemeğiyle biten eğitim toplantısının ardından, Buğday ailesi ve Tohum Takas Ağı’na üye uzman çiftçilerden oluşan “Tohum Takas Ağı Yönlendirme Komitesi” toplantısı gerçekleştirildi. Projenin önümüzdeki aylarıyla ilgili stratejik kararların alındığı toplantının heyecan verici sonuçlarının “meyvelerinin” yakın zamanda toplanmaya başlanması düşünülüyor.

(Yeşil Gazete)