Ana Sayfa Blog Sayfa 4421

‘Kuşadası Milli Parkı’ndan en az 50 ceset çıkar’

Trabzon’daki ceza evinde tutuklu bulunan ve JİTEM adına çalıştığını iddia eden Aydın Sevinç, Ahmet Tekin Baykal ile ekibinin Ege’de 50’den fazla kişiyi öldürüp gömdüğünü iddia etti.

Trabzon’daki ceza evinde tutuklu bulunan ve JİTEM adına çalıştığını iddia eden Aydın Sevinç, bir dönem Ege Bölgesi’nde işlenen faili meçhul cinayetlerde aktif rol aldığını, hatta Ahmet Tekin Baykal ile tartışan Erkan Er’in öldürüldüğünü, cesedini de Aydın’ın Kuşadası İlçesi’ndeki milli parka kendinin gömdüğünü öne sürdü. Trabzon Cumhuriyet Başsavcılığı’na konuyla ilgili dilekçe veren ve Ahmet Tekin Baykal ile ekibinin Ege’de 50’den fazla kişiyi öldürüp gömdüğünü de iddia eden Aydın Sevinç, cesedi gömdüğü yeri göstermesi için Kuşadası’na getirildi. Sevinç’in gösterdiği yerde yapılan aramalarda henüz bir bulguya rastlanmadığı belirtildi. Kuşadası Milli Parkı’ndaki kazı devam ediyor.

Trabzon’daki cezaevinde tutuklu bulunan ve daha önceki ifadelerinde bir dönem JİTEM’e çalıştığını ileri süren Aydın Sevinç, Ege Bölgesi’nde, organize suç örgütü lideri olmaktan mahkum Ahmet Tekin Baykal ve ekibinin 50’den fazla kişiyi öldürüp gömdüğünü hatta Baykal ile tartıştığı için öldürülen Erkan Er’i de kendisinin Aydın’ın Kuşadası İlçesi’ndeki milli parka gömdüğünü ileri sürdü. Bu iddialarla ilgili Trabzon Cumhuriyet Başsavcılığı’na dilekçe gönderen Aydın Sevinç vicdan azabı çektiğini, imkan verilirse cesedi gömdüğü yeri gösterebileceğini kaydetti. Bunun üzerine gerekli incelemeler yapıldıktan sonra Aydın Sevinç’in Kuşadası’na götürülmesine karar verildi. Cezaevinden yoğun güvenlik önlemleri altında çıkarılan Sevinç, dün sabah saatlerinde Aydın’ın Kuşadası İlçesi’ne getirildi.

KAZMA- KÜREKLE BİRŞEY ÇIKMADI, DEVREYE KEPÇE GİRDİ

Polis ve jandarmalar arasında Kuşadası Milli Parkı’na getirilen Aydın Sevinç’ten, Erkan Er’in 2004 yılında öldürülmesinin ardından, gömdüğünü iddia ettiği yeri göstermesi istendi. Sevinç, Dilek Yarımadası Kalamaki Milli Parkı’ndaki Aydınlık Koyu’nda bulunan tuvalet ve duşların 20 metre ilerisini gösterdi. Güzelçamlı Belediyesi’nde görevli işçilerin kazma- kürekle kazdığı alanda bir bulguya rastlanmayınca, kazının kepçeyle yapılmasına karar verildi. Kazı çalışmalarına bugün öğlen saatlerinde geniş güvenlik önlemleri altında yeniden başlandı.

‘EN AZ 50 CESET ÇIKAR’

Trabzon’daki cezaevinde açlık grevi yaptığını ve susturulmak amacıyla öldürüleceğine inandığını söylediği belirtilen Aydın Sevinç’in, güvenlik güçlerine “Bu vicdan azabına dayanamıyorum. Kimse benim yalan söylediğimi sanmasın. Milli park kazılsın en az 50 ceset çıkar” dediği kaydedildi.

ÖNCEKİ KAZILARDAN DA BİR ŞEY ÇIKMAMIŞ

Erzurum E Tipi Kapalı Cezaevi’nde tutuklu bulunduğu sırada, benzer bir iddiada bulunup, 2011 yılında da Urfa Barosu’na bir mektup yazan Aydın Sevinç’in, 12 Mart 1994 tarihinde Özgür Gündem Gazetesi muhabiri Nazım Babaoğlu’nu öldürdükten sonra gömdüklerini dile getirmesinin ardından, gösterdiği yerde yapılan kazılardan da bir sonuç elde edilemediği bildirildi. Sevinç’in mektubunda JİTEM’e nasıl girdiği ve ne kadar süre görev yaptığını açıkladığı da öne sürüldü.

(Ajanslar)

LGBT’lerin sorunları TBMM’de

CHP İstanbul Milletvekili Binnaz Toprak; lezbiyen, gay, biseksüel ve transseksüel bireylerin sorunlarının tespiti için Meclis Araştırması açılmasını talep etti.

CHP İstanbul Milletvekili Binnaz Toprak ve arkadaşlarının imzasıyla TBMM Başkanlığı’na sunulan araştırma önergesinin gerekçesinde, toplumda öncülük yapması gereken siyaset kurumunun, lezbiyen, gay, biseksüel ve transseksüel bireylerin maruz kaldığı ayrımcılığı görmezden geldiği belirtildi. Bunun yasama sürecine de yansıdığı, Ailenin Korunmasına ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’a cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği konulmadığı kaydedildi.

Siyasetçilerin bu konuda tutum alıp, tavır belirlemesinin önemli olduğu belirtilen gerekçede, şu ifadelere yer verildi:

”Siyaset kurumunun tutumu, devlet bürokrasisindeki görevlilerin vatandaşlara karşı nasıl davranacaklarını da belirlemektedir. Nitekim, lezbiyen, gay, biseksüel ve transseksüellerin en fazla şikayetçi oldukları hususlardan biri, polis tacizi ve şiddetidir. Kimi zaman polis, hukuki olmayan yöntemlere başvurmaktadır. Toplumun azımsanmayacak bir kesimini oluşturan bu vatandaşların büyük çoğunluğu, kendini güvende hissetmemekte, herhangi bir saldırıya uğradıkları takdirde polisin kendilerini koruyacağına inanmamaktadır. Bu kişiler, çalışma yaşamında da ayrımcılık, aşağılanma, mobbing ve damgalanmaya maruz kalıyor. Cinsiyet kimliği nedeniyle çalışma hayatının dışına itilen çoğu kimse, yaşamını sürdürebilmek için seks işçiliği yapmaktadır. Kimliklerinden dolayı maruz kaldıkları ayrımcılık, yaşamlarının her boyutunda karşılarına çıkmaktadır.”

Önergede lezbiyen, gay, biseksüel ve transseksüel bireylerin sorunlarının tespiti için Meclis Araştırması açılması istendi.

 

Yeşil alan – Metin Yeğin

Bugün size, bütün okurlarımıza, dev bir hizmet sunmak istiyorum. Herkese ama herkese çekilişsiz, kurasız ‘yeşil alan’ dağıtacağım. İşte yukardaki ya da sevgili editör arkadaşım belki de ön sayfaya koydu, o yeşil alanı makas işaretli yerden, itinalı bir şekilde kesin, baş ucunuza koyun. Artık herkesin bir yeşil alanı olsun. Yaşasın ben. Herkesi yeşil alan sahibi yapıyorum.

Küçük kağıtlara yeşil kuru boya kalemiyle kalınca bir çizgi çiziyordum. Panellerde, sempozyumlarda başlamadan önce dağıtılmasını sağlıyordum. ‘Herkese ulaştı mı?’ diye soruyordum. Herkes elindeki kağıda, ne bu diye bakıyordu. Sonra ‘Size yeşil alan dağıttım’ diyordum. Bu yazıda olduğu gibi. Yeşil alan büyük kentlerde, özellikle Neoliberal kentlerde, fanteziden başka bir şey değildir. Ellerinde tuttukları  kağıttaki kalınca yeşil çizgi ile ilişki ne ise kentlinin yeşil alan ilişkisi odur. 10. kattan hele hele 20 ve 30, 40. kattan o kalın yeşil çizgi bile görülmez. Kore’de bangee jumping  yapmak için, oldukça geniş nehrin üzerine kurulmuş kuleye tırmanıp sonra 60 metre kadar yükseklikten atlamadan önce görebildiğim nehir, benim çizdiğimden çok daha inceydi. Sonra baş aşağı düşerken hızla yaklaştığınızdan çok da bir şey fark edilemiyordu. Büyük kentlerde yeşil alan ilişkisini tam anlamıyla böyle görüyorum; Yüksekten bakmak ve hız içinde yaklaşmak. Ve asılı kalmak. Hiçbir zaman gerçek anlamda dokunmadığınızdır yeşil alan. Tam anlamıyla bir banyo fantezisidir. En iyi olasılıkla mesai saatlerinizde serbest bırakıldığınız zamanlarda, eve ya da başka yere giderken yürüdüğünüz sahte çimenlerin arasında geçirdiğiniz dakikalardan başka bir şeyden başka nedir ki?

Belediyelerin Park ve bahçeler müdürlüğü, ki hiç bahçe yoktur, neredeyse hepsi sadece peyzaj müteahhitlerinin ihale evraklarını teslim etme mercii görevini sürdürmektedir. Parklar her ihale sonrası 8 santim kalınlığında çim halılar ile kaplanır. En fazla 7-10 gün kadar renklerini koruyabilecek çiçekler, çim halının sağına, soluna ya da ortaya karışık bir şekilde ekilir. Eh bir de uyarına gelirse, güçlü bir şırıltı çıkaran fıskiyeli bir havuz koyup, başına da her an yeni yerlere masa atma eğiliminde bir cafe yerleştirdik mi olur size bir yeşil alan. Doya doya çocuğunuzu sakın gezdirmeyin. Muhtemel çimlere basmak yasak olabilir ki iyi ki yasak, çünkü çimi hızlı bir şekilde yetiştirmek ve ilk günlerde parlak görünmesini sağlamak için kullanılan tarım ilaçlarının, kimyasalların üstüne basmış, oturmuş eh belki de yuvarlanmış olacaktır. Belki tek yararlılığı, yakın gelecekte karşı karşıya kalacağı gaz bombalarına alışkanlık yapabilmesi olacaktır. Çünkü gaz bombaları genellikle tarım ilaçlarının seyreltilmesi ile tarım ilaçları da 2. Dünya savaşında ve Vietnam da kullanılan bombaların seyreltilmesiyle ilk başta yapıldı. Bugün yeniden ve yeniden aynı şeyleri üretmektedirler; Bombalar, tarım ilaçları, iktidarlar ve başbakanlar…

Ağaçların bir ömrü vardır. Yani bir ağaç en az 10 yıl ya da 30-40 yıl ve hatta bazen 100-200 yıl yaşar. (Bunu yılları yazarken indirim yaptım. Elma, armut 300 yıl, zeytin 400 yıl, kayın 900 yıl, meşe, ıhlamur, köknar 1000 yıl yaşıyormuş.) Kentte bu kadar yaşamış bir ağaç, artık kaç tane görüyorsunuz? Artık 2-3 yıl yaşayabilecek bir ağaç bile dikilmiyor. Otoban kenarlarına, duble yol ortalarına dikilmiş ağaçlar, gaz odalarına konmuş saksılardan başka bir şey değildir. Çok kısa bir süre içersinde yeni bir ihale ile yeniden ve yeniden dikilirler. Bir sürü kent de sadece gerçek ağaç, mezarlıklar da bulunur. -Bu yüzden mezarlıklar müdürlüğü, park ve bahçeler müdürlüğünden her zaman daha başarılıdır.- Ölüm ve yaşamın iç içe olmasının bir paradoksudur bu. Ölülerimiz bizden daha iyi korumaktadır yaşamı… Şimdilik…

En iyisi siz benim bu hizmetimin kıymetini bilin. Kesin ‘yeşil alan’ınızı keyfine bakın.

Ve cezaevindeki arkadaşlar, biliyorum ki özlüyorlar ama yanılıyorlar, dışarıda sadece özgürlük değil, toprağın yağmur kokusu da pek kalmadı.

Metin Yeğin – Özgür Gündem

Sol siyaset için bir çıkış kanalı mı? – Emrah Aslan

yesillerTürkiye siyasal tarihinde ilk kez, Yeşiller Partisi – Eşitlik ve Demokrasi Partisi birleşmesi sonucu kurulan Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi ile kitleselleşmeyi de hedefleyen ve Batı’daki “yeşil siyaset”e denk düşen bir siyasal parti ortaya çıktı. Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi’nin, kimlik ve varlık krizinde yerleşik Türkiye solunda bir çıkış kanalı olup olmayacağı tartışılırken, ıskalanmaması gereken bağlamlardan bir tanesi de, “hareket”in, hem sayısal hem de düşünsel anlamda Türkiye siyasetinde belirleyici bir ağırlığa sahip olan dindar kitle ile nasıl bir bağ kuracağı.

Türkiye’de, kendini solda konumlandıran siyasal hareketlerin politik düzlemleri ne kadar farklı ve heterojen olsa da, metodolojik olarak, geçmişten bugüne değin Türkiye solunun tekrarlamaktan imtina etmediği, dinin, toplum ve bireysel hayat üzerinde, hâkim siyasal düzenin olumsuzluklarının farkına varmayı engelleyici bir işleve sahip olduğuydu. Bu yaklaşıma göre dini öğretiler, bu dünyada karşılanamayacak olan vaatleri sunarak, insanların yaşadıkları dünya ile ilgili meşru ve rasyonel taleplerini dizginliyor, dolayısıyla egemen düzenin sürekliliğini sağlayan bir moral altyapı oluşturuyordu. Bu nedenle Türkiye’de kendini solun farklı yerlerinde konumlandıran siyasi hareketlerin dine ve dindarlara bakışı, dine karşı aktif bir reddedişten dine ve dindarlara saygılı olmaya uzanan, fakat özünde dini ve dindarları, insani idealleri yaşadığımız dünyada gerçekleştirmeyi hedefleyen sol programlardan soyutlayan bir yaklaşıma denk düştü.

Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi, kendini demokratik, ekolojist, eşitlikçi ve özgürlükçü bir değişimi dile getirecek muhalefet hattının merkezi olarak tanımlayarak, öncelikleri, kaygıları, hedefleri ve yerleştirmeye çalıştığı siyasal dil ile kendini solda konumlandıran diğer sol partilere kıyasla, Türkiye’de şu an “özgürlükçü sol”a tekabül eden en güçlü adres olarak gözükmekle birlikte, burada sorulacak temel soru, Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi’nin kaygılarının ve siyasal önceliklerinin, toplumsal bir karşılık bulup bulamayacağıdır. Partinin, özellikle ulusalcılığa, Kemalizm’e ve geriye kalan statükocu “sol”a mesafe almış sol kitle için bir çekim alanı yaratacağını tahmin etmek güç değil fakat asıl merak edilen, Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi’nin bir kitle partisi haline gelip, kayda değer bir iktidar alternatifi olup olamayacağıdır. Kanımca partinin dindarlarla nasıl bir bağ tesis edeceği, bu bağı hangi dil üzerinden ve nasıl bir derinlikte kurgulayacağı, Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi’nin geleceğinde rol oynayacak önemli bir faktör.

Peki kitleselleşmeyi ve iktidara alternatif bir siyasal parti olmayı hedefleyen Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi, kendini dindar olarak tanımlayan bireylerle ortak bir dil yaratarak, sürekliliği olan bir siyasal kanal inşa edebilir mi? Partinin kaygılarıyla, söylemiyle ve siyasal metodolojisi ile dindar kitleyi buluşturacak ortak bir nokta var mı?

Yeşil siyaset, II. Dünya Savaşı’ndan sonraki yıllarda, özellikle 1960’larla birlikte, her türlü ayrımcılığa, silahlanmaya, savaşlara, ırkçılığa, doğayı ve canlıları tehdit eden sorumsuz ekoloji politikalarına karşı, alternatif bir toplumsal hareket olarak ortaya çıktı. 1970’ler boyunca giderek güç kazanan ve toplumsal zemin kazanan yeşil siyaset hareketi, 1990’lara geldiğimizde, Almanya başta olmak üzere, pek çok Batılı ülkede partileşmiş ve kayda değer oy oranları alabilen bir siyasal hareket haline gelmişti. Nitekim yeşil siyaset hareketinin en güçlü olduğu Almanya’da Yeşiller Partisi, 1998 yılında koalisyon ortağı olarak ilk kez siyasal iktidarı deneyimleme fırsatını elde etmişti. Yeşil siyasetin, evrensel ölçütlerde sıralanabilecek temel öncelikleri şunlar: İlki, hayatın tüm alanının, istisnasız bir şekilde ekolojik bir yaklaşımla düzenlenmesi. Başka bir deyişle, insan merkezli bir yaklaşımdan, insanı da doğanın diğer varlıklarıyla eşit olarak gören ve bunu hayatın her alanında uygulayan ve gözeten bir yaklaşım. İkincisi, merkezi olmayan bir karar alma süreci ile herkese açık, doğrudan işleyen bir taban demokrasisini inşa etmek. Üçüncüsü, sürdürülebilir bir ulusal ve uluslararası barış ortamının tesis edilmesi için, aktif bir barış politikası izlenmesi, bu amaçla azınlıklara, güçsüzlere ve dezavantajlı konumdaki herkese yönelik baskılara karşı çıkılması. Dördüncü ve son öncelikse, enerji, konut, ulaşım ve eğitim gibi alanlarda, doğa ile uyumlu paradigmalara paralel düşen yatırımlar gerçekleştirmek.

Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi’nin siyasal öncelikleri ve üzerinden siyaset üretmek istediği alan, dindar bir bireyin de destekleyebileceği, içerisinde bulunmak isteyeceği ve daha ötesinde, katkı vererek şekillendirmek isteyebileceği bir siyaset alanı olabilir, hatta olmalıdır. Nitekim, özellikle son yıllarda küresel iklim değişikliği başta olmak üzere, ekolojik gündemin hızla hayatımızı direkt etkileyebileceği ve ilgisiz kalınması olanaksız bir kriz noktasına doğru yürüyoruz. Burada Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi’ne düşen, pozitivist metodolojinin tuzağına düşmeksizin, dinsel öğretileri hayatlarının merkezine almış bireylerin de, dünya hayatı sonrası için vaadlerle yetinmeyip, yaşadığı reel dünya için de insani ve meşru talepleri olabileceği gerçeğini teslim etmek ve dindarlarla eşit konumda bir dil temelinde ilişki kurmaktır. Pekâla, dindar bir birey de hayatın her alanında ekolojik bir yaklaşımın egemen olduğu, demokrasinin tabana yayıldığı ve demokratikleştiği, savaşın ve diğer nefret söylemlerinin dışlandığı, bir avuç homo economicusun çıkarları uğruna, milyonların sefalete mahkum edilmediği bir dünya özlemini paylaşabilir ve bu hayallerini de yine pekâla, İslami referanslarla gerekçelendirebilir.

Hayata tamamen dünyevi referanslarla bakan bir birey için, yine hayatı aşkın kavramlar ve anlamlandırmalar üzerinden yaşayan bir birey, irrasyonel ve aklı dışlayan olarak görülebilir. Öte yandan, hayata dair bildiğimizi düşündüğümüz ve algılarımız eşliğinde oluşturduğumuz anlamlandırmalar da, özünde dış gerçekliğin sübjektif çarpıtmalarından başka bir şey olmadığından, herkesin üzerinde uzlaşması gereken mutlak bir gerçeklikten bahsetmek mümkün değildir. Dolayısıyla, özgürleşmiş bir zihinle siyaset üretmek isteyen Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi, bilgisine sahip olunduğu varsayılan her şeyin, yanlışlanabilme ölçüsünde bir yanılma payına sahip olduğunu teslim ederek, dini öğretilere yönelik en baştan reddiyeci yönelimlere itibar etmemeli ve dinsel öğretileri, insanların kurtulması gereken birer kelepçe gibi görmekten imtina etmeli. Sözgelimi aynı dinsel öğretiler, herhangi bir dindar birey için, daha yaşanılabilir, daha özgür, daha adil, savaşsız ve müreffeh bir dünyanın moral altyapısı da olabilir ve bu öğretilerin doğruluğunu ya da yanlışlığını ölçmek de, en azından bu dünya şartlarında mümkün değil.

Türkiye solunun çıkışı, öncelikle pozitivist geleneğin içerisinden konuşan ve fazlasıyla geçmişe tekabül eden, bugünü ve müstakbel geleceği ıskalayan pozisyonlardan sıyrılabilmekten geçiyor. Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi vesilesiyle, özünde siyasal solda mündemiç olan taleplere sahip dindarların da sol siyasete kanalize olabilmeleri için bir yol açılabilir ve böylesi bir yönelim, salt dindar kitleyi daha da demokratlaştırmakla kalmaz, aynı zamanda Türkiye solunu da ulusalcılığa, Kemalizm’e, siyasal ve toplumsal pozitivizme daha mesafeli hale getirir. Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi, Türkiye siyasetinin solunu temelden etkileyecek bir dönüşüm dalgasının itici gücü olarak, en azından başlangıçta, parlamentoya girmekten çok daha önemli işler başarabilecek konumda. İş ise, böylesi bir kanalın açılabilmesinden geçiyor.

 

Emrah Aslan, Mühim Hadiseler Enstitüsü

http://muhimhadiseler.org/yesil-siyasetin-dindarlarla-imtihani/


 

Shell’den Karadeniz’de ‘yarıcılık’ girişimi

Türkiye Batı Karadeniz’de Petrol ve doğalgaz arama çabaları devam ediyor. TPAO ile Shell derin deniz arama ve türetim anlaşması imzaladı.

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız şahitliğindeki anlaşmaya TPAO adına Genel Müdür Mehmet Uysal, TPAO Arama Daire Başkanı Ömer Şahintürk, Shell adına da Shell Uluslararası Aramadan Sorumlu Kıdemli Başkan Yardımcısı Ceri Powell ve Shell Uluslararası Arama ve Üretim Direktörü Andy Brown imza koydu.

Bakan Yıldız törende yaptığı konuşmada, TPAO ile Shell’in Batı Karadeniz’de yüzde 50, yüzde 50 ortak olarak petrol ve doğalgaz çalışması yapacağını bildirdi.

Özel sektör ve kamu tarafından yürütülen arama faaliyetleri sonucunda 27 milyon tonluk üretim artışı sağlandığına işaret eden Yıldız, ”Bu keşifler olmasaydı biz son 10 yılda ithalat için 35 milyar dolar daha fazla para ödemiş olacaktık” diye konuştu.

Chevron 100 milyon doları ödedi

Bir gazetecinin, ”Chevron ile yürütülen anlaşma çerçevesinde yeni bir kuyu açılmaması durumunda şirket 100 milyon dolarlık bir ceza ödemek durumunda kalacaktı. Bu noktada alınan bir karar var mı?” şeklindeki sorusu üzerine Yıldız, Chevron’un büyük bir nezaket göstererek 100 milyon doları ödediğini bildirdi.

Shell’in de bugünkü anlaşma karşılığında Türk tarafına 5 milyon dolar imza ikramiyesi ödediğini, ayrıca anlaşmanın içinde 150 milyon dolar civarında bir teminat mektubu bulunacağını kaydeden Yıldız, anlaşma çerçevesinde TPAO ile Shell’in yüzde 50, yüzde 50 ortak olarak işlemlerini yürüteceklerini ifade etti.

3 boyutlu arama 3 yılda yapılacak

Shell Uluslararası Arama ve Üretim Direktörü Andy Brown da anlaşma çerçevesinde ilk aşamada 1500 metrekarelik alanda 3 boyutlu sismik verilerin toplanıp analiz edileceğini, 3 yıllık süre zarfında da derin deniz arama çalışması kapsamında en az bir kuyu açılmasının öngörüldüğünü söyledi.

Anlaşmaya göre, Shell’in önümüzdeki 3 yıl için taahhüdünün 150-200 milyon dolar civarında olacağını kaydeden Brown, Karadeniz’de tamamen farklı bir jeolojik ufukta araştırma yapmış olacaklarını dile getirdi. Brown, ”Böylesi bir arama çalışmasına bu kadar para bağlamamız bu alanın ümit vaat ettiğini gösteriyor. Hatırı sayılır bir petrol ve doğalgaz bulmayı ümit ediyoruz” diye konuştu.

TPAO Genel Müdürü Mehmet Uysal da bugünkü ortaklık ile Batı Karadeniz’de yeni bir aramacılık sayfası açıldığını belirtti. Uysal, TPAO’nun da ayrıca 2013 ve 2014 yıllarında Istranca-1 keşfinin ekonomik boyutunu incelemek için 3 yeni kuyu açmak için hazırlık yaptığını kaydetti.

Yarıcı: Tarlayı ekip, ürünün yarısını alan ortak. tdk.

(CNNTürk, Yeşil Gazete)

Çernobil’de çatı çöktü

Çernobil Nükleer Santrali’nin çatısı yoğun kar yağışı nedeniyle çöktü.

Ukrayna yetkili makamları çöken çatının ardından radyasyon oranlarında önemli bir artış kaydedilmediği açıklamasını yaptı.

Nükleer santralin sözcüsü, 4’üncü bloktaki türbin holünün çatısının 600 metrekarelik bir bölümünün çöktüğünü kaydetti. 1986 yılında yaşanan Çernobil kazası bu blokta meydana gelmişti. Açıklamada söz konusu makine binasının reaktörden 50 metre uzakta olduğu bilgisine yer verildi.

Çernobil faciasının ardından 115 bin kişi yaşadıkları bölgeyi terk etmek zorunda kalmıştı. Facianın meydana geldiği noktayı merkez alan 30 kilometrelik bir daire ise hala yasak bölge konumunda.

(Deutsche Welle)

İzmir’de kadınların coşkulu yükselişi (One Billion Rising -İzmir)

Kadına yönelik şiddeti protesto amacıyla başlatılan ve dünya çapında 1 milyar kadına ulaşmayı hedefleyen “one billion rising – bir milyar kadın yükseliyor” isimli kampanya, aynı anda 182 ülke ile birlikte Türkiye’nin pek çok şehrinde gerçekleştirildi.

27 şehirde ve 55 noktada dans ederek gösterilen tepkinin coşkulu kutlamalarının bir adresi de İzmir oldu.

İzmir’de binlerce kadın kentin simgesi saat kulesi önünde toplandı. Eylem dansının kareograflar eşliğinde prova edilmesi ve sahnelenmesi defalarca tekrar edildi. İzmirliler dans etmeye, eğlenmeye doyamadı. Saat 12:00 civarında saat kulesi önünü dolduran kalabalıklar saat yaklaşık 14:00’e kadar doyasıya dans etti.

İzmir Tanıtım Derneği’nin gerçekleştirdiği organizasyonda İzmir’in tanınan Şovmeni Hakan Doğanay  bir konuşma gerçekleştirdi. 20 günlük bir kız çocuğu babası olduğunu belirten Doğanay, kızına Türkiye’de yaşanan kadın şiddetini gelecek yıllarda, geçmişte kalmış bir masal niyetine anlatmak istediğini söyledi. İzmir’in kadın ve Lgbt hareketlerinin de yer aldığı eylemcede örgütler kendi kimliğini kullanmadı. Kadınlara yönelik şiddete danslı tepki İzmir Konak Meydanı’nda unutulmayacak anlara sahne oldu.

İşte video ve fotoğraflarla “İzmir’de Kadınların Coşkulu Yükselişi

-Yeşil Gazete-

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Pedallar bisiklet yoluna sahip çıkmak için atılıyor

Kadıköy’de Bağdat Caddesi üzerinde yapılmaya başlanan ancak trafiği olumsuz etkilediği gibi gerekçelerle tamamlanmadan iptal edilen bisiklet yolu için bisikletseverler pedal atmaya devam ediyor .

Bisikletseverler, Bağdat Caddesi üzerinde tamamlanmadan ortadan kaldırılan bisiklet yolunun yeniden açılması için her pazar gerçekleştirdikleri eylemlerine devam ediyor.

Amaçlarının sadece yolun açılması değil, aynı zamanda bu eylemlerle beraber insanların dikkatini bisiklet kültürü üzerine çekmek ve bisiklet kullanımının artmasını sağlamak olduğunu söyleyen bisikletli eylemciler, şehirde huzurlu bir şekilde ulaşımını sağlamak isteyen herkesi bisikletleriyle beraber Kadıköy’e çağırıyor.

Eylem, bu Pazar günü  saat 14.00’de Göztepe Parkı’ndan başlayacak ve herkesin katılımına açık olacak.

(Yeşil Gazete)

One Billion Rising’e Buğday’dan ekoloji desteği

Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği 9-10 Mart tarihleri arasında Galata’daki Şifahane’de EkoKadın programı düzenliyor. Ekokadın programında kadınların geleneksel ve doğa dostu bilginin aktarılmasında ve uygulanmasındaki rolüyle kadının dönüşüm için yapabilecekleri vurgulanacak.

Buğday'ın eko kadın programına katılanlar hallerinden memnun gibi

Kadınların birbirinden öğrenmesi, paylaşması ve ekolojik dönüşümün içinde yer almaları için Buğday Derneği, kadınları Ekolojik Yaşam Programı’na bekliyor.

PROGRAM
9-10 Mart / Galata Şifahanesi

9 Mart Cumartesi
10.00-17.00
* Ekolojik yaşamın temelleri
* Kullanım döngüsü ve ihtiyacı yeniden tanımlamak…
* Tüketici değil türetici olmak…  Nasıl?
* Ekolojik yaşam biçimini seçen kadının bir anne olarak portresi…
* Alışveriş alışkanlıkları, guvenilir gıda ve beslenme… Beslenme ve hastalık ilişkisi…
* Sofradaki denklemi nasıl çözebiliriz?

10 Mart Pazar

10.00-17.00

* Kirletmeden temizlenmek ve güzelleşmek.
* Çöp torbanızı küçültmenin yolları…
* Hastalıkları nasıl değerlendirmeliyiz?
* Kentte dayanışmanın örnekleri.
* Kadınlar yeniden üretici hale nasıl dönüşebilir? Katılımcı kadın…
* Formüllerinizi kendiniz yaratın. Sürdürülebilir bir geleceğin anahtarı sizde…

Detaylı bilgi edinmek için bugday.org/

(Ntvmsnbc)

 

 

Yeşiller/Sol Ankara İl Binası açılıyor

Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi Ankara İl Binası, bu cumartesi bir kokteyl ile açılıyor.

22 Aralık’ta yapılan kongreyle göreve gelen ve yaklaşık bir aydır yeni binasında etkinliklerini sürdüren Yeşiller/Sol Ankara, 16 Şubat’ta saat 18.00’de başlayacak açılışta partili ve partili olmayan dostlarıyla buluşacak.

Tarih: 16 Şubat Cumartesi Saat: 18.00

Adres: Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi Ankara İl Binası – Ataç 1 Sokak No:42/5 -Ataç Sokak ile Ziya Gökalp Caddesi’nin kesiştiği köşe