Sol siyaset için bir çıkış kanalı mı? – Emrah Aslan

yesillerTürkiye siyasal tarihinde ilk kez, Yeşiller Partisi – Eşitlik ve Demokrasi Partisi birleşmesi sonucu kurulan Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi ile kitleselleşmeyi de hedefleyen ve Batı’daki “yeşil siyaset”e denk düşen bir siyasal parti ortaya çıktı. Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi’nin, kimlik ve varlık krizinde yerleşik Türkiye solunda bir çıkış kanalı olup olmayacağı tartışılırken, ıskalanmaması gereken bağlamlardan bir tanesi de, “hareket”in, hem sayısal hem de düşünsel anlamda Türkiye siyasetinde belirleyici bir ağırlığa sahip olan dindar kitle ile nasıl bir bağ kuracağı.

Türkiye’de, kendini solda konumlandıran siyasal hareketlerin politik düzlemleri ne kadar farklı ve heterojen olsa da, metodolojik olarak, geçmişten bugüne değin Türkiye solunun tekrarlamaktan imtina etmediği, dinin, toplum ve bireysel hayat üzerinde, hâkim siyasal düzenin olumsuzluklarının farkına varmayı engelleyici bir işleve sahip olduğuydu. Bu yaklaşıma göre dini öğretiler, bu dünyada karşılanamayacak olan vaatleri sunarak, insanların yaşadıkları dünya ile ilgili meşru ve rasyonel taleplerini dizginliyor, dolayısıyla egemen düzenin sürekliliğini sağlayan bir moral altyapı oluşturuyordu. Bu nedenle Türkiye’de kendini solun farklı yerlerinde konumlandıran siyasi hareketlerin dine ve dindarlara bakışı, dine karşı aktif bir reddedişten dine ve dindarlara saygılı olmaya uzanan, fakat özünde dini ve dindarları, insani idealleri yaşadığımız dünyada gerçekleştirmeyi hedefleyen sol programlardan soyutlayan bir yaklaşıma denk düştü.

Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi, kendini demokratik, ekolojist, eşitlikçi ve özgürlükçü bir değişimi dile getirecek muhalefet hattının merkezi olarak tanımlayarak, öncelikleri, kaygıları, hedefleri ve yerleştirmeye çalıştığı siyasal dil ile kendini solda konumlandıran diğer sol partilere kıyasla, Türkiye’de şu an “özgürlükçü sol”a tekabül eden en güçlü adres olarak gözükmekle birlikte, burada sorulacak temel soru, Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi’nin kaygılarının ve siyasal önceliklerinin, toplumsal bir karşılık bulup bulamayacağıdır. Partinin, özellikle ulusalcılığa, Kemalizm’e ve geriye kalan statükocu “sol”a mesafe almış sol kitle için bir çekim alanı yaratacağını tahmin etmek güç değil fakat asıl merak edilen, Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi’nin bir kitle partisi haline gelip, kayda değer bir iktidar alternatifi olup olamayacağıdır. Kanımca partinin dindarlarla nasıl bir bağ tesis edeceği, bu bağı hangi dil üzerinden ve nasıl bir derinlikte kurgulayacağı, Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi’nin geleceğinde rol oynayacak önemli bir faktör.

Peki kitleselleşmeyi ve iktidara alternatif bir siyasal parti olmayı hedefleyen Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi, kendini dindar olarak tanımlayan bireylerle ortak bir dil yaratarak, sürekliliği olan bir siyasal kanal inşa edebilir mi? Partinin kaygılarıyla, söylemiyle ve siyasal metodolojisi ile dindar kitleyi buluşturacak ortak bir nokta var mı?

Yeşil siyaset, II. Dünya Savaşı’ndan sonraki yıllarda, özellikle 1960’larla birlikte, her türlü ayrımcılığa, silahlanmaya, savaşlara, ırkçılığa, doğayı ve canlıları tehdit eden sorumsuz ekoloji politikalarına karşı, alternatif bir toplumsal hareket olarak ortaya çıktı. 1970’ler boyunca giderek güç kazanan ve toplumsal zemin kazanan yeşil siyaset hareketi, 1990’lara geldiğimizde, Almanya başta olmak üzere, pek çok Batılı ülkede partileşmiş ve kayda değer oy oranları alabilen bir siyasal hareket haline gelmişti. Nitekim yeşil siyaset hareketinin en güçlü olduğu Almanya’da Yeşiller Partisi, 1998 yılında koalisyon ortağı olarak ilk kez siyasal iktidarı deneyimleme fırsatını elde etmişti. Yeşil siyasetin, evrensel ölçütlerde sıralanabilecek temel öncelikleri şunlar: İlki, hayatın tüm alanının, istisnasız bir şekilde ekolojik bir yaklaşımla düzenlenmesi. Başka bir deyişle, insan merkezli bir yaklaşımdan, insanı da doğanın diğer varlıklarıyla eşit olarak gören ve bunu hayatın her alanında uygulayan ve gözeten bir yaklaşım. İkincisi, merkezi olmayan bir karar alma süreci ile herkese açık, doğrudan işleyen bir taban demokrasisini inşa etmek. Üçüncüsü, sürdürülebilir bir ulusal ve uluslararası barış ortamının tesis edilmesi için, aktif bir barış politikası izlenmesi, bu amaçla azınlıklara, güçsüzlere ve dezavantajlı konumdaki herkese yönelik baskılara karşı çıkılması. Dördüncü ve son öncelikse, enerji, konut, ulaşım ve eğitim gibi alanlarda, doğa ile uyumlu paradigmalara paralel düşen yatırımlar gerçekleştirmek.

Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi’nin siyasal öncelikleri ve üzerinden siyaset üretmek istediği alan, dindar bir bireyin de destekleyebileceği, içerisinde bulunmak isteyeceği ve daha ötesinde, katkı vererek şekillendirmek isteyebileceği bir siyaset alanı olabilir, hatta olmalıdır. Nitekim, özellikle son yıllarda küresel iklim değişikliği başta olmak üzere, ekolojik gündemin hızla hayatımızı direkt etkileyebileceği ve ilgisiz kalınması olanaksız bir kriz noktasına doğru yürüyoruz. Burada Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi’ne düşen, pozitivist metodolojinin tuzağına düşmeksizin, dinsel öğretileri hayatlarının merkezine almış bireylerin de, dünya hayatı sonrası için vaadlerle yetinmeyip, yaşadığı reel dünya için de insani ve meşru talepleri olabileceği gerçeğini teslim etmek ve dindarlarla eşit konumda bir dil temelinde ilişki kurmaktır. Pekâla, dindar bir birey de hayatın her alanında ekolojik bir yaklaşımın egemen olduğu, demokrasinin tabana yayıldığı ve demokratikleştiği, savaşın ve diğer nefret söylemlerinin dışlandığı, bir avuç homo economicusun çıkarları uğruna, milyonların sefalete mahkum edilmediği bir dünya özlemini paylaşabilir ve bu hayallerini de yine pekâla, İslami referanslarla gerekçelendirebilir.

Hayata tamamen dünyevi referanslarla bakan bir birey için, yine hayatı aşkın kavramlar ve anlamlandırmalar üzerinden yaşayan bir birey, irrasyonel ve aklı dışlayan olarak görülebilir. Öte yandan, hayata dair bildiğimizi düşündüğümüz ve algılarımız eşliğinde oluşturduğumuz anlamlandırmalar da, özünde dış gerçekliğin sübjektif çarpıtmalarından başka bir şey olmadığından, herkesin üzerinde uzlaşması gereken mutlak bir gerçeklikten bahsetmek mümkün değildir. Dolayısıyla, özgürleşmiş bir zihinle siyaset üretmek isteyen Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi, bilgisine sahip olunduğu varsayılan her şeyin, yanlışlanabilme ölçüsünde bir yanılma payına sahip olduğunu teslim ederek, dini öğretilere yönelik en baştan reddiyeci yönelimlere itibar etmemeli ve dinsel öğretileri, insanların kurtulması gereken birer kelepçe gibi görmekten imtina etmeli. Sözgelimi aynı dinsel öğretiler, herhangi bir dindar birey için, daha yaşanılabilir, daha özgür, daha adil, savaşsız ve müreffeh bir dünyanın moral altyapısı da olabilir ve bu öğretilerin doğruluğunu ya da yanlışlığını ölçmek de, en azından bu dünya şartlarında mümkün değil.

Türkiye solunun çıkışı, öncelikle pozitivist geleneğin içerisinden konuşan ve fazlasıyla geçmişe tekabül eden, bugünü ve müstakbel geleceği ıskalayan pozisyonlardan sıyrılabilmekten geçiyor. Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi vesilesiyle, özünde siyasal solda mündemiç olan taleplere sahip dindarların da sol siyasete kanalize olabilmeleri için bir yol açılabilir ve böylesi bir yönelim, salt dindar kitleyi daha da demokratlaştırmakla kalmaz, aynı zamanda Türkiye solunu da ulusalcılığa, Kemalizm’e, siyasal ve toplumsal pozitivizme daha mesafeli hale getirir. Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi, Türkiye siyasetinin solunu temelden etkileyecek bir dönüşüm dalgasının itici gücü olarak, en azından başlangıçta, parlamentoya girmekten çok daha önemli işler başarabilecek konumda. İş ise, böylesi bir kanalın açılabilmesinden geçiyor.

 

Emrah Aslan, Mühim Hadiseler Enstitüsü

http://muhimhadiseler.org/yesil-siyasetin-dindarlarla-imtihani/


 

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Balık ekmek yemekle olmaz, Marmara’nın suyunu için!-Mehveş Evin

Ne yazık ki müsilaj felaketini balık yemek, denize girmek, denizin yüzeyini temiz görmeye indirgemek, bu büyük ekolojik krizi durdurmanın önündeki en büyük engel.

Marmara Denizi’ndeki kirlilik sorununa bir çözüm: Agroekoloji – Bülent Şık

Agroekolojik yöntemler sulardaki nitrat kirliliğini azaltıcı bir sonuç doğurur ve bu da içme suyu kaynaklarının korunması anlamına gelir.

Örgütlü sessizlik – Arat Dink

Zeki Tekiner, dört ay önce başka bir silahlı saldırıdan şans eseri ölümcül bir yara almadan kurtulmuştu. Vali’yi olayın siyasi boyutu olduğuna ikna edememişlerdi. Dostları Nevşehir’den bir süre uzaklaşmasını istediler. O, “Bana Nevşehirliden zarar gelmez” dedi, kaldı. Su, tanıdık akıyor, değil mi?

Marmara Denizi’ndeki müsilaj kirliliğinde kömürlü termik santrallerin etkisi incelenmeli- Pelin Cengiz

İstediğiniz kadar yüzey temizliği yapın, bir yeri temizlerken diğer taraftan atık devam ediyorsa buna temizlik denir mi?

Marmara’nın ölümü: İstanbul kolera salgınına hazır mı – Bülent Şık

Denizdeki müsilajin kolera salgını getirmesi mümkün. Ama her şeye rağmen devam etmekten ziyade durmayı, onarmayı öne çıkarmalıyız. İnsan, bitki, hayvan ve çevre sağlığını bir bütünün birbiriyle ilişkili parçaları olarak görmeye çalışarak çözümler arayacağız.

EN ÇOK OKUNANLAR