Ana Sayfa Blog Sayfa 4425

Toplumsal hareketler sosyal medyayı neden görmezden gelmeli? ~2

Newrepublic.com yazarlarından Evgeny Morozov‘un, Steven Johnson‘un“Kusursuz Gelecek: Ağlarla örülmüş bir çağda ilerleme üzerine” adlı kitabı hakkında yazdığı değerlendirme yazısını, Yeşil Gazete

Evgeny Morozov

gönüllü çevirmenlerinden Gizem Eymirlioğlu‘nun çevirisiyle parçalar halinde sunuyoruz.

 

Yazının birinci bölümü için tıklayınız


***

Wikipedianın işe yaraması gibi bir mucizey varken, etrafımızdaki dünyayı nasıl geliştirmeyelim ki? Johnson şevkle devam ediyor, “Wikipedia sadece bir başlangıç. Onun başarısından öğrendiğimiz dersler ile eğitim, yönetişim, sağlık, yerel toplum ve insanı ilgilendiren diğer bir çok alanda karşımıza çıkan sorunlarımızı çözme yolunda yeni sistemler yaratabiliriz.” Wikipedia gibi projeler internetin mantığının dünyayı yönetmenin doğru yolu olduğunun sadece bir göstergesi; kurum ve uygulamalarımızı buna göre düzelttiğimizde en ümitsiz sandığımız sorunlarımızı bile çözebiliriz.

Johnson’a göre internet bir çözüm değil ama çözüm hakkında düşünmek için faydalı bir yöntem. “İnterneti hayatımızı iyileştirmek için doğrudan kullanabiliriz ancak internetin nasıl kurulduğundan bir ders çıkarıp bu prensipleri şehirlerin, hükümetlerin işleyişlerini veya eğitimi iyileştirmek için de kullanabiliriz.” Ancak bu nasıl bir çözümdür? Johnson aslında gizli bir liberal midir? Günün sonunda savunduğu devleti küçültmek, masraflı reform çabalarını yere vurmak ve bunların yerine Wikipedia modeline dayanan tabandan tepeye çözümler sunmak değil midir? Bu eleştiriden de kendi ideolojisi olan “akran ilericiliği” ileri sürerek şu şekilde kaçıyor: devlet büyük kalmalı ve reform gündemini hayatta tutmalı ve aynı zamanda bürokratlar da yeni, internetle uyumlu bir vizyona sahip olmalı ve kalabalıklar ve ağların bireylerden daha zeki olabileceğini her daim akıllarında bulundurmalılar.

Bu bağlamda Johnson yaratıcı sektördekilerin destekçilerinden para kazanabileceği çevrimiçi bir platform olan Kickstarter’in yatay yaklaşımını, National Endowment for the Arts (NEA)’nın tepeden inme yaklaşımıyla karşılaştırıyor. Kickstarter’ın 2012’de NEA’nın yıllık bütçesinden daha fazla para kazandığını göz önünde bulundurarak Johnson NEA’dan nemalanmaktan ziyade nasıl daha çok Kickstarter’a benzetebileceğimizi sorgular. Aynı prensipleri diğer yerlerde de uygulayabiliriz: Johnson hükümetleri “internetin tasarımını oluşturan temel prensipler komşuların, sanatçıların, ilaç şirketlerinin, ebeveynlerin ve okulların karşılaşmakta olduğu sorunları aşmak için nasıl kullanılabilir?” diye düşünmeye sevk ediyor.

Özetle Johnson’ın argümanı şudur: internetten evvel kurumlarımız Wikipedia ve Kickstarter gibi katılımcı, adem-i merkezci ve lidersiz olamazdı. Bugün olabilirler ve zaten olmalılar da. “İnternetten önce Kickstarter ve Wikipedia yoktu çünkü bu kadar insanı biraraya getirmenin organizasyonel masrafı bir engel taşıyordu.” Şimdi ise masraflar azaldı, dolayısıyla hiyerarşilerin hiç bir anlamı kalmadı.

Johnson bu kadar siyasi felsefeden bahsedip de en temel felsefi soruları sormak için hiçbir çaba sarfetmiyor. Peki ya Wikipedia öncesinde demokratik katılımın önündeki engeller yüksek iletişim masraflarından değil de, popülizmi ve işbirliğini kökünden kazımak veya uzmanların karar alma sürecinin korunmak istenmesinden kaynaklıysa?[1]. Bir diğer deyişle, eğer bazı kamu kurumlarının geniş katılımcılıktan çekinmelerinin sebebinin erişim ve iletişim kolaylığı ile alakası yoksa, internet varolmayan bir soruna çözüm getirmiş olmuyor mu?

Bu bariz soru üzerinde Johnson’un neden hiç kafa yormadığını anlamak için kendisinin tüm siyasi kavgalarının çıkış noktasını –mekansal anlamda- bulmak faydalı olacaktır. Johnson’un analizini yapmayı tercih ettiği seviye şehir seviyesi; kendisi ulus-devlet veya uluslararası sistemden pek az bahsediyor. “Akran ilericiliği”nin örneği olarak en çok New York’taki 311 çağrı merkezinin örneğini veriyor; bu numarayı arayan kişi şehir hakkındaki herhangi bir konuyu canlı olarak görüşüp ilgili kaynağa yönlendirilebiliyor, bir de herhangi birinin mahallesinde acil olmayan herhangi bir sorunu bildirdiği SeeClickFix girişiminin örneğini veriyor. Her ikisi de yozlaşmakta olan kentsel altyapıyı iyileştirici veya başa çıkmaya yardımcı örnekler.

 

Kitle kaynaklı dış politika?


“Kony 2012” kampanyası dünya çapında genç kitlelerin ilgisini çekti.

 

Bilgi birikimi ve yayılması birçok soruna çözüm getirecektir elbette ki, ancak bu sorunlar epey tuhaf kalıyor. Mesela uç bir örnek olarak Washington’un Suriye’ye müdahalede isteksizliğini bilgi eksizliğine dayandırabilir miyiz? Bu acaba bilgi eksikliğinden mi yoksa prensip eksikliğinden mi kaynaklanan bir durumdur? Kickstarter’ın katılımcı mantığını National Endowment for Democracy ya da Dışişleri Bakanlığı politika planlama merkezi çalışanlarına yaymak demokrasiyi geliştirecek midir? Ya da Joseph Kony’nin popülist bir hareketle aranmasına mı sebep olacaktır?[2] Katılımcılığın önündeki engelleri kaldırmak Kaliforniya eyaletindeki sandık girişimlerinin çoğaltılması gibi, aynı zamanda sistemi de felç etmez mi?

Birçok siyasi kurum sürekli bilgi eksikliğinden kaynaklanmayan sorunlarla karşılaşmakta. Johnson’un şehir takıntısı onu hatalı olarak birçok sorunun kolayca telafi edilebilecek bir bilgi eksikliğinden kaynaklandığı sonucuna ulaştırıyor. Şehir seviyesinde bile bazı sorunların kaynağının çakışan çıkarlar olduğundan ve bu sorunların hiçbir zaman çözülemeden sadece pazarlık sonucu bastırılabilmesinden hiç bahsetmiyor. Johnson’un dünyası tarihin sona erdiği ve siyasetin sadece çukurları kapattığı ve patent başvurularını değerlendirilmesinden ibaret, post-ideolojik bir dünya. Palo Alto’yu düşünün, ama doğusunu değil. Bu senaryoda tek şer bilgiyi kolayca erişilebilen dijital formatta yayınlamayan uyuşuk bürokratlardan geliyor.

311 ve SeeClickFix gibi projelere çok az kişi muhalefet ediyor. Hem kim sorunların bildirilmesinin daha hızlı ve efektif bir yöntemine itiraz eder ki? Ancak Johnson’un “akran ilericiliği” konusunda vermeyi en sevdiği örneklerden bir diğeri olan katılımcı bütçeleme hiç de böyle değil. Bir hevesle tüm dünyaya yayılan katılımcı bütçelme Brezilya’nın Porto Alegre şehrinde başlayan bir reform çabası olup, temel prensibi yerel halkın bütçenin nasıl harcandığında bir sözü olmasıdır. Katılımcı bütçeleme 311’den çok ama çok daha tartışmalı ve çekişmeli bir süreç olup gücü seçilmiş ve seçilmemiş belediye yetkililerinden, ve yozlaşmış memurlarla aralarındaki bağları sıkı tutan gayri menkul müteahhitleri ve şehir planlamacılarından alıp daha önce marjinalize olmuş bir gruba, yani vatandaşa kaydırıyor.

Johnson’un dünyasında bu güç kaymaları gayet pürüzsüz bir şekilde gerçekleşiyor. Bunun neden olduğunu da anlamak zor değil: siyaset üzerine internet-merkezci teorisi sığ kalıyor. Hatırlayın, Wikipedia herkesin katılabileceği bir site. Böylece Johnson parlak reform fikirlerini lanse ettiği bu ortamın perde arkasında yer alan güç koşullarının ve eşitsizliklerin açıklamasını yapamıyor.[3] Bu perde arkasındaki şartları hesaba katınca adem-i merkeziyetçiliği ve katılımcılığı artırmanın cazipliği daha da azalıyor. Güçlendirmenin karışık geçmişi Wikipedia’dan bile rahatça öğrenilebilir, evet herkes yazıları düzenleyebilir ama Wikipedia içerisindeki güç kavgaları ve siyasi odakların da düzenlemeler üzerindeki ağırlığını herkes göremez

 

Devamı yarın…

 

Yeşil Gazete için çeviren: Gizem Eymirlioğu

Editör: Durukan Dudu

(NewRepublic.com, Yeşil Gazete)



[1] Siyaset filozofu Joshua Cohen tarafından yazılmış olan bu yazıda katılımcılığın ve danışmanın arasındaki gerilimi çok iyi anlatan bir bölüm bulunmakta; burada yazar daha fazla katılımın neden her zaman daha fazla danışmaya yol açmayacağını anlatıyor.

[2] Journal of Human Rights Practice dergisinin bu sayısı Kony2012 fenomeni ve bunun insane haklar aktivizmi için ne anlama geldiği hakkında birkaç ilginç perspektif sunuyor.

[3] Cohen ve Rogers tarafından yazılmış bu deneme, güç ilişkilerinin ve eşitsizliklerin gözünden katılımcılığı ve danışmayı artırma ihtiyacının altını çok iyi çiziyor.

 

 

Geldi Drogba Gitti Lindsay Whalen, Galatasaray nereye koşuyor?

Galatasaray Spor Kulübü futbol branşında yaşadığı olumlu gelişmeler ile dünya spor medyasının bile ilgisini çekerken basketbol branşında yaşanan son gelişmeler kafaların karışmasına yol açtı. Futbolda devre arası transferi döneminde iki dünya yıldızı Hollandalı Wesley Sneijder ile Fildişi Sahilinden Didier Drogba’yı yüksek bedelli kontratlara imza atarak bünyesine katan Sarı Kırmızılılar önce kadın basketbol şubesindeki ABD’li basketbolcu Lindsay Whalen’in sözleşmesini feshederek Fransa’ya gitmesinin hemen ardından erkek basketbol takımındaki yabancı basketbolcuların alacaklarını tahsil etmek amacıyla kulübe ihtar çekmesinin şokunu yaşadı. Şimdi herkes aynı soruyu soruyor: Galatasaray nereye koşuyor?

Galatasaraylı yöneticiden yüzkızartıcı açıklama

Lindsay Whalen’in 3 aydır kendisine ödeme yapılmaması nedeniyle sözleşmesini feshederek Fransa’ya gitmesinin arkasındaki sır perdesi henüz çözülmemiş iken 11 Şubat (dün) tarihli Milliyet Gazetesi’nin internet üzerinden yayın yapan Skorer.Milliyet.com adlı spor haberleri aktaran sitesinde Nevzat Dindar imzası ile yayınlanan haber mideleri bulandırdı.

Dindar’ın adını belirtmediği Galatasaraylı yöneticiye dayanarak verdiği habere göre Whalen’in takımdan ayrılması konusunu yönetim kurulunda görüşen Galatasaraylı yöneticiler ABD’li basketbolcunun kulüpten ilişiğini kesmesinin ardında yatan asıl nedenin cinsel tercihleri olduğu sonucuna vardılar.

Galatasaray Spor Kulübünden haber ile ilgili henüz resmi bir açıklama ile yalanlama gelmemiş olması Dindar’ın haberinde aktarılanların doğru olduğu kanısını uyandırıyor. Bundan önceki süreçte Galatasaray, takım ile ilgili her türlü asılsız olduğunu iddia ettikleri haberi resmi sitesi www.galatasaray.org üzerinden çok hızlı bir biçimde yalanlamıştı.

Milliyet Gazetesi muhabiri Nevzat Dindar’ın da ilgili yöneticinin adını basın ilkeleri ve insan hakları adına vakit geçirmeden açıklaması bekleniyor. Bir insanın cinsel kimliği, cinsel yönelimi yalnızca kendisini ilgilendirir. Uluslarası alanda uzun yıllar en yüksek düzeyde sportif müsabakalarda yer almış  bir sporcunun hem hakettiği ücreti kendisine taahhüt edilen zamanda ödememek; bir de üstüne sporcunun cinsel yönelimi hakkında ipe sapa gelmez bilgileri gazetelere sızdırmak sureti ile sporcunun imajını zedeleme yoluna gitmek ancak bir spor kulübünün adını lekelemeye hizmet eder. Galatasaray’ın da konu ile ilgili gerekli açıklamaları bir an önce yapması bekleniyor.

(Yeşil Gazete)

AKP- Ufuk Uras

2000’li yıllara damgasını vuran bu parti, günlük yaşantımızı da tayin eder hale geldi. AKP’nin performansını değerlendirmede sağlıklı analizlere ihtiyaç var, eğer alternatifini yaratmak istiyorsak tabi. Tek başına küfürnamelerle yetinmek belki piskolojik ihtiyaçları giderebiliyor, ama toplumsal ihtiyaçların ayak bağı olabiliyor.

İktidar olduğu günden beri ülkenin birçok yerinde “AKP’ye karşı sol seçenek” etkinlikleri düzenledik, ama başarılı olduğumuzu söyleyemeyeceğim. Genel dengeleri değiştiremedikten sonra ufak tefek adımların ikna edici bir yanı da olmuyor. Benzer durumda olduğu halde mutlulukla küçük yaşamlarını sürdürebilen yapıları da şaşkınlıkla izliyorum.

Ana muhalefet partisinin yanlış muhalefet stratejisinin üzerinde sıkça durmamızın en önemli nedeni de iktidara güç katmaktan başka bir misyona sahip olmamasıdır.

Özgürlükçü sol çizgiye özgürlükçü marksist bir çerçeveden katkı sunmaya çabalarken, düzen ve rejime karşı anlamlı bir alternatifin ancak bu zeminde üretilebileceği kanaatindeyim. Kendi müktesebatımız içinde demokratikleşmeden yana tutum almamızın yanı sıra, AKP’nin sınıfsal  tercihlerine karşı emek eksenli bir hat izlememizin de sonuç getirmediğini gördük.

Sorun zaten daha fazla çalışma ya da inanç sahibi olmak gibi niceliksel meselelerden çok, itiraz ettiğimize karşı ne önerdiğimiz ve önerdiğimizin inandırıcı olup olmadığı meselesinde düğümleniyor.

Marx’ın yorumlamaktan çok değiştirmeyi esas alan yönelimi doğru olsa da, olan biteni anlamadan değiştirme gayretlerinin nafile olduğunu hayat bizlere gösteriyor.

Düzen ve rejim eleştirisi içinde AKP’yi bir yere oturtmak yerine, genel bağlamdan koparılarak AKP ile yatıp AKP ile kalkma hali tercih edildi, ama yine sonuç alınamadı. Zamanında oligarşi gibi kavramlarla siyasi tahlil yapanların bugün dilleri tutuldu, hafızaları kilitlendi ve tahlillerini AKP’ye kadar daralttılar.

Hatta AKP’ye karşı ulus devleti savunmaya kadar işi vardıranlar oldu. Oysa ki bizlerin 70’li yıllarda ulus devlet gibi bize ait olmayan ve devletin sınıfsal niteliğini gizleyen kavramlarla da işimiz olmazdı.

Ama küreselleşmeye karşı negatif tepkinin kod adı olan milliyetçilik/ulusalcılık rüzgarı ortalığı kasıp kavurdu. Hayata  küskün ve kırgın olmak kimseyi otomatik olarak muhalif kılmıyor.

Analizlerin aktüel bir eylem planı olmadığı durumlarda, siyaset dışı kalıp radikal bir politik dille bunu gizlemeye yeltenenler bile oldu.

AKP merkeze tepki oylarını alırken, merkezi yeniden tarif ederek merkeze oturduğu bir zeminde, merkeze tepki oylarına da halen seslenebilmesi, ne denli hegemonik bir güç olduğunu kanıtlıyor.

Bu hegemonya, otoriterizmi de besliyor; siyasetin alanını daraltarak, siyaseti siyaset tekniklerine indirgeyerek krizler karşısında kendilerini yeniden üretebilip, farklı sınıfsal ve sosyal çıkarları kendilerine eklemleyebiliyorlar.

Kendi geleneği içinde Refah partisi sürecinden koparak kendini yenileyen bu parti, küreselleşme ve AB karşıtı bir hattan, küreselleşmeci ve AB’den yana pragmatik, modern muhafazakar bir neoliberal özne yaratabildi.

Solda ise maalesef milli görüş çizgisinin muadili CHP geleneğinden kopmak bir yana, bu çabalar AKP solu şeklinde karikatürleştirildi ve yaftalandı. Halbuki, solun ihtiyaçları doğrultusunda kendi tarzında yenilenmeyi gerçekleştirmeden AKP alternatifi olunamayacağını gösteren, doğumunda hemşirenin elinden düşmemiş olan her yurttaşın anlayabileceği netlikte bir fotoğraf var karşımızda.

AKP ne yapıyorsa tersini yapan bir mekanik siyaset anlayışı karşısında, devrimci siyaset düzeni ve reijimi dönüştürme perspektifiyle bir karşı hegemonya oluşturmak zorundadır.

Tam da bu yüzden HDK, barış için müzakere sürecinde eşitlikçi bir yaklaşım öneren kampanyasıyla işte bunu yaparak, istemezük siyaseti yerine, ne istediğini tok bir şekilde toplumla paylaşarak anlatan bir hatta ilerleyerek, AKP’nin devletçi refleksine karşı, toplum merkezli bir yanıt ve katkı sunmaktadır.

Bayar başbakan olunca, Atatürk’ün “Orduya, dış ve içişlerine karışma, gerisiyle ilgilenebilirsin”, tavsiyesinde özetlenen bu devlet refleksiyle yolun sonuna varılmıştır.

Öcalan ile görüşmelerin bundan sonraki adımı, toplumsal siyasi öznelerin sürece katılarak aşağıdan yukarı bir dönüşüm hamlesi gerçekleştirmeleridir. Herkes bu çabası oranında geleceğin belirlenmesinde pay sahibi olma onurunu taşıyacaktır. Yerel seçimler öncesi bilinmeli ki, olan biteni uzaktan izleyenleri, kestaneyi ocaktan başkası alsın, ben sonuçlarından yararlanayım diyenleri, barış köprüsü öncesi son çıkıştan sıvışmayı tercih edenleri, tarih de yurttaş da affetmeyecektir.

 

Ufuk Uras – Özgür Gündem

14 Şubat sevgililer değil, kadınların yükselişi günü

14 Şubat yarından itibaren ticarileşen sevgililer günü olarak değil, “Kadınların yükseliş günü” olarak anılmaya başlayacak. Tüm dünyada “1 milyar kadın yükseliyor” temasıyla gerçekleşecek olan ve kadınların kent merkezlerinde dans ederek kutlayacağı etkinlikler Türkiye’de çeşitli merkezlerde gerçekleşecek.

ADANA

Yer: Uğur Mumcu Meydanı
Saat : 12.30

ANKARA

Yer : Karanfil Sokak
Saat : 12.oo

ANTALYA

Yer : Cumhuriyet Meydanı
Saat: 12.00

BURSA

Yer : Korupark AVM
Saat : 18.00

ESKİŞEHİR

Yer : Zübeyde Hanım Kültür Merkezi
Saat:14.oo

ESKİŞEHİR

Yer : Adalar Mevkii
Saat:12.30

DİYARBAKIR

Yer : Ninova AVM
Saat : 16.00

HATAY

Yer : Antakya Belediye Parkı
Saat : 12.15

MERSİN

Yer : Forum AVM
Saat : 13.oo

ÇANAKKALE

Yer : Morabbin parkı
Saat : 12.oo

İZMİR

Yer : Saat Kulesi – Konak Meydanı
Saat : 12.oo

Hareketin genel facebook sayfası:

https://www.facebook.com/events/173253909487099/

-Yeşil Gazete-

Yenilenebilir enerji kaynakları ucuzlayarak, yaygınlık kazanıyor

Avrupa Fotovoltaik Endüstrisi Derneği’nden yapılan açıklamaya göre, 2012 yılında dünya genelinde güneş enerjisi kullanımı kapasitesi 101 gigavata yükseldi.

2012 yılında 30 gigavatlık artışın görüldüğü güneş enerjisi kapasitesinde, 13 gigavatlık artışın da Avrupa dışında görülüyor oluşu büyük süpriz olarak nitelendirildi. Bu oran 2011 yılında 8 gigavattı.

Rüzgar enerjisinde görülen artış da, güneş enerjisini aratmaz nitelikte. Küresel Rüzgar Enerjisi Konseyi tarafından yapılan açıklamaya göre, 2011 yılında 238 gigavatlık kapasiteye sahip olan rüzgar enerjisi, 44 gigavatlık bir artışla, 282 gigavattlık bir kapasiteye erişti.

Fosil Yakıtlardan daha ucuz bir enerji mümkün

Bloomberg Yeni Enerji Finasmanı Kurumu tarafından yapılan yeni bir araştırmaya göre ise, yenilenebilir enerjilerin kömür ve doğalgaz gibi  fosil yakıtlardan daha ucuz olduğu ortaya çıktı.

Dünya genelinde gerçekleştirilen araştırmanın, dünyanın en büyük kömür ihracatçısı Avusturalya’da yapılan bölümü ise bu astronomik farkı gözler önüne seriyor. Kömür enerjisinin kilovat başına 143 Avustralya dolarına, doğalgazın maliyeti kilovat başına 116 australya dolarına denk düşerken, rüzgar tribünlerinin maliyeti ise kilovat başına sadece 80 Avustralya dolarına denk düşüyor.

Türkiye’de bir ilk!

Türkiye’de ilk defa, güneş enerji sistemi ile üretilen elektrik, şehir şebekesinde kullanılmaya başlandı. Bursa’da özel bir şirket tarafından güneş enerjisinden üretilen elektrik şehir şebekesine dahil edildi.

Maliyeti 350 bin Lira olan sistemin kendini 7,5-8 senede amorti etmesi bekleniyor.

(Yeşil Gazete, TRT)

 

Güreş artık olimpik spor değil

Olimpiyat oyunlarında Türkiye’nin en fazla madalyayı elde ettiği branş olan Güreş, 2020 olimpiyatları için programdan kaldırılması planlanan 8 spor branşının arasına katıldı. Mayıs ayında Rusya’daki toplantıda diğer yedi spor branşı ile birlikte Güreş’in de temsilcileri kendi branşlarının neden olimpiyatlarda yer alması gerektiği hakkında Olimpiyat Komitesi’ne yönelik bir sunum gerçekleştirecekler. Sunumlar sonucunda bu 8 spor branşından sadece birisine olimpiyat izni çıkacak. Güreş ile birlikte elemede yer alacak diğer spor branşları; Beyzbol, Softbol, Karate, Paten, Squash, sportif tırmanış ve kung’fu benzeri bir dövüş sporu olan wushu.

Türk güreşinin simge ismi Yaşar Doğu, 1948 Londra Olimpiyatlarında ülkemize altın madalya kazandırmıştı.

Uluslararası Olimpiyat Komitesi Yönetim Kurulu, 2012 Londra Olimpiyat Oyunları’ndaki spor dallarını mercek altına aldı. 2020 Olimpiyat Oyunları’nda yeni spor dallarına yer vermek isteyen komitenin, modern pentatlon ya da tekvandoyu programdan çıkarması bekleniyordu. Ancak 15 kişilik Yönetim Kurulu kararını güreşten yana kullandı.

Yönetim Kurulu üyeleri televizyon ratingleri, bilet satışları, küresel popülarite gibi 30’dan fazla konu başlığını mercek altına aldı. İncelemeler sonucunda, güreşin, 2020 Olimpiyat Oyunları’nın programından çıkarılmasına karar verildi.

Uluslararası Olimpiyat Komitesi, hangi dalın oyunlara ekleneceği konusunda son sözünü Eylül ayında söyleyecek. Kulislerde dolaşan haberlere göre beyzbol, softbol ve squash favori gösteriliyor. Ancak güreşin de bu bileti kapma şansı var…

Güreşin 2004 Olimpiyat Oyunları takviminden de çıkarılması gündeme gelmiş ancak daha sonra yeniden takvime alınmıştı. Olimpiyat Komitesi’nin bu tavrının güreşe aba altından sopa göstermek olduğu yorumları da yapılıyor. Güreşe yeterli ilgi olmamasından rahatsız olan komitenin, minderde bir silkinmeye yol açmak için böyle bir karar almış olabileceği belirtiliyor.

Güreş branşı greko-romen ve serbest stilleri ile 1896 yılında Atina’da başladığı günden bu yana yaz olimpiyat oyunlarında yer alan bir spor dalı.

Güreşçiler isyanda

İngiliz güreşçi Non Evans, Canal 5’e yaptığı açıklamada bu kararı hiç beklemediğini tam bir şok yaşadığını, tam bir hayalkırıklığı içinde olduğunu belirtti. Güreşin tarihin bildiği en eski sporlardan biri olduğunu kaydeden Evans, “Ne var ki dünyanın artık değiştiğini de kabul etmek durumundayız” dedi.

Dünya ve Olimpiyat Şampiyonluklarını kazanan Asrın Sporcusu ünvanlı güreşçi Hamza Yerlikaya ise bu karardan geri dönüleceğini düşünüyor. Yerlikaya, Güreş insanlığın ve olimpiyatların ilk branşıdır. Güreşin olimpiyatlardan çıkarılması mümkün ve doğru değildir” diye konuştu.

(BBC Sport, CNN, NtvSpor, Dipnot.tv, Yeşil Gazete)


Karşınızda yılın en çevreci işadamı: Ali Ağaoğlu

Fatih Üniversitesi Kulüpler Ofisi’ne bağlı Çevre Kulubü tarafından düzenlenen “Çevre Ödülleri” kapsamında, 1200 öğrenci arasında yapılan ankette, Ağaoğlu Şirketler Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Ali Ağaoğlu, “Yılın En Çevreci İşadamı” seçildi.

Fatih Üniversitesi Kulüpler Ofisine bağlı Çevre Kulübü Yönetim Kurulu, Ali Ağaoğlu’nu ziyaret ederek ödülü takdim etti.

(Yeşil Gazete)

Başarıldı! Moda Parkı yeşil kalıyor

Başta Kadıköylüler olmak üzere, İstanbulluların elinde kalan nadir yeşil alanlardan biri olan Moda Parkı betonla kaplanmaktan kurtuldu.

 

Geçtiğimiz Aralık ayında change.org sitesinde başlatılan imza kampanyası sonuç vererek, 4000 kişinin desteği ile başarıya ulaştı. Kadıköy ve İstanbul Büyükşehir Belediyelerine hitaben yapılan çağrıda, Moda Sahili’nde bulunan yeşil alan üzerinde uygulanması düşünülen beton plaklardan vazgeçilmesi istenmişti.

Yetkiler bu çağrıya kulak verdi ve beton plak uygulamasından vazgeçildi.

Moda parkı için verilen mücadele tamamlanmış gibi görünse de, change.org sitesinde Kadıköy’e alışveriş merkezi yerine ve Alakır Vadisi’nin doğal hayatı derinden etkileyecek olan HES’lerin önüne geçilmesi gibi birçok çağrı halen imza bekliyor.

(Yeşil Gazete)

 

Avrupa’da at eti yemeyen kalmamış

Son günlerde Avrupa Birliği’ni sarsan at eti skandalı giderek büyüyor. İlk olarak İngiltere’de başlayan skandal Fransa üzerinden Romanya’ya kadar uzandı. Hatırlanacağı gibi geçtiğimiz hafta Findus şirketinin İngiltere’de satılan bazı donmuş ürünlerinin yüzde 100 oranında at eti ihtiva ettiği ortaya çıkmıştı. Findus, bahse konu ürünleri süpermarket raflarından çekerek, bu ürünleri satın alanların, yemeden satın aldıkları yerlere iade etmelerini salık verdi. Bugüne kadar tüketilen ürünlerle ilgili ne yapılması gerekildiği ise söylenmedi.


At etinin insan sağlığı üzerinde diğer etlerin tüketiminden farklı bir etkisi olmamasına rağmen tüketilen at etlerinde phenylbutazone etken maddesine sahip bir ilaç kullanılmış olmasından endişe ediliyor. Bahse konu madde, insanlar üzerinde aplastik anemi hastalığı da dahil olmak üzere ağır yan etkilere yol açabiliyor. Yeşil Gazete’nin konuyla ilgili görüşlerini aldığı Dr. Ümit Şahin, aplastik aneminin “kemik iliğinin çalışmamasını da içeren ağır bir kan hastalığı” olduğunu belirtti.

http://www.youtube.com/watch?v=2rHL34vY1Hg

Öte yandan, Findus’un ürünlerinde kullandığı etleri Fransa menşeli Comigel şirketinden temin etmesinin ortaya çıkması üzerine skandal Fransa’ya sıçradı. Ancak, skandal orada da kalmadı. Comigel’in etleri Almanya ve Hollanda’daki tedarikçilerden, bu tedarikçilerin de Romanya’dan aldığı ortaya çıktı. Fransa Tüketim Bakanı Benoit Hamon “skandalın arkasında mafyanın olduğundan endişe ettiğini” açıklarken, Avrupa Birliği’nde kaç ülkenin daha at eti skandalına karıştığı henüz bilinmiyor.

Yeşil Gazete’nin konuyla ilgili danıştığı Fikir Sahibi Damaklar ve Slow Food hareketinden Defne Koryürek, skandalı “dünyanın adaletsizliğinin en güzel örnelerinden biri” olarak niteliyor. Koryürek, “Avrupa Birliği kendisini gıda güvenliği alanında belli bir standardı yakalamış sanarken birden bu skandalla karşı karşıya kaldı. Bu aslında ‘kibirli, müreffeh dünya’ ile bir an önce o refahtan pay almak isteyen ve bunu yaparken sistemi esnetmekten çekinmeyenler arasındaki mücadeleden kaynaklanıyor” şeklinde konuştu. Ancak, Koryürek, bu skandalın sorumlusunu ararken dikkatli olunması gerektiğine de dikkat çekiyor. “Kibirli AB, bir an önce refaha kavuşmak isteyen Romanya veya onu böyle yapmaya iten birleşme süreci mi suçlu” diye soruyor.

Koryürek’in dikkat çektiği bir diğer nokta ise Romanya’nın AB’ye katılım süreci sırasında yapmak zorunda olduğu reformların bazılarının mevcut skandalın tohumlarını atmış olabileceği ihtimali. Romanya’da otoyollara at arabalarının çıkışını yasaklayan kanunun çıkışını takiben yüzbinlerce atın birden “lüzumsuz” görülmeye başlandığını söyleyen Koryürek, bu atların et endüstrisinin hedefine girdiğini belirtiyor.

Mevcut skandalın Türkiye’ye yansımalarını da sorduğumuz Koryürek, karkas etin Gümrük Birliği kapsamına girmesinden itibaren Türkiye’deki et kalitesinde çok ciddi bir düşüş olduğunun altını çiziyor ve bugün Türkiye’deki etin büyük çoğunluğunun en düşük kalitelerde olduğunu ifade ediyor. Koryürek’in skandala ilişkin nihai değerlendrmesi ise hiç iç açıcı değil: “Bu skandaldan sonra gıda güvenliği alanında gerekli reformların hakkının verileceğini umarım, ancak; sicilimiz pek parlak değil. Deli dana krizi bile unutuldu. Bugün hayvanlara yem olarak yine hayvan eti ve kemiği veriliyor. Hayvan yemlerine balık karıştırılıyor. Dahası, AB’de en azından skandal ortaya çıkabiliyor. Bizim ise Tükiye’de böyle bir skandalı ortaya çıkarabilecek altyapımız maalesef mevcut değil. Hatta bu alanda çalışanlara tepki gösteriliyor. Belki at eti yemiyoruz ama deli danalı et yemediğimizden emin olamayız”.

(Yeşil Gazete)

Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Meclis gündeminde

Türkiye sınırları içindeki doğal alanların kaderini belirleyecek olan “Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı” Meclis gündemine geliyor.

2002 yılından beri hazırlık çalışmaları süren, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne (AB) uyum sürecinin öne çıkan şartlarından biri olan “Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı” meclis gündemine geliyor.

Fakat tepkiler büyük.

TMMOB: ‘Tasarıya hayır diyoruz’

Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) tarafından yapılan yazılı açıklamada, yasanın amacının doğanın korunması olması gerekirken, kanunun yürürlüğe girmesi ile 2873 sayılı Milli Parklar Kanunu yürürlükten kalkacağı ve doğa için şimdiye kadar elde edilen kazanımlar geçersiz hale geleceği belirtildi.

Açıklamada, “Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı, mevcut eksikliklerin giderilmesi yönündeki iyi niyetli arayışların kötüye kullanılmasından daha çok, koruma çabalarının “sürdürülebilir kullanım” adı altında devam ettirilen ve itiraz dinlemeyen ‘talan’ anlayışına terk edilmesinin son adımlarından birisidir” vurgusu yapıldı.

TMMOB tasarının bu hali ile meclise sunulmaması gerektiğini belirttikten sonra, “Korunan alanları istisna-özel kanun kapsamından çıkaran, iç içe geçen doğal ve kültürel değerleri birbirinden ayrıştıran, sürdürülebilirlik adı altında kullanımı amaç edinen, ulusal değerleri yerel çıkarlara devreden, doğal değerleri piyasa malına dönüştüren, korunan alanlarda imar mevzuatı ile yapılaşma yolu açan,bürokratik ve siyasi katılımı esas alan bu tasarıya hayır diyoruz!” görüşüne yer verildi.

Tabiat Kanunu İzleme Girişimi:

74 sivil toplum kuruluşunun biraraya gelmesiyle oluşan Tabiat Kanunu İzleme Girişimi, bu tasarının amacını, tabiatı ve biyolojik çeşitliği korumaktan ziyade, doğayı insan kullanıma açma projesi olduğunu söylüyor.

Geçtiğimiz yıl (17 Mayıs 2012) meclise gönderilen tasarının katılımcılıktan uzak bir şekilde geliştirildiğini ve doğanın faydası gözetilmediğini milletvekillerine anlatmak için bir mektup kampanyası da düzenleyen girişimin sözcüsü Avukat Hüsrev Özkara, Yeşil Gazete’ye süreci kaygı ile izlediklerini söyledi.

Özkara, sürecin  başlangıcının, AB ile uyum stratejileri kapsamında bir çerçeve kanun oluşturulması isteği ile ortaya çıktığını söyledikten sonra, yapılan incelemeler sonucunda tabiat ve biyolojik çeşitlilik konusundaki görev paylaşımının dağınık ve yetersiz olduğu gerekçesiyle, tabiat ve biyolojik çeşitlilik ile alakalı konuların çerçeve bir kanun ile biraraya getirilmesi isteği ile ortaya çıktığını belirtti.

Tasarının doğayı korumaktan uzak bir anlayışın ürünü olduğunu söyleyen Özkara, özellikle iki madde ile tabiata büyük darbe vurulacağını söyledi:

Üstün kamu yararı:

MADDE 8- (1) Korunan alanlarda yapılması düşünülen herhangi bir plan veya proje ekolojik etki değerlendirmesine tabi tutulur. Ekolojik etki değerlendirmesi sonucunda sahanın bütünselliğinin olumsuz bir şekilde etkilenmeyeceğine karar verildikten sonra plan veya projeye alanı yöneten bakanlık tarafından izin verilir.

(2) Ekolojik etki değerlendirmesinde; özel önem taşıyan ve korunan tabii habitat tiplerini belirten Liste (I) ile özel önem taşıyan ve korunan hayvan ve bitki türlerini belirten Liste (II)’de yer alan türlerin elverişli koruma statüsünde muhafazası, koruma alanının bütünlüğü ve koruma alanı ilanına sebep olan amaçlar dikkate alınır.

(3) Ekolojik etki değerlendirmesi sonucunda saha üzerindeki etkilerin olumsuz değerlendirilmesine rağmen alternatif çözümlerin bulunmaması ve üstün kamu yararının bulunması nedeniyle plan veya projenin uygulanması zorunlu ise ilgi bakanlıkça gerekli her türlü telafi edici tedbirler alınır veya aldırılır.

(4) Korunan alanda öncelikli habitat tipi veya öncelikli tür bulunması halinde üstün kamu yararı; halk sağlığı, çevreye yarar ve kamu güvenliği ile sınırlıdır.

Mevcut tasarının doğanın korunmasından ziyade, tam tersi bir durumu ortaya çıkararak, durumun “doğayı korumama” haline getirileceğini belirten Özkara, Tasarının 8.maddesine atıfta bulunan Özkara, Çevre Etki Değerlendirme raporundan olumsuz bir yanıt almış olan projelerin, “üstün kamu yararı” gerekçesiyle gerçekleştirilebilir hale geleceğini söyledi.

Yeniden Değerlendirme:

MADDE 6- (1) Gerçek veya tüzel kişilerden gelen öneriler üzerine veya bu Kanunun 23 üncü maddesi kapsamında yürütülen izleme çalışmalarının değerlendirilmesi de dikkate alınarak alanı yöneten bakanlık tarafından uygun görüldüğünde yeniden değerlendirme işlemi başlatılabilir. Yeniden değerlendirme kararları ile; daha önce belirlenmiş ve ilan edilmiş koruma veya korunan alanların sınırları bu Kanun hükümlerine göre değiştirilebilir, kısmen veya tamamen farklı statü kapsamına alınabilir veya daha önce ilan edilmiş koruma kararı kaldırılabilir. Yeniden değerlendirme kararlarının alınması, bu Kanunda belirtilen korunan alanların belirlenmesi ve ilanıyla aynı usul ve esaslara tabidir.

Tasarının 6.maddesinde belirtilen “yeniden değerlendirme” yetkisiyle beraber, 60 yıldan beri Milli Park olarak kullanılan alanların dahi sınırlarının yeniden belirlenebileceğini, ve hatta ortadan ortadan kaldırılabileceğinin önünün açıldığını söyleyen Özkara, mevcut yasa ile bir korumanın değil, geriye dönüşün yolunun açıldığını söyledi.

2011’de katılımcılık esasına uygun olarak tasarıya dahil edilen ulusal ve mahalli kurulların da meclise sunulan tasarından çıkarıldığını belirten Özkara, çevre ile alakalı karar alma mekanizmasından STK’ların bertaraf edilerek katılımcılıktan uzak bir hale getirdiğini söyledi.

Mahruki: “Harekete geçmeliyiz, hep birlikte ve hemen şimdi…”

Dağcı ve gezgin kimliği ile tanınan Nasuh Mahruki de, change.org’da başlattığı imza kampanyasında bu tasarı karşsında bir an önce harekete geçilmesi çağrısında bulundu.

Kanun tasarısının katılımcılıktan uzak bir şekilde, doğal sit alanlarını ve Milli Parklar Kanunu ortadan  kaldırarak, “Üstün kamu yararı” gerekçesiyle korunan alanların yatırıma açılabileceğini söyleyen Mahruki, ‘Gelecek nesiller için yaşanabilir bir Türkiye bırakılmasını arzu eden bir yurttaş olarak’ söz konusu Tasarı’nın TBMM’den geri çekilmesi ve katılımcı bir süreçte yeniden hazırlanması için gerekli adımların atılmasını talep etti.

İmza kampanyasına katılmak için tıklayınız.

(Yeşil Gazete)