Türkiye’de karbon emisyonu artış hızıyla rekor kırmaya devam ediyor. Çalışmaya göre 2030 yılına kadar Türkiye’nin karbon emisyonu 2009 seviyesinin 3 katına çıkacak.Türkiye’nin gelişme kalkınma modeli özellikle çevresel maliyet açısından soru işaretlerine yol açıyor. Dünya Bankası, yeni çalışmasında bu soru işaretlerine yanıt ararken, Türkiye ekonomisinin ne kadar yeşil olduğunu mercek altına aldı. Yayımlanan politika notunda, Türkiye’nin daha yeşil bir ekonomiye kavuşması için politika önerilerini sıralandı.
Dünya Bankasından Türkiye’ye kırık not
[Son Dakika] Mersin’de deprem
Mersin’de saat 15:24’de kandill rasathanesi verilerine göre 4,5 şiddetinde bir deprem meydana geldi. Bu depremin ardından Akkuyu’da Nükleer Santral’i hayata geçirme inadından vazgeçmeyeceğini her fırsatta dile getirenlerin nasıl bir tutum takınacakları ise merak konusu.
Kandilli Rasathanesi’nin Mersin depremi ile ilgili verileri şu şekilde:
Tarih: 2013.10.23
Saat: 15:24:22
enlem : 36.2912
Boylam : 34.3423
Derinlik :5.0
Şiddet: 4.5
AKDENIZ İlksel
(Yeşil Gazete)
Yeni bir “Büyük Koalisyon” ve Türkiye-Almanya ilişkileri – Ebru Turhan
22 Eylül 2013 tarihinde gerçekleştirilen Almanya federal seçimlerinin ardından hükümet kurma çalışmaları hız kazandı. Hıristiyan Demokrat Birlik Partisi (CDU) ve Bavyeralı ortağı Hıristiyan Sosyal Birlik Partisi (CSU), Sosyal Demokrat Parti (SPD) ile büyük koalisyonu kurmak için üçüncü hazırlık görüşmesinde anlaşmaya vardı. “Büyük koalisyon” döneminde, Almanya’nın Türkiye politikalarında önemli bir değişiklik beklenmemekte. Öte yandan çifte vatandaşlık, vize kolaylığı ve Türkiye’nin AB’ye katılımı gibi güncel konularda sınırlı politika değişimleri gerçekleşebilir.
22 Eylül 2013 tarihinde gerçekleştirilen Almanya federal seçimlerinin ardından hükümet kurma çalışmaları hız kazandı. Şansölye Angela Merkel’in liderliğinde, Hıristiyan Demokrat Birlik Partisi (CDU), Bavyeralı ortağı Hıristiyan Sosyal Birlik Partisi (CSU) ile beraber iki Almanya’nın yeniden birleştiği 1990 yılından beri en iyi seçim sonucunu almış olmasına rağmen tek başına mutlak çoğunluğa ulaşamadığından koalisyon ortağı arayışı içine girdi. Bu amaçla CDU/CSU, Sosyal Demokrat Parti (SPD) ile üç, Yeşiller Partisi ile de iki ön hazırlık toplantısı gerçekleştirdi. Alman Yeşilleri ile CDU/CSU arasında gerçekleştirilen ikinci ön hazırlık toplantısından sonra, Yeşiller Partisi temsilcileri, görüşmelerde iki tarafın da ciddi çaba sarf ettiğini ve birbirine yaklaştığını ancak bunun bir koalisyon kurmak ve yürütmek için yeterli olmadığını vurgulayarak koalisyon görüşmelerinden çekildiklerini ifade ettiler. Bu görüşmenin akabinde koalisyon ön görüşmesi için üçüncü defa bir araya gelen CDU/CSU ve SPD, “büyük koalisyonun” kurulması için resmi görüşmelere başlanacağını ifade etti ve asgari ücret ve vergi artırımları gibi kritik konularda iki taraf arasında anlaşma sağlanabileceğinin sinyalini verdi.
2013 Almanya federal seçimlerinin sonuçları ve kurulacak hükümetin kompozisyonu, Türkiye ve Almanya arasındaki köklü ve çok yönlü ilişkileri de kuşkusuz etkileyecek. CDU/CSU ve SPD arasında kurulacak bir “büyük koalisyon”, Türkiye ve Almanya arasındaki ikili ilişkilerin özellikle aşağıda belirtilen dört başlık çerçevesinde etkilenmesine yol açabilir.
1. Almanya’daki Türk Toplumu
Hıristiyan Demokratlar, Almanya’nın işgücü ihtiyacına cevap veren ve ülkenin ekonomik büyümesine katkıda bulunan bir göç politikasını destekliyorlar. CDU/CSU seçim programı, ülkede yüksek nitelikli göçmenleri kucaklayıcı bir “hoşgeldin kültürü” geliştirilmesi gerektiğini vurgularken, çifte vatandaşlık opsiyonunu rafa kaldırıyor. SPD ise, ülkede “hoşgeldin kültürü”nün yanı sıra, demokratik yaşama aktif katılımı destekleyen bir yapının oluşturulması ve tüm göçmenlerin çifte vatandaşlık hakkına sahip olması gerektiğini vurgulamakta.
Almanya’nın nüfusu giderek yaşlanırken, yüksek nitelikli Türk göçmenlerin de Türkiye’ye geri dönme eğilimleri artıyor. Aynı zamanda, yeni yasama döneminde Sosyal Demokratlar’ın oy tabanlarını geri kazanma düşüncesiyle göçmenlerin çıkarlarına hizmet edecek reformlar gerçekleştirme konusunda ısrarcı olmaları ihtimali var. Dolayısıyla, her ne kadar CDU/CSU çifte vatandaşlığa karşı çıksa da, “büyük koalisyon” döneminde çifte vatandaşlık kısıtlamalarında bazı gevşemelere gidilebileceği gerçeğini yadsımamak gerekir.
2. Türkiye-Almanya Ekonomik İlişkileri
Şansölye Angela Merkel, Avro krizinin patlak vermesiyle birlikte Almanya’da ekonomik istikrarın korunmasına daha da önem vermeye başladı. Söz konusu ekonomik istikrar, özellikle Alman ekonomisinin ihracat odaklı yapısı ve doğrudan yabancı yatırımların çeşitliğinin ve bölgesel kapsamının arttırılması ile sağlanıyor. Bu bağlamda, Merkel, Şubat 2013’te kalabalık bir Alman iş dünyası heyeti eşliğinde Türkiye’yi ziyaret etti ve bu ziyareti kapsamında Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) ve Alman muadili Alman Sanayiciler Federasyonu (BDI) tarafından ortaklaşa düzenlenen Türk-Alman CEO Forumu’nda bir konuşma yaptı. Merkel, konuşması sırasında özellikle enerji ve altyapı sektörlerinde Türk-Alman ekonomik işbirliğinin daha da geliştirilmesi gerektiğine dikkat çekti. Öte yandan, CDU gibi SPD de Türkiye’nin gerek Almanya gerek AB için önemli bir ekonomik ortak olduğunu ifade ediyor. Bu nedenle, Türkiye ve Almanya arasındaki ekonomik ilişkilerin “büyük koalisyon” döneminde daha da gelişmesi bekleniyor.
3. Türkiye ve Almanya Arasında Dış Politika Alanında Gerçekleştirilen İşbirliği
Türkiye ve Almanya arasında dış politika alanında gerçekleştirilen işbirliğinin kapsamı ve içeriği, “büyük koalisyon”larda geleneksel olarak SPD üyesi bir Federal Dışişleri Bakanı ve Türk muadili tarafından belirleniyor. CDU/CSU ve SPD arasında kurulacak bir koalisyon hükümetinde eski Almanya Federal Dışişleri Bakanı ve Şansölye Yardımcısı Frank-Walter Steinmeier’in yeniden Dışişleri Bakanı olması muhtemel. Dış politikada oldukça tecrübe kazanmış ve bir Türkiye dostu olan Steinmeier’in bu durumda dış politika alanındaki ikili ilişkileri, değişen küresel ve bölgesel dinamikler ışığında ve Mayıs 2013’te kurulan Alman-Türk Stratejik İşbirliği Mekanizması çerçevesinde geliştirmesi olası.
Vize kolaylığı konusu, CDU iktidarının bu konuda uygulamış olduğu politikayı muhalefet partisiyken eleştiren SPD’nin seçim programında yer almadı. Öte yandan, bu konu, Türk hükümet temsilcileri, politika ve iş dünyası çevrelerinin giderek artan tepkileri nedeniyle gelecek yasama döneminde Türk-Alman dış politika diyaloğunun önemli bir boyutunu oluşturacak. Bu bağlamda, “büyük koalisyon” sırasında SPD tarafından yönetilecek Alman Dışişleri Bakanlığı’nın bu konuya vereceği tepkinin yakından takip edilmesi gerekiyor.
4. Türkiye’nin AB’ye Katılım Süreci
CDU/CSU ve Hür Demokratik Parti (FDP) arasında kurulan bir önceki koalisyon hükümeti, resmi ve teorik olarak Türkiye’nin AB üyeliği konusunu “ahde vefa” ilkesi çerçevesinde değerlendirdi. Ancak pratikte, Şansölye Merkel, Türkiye’nin AB’ye imtiyazlı ortaklık yolu ile bağlanması için AB çevrelerinde lobi yaparken, FDP’li eski Dışişleri Bakanı Guido Westerwelle Türkiye’nin AB perspektifini açıkça destekledi. Geçtiğimiz dönemde Almanya Başbakanlık Ofisi ile Dışişleri Bakanlığı arasında yaşanan görüş uyuşmazlığı, Almanya’nın Türkiye politikasında önemli bir tutarsızlığa neden oldu. Nitekim Türkiye’nin AB üyeliği konusunda Alman hükümetinde en yetkili iki ağızdan iki farklı doğrultuda açıklamalar yapıldı. Bu tutarsızlığın “büyük koalisyon” süresince de devam edeceği düşünülüyor. SPD’nin seçim programı, Türkiye ile yapılan müzakerelere ivme kazandırılması gerektiğini vurgularken, Hıristiyan Demokratlar seçim programlarında Türkiye’nin AB üyeliğine karşı olduklarını dile getirdiler. Öte yandan SPD, CDU’nun bir önceki koalisyon ortağı FDP’ye göre daha güçlü ve büyük bir koalisyon ortağı olarak yeni bir “büyük koalisyon”da yer alacak ve hükümet politikalarının şekillendirilmesinde daha büyük bir rol oynayacak. Bu bağlamda, CDU/CSU-SPD koalisyonu döneminde, hükümetin Türkiye’nin AB üyeliğine karşı tavrında sınırlı bir yumuşama gerçekleşebilir. AB-Türkiye müzakerelerinde 3 yıl aradan sonra Haziran ayında açılması beklenen 22 No’lu “Bölgesel Politika ve Yapısal Araçların Koordinasyonu” faslı Almanya seçimleri nedeniyle ertelenmişti. Seçimlerin ardından bu faslın ivedilikle açılması, Almanya’nın “ahde vefa” ilkesine sadık kalması yolunda atacağı önemli bir adım olarak yorumlanabilir.
Dr. Ebru Turhan – Mercator-İPM Araştırmacısı, İstanbul Politikalar Merkezi, Sabancı Üniversitesi
*Milliyet gazetesinde 12 Ekim 2013 tarihinde yayımlanan “Yeni Alman hükümeti ve Türkiye’ye etkisi” başlıklı yazının güncellenmiş halidir.
ODTÜ’nün sesini duyun
Ankaralılara ODTÜ orman arazisini sorsanız “Giremesek de, gezemesek de o orman bizim ormanımızdır” derler. Kaldı ki kampüse girilmese bile ODTÜ orman arazisi içinde Eymir Gölü vardır elinizi kolunuzu sallayarak girebileceğiniz, ormanında gezinip göl kenarında çay içebileceğiniz. Hiçbir şey olmasa, o orman Ankara’ya gelmiş ve gelecek tüm Belediye Başkanları ve Valilerden daha eskidir, daha değerlidir.
[Seçim 2014] Alper Taş: Adres forumlar ve Taksim Dayanışması’dır
Sırrı Süreyya Önder’in dün katıldığı bir programda İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı için kendi adayı olarak Alper Taş’ın ismini “Adayım” diyerek öne çıkarmıştı. Taş bu konuda bir açıklama yaptı.
Yaklaşan seçimlerde, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na CHP’den Sarıgül’ün adaylığı sözkonusu iken HDP’den de Sırrı Süreyya Önder’in adaylığı tartışılıyor.
Sırrı Süreyya Önder, katıldığı bir programda yaptığı açıklamalarla İstanbul için kendi adayının kendisi olmadığını söyledi. Önder, kendi adayının ilk olarak ÖDP Eş Genel Başkanı Alper Taş olduğunu belirtti. Alper Taş’ın daha iyi bir aday olacağını belirten Önder, belediye başkanlığının solculardan olmasını istediğini belirtti.
Alper Taş: Programı ve adayı forumlar ile Taksim Dayanışması belirlesin
Gezi direnişine ve sonrasında kentlerde, parklarda yaygınlaşan forumlara ve muhalefetin en geniş platformu olan Taksim Dayanışması’na dikkat çeken ÖDP Eş Genel Başkanı Alper Taş bir aday ve program belirlenecek adres olarak da forumları ve de Taksim Dayanışması’nı gösterdi.
Alper Taş sözlerini şöyle sürdürdü; “Sevgili Sırrı Süreyya Önder’le yerel yönetimlerde ortak bir anlayışımız var. Bu anlayış “Fatsa Fikri” anlayışıdır. İstanbul’u kurtaracak olan anlayış bu anlayıştır. Ve inanıyoruz ki İstanbul bu anlayışla mutlaka yönetilecektir. Hepimizin kabul ettiği üzere Gezi hepimizi aşmıştır. Siyasette yeni olan Gezi’dir. Taksim Dayanışması eksikliğine rağmen bizlerin bu süreçte ortaya çıkardığı ortak platformumuzdur. Şimdi yapılması gereken buradan yürümektir. Taksim Dayanışması İstanbul Dayanışmasına dönüşmeli İstanbul için ortak adayımızı bu platform belirlemelidir. Ama önce Fatsa anlayışı ve Gezi’nin ortaya koyduğu değerler ışığında bir Yerel Programla yola çıkmalıyız. Önce programımız sonra programımızın ortak adayı ve daha sonra ortak adayımızın ortak çatısı. Daha sonrası “Haramilerin Saltanatını” yıkmak.”
(muhalefet.org)
[Seçim 2014] Önder’in adayı Alper Taş

Askerlik süresi 1 Ocak’tan itibaren 12 ay

Arınç, “Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleriyle Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığında 1111 sayılı Askerlik Kanunu’na tabi yükümlülerin muvazzaf askerlik süresinin 1 Ocak 2014 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere, silah altındaki yükümlülükleri de kapsayacak şekilde, erbaş ve erler için 15 aydan 12 aya indirilmesi kararlaştırılmıştır” dedi.
Arınç, tartışıldığı şekliyle mart veya şubat ayı değil 1 Ocak 2014’ten geçerli olmak üzere yayımı tarihinde yürürlüğe girecek Bakanlar Kurulu kararının imzalandığını kaydetti.
ODTÜ ağaç parasını Gökçek’e iade etti
Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, “ODTÜ’nün kendi tespitine göre belirlenen 2 bin 388 ağaç kaldırıldı. Bunların parası da 211 bin TL tutyordu. Bu para da ODTÜ’nün banka hesabına yatırıldı” açıklamasının ardından ODTÜ’den Gökçek’e karşı cevap geldi.
ODTÜ, yol çalışması nedeniyle Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından kaldırılan ağaçlara karşılık ödendiği açıklanan 211 bin lirayı iade etti.
İade kararı ODTÜ’nün resmi twitter hesabından da, “ABB’nin ODTÜ arazisinden kaldırdığı ağaçlar için ODTÜ ile herhangi bir anlaşma olmadan bugün aktardığı ödeme iade edilmiştir.” ifadeleriyle duyuruldu.
İstanbul’da yeni kentlere değil, eski kentlerin yerinden dönüşümüne ihtiyaç var – İkbal Polat
Demokratikleşme paketiyle ilgili yazımızda belirtmiştik; AKP’nin genel seçimleri yerel seçim, yerel seçimleri de genel seçim havasında geçiren bir taktiği var. 2011 genel seçimlerinde AKP’nin seçim vaadi; 3. Köprü, 3. Havaalanı, Kanal İstanbul, kentin iki yakasına birer şehir kurmak ve yeni anayasa yapmak idi. Yeni Anayasayı yapamadı. Diğerleri için ise olanca gücüyle uğraşıyor.
Tarhan Erdem, Radikal’deki 14 Ekim tarihli yazısında, Kanal İstanbul’un felaket projesi olup olmadığını ve hatta BDP ve Yeşiller ve Sol Gelecek partilerinin konu hakkındaki görüşlerini de soruyor.
Önce, vakti zamanında 3. Köprüye karşı çıkıp da şimdi 3. Köprü, 3. Havalimanı, Kanal İstanbul ve İstanbul’un iki yakasına iki kent kurmak fikri neden gelişir, bunun sebeplerini sorgulayalım.
İşin uluslararası boyutunda 3. Havaalanı projesi ile Avrupa’daki Frankfurt, Paris, Amsterdam, Madrit, Roma gibi havaalanlarındaki transit business işini İstanbul’a kaydırmak ya da Kanal İstanbul projesi ile de boğazdan geçiremediği tankerlerin geçmesini ya da Kuzey Marmara Otoyolu ve 3. Köprü projesi ile transit yük taşımacılığını sağlamak gibi hedefleri var hükümetin.
Lakin tüm bu projelerin hizmet ettiği yatırım alanı “kent kurmak” kısmında yatıyor.
2006 yılında Birgün gazetesine yazdığım “AKP simcity mi oynuyor?” başlıklı yazıda, AKP’nin inşaat sektörünü ekonominin lokomotifi yaptığını, TOKİ aracılığıyla devletin nasıl bir inşaat endüstrisi yaratmaya çalıştığını anlatmıştım. Ve eklemiştim, sermaye birikim süreçleri, kendini yeniden üretme alanı olarak kentsel mekanı seçti. Peki o günden bugüne ne oldu? Son durum için Türkiye İMSAD, “İnşaat ve İnşaat Malzemeleri Sektörünün 2013 Yarıyıl Değerlendirme Raporu”na bakalım.
Rapora göre; “Türkiye inşaat pazarı kamu yatırımlarıyla büyüyor, özel sektör altı çeyrektir küçülme seyrinde”. Bu değerlendirmede soracağımız temel soru, özel sektör neden büyüyemiyor? Sebep belli, özel sektörün inşaat üreterek kazanabileceği arsa ve talebin olmaması. Peki arsa ve talep nasıl yaratılır? Hükümet bunun cevabını İstanbul’da, kentin iki yanına kent kurarak, 3. Köprü ve 3. Havaalanı ile altyapı sağlayarak oluşturmaya çalışıyor. İnşaat şirketleri için kentler kuruluyor, köprüler yapılıyor, kanallar açılıyor. Çünkü inşaat şirketlerinin konut ve yapı üretebilmesi için arsaya ihtiyaç var. Kuzey Ormanları hem kamunun hem de üzerinde insan yok, dolayısıyla da sorunsuz mis gibi alanlar.
Peki mevcut kentsel alan içindeki arsalar, kentsel dönüşüm özel sektöre çare olamaz mı? Şu andaki haliyle olamıyor. Çünkü inşaat şirketleri insanlarla uğraşmak istemiyor. Ya da uğraşmak isteyenler de çeteleşerek sorunlarını hallediyorlar. Örneğin, İnanlar İnşaat’dan Serdar İnan, kendi cephesinden durumu şöyle anlatıyor
“Kentsel dönüşüm yapılması gereken yerlerde ya üstünde gecekonduların olduğu, ya eski eserler içine girmiş-Süleymaniye’nin etrafındaki binaları düşünün-bunların yıkılması, yapılması gerekiyor. Ya da eski kooperatifler, ya da eski gecekondu mahallelerinin dönüştürülmesi mümkün değil. Burada yüzlerce insan var. Mesela Fikirtepe örneğini ele alırsak. Fikirtepe’de ada bazlı 1’e 2 yerler var. İmar verilmesine rağmen problem devam ediyor. İşin sonuna kadar hesaba katılmamış sorunlar çıkacak. Mesela, 300 kişilik bir adanın olduğu yerde, hadi 300 kişiyi ikna ettik imzalarını aldık, daha sonra paylaşımda sorun var, daha sonra 5 seferde tapu alınacak. Temel atılacak tapu alınacak, binayı yapacak tapu alınacak burada sorun var. İmza almak gerekiyor, vekalet almak gerekiyor. Arsa sahibinin birisi sana kızacak vekaletten seni azledecek veya vefat edecek. 300 kişilik bir adada işin başından sonuna kadar ortalama 20 kişi vefat ediyor. 20 kişinin 80 tane, 100 tane varisi oluyor. Varisin birisi Almanya’da, bazıları Paris’te, yurt dışında çalışan insanlar var. Bunların bazıları da bulunamıyor. Binde bir hisse, on binde bir hisse bulunamıyor. Bunu bulamadığın zaman hiçbir şey yapman mümkün değil. Yüzde 100 çoğunluk gerektiriyor, tapudaki her işlem. Tapuya gideceksin kat irtifakı kuracaksın yüzde 100 çoğunluk gerekiyor. Tapuda iskan alacaksın, herkesin muvafakatini istiyor. Kanunun temelinde değişiklik gerekiyor. Kentsel dönüşüm yasasında şöyle bir kural koydular. Bunu aşmak için. Üçte iki çoğunluk tamam derse, üçte bir tamam demezse, Şehircilik Bakanlığı parayla alabilir dediler. Senin 100 kişinin oturduğu bir kooperatifin var. 80 kişi tamam diyor, 20 kişi itiraz ediyor. 80 kişi Şehircilik Bakanlığına müracaat ediyorsun, bakanlık diğer 20 kişinin hissesini satın alabiliyor. Kentsel dönüşüm kanunu dedikleri bu. Peki o 20 kişiyi aldın. Ama 80 kişi var geride. Bunlardan vefat oldu. Varislerde sorun çıkabilir.”
Ve sonra şöyle devam ediyor: “1. Bölgemiz Kartal, orda Asl-ı Bahçe projemiz var, Uğur Mumcu Mahallesinde. İkinci bölge Sarıyer. Sarıyer de üçüncü köprüden dolayı. Sarıyer tüneli yapıldı, devamında Zekeriyaköy tüneli yapılacak. Ve İstanbul’un kuzeye doğru bir temayülü var. Güneyde deprem riski var. Güneyden Kuzey’e doğru insanların gitme isteği var.”
Görüldüğü üzere özel sektör, kentsel dönüşüm yerine İstanbul’un kuzeyindeki orman alanlarına yöneliyor. Peki burada sorun nedir?
AKP, kentsel dönüşüm işini becerememektedir. Kentsel dönüşüm için çıkarılan afet yasası pek çok yönetmelikle eksikleri tamamlanmaya çalışılmasına rağmen kentsel dönüşümün adil ve hukuka uygun nasıl yapılacağını tariflememektedir. Yasa kırsal alanının kentsel alana çevrilmesini tarif ederken kentsel alanın dönüşümünün araçlarını ise hesaba katmamıştır. Kentsel dönüşüm yasası bu haliyle kentsel alanları yenilemeye değil kırsal alanın dönüşümünü ve her yöne kentsel büyümeyi sağlamaya yöneliktir.
Ayrıca merkezden, bakanlık eliyle yapmaya çalıştığı kentsel dönüşüm projelerine ne halkımız ne de özel sektör itibar etmemektedir. Şu an mevcutta gelişen kentsel dönüşüm projelerinde ise yurttaşlar banka ve inşaat şirketleriyle başbaşa bırakılarak çetelerin eline teslim edilmiştir.
İstanbul’un yeni kentlere değil mevcut kentlerinin sağlıklaştırılmasına, depreme karşı dayanıklı hale getirilmesine, sosyal donatılar açısından zengin mekanlar haline getirilmesine ihtiyaç var. İstanbul’daki yapı stoğunun ve yerleşim alanlarının durumu bellidir. Hızla bu alanların dönüşüme tabii olması gerekir. Bunun için de kentsel dönüşüm projeleri, yerel yönetimlerin eliyle ve mahallenin katılımıyla oluşturulacak planlama ve finansman modelleriyle yapılmalıdır.
Merkezden yapılan kentsel dönüşüm projelerine karşı yerinden-katılımcı dönüşüm süreçleri inşa edilmelidir.
İkbal Polat www.turnusol.biz

Sinekler balık yemi olacak!
Olive Heffernan imzasıyla The Guardian’da yayımlanan yazıyı, Yeşil Gazete gönüllü çevirmenlerinden Özlem Katısöz‘ün çevirisiyle sunuyoruz.
***
Fabrikada organik atıkla beslenip balık çiftlikleri için larva üretecek semiz sinekler yolda.
Güney Afrika, insan tüketimine yönelik çiftlik balıkları için binlerce sineğin gıda sanayinin artıklarıyla (hayvan gübresi, mezbahaların kan ve beyin artıkları) beslenerek semireceği dev bir böcek yetiştirme fabrikası kuruyor.
Fabrika 2014 Baharında açıldığında, karasinek, asker sinekler ve kurt sinekleri, şeker, maya ve süt tozu ile doldurulmuş büyük kafeslerde saklanacak. Her bir dişi sinek, 750 civarında yumurta bırakacak. Bunların bazıları yeni yumurtlaması için ayrılacak. Kalan yumurtalar atık dönüşüm merkezine taşınacak, orada larvalar yumurtadan çıkıp beslenerek üç gün gibi kısa bir sürede ağırlıklarının 400 katına ulaşacak.
“Böylelikle yerel ölçekte atıklar ortadan kalkarken gıda zinciri de sürdürülebilir bir hal alacak” diyor projeyi yürüten Western Cape eyaletindeki Stellenbosch’ta bulunan 3,7 Milyon ABD Dolarlık fabrikanın sahibi Agriprotein firmasından Jason Drew. Şu an dünya balık ihtiyacının yarısından fazlası yetiştiricilikten temin ediliyor ve avcılık yoluyla elde edilen balığın miktarında düşüş var, balık yemi fiyatları son 30 yılda iki katına çıkıp yemin tonu 2000 ABD Dolar’a ulaştı. 1 kg çiftlik somonu için 3 kg, 1 kg tuna içinse 20 kg balık yemi gerekiyor.

“Balık yemini üretimini daha sürdürülebilir hale getirmek anlamında çok etkili bir fırsat var önümüzde” diyor Drew.
Agriprotein ve araştırma ortağı Stellenbosch Üniversitesi’nden Dr Elsjep Pieterse beş yıldır sineklerin küçük kümeler halinde organik atıkla beslenerek üretilmesi için denemelere devam ediyor. Son 18 aydır, sürecin endüstriyel ölçekte işleyebileceği kanıtlanmış durumda ve proje Mayıs’ta bu çabalardan dolayı 100.000 ABD dolarlık bir yenilikçilik ödülü aldı.
Drew, Ekim 2014’e kadar, günlük 110 ton atığı fabrikaya alıp 17 ton yaş larvayı seri olarak üretmeyi amaçlıyor. Şimdiden, yerel çiftliklerden gelmesi olası talebi karşılayamayacaklar gibi görünüyor.
İkinci daha büyük bir fabrikanın, 2014’ün sonuna kadar açılması ve günde 165 ton atık tüketerek üretim yapması planlanıyor. Günde 210 ton atık tüketmesi planlanan üçüncü fabrika, Agriprotein’in teknolojiyi uygulayabilecek 30 kadar farklı ülkeye lisans vereceği 2015 yılı için planlanıyor.
Pisboğaz larvaları beslemek sonuçta soruna da dönüşebilir. “Bulabileceğimiz kadar atık bulmaya çalışacağız” diyor Drew. Değerlendirdikleri seçeneklerden biri larvaları insan dışkısı ile beklemek.
Zamanla, larvanın yağ, ilaç gibi alanlarda kullanılmasını umuyorlar. Larvaları direkt tüketmekle ilgili olarak da “güvenli ama lezzetsiz” yorumunu yapıyor Drew.
Yeşil Gazete için çeviren: Özlem Katısöz
Yazının özgün hali
(The Guardian, Yeşil Gazete)