AKP- Ufuk Uras

2000’li yıllara damgasını vuran bu parti, günlük yaşantımızı da tayin eder hale geldi. AKP’nin performansını değerlendirmede sağlıklı analizlere ihtiyaç var, eğer alternatifini yaratmak istiyorsak tabi. Tek başına küfürnamelerle yetinmek belki piskolojik ihtiyaçları giderebiliyor, ama toplumsal ihtiyaçların ayak bağı olabiliyor.

İktidar olduğu günden beri ülkenin birçok yerinde “AKP’ye karşı sol seçenek” etkinlikleri düzenledik, ama başarılı olduğumuzu söyleyemeyeceğim. Genel dengeleri değiştiremedikten sonra ufak tefek adımların ikna edici bir yanı da olmuyor. Benzer durumda olduğu halde mutlulukla küçük yaşamlarını sürdürebilen yapıları da şaşkınlıkla izliyorum.

Ana muhalefet partisinin yanlış muhalefet stratejisinin üzerinde sıkça durmamızın en önemli nedeni de iktidara güç katmaktan başka bir misyona sahip olmamasıdır.

Özgürlükçü sol çizgiye özgürlükçü marksist bir çerçeveden katkı sunmaya çabalarken, düzen ve rejime karşı anlamlı bir alternatifin ancak bu zeminde üretilebileceği kanaatindeyim. Kendi müktesebatımız içinde demokratikleşmeden yana tutum almamızın yanı sıra, AKP’nin sınıfsal  tercihlerine karşı emek eksenli bir hat izlememizin de sonuç getirmediğini gördük.

Sorun zaten daha fazla çalışma ya da inanç sahibi olmak gibi niceliksel meselelerden çok, itiraz ettiğimize karşı ne önerdiğimiz ve önerdiğimizin inandırıcı olup olmadığı meselesinde düğümleniyor.

Marx’ın yorumlamaktan çok değiştirmeyi esas alan yönelimi doğru olsa da, olan biteni anlamadan değiştirme gayretlerinin nafile olduğunu hayat bizlere gösteriyor.

Düzen ve rejim eleştirisi içinde AKP’yi bir yere oturtmak yerine, genel bağlamdan koparılarak AKP ile yatıp AKP ile kalkma hali tercih edildi, ama yine sonuç alınamadı. Zamanında oligarşi gibi kavramlarla siyasi tahlil yapanların bugün dilleri tutuldu, hafızaları kilitlendi ve tahlillerini AKP’ye kadar daralttılar.

Hatta AKP’ye karşı ulus devleti savunmaya kadar işi vardıranlar oldu. Oysa ki bizlerin 70’li yıllarda ulus devlet gibi bize ait olmayan ve devletin sınıfsal niteliğini gizleyen kavramlarla da işimiz olmazdı.

Ama küreselleşmeye karşı negatif tepkinin kod adı olan milliyetçilik/ulusalcılık rüzgarı ortalığı kasıp kavurdu. Hayata  küskün ve kırgın olmak kimseyi otomatik olarak muhalif kılmıyor.

Analizlerin aktüel bir eylem planı olmadığı durumlarda, siyaset dışı kalıp radikal bir politik dille bunu gizlemeye yeltenenler bile oldu.

AKP merkeze tepki oylarını alırken, merkezi yeniden tarif ederek merkeze oturduğu bir zeminde, merkeze tepki oylarına da halen seslenebilmesi, ne denli hegemonik bir güç olduğunu kanıtlıyor.

Bu hegemonya, otoriterizmi de besliyor; siyasetin alanını daraltarak, siyaseti siyaset tekniklerine indirgeyerek krizler karşısında kendilerini yeniden üretebilip, farklı sınıfsal ve sosyal çıkarları kendilerine eklemleyebiliyorlar.

Kendi geleneği içinde Refah partisi sürecinden koparak kendini yenileyen bu parti, küreselleşme ve AB karşıtı bir hattan, küreselleşmeci ve AB’den yana pragmatik, modern muhafazakar bir neoliberal özne yaratabildi.

Solda ise maalesef milli görüş çizgisinin muadili CHP geleneğinden kopmak bir yana, bu çabalar AKP solu şeklinde karikatürleştirildi ve yaftalandı. Halbuki, solun ihtiyaçları doğrultusunda kendi tarzında yenilenmeyi gerçekleştirmeden AKP alternatifi olunamayacağını gösteren, doğumunda hemşirenin elinden düşmemiş olan her yurttaşın anlayabileceği netlikte bir fotoğraf var karşımızda.

AKP ne yapıyorsa tersini yapan bir mekanik siyaset anlayışı karşısında, devrimci siyaset düzeni ve reijimi dönüştürme perspektifiyle bir karşı hegemonya oluşturmak zorundadır.

Tam da bu yüzden HDK, barış için müzakere sürecinde eşitlikçi bir yaklaşım öneren kampanyasıyla işte bunu yaparak, istemezük siyaseti yerine, ne istediğini tok bir şekilde toplumla paylaşarak anlatan bir hatta ilerleyerek, AKP’nin devletçi refleksine karşı, toplum merkezli bir yanıt ve katkı sunmaktadır.

Bayar başbakan olunca, Atatürk’ün “Orduya, dış ve içişlerine karışma, gerisiyle ilgilenebilirsin”, tavsiyesinde özetlenen bu devlet refleksiyle yolun sonuna varılmıştır.

Öcalan ile görüşmelerin bundan sonraki adımı, toplumsal siyasi öznelerin sürece katılarak aşağıdan yukarı bir dönüşüm hamlesi gerçekleştirmeleridir. Herkes bu çabası oranında geleceğin belirlenmesinde pay sahibi olma onurunu taşıyacaktır. Yerel seçimler öncesi bilinmeli ki, olan biteni uzaktan izleyenleri, kestaneyi ocaktan başkası alsın, ben sonuçlarından yararlanayım diyenleri, barış köprüsü öncesi son çıkıştan sıvışmayı tercih edenleri, tarih de yurttaş da affetmeyecektir.

 

Ufuk Uras – Özgür Gündem

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Balık ekmek yemekle olmaz, Marmara’nın suyunu için!-Mehveş Evin

Ne yazık ki müsilaj felaketini balık yemek, denize girmek, denizin yüzeyini temiz görmeye indirgemek, bu büyük ekolojik krizi durdurmanın önündeki en büyük engel.

Marmara Denizi’ndeki kirlilik sorununa bir çözüm: Agroekoloji – Bülent Şık

Agroekolojik yöntemler sulardaki nitrat kirliliğini azaltıcı bir sonuç doğurur ve bu da içme suyu kaynaklarının korunması anlamına gelir.

Örgütlü sessizlik – Arat Dink

Zeki Tekiner, dört ay önce başka bir silahlı saldırıdan şans eseri ölümcül bir yara almadan kurtulmuştu. Vali’yi olayın siyasi boyutu olduğuna ikna edememişlerdi. Dostları Nevşehir’den bir süre uzaklaşmasını istediler. O, “Bana Nevşehirliden zarar gelmez” dedi, kaldı. Su, tanıdık akıyor, değil mi?

Marmara Denizi’ndeki müsilaj kirliliğinde kömürlü termik santrallerin etkisi incelenmeli- Pelin Cengiz

İstediğiniz kadar yüzey temizliği yapın, bir yeri temizlerken diğer taraftan atık devam ediyorsa buna temizlik denir mi?

Marmara’nın ölümü: İstanbul kolera salgınına hazır mı – Bülent Şık

Denizdeki müsilajin kolera salgını getirmesi mümkün. Ama her şeye rağmen devam etmekten ziyade durmayı, onarmayı öne çıkarmalıyız. İnsan, bitki, hayvan ve çevre sağlığını bir bütünün birbiriyle ilişkili parçaları olarak görmeye çalışarak çözümler arayacağız.

EN ÇOK OKUNANLAR