Ana Sayfa Blog Sayfa 4154

Devleti değiştirmeden iktidar olmak – Erol Katırcıoğlu

Dünün bazı demokrat ve liberal aydınlarının Gezi olayından giderek sürekli bir sol eleştirisi yapıyor olmaları dikkat çekici. Hesapta bu olayı anlamak istiyorlar ama yaptıkları bir anlama çabasından çok bir karalama kampanyasına dönüşmüş durumda.

Doğrusu bu yazarların çoğunun, bir dönem önce rejimin mağdur ettiği İslami kesime sahip çıkmak gibi onurlu bir iş yapmışken, şimdi hangi nedenlerle, Gezi’de ortaya dökülen yine bir tür “mağduriyet” haykıran kesimlere karşı bu kadar eleştirel olabiliyorlar anlamak mümkün değil. Gezi’de, “sol” demeyi tercih ettikleri bu kesimlerin ne tür taleplerle sokaklara döküldüğünü anlamaya çalışmak yerine onları acımasızca eleştirmenin neresinde “demokratlık” ya da neresinde “liberallik” olabilir ki?

Türkiye’de sol, “modernitenin”, onun temsilcisi olan “kemalizmin” çocuğudur, bunu biliyoruz. O nedenle de solun içinde kemalizmden etkilenmiş kesimlerin olduğunu da biliyoruz. Ama şöyle arkamızı dönüp, bırakın eskileri yakın tarihimize bakıp, devletin “sol” kesimler üzerinde yaptıklarını hatırlayacak olursak bugün onların mağduriyetlerini ve devlete neden karşı olduklarını da anlamamız daha kolay olmaz mı? 12 Mart’da, 12 Eylül’de ve daha nice tarihlerde devletin ve iktidarların, onlara gösterdikleri vahşetin (üstelik çoğu çocuk yaştayken) hiç iz bırakmadan uçup gideceğini mi sanıyordunuz? Öyle olmuyor. Nitekim bizde de öyle olmadı. Bu insanlar sokaklardalar, talepleri ve iddiaları var. Bizim onları yanlış bulup bulmamızın ise bir kıymet-i harbiyesi yok. Onlar, onlar.

Bu liberal yazarların bazıları, birilerinin, Gezi’deki AKP ve İslami kesim karşıtlığından yararlanarak kitleleri yönlendirdiklerini dolayısıyla olayın hükümete karşı “darbe” amaçlı bir “komplo” olduğunu öne sürüyor ya da ima ediyorlar. Dolayısıyla olayın Ergenekon bağlantılı bir olay olduğunda hemfikir gibiler.

Doğrusu Gezi’de “ulusalcı” ve “Ergenekoncu” denilebilecek bazı sloganların atılmış olduğu doğrudur.  Ama buradan giderek Gezi’nin Ergenekoncu bir darbenin ayak sesleri olduğunu iddia etmek doğru değildir. Çünkü bugün toplumda Ergenekon ve Balyoz gibi davalarla ilgili yaygın bir inançsızlığın varlığı çok açıktır ve bunun Gezi’yle doğrudan bir ilgisi yoktur. Yoktur çünkü bu ülkenin mahkemeleri hemen her zaman devletin ve iktidarın bir parçası olmuş ve onların yanında yer almışlardır ve o nedenle de çoğu kez haklılığın değil haksızlığın kaynağı olmuşlarıdır.

Yine şöyle arkamızı dönüp, bırakın eskileri yakın tarihimize bakıp, mahkemelerimizin aldıkları kararlara bakın bugün neden Ergenekon ve Balyoz davalarıyla ilgili yaygın bir inançsızlığın olduğunu görürsünüz. Örneğin, Menderes ve arkadaşlarının asılma kararlarını bu mahkemeler vermediler mi? Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını genç yaşlarında darağacına bu mahkemeler göndermediler mi? 17 yaşındaki Erdal Eren’in yaşını büyütüp asılması kararını bu mahkemeler almadılar mı? O zaman neden şimdi bazılarımız bu mahkemelerin verdikleri kararların doğru olduğuna inansın ki?

Dolayısıyla Ergenekon davasına inançsızlık Gezi’den yansımış olabilir ama buradan Ergenekoncu hükümet karşıtı bir komplo üretmek oldukça zorlama bir çabadır.

Sol kavramı bir soyutlamadır. Hele hele solun ideolojik sorunlarının derinleştiği bir dönemde solun tek bir tahhayülü olduğunu söylemek doğru olmaz. O nedenle de Gezi’ye bakıp, Gezi’nin çok katmanlı gerçeğini atlayıp, tek bir sol varmış gibi yapmak, oradan solun toplumsal tahhayülünün kalmadığını söylemek iş değildir.

AKP’nin devleti değiştirmeden iktidar olması, devlete karşı haklı tepkileri olan kesimlerin bu tepkilerini haksız bir biçimde AKP’ye yöneltmeleri sonucu doğurmuş olabilir ama bu haksızlığın sebebi bu kesimlerden çok,  haklı tepkileri dikkate almayarak devleti değiştirmeden devletleşmiş olan AKP’dir.

Eğer ok atacaksanız biraz da buraya atın.

Tabii cesaretiniz varsa…

ErolKatırcıoğlu – www.kuyerel.org

Kadıköy’ü Kadıköy yapan muhtelif şeyler – Mehmet Tez

Her semtin değeri, ağırlığı, havası-suyu, alameti farikası ayrı. Geçen hafta biber gazı İstanbul’daki yolculuğuna Kadıköy’de devam edince gündeme gelen mahalleyi ve muhabbetini şöyle bir derleyip toplamak farz oldu

Doğma büyüme Kadıköylü falan değilim ama Kadıköy’de belli bir zaman geçirdim. Başka bir yere gitmeyi istemeyecek kadar en azından. Moda’dan Bostancı’ya sahili sokakları arşınladım, Kadıköy’ün adına sanına değil, sunduklarına gelen ve onlarla memnun olan biriyim. Bu gözle Kadıköy şöyle bir şey…

Gaz Kadıköy’e de uğrayınca Kadıköylüler sağa sola şöyle yazdı ya, “direniş ayağımıza geldi gece gece karşıya geçmek zorunda değiliz”.
“Kadıköy kafası” varsa eğer bu cümle güzel anlatıyor.
Bunun alt metni şu aslında; Kadıköy’de biraz her şeyden uzaktasın. Kendi halinde, kendi doğal sınırları olan, mahalleleri birbirine sahilden bağlı bir kasabada yaşıyorsun. Gün boyu ne yaparsan yap akşam eve mahalleye dönüp kendi hayatına, komşularına, esnafına kavuşuyorsun. Vapurdan inip karaya adım attığın anda her şeyi geride bırakıyor, başka bir kıtaya ayak basıyorsun (teknik olarak öyle, psikolojik olarak daha da öyle).

Kadıköy’e körler ülkesi denirmiş, “buraya yerleşenler kördü herhalde, Avrupa tarafı varken burada ne bulmuşlar” anlamında. Tarihi bir yanılgıyı düzeltip ilk Kadıköylülere iadei itibar öneriyorum. Bir kere buradan bakınca karşısı daha güzel görünüyor. Gün batımı şahane, bir yanın deniz, bir yanın boğaz, karşında adalar… Aksine gayet iyi görüyormuş bence ilk Kadıköylüler. Biz burada Sarayburnu’ndaki İmparatora falan fazla bulaşmadan hem şehrin içinde hem de dışında yaşarız diye düşünmüş olmalılar.

Kadıköy’le ilgili en korktuğum şey Kadıköy’ün bir tür İzmir’e dönüşmesi. “Biz İzmir’de boyoz yer çekirdeğe çiğdem deriz” muhabbeti çok fena arttı bu aralar.

Çarşı, Kadıköy’ün alameti farikalarından biri. Her ne kadar bir örnek ruhsuz biracıların istilasını yaşasa da son yıllarda enteresan dükkanları, kadın temizlik görevlilerinin kullandığı minyatür çöp arabalarının dolandığı dar sokaklarında rengarenk baharatçıları, mezecileri, şarküterileri, balıkçıları hala var.
Ecevitler’den öteberi almak, Yılmazlar kasabından et almak, Kadınimet’te tezgahtan seçtiğin balığı yaptırıp yanında bir kadeh rakıyla gelen geçene bakarak yemek, eve Petek fırınından çıtır ekmek almak, balıkçılarda ayıklattığın çingene palamutlarının yanına taze roka, turp, limon koyup eve yollanmak Kadıköylü klasiklerinden. Olmadı Halil var, lahmacunda tek adres. Benusen var, müdavim lokantası tadında. Çiya var, yöresele yelken açmak için.

Akmar pasajı eskiden şahaneydi. Kadıköy’deki alternatif kültürün merkeziydi. Şimdi orada kalan bir iki dükkandan biri Zihni’ninki. Müzik ihtiyacınız orada karşılanır.
Olmadı Bahariye’ye doğru Kaybedenler Kulübü muhabbetinin merkezi Vintage var. Kadıköy-Bahariye arası didik didik edilesi bir yer. Muhtelif eskiciler, pikapçılar, antikacılar, saatçiler…

Kadıköy demek biraz da Bahariye’deki barlar sokağı demek. Eski toprak rock’çılar Karga’ya, depresif britler Trip’e, hipster’lar indie’ler Arka Oda’ya.
Kadıköy’ün yeni barlar sokağı aslında Moda Caddesi’nin Migros tarafı (Pidesun var ya, onun tam karşısı, yemediyseniz yeyin buranın pidesini). Zeplin’deki envai çeşit bira mahalleliyi olduğu kadar “karşı”yı da çekiyor. Yanında açılan mekanlara burası hayli hareketli ve Kadıköy’ün yeni hip bölgesi olma yolunda. Oturmak isteyenler Moda Meyhanesi’ne ciğere, sahile doğru yürüyşe geçenler Cibalikapı’nın mezelerine…

Kadıköy elbette sadece Kadıköy değil. Felsefi bir cümle değil, Cadde’den bahsediyorum, Bağdat Caddesi de Kadıköy, Caddebostan da, Suadiye de, Şaşkınbakkal da.
Kadıköy’ün Avrupa yakasındaki herhangi bir yerden en büyük farkı kamusal alanların bulunması. Kumsalı olan kaç ilçe var İstanbul’da? Sahillerde dolaşacak, oturacak, denize girecek yer bulabilirsiniz. İlla bir yerlerde hesap ödemeniz gerekmez. Avrupa yakasının yabancı olduğu bir his.

Kadıköy demek esnaf demek ve mahalleli demek. İstanbul’da artık pek sartlanmayan bir şey olarak Kadıköy’de “mahalleli” var. Mahalle sakinleri var. Buradaki mekanlara, buradaki restoran ve lokantalara buradaki insanlar gider. Bir yerden çıkıp eve yürüme mesafesinde dönersin. O yüzden insanlar birbirlerini tanır, selam verir.
Flamingo’da döner yersiniz, Jumbo’da hamburger, Barış büfede tost, Beyaz Fırın’da poğaça, ya da İl Padrino’da pizza, illa ki tanıdık birilerini görürsünüz (bu arada İl Padrino gibi yıllardır dekor değiştirmeyen kaç restoran var?).
Bu açıdan bakarsanız Nişantaşı ve Cihangir’e ve bu tip semtlere göre geri bir yer Kadıköy. Daha az şehirli, daha fazla kasaba gibi. Son yıllarda Avrupa yakasının fiyakalı semtlerinden çok fazla göç almasının nedeni bu belki de kim bilir.

Vapur İstanbul’un her yerinde var ama Kadıköylü için vapur hayatın parçası. Sadece kendi değil iskeleleri de öyle. Beşiktaş iskelesi, Haydarpaşa… Siluetleri yeter. Evet metrobüs daha pratik ama yani metrobüs adama şiir yazdırmaz, bir 20 dakikada hayatını gözden geçirtmez, kafanı açmaz, ciğerlerine temiz hava, beynine kan pompalamaz. Kadıköy metrobüsten çok vapur demek. 20 dakikada Karaköy.

Sadece Kadıköy’de var

Yazıcıoğlu İş Merkezi: Bilişim ve elektronik konusunda problemleriniz mi var? Tek adres. Derdin ne olursa olsun yanıt şu: “Hallederiz abi…”
Belediyenin minik çöp araçları ve temizlikçi kadınlar: İki kişilik çarpışan araba gibi çok sempatik araçlar bunlar.

Ali Usta dondurması: Biliyorum çok klasik. Ama başka yerde yok.
Kemal Usta waffle’ı: Waffle çılgınlığı Kadıköy klasiği. Gece yarısından sonra sokakları çikolata kokan semt başka nerede var?

Boğa: Kadıköy’de bir yerler tarif edilecekse referans Boğa’dır. Boğa’dan aşağı, Boğa’dan yukarı, Boğa’da toplanılıyor vs… Fenerbahçe’nin maskotu kanarya değil Boğa olsa olurmuş.

Fenerbahçe: Kurbağalıdere ve Yoğurtçu Parkı’nı da katıyorum işin içine. O bölge özellikle maç günleri piknik alanı /panayır arası bir yer. Kadıköy klasiği değilse nedir?

Caddebostan sahili: Avrupa yakasında ve Boğaz’da sahil demek lokantalardan, çay bahçelerinden, muhtelif tesislerden, binalardan, lüks teknelerden ya da balık yakalayanların oluşturduğu barikatlardan arta kalan bir iki metrekare yer demek. Ya da her şeyin fiyatının üç katına çıktığı “kazık zone” demek. Kadıköy’de sahil vatandaşın. Dilediğin gibi yürü, yat, koş, piknik yap, yayıl.

Bağdat Caddesi: Bu kadar geniş caddeler, bahçeler, ağaçlar, sokaklardan oluşan bu dev sosyalleşme, yeme içme, yürüyüş ve alışveriş alanının benzeri başka yerde yok. Bu Los Angeles hali elbette insanlara da yansıyor. Sayfiye şehri havasının nedeni bu, belki bu yüzden “erken şortlu” ilk caddede beliriyor, en son caddede görülüyor.

Koço: Eski Türk filminde sevgililerin gittiği yer atmosferini yaşatan ender restoranlardan. Balığı, rakısı bir yana, psikolojisi yeter.

Moda çay behçeleri: İstanbul’un tereddütsüz en yavaş servisi ve en kötü çayı burada. Ama manzarası güzel. Üstelik yaz boyu şehrin en serin bir iki yerinden biri.

Yeni şeyler

*Sokak müzisyenleri: Hem Bağdat Caddesi’nde hem de Kadıköy’de eskiden beri var sokak müzisyenleri ama şimdi her zamankinden daha fazlalar. Genellikle müzisyen öğrencilerden oluşan bir yeni nesil sokak müziği ekolü her yerde.

*Hispterlar: Cihangir, Tünel, Asmalımescit, Bomonti, Şişli, Teşvikiye, Beşiktaş’ın bir bölümü ve muhtelif Boğaz mahallelerinde sıkça rastlanan hipster’ların en sevdiği mahalle son yıllara Kadıköy. Farklı bir renk kattıkları kesin.

*Cihangir, Teşvikiye küskünleri: Kadıköy’den karşıya taşınanların sayısı şu anda karşıdan Kadıköy’e taşınanlardan azdır. Yani İstanbul içinden göç alan bir yer Kadıköy.

*Bisiklet yolları: Bisiklet yolları yapıldığından bu yana bisikletler de arttı. En acayibi şu üzerindeki müzik sisteminden müzik yayını yapan “chopper” bisikletler.

*Metrobüs: Kadıköylüler bayılıyor metrobüse. Dolmuş üzeri metrobüs formülü vapuru zorluyor.

 

Mehmet Tez -http://www.hafifmuzik.org/haber/kadikoyu-kadikoy-yapan-muhtelif-seyler/

Bangladeş’te gösteriler devam ediyor

Beş ay önce Bangladeş’ de iktidardaki Avami Birliği partisi ile bağlantılı yerel bir politikacı olan sahibinin yalnızca beş kat için ruhsat aldığı ancak üç katın kaçak olarak yapıldığının öğrenildiği Rana Plaza’ nın çökmesi sonucu çoğu hazır giyim işçisi 1100’ den fazla kişi hayatını kaybetmişti. İşçiler binada geniş çatlaklar olduğunu fark ettiğinde, binanın sağlam olduğu açıklaması yapılmış, işçiler zorla çalıştırılmış ve ertesi gün felaket yaşanmıştı.

4 milyon hazır giyim işçisinin çalışmak zorunda olduğu kötü koşullarda herhangi bir iyileştirme yapılmasından ziyade hükümetlerin ve şirketlerin tek istedikleri, Bangladeş’in de ihracatının yüzde 80’ini sağlayan binlerce hazır giyim fabrikasının her zaman olduğu gibi çalışmaya devam etmesiydi.

Bangladeş Dünyayı Giydiriyor

Çin’ den sonra en büyük ikinci tekstil üreticisi olan ülkede dünyanın en büyük giyim şirketleri olan Wal-Mart, El Corte Ingles , JC Penney,  Kik, C&A, Benetton’a ürün sağlanıyor.

Dünyanın en düşük aylık ücreti ile haftada 80 saate yakın çalıştırılan işçiler, 2010’ dan beri artış olmayan asgari ücretin 38 Dolar’dan 104 Dolara yükseltilmesi için geçtiğimiz Cumartesi’ den beri grevdeler. Fabrika sahipleri 47 Dolar öneriyor. İşçiler bunu “insanlık dışı ve utanç verici” şeklinde niteleyerek kabul etmiyor. 200.000 işçinin katıldığı protestolar devam ediyor. Gösterilere polisin plastik mermi, biber gazı ile yoğun müdahalesi söz konusu. En az elli kişinin çatışmalarda yaralandığı belirtiliyor. Hükümet’in acilen polis şiddetine bir son vermesi gerekiyor.

Birleşmiş Milletler Uluslararası İşçi Örgütü’ nün çalışmaları ile Hollanda , İngiltere v ve Kanada hükümetleri, Bangladeş’ in çalışma koşullarının iyileştirilmesi, işçi güvenliğinin sağlanması, sürdürülebilir ekonomik büyümenin sağlanabilmesi ve yatırımlar için 23 Eylül 2013 tarihinde yeni bir destek programı için imzaları attı.  Program öncelikle “Yangınlar ve Bina Güvenliği için Ulusal Aksiyon Planı” nı destekleyecek.

Haber ve Çeviri : Zeliha Yıldırım

(un.org, news.com, Yeşil Gazete)

Dünyadan kısa kısa- 26 Eylül Perşembe

0

Kenya’da ölü sayısı artabilir

Kenya’daki AVM saldırısında ölenlerin sayısının artmaşından endişe ediliyor. El Kaide bağlantılı El Şebab örgütü tarafından gerçekleştirilen saldırıda 60’tan fazla kişi ölmüştü. Şimdi bu sayının ikiye katlanabileceği söyleniyor.

Çin’de eşek arısı saldırısında 18 kişi öldü

Çin’in Shaanxi bölgesinde son haftalarda yaşanan eşek arısı saldırılarında 100 kişinin sokulduğu, 18 kişinin ise öldüğü bildirildi. Bölgede her yıl birkaç kişi eşek arısı sokması sonucu ölüyor; ancak, bu boyutta bir saldırı kayıtlarda yok. Eşek arılarının beklenmedik hava değişikliklerinden etkilendiği tahmin ediliyor.

Acayip havaların sebebi iklim değişikliği

Kuzey Kutbu jet akımı olarak adlandırılan ve hava sistemlerinin Kuzey yarımküredeki dağılımını sağlayan hava akımının, buzul erimesi nedeniyle, bu sene epey saptığı saptandı. Dünya genelinde yaşanan aşırı hava olaylarının buna bağlı olabileceği belirtiliyor.

Fransa’dan karbon vergisi

Avustralya’nın karbon vergisini kaldırması henüz tazeyken Fransa tersi yönde adım atıyor. Önümüzdeki yıldan itibaren Avrupa Emisyon Ticareti Sistemi’ne dahil olmayan mesken ısıtma ve taşıt yakıtlarına karbon vergisi getirilecek. Uygulamanın 2016 itibariyle 4 milyar avro kaynak yaratması bekleniyor. Bu kaynak ise yine enerji kullanımını azaltacak önlemleri desteklemek için kullanılacak.

Alman Parlamentosu’ndan iş bulma hizmeti

Almanya’daki seçimlerin ardından %5’lik seçim barajının altında kaldığı için meclisteki tüm koltuklarını kaybeden liberal partinin milletvekili ve çalışanları için parlamento bünyesinde iş bulma bankoları açıldı. 93 eski vekil ve 650 destek elemanının önemli bir bölümü bankolar önünde sıra oluşturdu.

Hindistan’da Kaşmir yine karıştı

Hinidistan – Pakistan sınırında ayrılıkçı gerillaların bir polis karakoluna düzenlediği sanılan saldırıda ilk belirlemelere göre 12 kişi öldü.

Bağdat’ta yine patlama

Bağdat’ta meydana gelen bombalı saldırılarda en az 21 kişi öldü. Ölü sayısının artmasından korkuluyor. Ülkede sadece Ağustos ayı içinde 800 kişi bombalı saldırılarda öldü.

Greenpeace üyeleri mahkeme karşısında

Rusya tarafından uluslararası sularda gerçekleştirilen saldırıda tutsak alınan 30 Greenpeace üyesi bugün Rusya’nın Murmansk kentinde mahkeme karşısına çıkıyor. Duruşmada Greenpeace üyelerinin tutukluluk hali konusunda karar verilecek. Rusya devlet başkanı Vladimir Putin dün eylemcilerin ‘korsan’ olmadığını ifade etmişti. Rusya’da korsanlık 15 yıla kadar hapisle cezalandırılıyor.

İran 8 yıl aradan sonra Holokostu tanıdı

İran devlet başkanı Hasan Ruhani ‘Yahudiler ve diğer kesimlerin Naziler tarafından öldürülmesi suçunu’ kınadığını söyledi. Ruhani’nin selefi Mahmud Ahmedinejad Holokost’u reddediyordu.

Avrupa’da vahşi hayattan iyi haber

Yeni bir araştırma Avrupa’da ayı, kurt, kartal, vaşak ve akbaba nüfuslarının kayda değer artış gösterdiğini gösteriyor. Buna sebep olarak ise avlanma yasakları ve insanların şehirlere göç etmesi verildi.

Malezya’da orman katliamı sürüyor

Malezya, palm yağı peşinde ormanlarını katletmeye devam ediyor. Malezya Orman Araştırmaları Enstitüsü Temmuz ayında, ülkedeki son keruing paya (Dipterocarpus coriaceus) ağacının kesildiğini açıkladı.

Eski ABD Başkanı Bush eşcinsel bir çiftin nikahında şahitlik yaptı

ABD eski başkanlarından George H.W. Bush ve eşi Barbara geçtiğimiz haftasonu eşcinsel bir çiftin nikah töreninde şahitlik yaptı.

ABD’de casusluğa budama

ABD senatosunda Ulusal Güvenlik Ajansı’nın ABD vatandaşlarının kişisel bilgilerini ‘trolle’ toplama yetkilerine sınır getirmek için partiler üstü bir girişim başlatıldı.

Japonya’an itiraf: Evet, Fukuşima konusunda yardıma ihtiyacımız var

Japonya Fukuşima’daki radyoaktif sızıntıyı kontrol etmek için Fransa’dan teknik yardım alacak. Rusya’nın da yardım çalışmalarına dahil olması ihtimal dahilinde. Fukuşima’daki radyoaktif su sızıntısı 2011’den beri devam ediyordu. Kazanın hemen ertesinde uluslararası yardım tekliflerine olumsuz cevap veren Japonya hükümetine Moskova’dan ‘ulusal nükleer kaza diye bir şey yoktur, tüm nükleer kazalar uluslararasıdır’ yanıtı gelmişti.

(Yeşil Gazete)

Obama’nın İklim ile Sınavı: Bir Sıfır’dan Büyüktür

İklim değişikliği her geçen gün daha görünür bir biçimde hayatlarımızı etkiliyor. Giderek artan sera gazı emisyonları ve üstümüzdeki serayı giderek daha kalınlaştırırken; Dünya’nın ortalama sıcaklığı giderek daha hızlı bir biçimde artıyor; daha sık fırtınalar; kuraklıklar; yağış düzensizlikleri ile karşı karşıya kalmaya başlıyoruz.

Sadece insanların değil tüm doğanın; tüm canlıların hayatını tehdit eden iklim değişikliği; her hangi bir ülkenin tek başına üstesinden gelebileceği birşey değil. İklim değişikliği bir küresel mücadele alanı. Dayanışma; ortak karar alma ve ortak eyleme geçme alanı.

Ancak, ne yazıkki küresel sera gazı salımları ve atmosferdeki CO2 her geçen gün hiç olmadığı kadar yükselirken; iklim değişikliği ile mücadele konusundaki uluslarararası dayanışma umudu her geçen gün  daha da azalıyor.

İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi ve Kyoto Protokolü; çalışmıyor. Bu uluslararası belgeler kapsamında ülkelerin neredeyse hiçbiri ; sözlerini şu ana kadar tutmadı.  Kyoto Protokolü; uzatılmasına rağmen artık kimsenin;  uluslararası dayanışmaya dair umudu kalmadı.

Sözleşme zaten, ABD tarafından Kongre kararı ile onaylanmadığından dolayı; zaten ölü doğmuştu. ABD, Dünya’nın Çin ile beraber en fazla CO2 emisyonu yapan iki ülkesinden biri.  Kişi başı emisyonlara baktığımızda ise; ABD bu alanda liderliği, Birleşik Arap Emirlikleri gibi bir kaç ülke ile beraber; açık ara elinde bulunduruyor.

ABD’nin Kyoto’yu Kongre’de onaylamamış olması; yıllardır iklim değişikliği ile mücadeleyi sekteye uğratıyor. Üstelik, ABD menşeili petrol ve sanayi şirketlerini ve ABD’nin kirli enerji yatırımlarına ilişkin küresel mali desteklerini / sübvansiyonlarını da göz önünde bulundurduğumuzda; ABD’nin küresel iklim değişikliği ile mücadeleyi nasıl sekteye uğrattığının farkına varabiliriz:

ABD’nin Enerji Bilgi Yönetimi (EIA)’nin 2010 yılında yayınladığı bir rapora göre, 2008 yılında, ABD fosil yakıtlar için 557 milyar dolar sübvansiyon desteği verirken, yenilelebilir enerjiye ise sadece 43 milyar dolarlık destek sağlamış. [1]

Obama’nın Konuşması

Obama’nın 25 Temmuz 2013 tarihinde Georgetown Üniversite’sinde yaptığı ve konusu iklim değişikliği olan konuşmasını bu çerçevede değerlendirmek lazım diye düşünüyorum.

Öncelikle, tarihte belki de ilk defa bir ABD Başkanı iklim değişikliğinin ne kadar ciddi bir tehdit olduğunu ve eyleme geçme vakti gerektiğini ifade etti.

Konuşmasında öncelikle iklim değişikliğinin ne kadar ciddi bir tehdit olduğunu anlatan Obama; her geçen gün artan sıcaklıklar yüzünden, kuraklık, yangın ve sellerin sıklaştığını ve su seviyesinde yükselmenin New York gibi önemli şehirleri nasıl tehtid ettiğini anlattı.

Ancak; bence konuşmasının kritik ekseni, bildiğimiz gerçeklerden bahsetmesi değildi. Obama’nın; harekete geçme zamanı geldiğini vurgulaması önemliydi. Ülkesine; çok geç olmadan harekete geçme cesaretine sahip olup olmadıklarını sorması önemliydi.

 

Obama; konuşmasına özellikle enerji sektöründeki duruma odaklandı.

“Bugün; ABD’nin CO2 emisyonlarının yüzde 40’ı enerji santrallerinden geliyor. Ama bir de buradan bakın. Şu anda bu santrallerin yaptığı karbon emisyonlarını sınırlayacak her hangi bir federal limit yok. Hiç yok. Civa;sülfür ve arsenik gibi toksik kimasaların; havamızdaki veya suyumuzdaki miktarını sınırlıyoruz ama enerji santralleri her hangi bir sınır olmadan karbon emisyonu yapabiliyor. Bu doğru değil, güvenli de değil ve bu son bulmak zorunda.”[2]

Devamında ise; ABD Çevre Koruma Ajansı’nı; bu konuda harekete geçirdiğini de ekledi. Yalnız bunu yaparken; piyasaya göz kırpmadan da edemedi. İklim değişikliği ile mücadelenin serbest piyasaya zarar vermeyecek şekilde yapılacağını da vurguladı.

İkinci verdiği mesaj ise yenilebilir enerji konusundaydı. ABD şu anda enerjisinin yüzde 10’nunu yenilenebilir kaynaklar ile üretiyor. Obama; 2020 yılına kadar bu kurulu güç kapasitesini yüzde 20’ye çıkaracaklarını açıkladı. Yani 7 yılda, ABD’deki kurulu yenilenebilir enerji gücü iki katına çıkarılacak. Bu kabaca bir hesapla; ABD sadece enerji sektöründe yapacağı yatırımlar ile ülkenin toplam emisyonunu yüzde 4 oranında düşürecek demek.

Obama, ABD’nin diğer ülkelere verdiği kömür yatırımı sübvansiyonlarından ve desteklerinden de bahsetti:

“Bugün, denizaşırı ülkelerde; eğer karbon yakalama teknolojileri yoksa, yeni kömür santrallerinin yapımı artık finanse edilmeyecektir. (elektrik üretimi için başka bir opsiyonu olmayan en fakir ülkelere size; ABD destek vermeye devam edecektir.)” [3]

Peki bu konuşma küresel iklim mücadelesini nasıl etkileyecek?

Bu cevabı karmaşık bir soru.

Öncelikle;  konuşmasından sonra; Obama’nın kalan yıllarında, iklim değişikliği ile mücadele konusunda daha girişken olacağını ve daha aktif bir rol alacağını tahmin edebiliriz. ABD’de petrol lobisi çok güçlü, ancak Obama’nın artık oy derdi yok ve lobilere karşı daha az gebe.  Birleşmiş Milletler ve İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi Sekreteryası; 2015 yılında yeni ve daha etkin bir küresel iklim değişikliği ile mücadele sözleşmesi peşinde koşuyor. 2016 yılına kadar başkan olan Obama; eğer bu anlaşmanın oluşmasında daha etkin bir rol alır ve anlaşmaya ABD’nin imzasını koyarsa, dengeler değişebilir.  (Bu noktada; anlaşmanın zor olduğunu da belirtmek gerekiyor; yani bu küçük bir ihtimal; ama olabilir.)

İkinci kritik nokta ise, ABD’nin diğer ülkelere verdiği kömür sübvansiyonlarının azalacağı sonucu. Türkiye (şu anda Türkiye’den yatırım izni almış ve inşaatı devam eden / başlayan 60 kömür santrali onayı var[4]) gibi birçok ülke halen kömür yatırımları yapıyor ve bu yatırımların küresel emisyonların artışına sebep olacağı gerçeği hepimizi korkutuyor.  ABD’nin sübvansiyonları olmadan bu yatırımların yavaşlayağı; yeni yatırım kararlarının daha zor alınabileceğini söyleyebiliriz.  Yeni kömür yatırımı yapmak isteyen ve ABD’den destek bekleyen ülkeler bir kez daha düşünmek zorunda; ya da karbon yutak teknolojisine sahip santraller inşaa etmek zorunda kalacak.

Aynı şekilde, ABD’nin 2011 yılı itibari toplam kurulu gücü; 1,050.9 Gigawatt düzeyinde ve Obama’nın konuşmasına göre bu kurulu gücün 2020’de yüzde 20’u yenilenebilir olacak; yani rakamlar bize ABD’ye çok ciddi yenilebilir enerji yatırımları geleceğini söylüyor. Bu durum; ABD’nin diğer ülkelerdeki yenilenebilir enerji sübvasiyonlarını arttıracağı ihtimalini de göz önünde bulundurduğumuzda, yenilenebilir enerji sektörünün giderek büyüyeceğini söyleyebilir.

Özetle Obama’nın konuşmasının küresel iklim değişikliği ile mücadele için önemli olduğunu söyleyebiliriz. Obama gelecek son üç yılda kömür yatırımlarını azaltacağını; daha fazla yenilebilir enerji yatırımlarını destekleyeceğini, konuşmanın ve eylem planının küresel düzeyde kömür sektörüne desteği azaltabileceğini ve son olarak da iklim değişikliği ile mücadele konusunda yeni etkin bir sözleşmeye bir adım daha yakın olduğumuzu söyleyebiliriz. Ancak; atılacak daha çok adım var. Obama’nın konuşması ile ABD’nin atacağı adımlar ABD için büyük bir adım gibi görülebilir; ancak iklim değişikliği ile mücadele için küçük bir adım. Daha hızlı ve etkin eylem planlarına ihtiyacımız var. En önemlisi küresel bir dayanışmaya ihtiyacımız var.

Yine de ABD şu ana kadar iklim değişikliği konusunda kayıpları oynuyordu. Neredeyse hiç adım atmadı; hatta tam tersi yönde kirli teknolojileri desteklemeye ve iklim değişikliğine körükle gitmeye devam etti.  Tam da bu yüzden;  Bir, sıfırdan büyüktür ve; hiç yoktan iyidir!

Bu yazı ilk kez EkoIQ dergisinin Ağustos 2013 sayısında yayınlanmıştır.

 

Devin Bahçeci

Marshall Adaları’ndan Dünya’ya çağrı: İklim değişikliği’ni durdurun!

Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin 5. Değerlendirme raporunun açıklanmasına sadece bir kaç saat kalmışken,  Marshall Adaları Başkanı, iklim değişikliğinin artık hayatlarının bir parçası olduğunu anlatarak herkesi harekete geçirmeye çalıştı.

Marshall Adaları; Yeşil Gazete takipçilerinin ve iklim değişikliği konusuna ilgilenenlerin yakından tanıdığı Tuvalu gibi, kısa adı AOSIS olan, Pasifikteki Küçük Ada Devletleri Birliği’nin bir üyesi. Pasifikteki ada devletleri, iklim değişikliğinden doğrudan  etkileniyorlar ve yıllardır ülkeleri harekete geçmeye çağırıyorlar.

Marsall Adaları Cumhuriyeti Başkanı Christopher J. Loeak’in kaleme aldığı çağrıyı Yeşil Gazete okuyucuları için çevirdik. Çağrılarına kulak vermemek elde değil:

 

İklim Değişikliği Kıyılarımıza Ulaştı.

Dünya gün geçtikçe kendi elleri ile iklim krizine daha çok yaklaşırken; ülkem uçurumun kenarında duruyor. Marshall adalarında; Pasifik’in her yerinde olduğu gibi, iklim değişikliği ne uzak olan bir tehdit ne de kapıda bekleyen bir kriz. İklim değişikliği burada.

Kimse, insanlığın yarattığı karbon kirliliğinin iklim değişikliğinin ana sebebi olduğunu ve sonuçlarının giderek ciddileştiğini red edemez. 1 ay önce, Birleşik Devletler Dış İşleri Bakanı John Kerry’nin, adamızda söylediği gibi; “Bilim çok net; iklim değişikliğinin inkar edilecek tarafı kalmadı, durum her geçen gün daha da korkutucu oluyor.

Dünya’nın hiç bir yerinde iklim değişikliği, bizdeki kadar elzem değil. Dünya’daki sadece dört adet bulunan mercan kayalığı ülkelerinden biri olarak, yüz yılın sonunda deniz seviyelerinin 1 ile 2 metre arasında yükseleceğini söyleyen güncel bilimsel raporları gördükçe korkumuz ve endişemiz artıyor.

Bu yılın başlarında, kuzey mercan kayalıklarında; binlerce inanı aç ve susuz bırakan beklenmedik kuraklık yüzünden, afet durumu ilan etmek zorunda kaldım. Altı hafta sonra ise dev bir gelgit başkentimiz Majuro’yu vurdu. Havalanımız sel altında kaldı; bazı komşuların hatta benim kendi arka bahçemin deniz koruma duvarı yıkıldı. 2 ay içinde iiki büyük iklim felaketi yaşadık.

Su gelirse gelir, bir yere gitmiyoruz!

Bazıları daha yüksek yerleşim yerlerine taşınmamızı öneriyor ama Marshall adalarında böyle bir yer yok ve aynı zamanda ülkemizi terk etmeye de hazır değiliz. Bu toprak bizim evimiz, bizim mirasımız ve bizim kimliğimiz. Dışarıdan gelen tehditlerle geçmişte başa çıkabildik ve hayatta kaldık. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra adamızda 67 korkunç nükleer test yapıldı; bu testlerden en güçlüsünün Hiroşima’dan 1000 kat daha güçlü olduğunu da belirmek isterim. O zaman inandığımız bir şey vardı. Şimdi de aynı noktadayız: burası bizim ülkemiz ve biz burada kalacağız. Su gelirse gelir.

Biz yapabiliyorsak siz de yapabilirsiniz.

Tehlike büyük olsa da, biz Pasifik olarak sıkıntıdan ellerimizi sağlamaktan fazlasını yapıyoruz. Bu ay başında, bölge liderleri olarak Majuro’da Pasifik Adaları Forumu olarak iklim değişikliğine nasıl reaksiyon vereceğimizi konuşmak için buluştuk. 5 Eylül 2013’te Majuro İklim Liderliği Deklarasyonu’nu kabul ettik ve ada devleri olarak büyük hedefler koyduk ve düşük karbon ekonomisine geçişi hızlandırıyoruz. Cook Adaları, Niue, Tuvalı ve Vanuatu 2020 yılına kadar yüzde 100 yenilenebilir enerjiye geçiyor, Tonga da 2020’de enerjisinin yüzde 50’sini yenilebilir ile üretecek. Sadece çevreyi korumak değil amacımız. Bu kararlar, yenilebilir enerjinin ekonomimiz için, enerji güvenliğimiz için ve halkımızın sağlığı için iyi olduğundan alındı. Büyük ülkelere mesajımızdır: Biz yapabiliyorsak siz de yapabilirsiniz.

Majuro Deklarasyonu’nun en büyük başarısı; dünyanın en çok karbon salımı yapan, özellikle de Pasifik’e kıyıları olan ve küresel emisyonun yüzde 60’ından sorumlu olan ülkelerden yeni taahhütler almak olacaktır. Özellikle, Birleşmiş Milletler Delegasyonu üyeleri, ülkelerinin Majuro Deklarasyonu’nu destekleyeceğini iletti.

Uzun zaman boyunca, Amerika’nın harekete geçmiyor olması, diğer ülkeler tarafından bahane olarak kullanıldı. Dünya’nın iklim değişikliği konusunda Amerika’nın liderliğine ihtiyacı var. Birleşik Devletlerin Majuro Deklarasyon’una destek olmasını mutlulukla karşılıyoruz. Bu diğer ülkelerin de harekete geçmesine yol açabilecektir. Toplantı sonrasında, İngiltere, Endonezya, Fransa, Tayland, Malezya, Güney Kore, Filipinler ve Avrupa Birliği tarafından desteklendi. Bu ülkelerin taahhütlerini de bekliyoruz.

Bu hafta, diğer Pasifik ada liderleri ile birlikte New York’a gidiyoruz. Birleşmiş Milletler’den de Majuro Deklarasyonu için destek almaya çalışacağız. Deklarasyonumuzun 2015’te imzalanması planlanan yeni küresel anlaşmaya katkı sunacağı inancındayız.

Bu bağlamda, tüm ülkeleri, iş adamlarını ve kurumları yeni taahhütler vermeye ve gelecek nesiller için önemli bir tehdit olan iklim değişikliğine çözüm bulmaya davet ediyoruz. Bundan daha önemli bir şey olamaz.

Christopher J. Loeak, Marsall Adaları Cumhuriyeti Başkanı.”

 

Haber ve Çeviri: Devin Bahçeci

(Yeşil Gazete, NY Times)

Türkiye’den kısa kısa – 26 Eylül Perşembe

Bingöl cezaevinden firar

Bingöl M Tipi cezaevinde PKK davasından 4’ü hükümlü, 14’ü tutuklu 18 mahkum tünel kazarak firar etti. Mahkumların firar ettiği sabah yapılan sayımda ortaya çıktı, firarilerin yakalanması için bölgede operasyon başlatıldı.

İçişleri Bakanı Muammer Güler, Bingöl M Tipi Cezaevi’nden 18 PKK hükümlü ve tutuklusunun firar etmesiyle ilgili açıklamasında: “İlk incelemede bölücü terör örgütleri mensupları tarafından cezaevinin kuzeyine doğru 50 metre uzunluğunda bir tünel kazıldığı belirlendi. Tünelin içerisinde de aydınlatma düzeneği bulunduğu anlaşılmıştır. Bölge dışına kaçan kişilerle ilgili çok geniş bir çalışma yapılmaktadır. Cezaevi Tevkif Genel Müdürü, Adalet Bakanlığı tarafından görevlendirilmiştir. Jandarma Asayiş Harekat Başkan Yardımcısı,Asayiş Daire Başkanı ve uzman ekip olay yerine gönderilmiştir. Uçaklarımız olay yerine gönderilmiştir. Bölgede geniş bir arama çalışması yürütülmektedir.” dedi.

Olimpos’ta HES’e hayır

Antalya İli, Kemer İlçesi, Kesme Boğazı Mevkii’nde yapılması gündeme gelen Regülatör Tip Hidro Elektrik Santralı (HES)’i engellemek için imza kampanyası başlatıldı. “Olimpos Beydağları Sahil Milli Parkı sınırları içinde yer alan, Güney Antalya Turizm Alanı dahilinde bulunan, yüzlerce endemik bitkiye ve dünya güzeli şelalelere ev sahipliği yapan bu cennet köşesinin enerji üretimi için incitilmesi yanlıştır” diyen herkesi imzaya çağıran kampanyaya http://goo.gl/7uqrmS linkinden ulaşılabilir.

Lise’de Gezi hakkında yazılı yoklama

CHP Bursa İl Başkanı Metin Çelik Bursa’nın Gemlik ilçesinde öğretmen ve öğrencilerin Gezi Parkı eylemlerine katılmının sorgulanıp fişlendiğini açıkladı. Çelik’in açıklamasına göre Gemlik Hisar Anadolu Lisesi’ni ziyaret eden iki müfettiş öğrencilerden kimlik ve iletişim bilgilerini aldıktan sonra “Okul müdürünüz Gezi olaylarına katıldı mı, sizleri yönlendirdi mi, konuşma yaptı mı?”, “Öğretmenleriniz Gezi olaylarında nasıl tavır aldı, sizleri nasıl yönlendirdi, isimlerini veriniz?”, “Olaylara katılan arkadaşlarınızın adını yazınız”, “Katılanların listesi var mı?” sorularının yer aldığı matbu kâğıtları dağıttı. Bakanlık doğru cevapları ve en başarılı öğrencileri henüz yayınlamadı.

Başbakan Erdoğan’dan tavsiyeler:

Başbakan Erdoğan “Büyük Doğu Düşüncesi ve Necip Fazıl Kısakürek’in Eserlerinde ‘İdeal Türk Gençliğinin Nitelikleri’” konulu makale yarışmasının ödül töreninde “Gençler, siz korkmayacak, çekinmeyecek, tereddüt etmeyecek, değer ve inançlarınızdan dolayı utanmayacak, sıkılmayacak asla geride durmayacaksınız. Birilerinin sesi çok çıkıyor, arsız diye, barbarlık yapıyor diye pısıp geri adım atmayacaksınız” dedi.

Türkiye’deki 5 araçtan 1’i İstanbul’da

TÜİK verilerine göre Türkiye’de kayıtlı olan 17 milyon aracın 3 milyonu İstanbul’a kayıtlı.

Derbi olayları esnasında gözaltına alınanlar serbest bırakıldı, sonra 30 kişi gözaltına alındı

Emniyet Beşiktaş-Galatasaray derbisi sırasında çıkan olaylarda yakaladığı kişileri serbest bıraktıktan sonra kamera kayıtlarınıinceleyerek otuz kişiyi gözaltına aldı.

Çankaya Belediyesi’nden Gezi’de kaybettiklerimize park

Çankaya Belediyesi’nin açıklamasına göre “Gezi Parkı eylemlerinde demokrasi adına verdikleri mücadeleyle halka mal olmuş direnişçiler Ethem Sarısülük, Abdullah Cömert, Ali İsmail Korkmaz, Ahmet Atakan, Mehmet Ayvalıtaş ve komiser Mustafa Sarı adına düzenlediği yeni parklar 27 Eylül Cuma günü açılıyor”.

Beyoğlu’nda sokak adları değişiyor

Beyoğlu Belediyesi mükerrer sokak adlarını kaldırmak için “Adını Siz Koyun” kampanyasıyla ismi değişecek 77 sokak için öneri topluyor. 29 Eylül’e kadar sürecek oylamaya katılmak için: http://www.beyoglu.bel.tr/adini-siz-koyun/

(Yeşil Gazete)

Kuzey ormanları seni çağırıyor!

Kuzey Ormanları Savunması,  İstanbul’un kalan son ormanlarını savunmak için nefes almaya devam etmek isteyen herkesi, 28 eylül Cumartesi saat 16:00’da Galatasaray meydanında yapılacak basın açıklamasına çağırıyor.

3. Köprü ve 3. havalimanı’nın İstanbul’un ulaşımı için planlanmış projeler olmadığını belirten Kuzey Ormanları Savunması (KOS), “Bu projeler İstanbullu’ların yaşam kalitelerini gözardı eden ve yaşamın sürdürülebilirliğini yok etmeye yönelik projelerdir” diyor.

İstanbul’un ulaşımı için çözüm projelerinin mevcut olduğunu ancak sadece rantı düşünenlerin gerçek çözüm projelerinden söz edilmesine dahi fırsat vermediklerini dile getiren KOS, “Bizler tüm İstanbullu’ları bu kısır döngüyü tersine çevirmek yani bu akıl dışı projeleri durdurmak için mücadele etmeğe ve yok olmanın eşiğine gelen Kuzey ormanlarının sadece son oksijen kaynağımız olan ağaçlarını değil, su kaynaklarımızı, hayvanları ve binlerce insanın yaşam ve geçim kaynağı olan tarım alanlarını savunmaya çağırıyoruz. Karşı çıkmazsak, bunların tamamı kısa bir süre içinde yok olacak. Yani bugün kuzey ormanlarını savunmazsak, yarına ne temiz havamız, ne temiz suyumuz ve ne de üzerinde yaşayabileceğimiz temiz bir toprak parçamız kalacak. Yarın çok geç olacak!” çağrısı ile tüm İstanbulluları ve İstanbul’da nefes almaya devam etmek isteyen herkesi 28 Eylül Cumartesi günü saat 16:00’da Galatasaray Lisesi önüne bekliyor.

(Yeşil Gazete)

Sekiz Ege Köyü

Dikili’nin denizi gören dağlık bir yamacına kurulu Yahşibey size hemen kucak açan köylerden. Taş evleri, sokaklarda dolaşan inekleri, keçileri, tavukları, köy bakkalı, sünnet düğünleri ile tam köy gibi bir köy burası. Kafanızı dinleyebileceğiniz, size ilham verecek türden bir yer.

Yıllar önce Yahşibey’de kurulan ‘Emre Senan Tasarım Vakfı’ tam da bu amaca uygun bir ‘Tasarım Çalışmaları Proje Evi’ inşa etmiş. Yaz aylarında ortak çalışmalar gerçekleştirilen bu okulda kendi anlatımlarıyla ‘farklı tasarım disiplinlerinde üniversite eğitimi gören genç tasarımcılara yaratıcılıklarını kışkırtacak, birlikte eğlenerek çalışmalarını sağlayacak bir ortam’ yaratılmış.

15-30 Ağustos 2013 tarihleri arasında gerçekleşen 32. Yahşibey Tasarım Çalışmaları’nda ilk defa iki farklı disiplin bir araya geldi. Şehir Planlama ve Grafik Tasarım öğrencileri, yürütücülüğünü Ayşegül İzer ve Kevser Üstündağ’ın yaptığı ortak çalışmada bir araya geldiler. İki farklı disiplin arasında ortak bir dil yaratmayı amaçlayan çalışmanın bir diğer amacı ise ‘görünmezi görmek, görünürlük kazandırmak’tı.


Değişen ‘Büyükşehir Belediye Yasası’ sonucu mahallelerin bu durumdan nasıl etkileneceği meçhul. Yapılaşmanın artarak köylerin eski değerlerini yitirmesi tehlikesi, çalışmanın çıkış noktalarından birini oluşturuyordu. Bu amaçla köylerde var olan değerleri görmek, bu değerleri görünür kılmak ve hatta bir arşiv oluşturmak istendi. Dikili’ye bağlı 25 köyün hepsini 15 günde çalışmak mümkün olamayacağı için 8 tanesi ile işe başlandı. Çalışmanın adı da buradan yola çıkarak ‘8 Ege Köyü’ olarak belirlendi.

Ege'de çalışma yapılan sekiz köy

İlk iki günü alan gezisiyle geçen çalışmada köylülerle anketler yapıldı, fotoğraflar çekildi, dağlara tırmanıldı, traktöre binildi, ‘hayır’ sayesinde karnımız doyuruldu, koruk suları içildi, görünmeyen arandı! Edinilen bütün izlenimler, veriler, algılar takip eden günlerde farklı teknikler kullanarak paylaşıldı, masaya yatırıldı, beyin fırtınaları ile şekillendi. Şehir plancıları grafik tasarımcıların, grafik tasarımcılar da şehir plancıların ne demek istediğini, neyi nasıl anlattığını anlamaya çalıştı. Ortak bir çalışma için gerekli olan ortak dil üretmeye çalışıldı.

Bir yandan ise kolektif bir yaşam sürmekteydi. 11 öğrenci, 1 konuk öğrenci, 5 asistan ve 2 yürütücü hocadan oluşan bu kalabalık ekip her gün kendi yemeğini pişirdi, bulaşığını yıkadı, temizliğini yaptı, pazara gitti, alışveriş yaptı. Her bir iş için görev çizelgeleri hazırlandı. Kimi zaman makarna pişirildi, kimi zaman deniz börülcesi ayıklandı, kimi zaman kuymak, kimi zaman ayranaşı yendi. Her yemekte ‘kaç kişiyiz?’ sorusu ısrarla soruldu. Sinek ısırıklarına karşı sürülen kaşıntı ilaçları ellerden düşmedi.

Şehir Plancıları ile Grafik Tasarımcıları köylerde var olan değerleri görmek, bu değerleri görünür kılmak için çalışma halinde

Geceli gündüzlü süren çalışmalar neticesinde her bir köyün rengi, hikayesi, özellikleri infografik, illüstrasyon, haritalama gibi yöntemler kullanılarak görselleştirildi. Sonuç olarak bir kitap ve bir de internet bloğu ortaya çıktı.

Görünmeyen değerleri görünür kılan bu çalışma; akıllarda farklı bir köy algısı, 15 gün süren kolektif yaşamdan edinilen deneyimler, anılar ve dostluklar, üretilen tasarımlarla ile herkes için ayrı bir yere sahip oldu.

Çalışmayı merak edenler bloğumuzu inceleyebilir; sekizegekoyu.wordpress.com/

Köyleri merak edenler ise bu albümü inceleyebilir; flickr.com/photos/sekizegekoyu/sets/

 

Arzu Erturan

 

Google’dan tüm anayasaları aynı site altına alma projesi

Google, dünya üzerinde geçerli olan tüm anayasaları bir araya getirecek yeni proje sitesini duyurdu.

CNN Türk’ün haberine göre şimdilik 160 ülkenin anayasasının yer aldığı sitede kullanıcılar anayasaları okuyup, içlerinde arama yapıp, karşılaştırma da yapabiliyor.

Google Ideas’ın desteğiyle yapılan dijital anayasalar sitesinde arama özelliği araştırmacılar için bulunmaz bir fırsat olarak gösteriliyor.

Anayasaların tamamı İngilizce olarak sitede yer alıyor.

Siteye constituteproject.org linkin ulaşmak mümkün.

(Cnn Türk)