Ana Sayfa Blog Sayfa 3906

Kadınlar için yok yere ızdırap çekme rehberi

Self-destruction diye bir şey var, Türk Dil Kurumu Türkçesiyle özyıkım: kendini imha etmek, hayata çomak sokma nam-ı diğer benim mesai saatleri dışında part-time hobim. Mesai saatlerinde ise kadın sevişmeli mi, giyinmeli mi, içmeli mi, gülmeli mi, yürümeli mi, oje sürmeli mi, makyaj yapmalı mı, kıllarını almalı mı, nefes almalı mı gibi konulara yapılan yorumları okuyarak sinir harbi geçiriyorum. Kabuk bağlamış yarayı soymak gibi resmen. Arada 5harflilere girip oradaki yazılardan birine yapılan yorumları okuyorum, sinir oluyorum, sonra biraz daha okuyorum ve daha da çok sinir oluyorum. Kendine zarar verme hali.

O gün yine güya feminist bir yazı ve sonrasında o yazıya yapılan yorumları okuyup kafamı duvarlara sürtmek suretiyle yakmıştım, komşular imdadıma yetişti.

Evet şu bakkal amca şort muhabbeti yazısından bahsediyorum. Bayıldım, kolonya koklayarak ayıldım. Arkadaşa gerekli cevaplar verilmiş zaten, ben daha da konuşmayacağım zira tüm enerjimi bu yazıyı ve bu yazıya yapılan “ne var lan cihangir enteli bakıcaz tabii” yorumlarını okuyarak harcadım, tam tükendim sandım Yaz Mevsiminde Sokakta Kadın Olmak yazısına yapılan yorumları okuyarak cila çektim.

Size tam olarak nasıl hissettiğimi söyleyeyim: Sanki sürekli binlerce el benim bedenimde geziyor. Sürekli birileri bana ne olmam veya ne olmamam gerektiğini ve ne olursam ya da ne olmazsam benim ne olacağımı söylüyor. Sürekli benim bedenim hakkında benden izinsiz yorumlar yapılıyor. Sürekli ve sürekli taciz altında hissediyorum kendimi.

Anlam ifade etmedi di mi? Şöyle açıklayayım:

Bir kadın olarak ne olmam gerektiğini devletten dinliyorum, vaktimin çoğunu da bu alıyor. Çok fazla beklemeden evlenmem gerekli, aile olmam gerekli, kocam olmadan tatile gitmemem gerekli, üremem gerekli, bir değil üç çocuk yapmam gerekli, sezaryenle doğurmamam gerekli hatta ve hatta kahkaha atmamam gerekli.

Bir yandan büyük büyük şirketler ve dev reklam bütçeleriyle uğraşıyorum: kilo ver, kıllarını al, makyaj yap, saç yap, oje sür, daha çok kilo ver, uzun boylu ol, topuklu giy. O şirketlere sormak istiyorum: Afedersiniz, sıçtırtan diyet mısır gevreğiniz sadece kadınlarda mı işe yarıyor? Bu yüzden mi reklamlarda fermuarını kapatabilen kadınları kullanıyorsunuz? Hah, ben şimdi bunu söyledim ya bir de “gerçek güzellik” diye güya feminist bir reklam yapın siz de: “Sevgili kadınlar, yıllarca size zayıflayın dedik. Zayıflayamadınız mı? Tamam, vazgeçtik. Kadınlar çiçektir, her türlü güzelsiniz şimdi de kendinizi sevin. Sevin lan! Sevemiyorsanız da sevemediğiniz için ızdırap çekin, bizim ürünlerimizi kullanın” Eğer saçlarım parlar, kıllarım gider, cildim ışıldar, kilo verirsem güzel olabilirim. Erkeklerinse kepeği önlemesi yeterli.

Bir de adamlar var ve adamların fikirleri var. Kadınlar şort giyemezler, giyebilirler; giyene bakmam, bakarım; laf atarım, atmam; sevişebilirler, sevişemezler; içebilirler, içemezler. Biz iffetli, namuslu, masum, cici kız, Kezban, Türk kızı, teşhirci, şeytan, cadı, kaltak, fahişe, orospu falan değiliz arkadaşım. Hepsi de değiliz, hiçbiri de değiliz.

Sürekli birilerinin size bedeniniz üzerinden ne olmanız ve ne olmamanız gerektiğini bağırdığını düşünün. O kadar yıldım ki söylediğiniz şeyler birbiriyle çelişmese “Tamam, sizin istediğiniz gibi olsun” deyip aradığınız niteliklere uygun bir kadın olacağım.

Şimdi son tahlilde zayıf mı olmam gerek şişman mı? Hangi vücut tipi ve hangi hava şartlarında şort giyebilirim? Şort giyebilir miyim? Şort giyersem ne oluyorum, giymezsem ne oluyorum? Şortumla evlenebilir miyim yoksa daha iyi şortlar arayabilir miyim? Karar nedir?

Ondan sonra feministler sinirli. Evet sinirimden şortumu yedim.

Medeniyetlerin çöküşünün asıl nedeni iklim değişikliği

İklim değişikliğinin tarım üzerindeki etkisinin Antik Yakın Doğu topluluklarının yükselişindeki ve çöküşündeki asıl faktör olduğuna yönelik görüşler yapılan araştırmalar sonucu ağırlık kazanıyor. Ulusal Bilimler Akademisi Tutanakları dergisinde yayınlanan son araştırma birçok antik topluluğun büyük iklim dalgalanmalarına bağlı oluşan kuraklıktan etkilendiğini gösteriyor.

Güney-batı Suriye. Fotoğraf; Simone Riehl/Tübingen Üniversitesi
Güney-batı Suriye. Fotoğraf; Simone Riehl/Tübingen Üniversitesi

Alman Araştırma Vakfı tarafından desteklenen, Almanya’daki Tübingen Üniversitesi’nden Dr. Simone Riehl’in  liderliğinde yürütülen antik tahıllar üzerindeki arkeolojik araştırma, ilk tarım topluluklarında iklimin etkisini tespit etmeyi amaçlıyor. “Bereketli Hilal” olarak bilinen bir zamanlar antik tarımın gelişmesi ile büyük şehirlerin yükseldiği bölgeyi inceleyen ekip; araştırmanın iklim değişikliğinin yol açtığı kuraklığın medeniyetlerin sonunu getirdiğine dair yeni kanıtlar sunduğunu belirtiyor.

Tahıl analizi

Dr. Simone Riehl ve ekibi, bölgenin 33 farklı arkeolojik sitesinden alınan en eskisi 12 bin en yenisi 2500 yıllık olan 1037 adet antik arpa tanesinin yetiştirilirken yeterince su alıp almadıklarını tespit etmek için izotop analizi ile arpa örneklerini inceliyor. Ayrıca aynı bölgenin 13 ayrı yerinden alınmış modern örneklerle de antik örnekler karşılaştırıyor.

Riehl ve ekibi, Karbon izotopu binlerce yıl sabit kaldığı ve kesin olarak ölçülebildiği için iki kararlı Karbon izotopu (12C ve 13C) ile tanelerin içeriğini ölçüyor. Arpa çimi yetiştirilirken yetersiz su alırsa, hücrelerinde biriken karbon izotoplarının oranı normalden daha fazla oluyor. Riehl ve ekibi bu sayede tahılın yetişirken bulunduğu gerçek koşulları net olarak görebiliyor.

Geçmişi 12 bin yıla varan tahıl örneklerinin analiz edildiği araştırma gösteriyor ki hava iyi, toprak bereketli ve sulama sistemi iyi yönetilirken medeniyet büyüyor ve zenginleşiyor. Ne zaman ki iklim değişip yağış aralıkları artmaya başlıyor o zaman tarım çöküyor ve şehirler terk ediliyor. Ekip, birçok yerleşim yerinin büyük iklim dalgalanmalarına bağlı oluşan kuraklıktan etkilendiği sonucuna varıyor.

Kuraklığın etkileri

Araştırma ile kuraklığın Antik Yakın Doğu tarımına ve topluluklarına çok farklı etkilerinin olduğu ve toplulukların kuraklıkla mücadele için birbirlerinden farklı yöntemler geliştirdikleri tespit ediliyor. Araştırma bulguları Akdeniz’in doğu ucundaki, Levant bölgesinin kuzey kıyı bölgelerinin, kuraklıktan daha az etkilendiğini göstermekle beraber daha içerilere doğru gidildiğinde, kuraklığın sulama ihtiyacı doğurduğu hatta, bazı aşırı durumlarda, bölgenin terk edilmesine yol açtığını gösteriyor.

Aynı bölgede göçler devam ediyor

Araştırmanın yazılmasına katkı sunan Yale Üniversitesi’nden antropolog Frank Hole kuraklığa bağlı göçler ile ilgili NBC News’e şu açıklamayı yapıyor;

Göç günümüz dünyasında da devam ediyor. Örneğin, Suriye’nin tarım ile geçinen köylerinde 2006-2010 arasında yaşanan kuraklık nedeni ile nüfus %70 oranında göç etti. İnsanlar suyun olduğu ve büyük şehirlerin olduğu batı bölgelere göç ediyor. Arap baharının arifesinde Halep gibi şehirlere toplanan bu göçmenler ayaklanmada da rol oynadılar.

Gelecek için dersler

Riehl’e göre araştırma sonuçları tahıl riski altındaki bölgenin şu anki koşullarını değerlendirmeye de yardımcı olabilir. Yale Üniversitesi’nde Yakın Doğu Arkeoloji Profesörü Harvey Weiss da araştırma sonucunu yorumlarken gelecek için alınması gereken dersleri NBC News haberinde şu şekilde açıklıyor;

Antik Yakın Doğu’da fosil yakıtların yakılması gibi insan etkisi olmaksızın aniden ortaya çıkan ve nüfusu şaşkına uğratan kuraklıklar yaşandı. O zamanki kuraklıklar günümüzdekinden farklı. Biz şu an ne olduğunu, ne zaman olacağını, etkilerinin ne olacağını biliyoruz. Bu bağlamda geçmişte yaşanan kuraklıklar, mevcut durumu ve geleceği anlama kabiliyeti olan bizler için  çok öğreticidir. Pozitif yönde çabalar harcayarak bu etkileri azaltabilir ve gelecek yeni nesilleri koruyabiliriz.

(alphagalileo.org, nbcnews,Yeşil Gazete)

 

 

Termiğin gölgesinde bir yaşam (4): Madendekiler anlatıyor

Üç gün boyunca size Amasra’da termik santral mücadelesinin önünü ve arkasını anlatmaya çalıştık. Gazete haberlerinde, çoğu zaman ÇED süreci ayrıntıları ve eylemlerin aktarılmasından ibaret kalan bu süreçte Amasralılar ne düşünüyor, termik santralin yapımının planlandığı bölgenin köylüleri ne öneriyor, Amasra’nın umudu ve istihdamı nerede gibi soruların cevaplarını konuştuğumuz insanlardan almaya çalıştık. Son bölümde ise Amasra’da, eskisi kadar etkisi olmasa da halen üretime devam eden TTK kömür işletmelerinden iki kişiye bırakıyoruz sözü. Amasra Taşkömürü İşletmeleri’nde (ATİ) çalışan bir güvenlik mühendisi ve 2010 yılında geçirdiği bir iş kazasında kolunu kaybetmiş olan madenci Çetin, TTK’yı, HEMA kömür madenini ve termik santralle ilgili ne düşündüklerini anlatıyor.


_MG_3974

İlçenin yüzünü turizmden yana döndüğünü bir önceki yazıda belirtmiştik; fakat Amasra halen bir maden kasabasında görebileceğiniz bazı özelliklere sahip; örneğin meydanda bulunan bir madenci heykeli, ya da haftasonu yine merkezi bir yerde ziyaretçilerini bekleyen bir maden ocağı modeli… İlçeye inen yolun hemen yakınına 1958 yılında kurulmuş olan Amasra TTK işletmeleri, bugün 700 işçinin çalıştığı  bir maden ve ekseriyetle civar köylerden işçi alıyor. Dolayısıyla ilçede madenin izi artık ilk bakışta bir işçi heykelinde görünüyor, bir de madenden emekli olmuş erkeklerde. Her ne kadar ilçenin temel geçim kaynağı turizm olarak değerlendirilse de, yıllarını madene vermiş işçilerin emeklilik maaşlarının ilçe ekonomisinde yadsınamaz bir yeri var.

“HEMA en az 5 yıl daha kömür çıkaramayacak”

Maden güvenlik kıyafetlerinin sergilendiği, birebir bir maden bantı modelinin bulunduğu eğitim çadırının önünde ATİ’de görevli bir mühendisle buluşuyoruz. Memur olduğu için ismini vermek istemeyen, 23 yılını Türkiye Taşkömürü Kurumu’na (TTK) bağlı Amasra madeninde geçirmiş bu beyle olan muhabbetimizde önce HEMA kömür madenlerinden açılıyor söz. Şu anda ‘HEMA 1’ ve ‘HEMA 3’ isimli iki madende çalışmalarını sürdüren HEMA A.Ş., henüz kömür çıkarmış değil, “Madencilik bilgilerimize göre en az 5 yıl daha üretimi yapamayacak şirket. Çünkü galerilerini biliyoruz, kömüre ulaşmalarının ne kadar zaman alabileceğini biliyoruz” diyor mühendis. Söz konusu iki madenden biriyse, devlete ait maden işletmesinin eksi 400 katının rödovans karşılığı alınmasıyla işletilen maden. Henüz 3 kuyuya HEMA madenlerinde yeraltından kuyuları birbirine bağlama çalışması halen devam ediyor.

_MG_4047

Hizmet mi kâr mi?

Peki rödovans anlaşmaları konusunda ne düşünüyor? “Elbette bir devlet çalışanı olarak, bu tip işlerin devlet tarafından yapılması gerektiğini öneriyorum. Bunun sebeplerini son yıllardaki maden facialarından anlıyoruz. Devlet yasaya göre madeni kâr amaçlı değil hizmet amaçlı çalıştırır. Ama özel sektör bunu kâr amaçlı yapar. Kazanabilmesi için de pek çok şeyden ferâgat etmesi lazım. Bunun başında da işçinin maaşı gelir. Yeraltı meşakatli iştir, Amasra havzası gibi grizulu yerlerde ciddi önlemler alınmalıdır. Yeraltında metanlı ocaklarda çalışan aletlerin belli bir sertifikaya sahip olması gerekir. Özel sektör, bu masraflar kömür maaliyetine de bindiği için bu masrafları kısar. Devlet ise bunları fazla düşünmeden kuralı neyse yapmak zorundadır. “ Hatırlatmaya gerek yok ama, Soma’da 301 cana mâl olmuş facianın müsebbibi Soma Holding’in kömürün maliyetini 135 dolardan 24 dolara nasıl indirebildiğinin cevabı bu açıklamayla bir kere daha faş oluyor.

‘Kazalar işçi hatası’

Güvenlik mühendisi bu beyin söylediği kadarıyla Amasra’da devlete ait madende 23 yıllık çalışma hayatı boyunca ölümler olmuş, fakat büyük boyutlu facialar yaşanmamış. En büyük ölüm vakasının bir göçükte üç işçinin hayatını kaybetmesi olduğunu aktarıyor. Son olarak altı ay önce lokomotif süren bir işçi, hareket halindeki aygıttan kafasını çıkardığı için feci bir şekilde can vermiş. Yasa gereği irili ufaklı tüm kazaların kaydının tutulduğunu hatırlatan mühendis, madende yılda ortalama 200 iş kazasının olduğunu aktarıyor. ‘700 kişinin çalıştığı bir madene göre fazla değil mi’ sorumuza cevabı ise bu kazaların çoğunun, burkulma, el, bacak kırılması gibi küçük ölçekli kazalar olduğu şeklinde. “Biz işçilere hareket eden bir makineyi tamir etmesinin kesinlikle yasak olduğunu söyleriz. Kazaların neredeyse tamamı işçilerin kendi hatalarından kaynaklanıyor. Biz de böyle kazalar olunca üzülüyor ve hırslanıyoruz.” Ve tam o sırada sokağın başında görünen Çetin’i çağırıyor yanımıza. Çetin, 1986 yılından beri Amasra madenlerinde, yer üstünde çalışıyor. Madencilik baba mesleği. 2010 yılında geçirdiği kaza nedeniyle sağ kolunu kaybetti. Onunki gibi bir kazada hayatta kalmasının bile büyük bir şans olduğunu söylüyor ikisi de. Öyleyse ‘işçi hatası’ denen şu kazayı bir de Çetin’den dinleyelim:

_MG_4180

‘Amirlerimize kaç kere arızayı söyledik, umursamadılar”

“Her şey bir iki saniyede oldu. Sabah vardiyasındaydık, iş başı yaptık. Gece vardiyasından kömür kalmış. Onların içinde olduğu arabanın oacağı gitmesi lazım. Banta geçtik. Fakat bandın dibinde su kaldığı için bant kayıyor. Çalışamıyorsun. İstop edip ışığı yaktım, baktım aşağısı suyla dolu. Normalde suyu basmak için tulumba var, fakat arızalı. Şiddetli yağmurlarda hemen dolardı zaten. Tulumbanın tamir edilmesi gerektiğini kaç kere söyledik amirlerimize, umursamadılar. O suyu tahliye etmeye çalışırken ne olduysa oldu, ayağım kanala düştü, dengemi kaybettim, alete kolumu kaptırdım. Makinenin kapatma düğmesinin başında bir arkadaşım vardı. Beni öyle görünce hemen durdurdu. Yani 3-5 saniye daha çalışsa o makine kafamı kaptırır ezilir giderdim. Mesela o bantın altında emniyet teli olsa, insan düşerken o tel makineyi durdursa bu olmazdı.” Çetin, kazadan sonra madende bilgi işlemde, yani masa başında çalışıyor.

“Eleman açığı iş kazasını getiriyor”

Madende kazaların sıklığının eleman eksikliğinden de kaynaklandığını aktarıyor Çetin; “Çok kişiyi emekli ettiler. Özellikle AKP döneminde yeni alım yüzde 10’lara kadar azaldı. Bir de madencilik gibi külfetli bir işte özellikle insan açığı çok. Eleman açığı olduğunda 10 kişinin yapacağı işi 3 kişi yapıyor. Bu da iş kazasını getiriyor. Mesela kolumu kaybettiğim gün iki kişi çalışıyorduk orada. İki kişi yetişmeye çalışıyorsun. “Buradan ekmek yiyorum, iş aksamasın’ diye düşünüyorsun. “

HEMA’nın madenlerinde şu anda yaklaşık 500 işçinin çalıştığı söyleniyor. Yarısından fazlası, Çinli taşeron şirketin getirdiği işçiler; geri kalanıysa Amasra’nın civar köylerinden alınan işçilerden oluşuyor. TTK’da aynı işi yapan bir işçinin aldığı maaşın yaklaşık yarısını aldıkları söyleniyor. “Çalışma şartlarını görmedim, ama çalışan arkadaşlarımdan duyduğum kadarıyla son dönemlerde çok iş kazası oluyor” diyor madenci Çetin; “Bir de bence iş eğitimini tam vermediler. Onun bunun referansıyla insanları işe aldılar. Ak Partil’ilerin,  muhtarların tanıdıklarını aldılar.“ Normal şartlar altında bir işçi madene başladığında 25 günlük bir eğitim süresi, ayrıca hangi bölüme girdiyse o bölümün zanaatını öğrendiği ek eğitim sürelesi oluyor. Duydukları kadarıyla HEMA’ya giren işçiler hemen işe başlamışlar.

“Santral Filyos’a yapılsın”

Peki termik santral hakkında ne düşünüyorlar? “Termik santrale  ezelden beri karşıyız” diyor Çetin, ama arkasından ekliyor; “Memleketin enerjiye ihtiyacı var. Ama yapacak yer çok. Yeşilin ve denizin yok edilmesine gerek yok. Zaten santral için Filyos bölgesi önerilmiş. Orası da sanayi bölgesi, termik santral var. Ha oradaki insanlar insan değil mi diyeceksiniz? Onlara da yazık. Ama burada kimse istemiyor.”

Amasra’da termik santral isteyen insanlar bulup onların argümanlarını dinlemeyi, neden istediklerini öğrenmeyi çok istedik. Fakat maalesef – ya da iyi ki – santrali savunan insan bulamadık, belli ki vardı ama konışmak istemiyorlardı. Bu da aslında, termik karşıtı mücadelenin bölgede nasıl bir örgütlenme sağladığını, neredeyse bir baskı unsuru olarak ilçe dinamiklerinde rol oynadığını göstermesi açısından önemli.

Amasra’da henüz hiçbir şey bitmiş değil. Ankara’dan gelen haberler HEMA A.Ş. termik santralinin ÇED dosyasının onaylanacağının kuvvetle muhtemel olduğunu gösterse de, Amasralıların hem hukuki olarak itiraz hakkı, hem de eylem hakkı halen saklı. Yani her şey pazarda konuştuğumuz Emine’nin söylediği netlikte: “Devlet santral için şirkete izin vermiş, ama ‘halkın iznini al’ demiş duyduğuma göre. Ama devlet zararlı birşeyse baştan izin vermeyecek. Bizim iznimiz yok!”

Haber: Gözde Kazaz
Fotoğraf: Gençer Yurttaş 

Yarın: Amasra termik santral mücadelesini anlatıyor (ses kayıtları)

‘Türkiye partisi olun’ demek, ‘Türkiye partisi değilsiniz’ demektir! – Ali Topuz

Türkiyelileşme nedir? Hani şu HDP’den beklenen. BDP’den, DTP’den, HEP’ten, HADEP’ten, DEP’ten, yani Kürtlerin siyasal organizasyonlarından beklenen. Nedir bu?

Şu kadim cumhuriyet projesinin yakıcı temel problematiği ‘homojen, tekçi toplum projesi’nin yerine üretilmiş bir hüsnü tabir mi? Siyasal sahnede yasal ve toplumsal meşruiyetle var olmak için yerine getirilmesi gereken bir ön şart mı? Ontolojik bir yabancılığın, bir dıştalığın aşılmasına yönelik siyasal bilgelikle dile getirilmiş bir kelamı kibar mı?
Çok duyduk da ne olduğunu anlayamadık

Bu Türkiyelileşme her neyse, cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde HDP’nin adayı Selahattin Demirtaş tarafından ‘başarılmış’ sayıldı.

Kürt meselesinin geçmişinde ettiği sözlere baktığımızda rahat rahat Kürt düşmanı diyebileceğimiz az ya da çok ünlü kalemşorların da, MHP gibi milliyetçiliğini ırkçılık geri frenine yaslamış çatışmacı partilerin mensuplarının da, ulusalcılığıyla maruf kimi bildik figürlerin de bu ‘başarı’ya övgülerini duyduk.

Ölçüleri neydi, laftan ne anlıyorlardı öğrenemedik, ama bol bol duyduk bu övgüyü. Hatta kamuya hitap etme imkânı olan kimi Kürt figürler ve Kürt dostluğuyla öne çıkmış isimlerden bile duyduk.
Aydınlatıcı karanlık!

En fazla bu seçim atmosferinde dolaşıma giren ‘Türkiyelileşme’ teriminin biraz daha açık hali, daha önce Kürt legal örgütlenmelerine hitaben, öğütle tehdit arası bir tonda kullanılırdı: “Türkiye partisi olmaya bakın, çalışın.”

Türkiyelileşme teriminin de, terime yol açan Türkiye partisi olma kalıbının da Kürtler muhatap alınarak söylenmesi, ‘Kürt sorunu’nun çözümü için Kürtlerin başarması gereken bir şeyi adlandırması ya da işaret etmesi, Kürt meselesinin bugün aldığı şekil hakkında da tarihi hakkında da aydınlatıcı. Aydınlanma, Kürtler için doğru yolun bu olduğu anlamında bir bilgelikten gelmiyor hayır, aydınlatıcı yan, kararttığı yandan geliyor.
Türkiyeli değil miydi yani…

‘Türkiye partisi olun’ demek, ariflerin affına sığınarak söyleyeyim, ‘Siz Türkiye partisi değilsiniz’ demektir. ‘Türkiyelileşin’ demek, ‘Türkiyeli değilsiniz’ demektir.

Türkiye partisi olmamak, malum, HDP’ye kadar gelen siyasal hareketin oluşumlarının yasal cezai tedbirlerle kapatılması ya da mensuplarına yönelik yasal cezai baskılarla çalışamaz hale gelmesi demekti. Halen de bu ‘imkan’ biraz hafifletilmiş haliyle de olsa, devlet tarafından kullanılıyor; cezaevlerinde yatan binlerce kişiye bakmak yeterli.

Cumhurbaşkanlığı seçiminde eski başbakan Tayyip Erdoğan dahil olmak üzere birçok siyasal hasmı tarafından Demirtaş’a yöneltilen ‘terörist, değilse bile terör işbirlikçisi’ iddiası, bu imkânın tüm sınırlarına kadar kullanılabileceğinin de alametiydi. Bu da cezaevinde yatabilecek yeni binlerce insan demek.
Türk tornası Batılı tesviyesi

‘Türkiyelileşme’ anlaşıldığı kadarıyla, Kürtler için eskisi kadar kuvvetli bir biçimde ‘Türkleşme’ dayatması ya da daveti değil, fakat ondan o kadar uzakmış gibi de görünmüyor: Bu yıl içinde yapılan iki seçimde HDP’ye ‘Kürt nüfusunun olmadığı’ ya da ‘az olduğu’ yerlerde gözlenen saldırılarda kimse saldırganlara, ‘Türkiyelileşme’ eleştirisi getirmedi; hatta bu saldırıları HDP’nin yeterince ‘Türkiyelileşmemesi’nin bir sonucu olarak yorumlayanları da gördük. Aramızdaki kimi bilge kişiler, saldırıyı kınamakla beraber anlayabildi.

HDP’nin Kürt bölgeleri dışında yarattığı sinirin o bölgelerin ‘Türkiyelileşmemesi’yle izah edilmesi denenebilir mi? Eğer ‘Türkiyelileşmek’ten ‘Türkleşmek’ anlaşılmayacaksa, bu deneme verimli de olabilir.

Malum, ‘Türkleşme’, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde oturup hiç ya da yeterince ‘Türk’ olmayanların davet edildiği devlet torna tezgâhıydı (Sonra da hep birlikte ‘Batılılaşma’ tesviyesi alınacaktı. Böylece muasır medeniyet seviyesine, yani herkesin aynı dili konuştuğu, aynı şapkayı taktığı, aynı fönü çektiği, aynı briyantini kullandığı, aynı elbiseyi giydiği, aynı stilize zeybek oynadığı milli var oluş tamam olacaktı. Filan). Ama geçti ya o günler, inkâr, imha ve asimilasyon bitti ya, artık ‘Türkleşme’yi kastetmiyor kimse.
İzaha muhtaç bir durum

O halde, şimdi yeni bir terim bulmuşsak ve bu ‘Türkleşme’den farklı bir şeyse, Türk olmayanların ve Türk olmak istemeyenlerin dışlanmasının da bu kavramla izahı gerekir.

Bu noktaya ilk olarak Bülent Küçük, T24’teki ‘Türkler nasıl Türkiyelileşir’ başlıklı yazısıyla işaret etmişti. Küçük’ün girişimini, ‘Türkiyeli’ terimini Türkiye olarak sadeleştirip sürdürelim: Türkiye, Türkiye olabilmiş midir?
Eski Türkiye’nin cevabı

Bir cevap ‘Evet’ diyor, ama eski cevap bu: Türkiye Türklerindir. Türk olmayanların tek hakkı, Türklere hizmet hakkıdır. Eğitim öğretim, yurttaşın ana dili ne olursa olsun, sadece Türkçe yapılır. Devletle Türkçe konuşulur. Devlet zaten başka dil konuşanları sevmez, lüzum ederse tercüman tutar. Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları Türk addedilir. İstese de istemese de…

Bu cevabın Türkiye’si, şimdiye kadar gelen Türkiye’dir. Kürt’ün Kürtçesiyle birlikte Kürt olarak kalmasına asla ve kata izin vermeyen Türkiye. ‘Mağaralarda insanların fareler gibi zehirlendiği’, ‘daha Türkçe bile öğrenemeyen’lerin bedenen ve ruhen paryalaştırıldığı, ‘Ay ne güzel Türkçe konuşuyor’ olanların mesafeli bir tebessümle bazı imkânlara yanaşmasına izin verildiği Türkiye.
Kırmızı kurdele hazır

Nitekim bu seçimde Selahattin Demirtaş’ın aldığı övgülerden biri de ‘Türkçesi’neydi.

‘Eski Türkiye’nin bir övgüsüydü bu, ‘güzel Türkçemiz’i güzel kullanan herkes, hele bir de etnik Türk değilse (ki safkan Türklerin Türkçesini de hiç beğenmedi bizim devlet, ilk onu asimile etti ya, neyse) eski Türkiye’mizin kırmızı kurdelelisi oluverirdi. Şimdi de olmasının sebebi bundan başka bir sebeple değilmiş gibi görünüyor.

‘Türkiye’ eğer ‘vatanı ve milleti’yle böyle tekçi ve tekli bir ülke olmayacaksa, Selahattin Demirtaş’ın Türkçesine yıldızlı pekiyi veren zevattan birilerinin de iki kelime Kürtçe bilmesi uygun olmaz mıydı?

‘Gerekli’lik değil elbette, ama “Türküyle, Kürdüyle, Çerkesiyle” herkesin eşit ve özgür yurttaş olarak yaşadığı yerde, herkesin değilse de birilerinin, komşusunun dilini öğrenmeye meyletmesi olağan ve uygun olmaz mıydı?

Herkesin kendi dilini öğrenme hakkı olsa, buna kimse şaşırmazdı. Demirtaş’ın güzel Türkçesi, onun ‘Türkiyelileştiğini’ gösterecekse, Kürt olmayan birinin güzel Kürtçesi, Çerkes olmayan birinin güzel Çerkescesi, Ermeni olmayan birinin güzel Ermenicesiyle birlikte göstermez mi? Halihazırda Türkçe ‘ortak iletişim dili’ olarak değil, (Türkler için) zorunlu asimilasyon dili (Kürtler ve diğer etnoslar için) denasyonalizasyon dili olmaktan çıkmış mıdır?

Yanlış anladınız beyler

‘Türkiyelileşme’ denilen şey, Kürt olmaktan hemen değilse bile sayılı vakte kadar çıkmaksa, devletin kadim inkar, imha ve asimilasyon programlarıyla yapamadığını Kürt siyasal organizasyonları ve onlarla ittifak etmiş Kürt olmayan organizasyonlar eliyle yapmaksa, Selahattin Demirtaş’ın da HDP’nin de ‘başarısı’ yanlış anlaşılmış demektir.

Türkiye’nin yeterince ‘Türkiye’ partisi var, bir sadre şifa olsa bugüne kadar olurdu.

Gerçek Türkiyelileşme, böyle bir ideal varsa, Kürt’ün siyasetçisiyle, sanatçısıyla, örgütleriyle, kurumlarıyla varlığının kabulüyle mümkündür.

Bunun için çalışması gereken niçin hep ve sadece HDP, yani Demirtaş ve yoldaşları olsun ki?

O halde, Demirtaş’ın bu seçimde başardığını başarma sırası diğer parti liderlerinde.

Darısı onların başına.

 

Ali Topuz – Diken

Yaralı Ezidi vekil İstanbul’da

dahilIrak’ın Sincar ilçesindeki helikopter kazasında yaralanan Ezidi Milletvekili Viyan Dahil, İstanbul’a getirilerek tedavi altına alındı. Yaralılar arasında durumu en ağır olan Dahil, hayati tehlikeyi atlattı.

Yardım malzemelerini havadan bırakmak için alçalmaya başlayan helikopter teknik bir arıza sonucu düşmüştü. Pilotun hayatını kaybettiği kazada, mürettebat ve yolcular yaralandı.

Sincar bölgesi Peşmerge Komutanı Serbest Babiri, helikopterin teknik arıza nedeniyle düştüğünü, herhangi bir IŞİD saldırısının söz konusu olmadığını kaydetmişti.

Ezidi milletvekilinin kaza sırasında sol bacağı ve iki kaburgasının kırıldığı açıklandı.

Dahil’in diğer yaralılarla kaza bölgesinden başka bir helikopterle alınarak Türkiye’ye sevk edilen Viyan Dahil bugün bacağından ameliyat edildi. Yarın ikinci kez ameliyat olacak.

Dahil’in hayati tehlikeyi atlattığı bildirilyor.

Sincar Dağı’nda mahsur kalan Ezidilere yardım malzemelerini ulaştırmak için havalanan helikopterin teknik arıza sonucu düşmesi üzerine, Dahil’in de arasında olduğu 20 kişi yaralanmıştı.

Dahil, Sincar’ın terör örgütü Irak Şam İslam Devleti’nin (IŞİD) eline geçmesi üzerine düzenlediği basın toplantısında, Ezidilere yönelik şiddet eylemlerini gözyaşları içerisinde anlatmasıyla gündeme gelmişti.

Al Jazeera

ABD: Şengal’e müdahaleye gerek yok

ABD Savunma Bakanlığı Pentagon, Şengal’deki evlerini eski adı IŞİD olan İslam devleti örgütü tehdidi nedeniyle terk eden Ezidileri mahsur kaldıkları dağdan kurtarmak için ayrıca bir tahliye operasyonunun olası olmadığını söyledi.

Pentagon’dan yapılan açıklama yaklaşık 20 Amerikan özel kuvvet askerinin Şengal dağına giderek Ezidilerin durumunu inceledikten sonra geldi.

şengalPentagon’un açıklamasında, “Şengal dağında mahsur kalan Ezidilerin sayısı korkulduğu kadar fazla değil. Binlercesi neredeyse her gece helikopterlerle düzenlenen tahliye operasyonlarıyla kurtarılmış durumda. Hâlâ dağda bulunanların sağlık durumu ise iyi. Havadan atılan insani yardımlara düzenli olarak erişebiliyorlar” denildi.

Pentagon, tüm bu değerlendirmelerin ardından bir tahliye operasyonunun “muhtemel olmadığını” açıkladı.

Ancak ABD’nin bölgedekilere insani yardım sağlamaya devam edeceği de açıklamada yer aldı.

Çarşamba gecesi ABD’nin Irak’a keşif görevi için gönderdiği askerler binlerce Ezidi’nin mahsur kaldığı Şengal dağına ulaşmış ve askerlerin mahsur Ezidilerin nasıl kurtarılabileceği konusunda incelemeler yaptığı belirtilmişti.

Associated Press haber ajansına konuşan Pentagon’dan bir yetkili, Şengal dağına giden ABD’lilerin özel kuvvetlerden olduğunu söylemiş ve sadece ‘keşif’ görevini yerine getirdiklerini vurgulamıştı.

20’ye yakın ABD’li askerin Şengal dağına çıktığında İslam devleti ( IŞİD) örgütünden militanlarla karşılaşmadığı da belirtildi.

ABD askerleri keşif görevinin ardından Erbil’e geri döndü.

Binlerce Ezidi kaçtı

IŞİD güçlerinin  Suriye ile Iraşengal 2k sınırında bulunan Şengal’i ele geçirmesinin ardından binlerce Ezidi can güvenliği endişesiyle evlerini terk edip dağlara çıkmıştı.

Birleşmiş Milletler (BM) yaptığı açıklamalarda mahsur Ezidilerin yiyecek ve su dahil en temel insani ihtiyaçlardan dahi mahrum olduğunu belirterek “İnsani bir kriz yaşanıyor” açıklamasını yapmıştı.

ABD dün Erbil’e 130 askeri danışman gönderdiğini açıklamıştı.

Hava operasyonları sürüyor

IŞİD’e karşı ABD hava operasyonları da devam ediyor.

ABD’nin insansız hava haraçlarının İslam devleti örgütüne ait mevzileri dün de bombaladığı açıklandı.

ABD özel kuvvetlerinin Şengal’e gitmesiyle birlikte IŞİD’in Irak’taki varlığının güçlenmesinden bu yana ilk kez ABD tarafından küçük çaplı bir kara operasyonu gerçekleştirilmiş oldu.

 

BBC TÜRKÇE

Termiğin gölgesinde bir yaşam (3): Amasra’da turizm ne yana düşer?

Bundan yaklaşık 2 bin 300 yıl önce, Pers Kraliçesi Amastris’in adını verdiği bu topraklarda önce balıkçılık ve ormancılık vardı. Sonra maden geldi. Bugünse Amasra artık yüzünü tamamen turizme dönmüş durumda. Tabii termik santral projesi onaylanmazsa.. Öyle ya, yaklaşık 10 kilometre yakınında termik santral olan bir turizm bölgesine kim gitmek ister? _MG_3841

İki koydan oluşan merkezi, Karadeniz’in deli hallerine oranla epey sakin olan deniziyle Amasra, özellikle İç Anadolu kentleri için en yakın ‘cennet’. 1940’larda Ankara’nın memurları başta olmak üzere ziyaretçiler ilçeyi keşfettiler ve belki de ülkenin ilk pansiyonculuk turizmi burada başladı. Bir yandan maden, bir yandan balıkçılık devam etse de ilçe sakinleri artık geleceklerini turizmde görüyor. Peki Amasra’nın turizmi bugünün şartlarında ne yana düşüyor ve termik santral mücadelesinde sağlam bir karşı argüman olabilir mi?

Ruhi Özman
Ruhi Özman

“Herkes karşı olmaya mecbur”

Çekiciler çarşısındayız. Batı Karadeniz’in ahşap ustalığından geçip hediyelik eşyaya dönüşmüş türlü çeşitli kaşıklar, buzdolabı magnetleri, kuklalar; el işi masa örtüleri, anahtarlıklar.. velhasıl turist olarak gelip yanınızda ne varsa götüreceğiniz türlü nesnenin bulunduğu sokak, ramazana denk gelmeseydik çok daha kalabalık olacaktı muhtemelen. Bu sokağın ilk hediyelik eşya dükkanının sahibi, 23 yıllık esnaf Ruhi Özman’a termik santrali soruyoruz; “Bir deli kuyuya taş atmış, kırk akıllı çıkaramamış, bu santral işi de o hesap’ diyor. Yine de santralin yapılamayacağını düşünenlerden. Peki esnaf ne diyor? “Hepsi karşı. E mecburlar.. Buranın geçim kaynağının yüzde 90’ı turizm. Santrali isteyen ancak HEMA çalışanı olabilir.” Özman, Zonguldak Çatalağzı’nın en yakınlarındaki termik santral örneği olduğunu söyleyip, bazı havalarda oradan Amasra’ya gelen toz yağmurlarını anlatıyor.

Nesrin Demirci
Nesrin Demirci

“Termik isteyen yok ama harekete geçmiyorlar”

Sahilde bir kafe işleten Nesrin Demirci de Çatalağzı’nın tozlarından dert yanarak başlıyor söze. Aslen maden memleketi Zonguldaklı olan, 1976’da Amasra’ya gelen Demirci’nin aktardığı kadarıyla, yaz sezonunda Amasra’nın elektrik ihtiyacı var; fakat çözüm termik değil, rüzgar santrali; “Çanakkale’den sonra en çok rüzgar alan yer burası. Ayrıca santral için buradaki kömür yeterli olmayacak, dışarıdan kömür ithal edilecek.” Demirci’nin bir şikayeti de Amasra’nın yerlilerine oluyor, dediği kadarıyla termik karşıtı mücadele içinde hep dışarıdan gelenler aktif; “ Yerliler ‘eyleme bir kere katıldım ne gerek var bir daha’ derler, gelmezler. Termik isteyen yok ama harekete geçmiyorlar.”

“Zararlıysa devlet baştan izin vermeyecek”

Tam da Demirci’nin örgütlenmeyle ilgili dediklerini düşünürken karşımıza haftasonu pazarında tezgahı olan Gömü köylü Emine Yıldız çıkıyor da umutsuzluğu üzerimizden atıyoruz. Emine tereyağı, peynir, patlıcan, fındık satıyor. Eşi İstanbul’da çalışırken kendisi de iki çocuğunu okutmak için pazarda gece gündüz demeden çalışıyor. Sadece Amasra değil; Çaycuma, Karabük, Zonguldak, hiçkimsenin santral istemediğini söylüyor: “ Her tarafa zarar verecek bu. Biz bunları yetiştiremezsek, dağda böğürtlen toplayamazsak çocuğumuzu nasıl okutacağız? Devlet şirkete izin vermiş, ama ‘halkın iznini al’ demiş duyduğuma göre. Ama devlet zararlı birşeyse baştan izin vermeyecek.” İnsanların aklının maaşla çelindiğini aktaran Yıldız, ‘işsiz çok insan var burada’ diyor; “Bin lira, bin beş yüz lira maaş verse kandırılabilirler. Ama çoğu da istemiyor. Denizimiz, doğal güzelliklerimiz kurumasın; biz böyle iyiyiz.”

Nesrin Demirci
Emine Yıldız

Deniz manzaralı beton yanı

Batı Karadeniz Kalkınma Ajansı’nın (BAKKA) yayımladığı 2014-2023 Batı Karadeniz Bölge Planı’nda Amasra, Safranbolu’yla birlikte ‘turizmde markalaşmış destinasyon’ olarak tanımlanıyor. İlçenin karşı karşıya kaldığı sorunlar ise çarpık kentleşme, otopark sorunu ve termik santral olarak sıralanıyor. “Amasra’da termik santral kurulması durumunda turizmden bahsetmek pek mümkün olmayacaktır” notu düşülen plandaki çarpık kentleşme vurgusu ise ilçeye girdiğiniz andan itibaren kendini hissettiriyor. 1940’lı yıllarda, özellikle Karabük Demir-Çelik Fabrikası işçilerinin sayfiye yeri olarak kullanmaya başlamasıyla turizme adım atan Amasra’da artık her yer beton. Önce geleneksel taş binaların yerine dikilen ve sonra çürümeye terk edilen bu beton binalar, tarihi bir balıkçı kasabasına yakışmayacak kadar sakil duruyor. Sormagir Mahallesi ile Boztepe-Zindan Mahallesi’ni birbirine bağlayan, şehrin en bilindik sureti Kemere Köprüsü’nün restorasyonun başarısızlığı ya da ilçenin karşı tepesinde heyhula gibi yükselen beş yıldızlı devasa beton otel gibi unsurlar da Amasra’nın turizm potansiyelini baltalayan, ya da ‘seri üretim’ bir turizm anlayışının esiri olduğunu gösteren ayrıntılar olarak zihnimize kazınıyor. Peki ne yapmalı?

Hüseyin Benar
Hüseyin Benar

Amasra Kültür ve Turizm Derneği’nin çiçeği burnunda Başkanı Hüseyin Benar’ın hayata geçirmeye çalıştığı bir çözüm önerisi var. “Amasra Evleri Otel Oluyor” projesiyle gelen turisti sadece para olarak görmeyen bir otel anlayışını oturtmak istediklerini aktarıyor Benar; “Burada evler pansiyon olarak veriliyor. Bu da kayıt dışı bir turizm ekonomisi olduğu anlamına geliyor. Yani ilçe turizmden geçinse de resmi olarak görünmüyor bu. Sorunu çözebilecek bu projeyle pansiyonların tek bir yerden kiralanmasını sağlayacağız. Evleri kategorik olarak sınıflandıracağız. Bu sınıflandırmaları katalog yapıp bir ofis oluşturacağız. Misafirler bu ofise gelip hangi tür evde kalmak istediğini seçecek.” Bu projenin temel hedefinin Turizm Bakanlığı’ndan destek olduğunu belirtiyor Benar. Zira, ilçenin temel geçim kaynağı olan turizm kayıtdışı pansiyonculuk üzerinden döndüğü için devlet desteği alamıyor. Öte yandan, ne acıdır ki, sadece otel kayıtlarına bakan Bakanlık, sadece az önce yukarıda bahsettiğimiz, ormanın içinde yükselen beton ‘Grand Kirazlar’ Oteli’ne destek vermiş.

_MG_4334

 

Devletin bölgeyi turizm alanı olarak tanısa da buraya yeterli yatırımı yapmaması gerçeği üzerine, geçen sene değişen yol tabelaları da Amasralıları sıkmışa benziyor. Türkiye’de, tarihi ve turistik bölgelerde kullanılan kahverengi tabelalar 2013 yılında Karayolları 15. Bölge Müdürlüğü tarafından kaldırılıp yerine mavi renkli tabelalar kondu. CHP Bartın Milletvekili Rıza Yalçınkaya’nın soru önergesiyle meclise taşıdığı bu değişiklik herkesin aklına ‘termiğin yolun mu yapılıyor?” sorularını düşürmüş. Şimdilerde tüm bu olumsuzluklara rağmen ilçenin beklediği bir karar var: Birinci derece SİT alanı olan antik Ceneviz Kalesi’nin UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne alınması için başvuruldu yapıldı bile. Peki kalenin listeye kabul edilmesi ne işe yarayacak? Cevabı Hüseyin Benar versin: “Termik santrale karşı bir silah olacak UNESCO. Listeye girersek burasının dünya üzerindeki bilinirliği artacak. Yabancı turistler daha çok gelecek. Biz turizmden nasıl para kazanacağımızı halen tam olarak bilmiyoruz. Eğer bu kale dünya mirası listesine alınırsa turizm standardımız yükselecek.“

Haber: Gözde Kazaz
Fotoğraf: Gençer Yurttaş

1. bölümü ve 2. bölümü okumak için tıklayınız.

Yarın: Amasra’daki TTK madeninde durum ne?

Termiğin gölgesinde bir yaşam (3): Amasra’da turizm ne yana düşer?

0

Bundan yaklaşık 2 bin 300 yıl önce, Pers Kraliçesi Amastris’in adını verdiği bu topraklarda önce balıkçılık ve ormancılık vardı. Sonra maden geldi. Bugünse Amasra artık yüzünü tamamen turizme dönmüş durumda. Tabii termik santral projesi onaylanmazsa.. Öyle ya, yaklaşık 10 kilometre yakınında termik santral olan bir turizm bölgesine kim gitmek ister?

İki koydan oluşan merkezi, Karadeniz’in deli hallerine oranla epey sakin olan deniziyle Amasra, özellikle İç Anadolu kentleri için en yakın ‘cennet’. 1940’larda Ankara’nın memurları başta olmak üzere ziyaretçiler ilçeyi keşfettiler ve belki de ülkenin ilk pansiyonculuk turizmi burada başladı. Bir yandan maden, bir yandan balıkçılık devam etse de ilçe sakinleri artık geleceklerini turizmde görüyor. Peki Amasra’nın turizmi bugünün şartlarında ne yana düşüyor ve termik santral mücadelesinde sağlam bir karşı argüman olabilir mi?

“Herkes karşı olmaya mecbur”

Çekiciler çarşısındayız. Batı Karadeniz’in ahşap ustalığından geçip hediyelik eşyaya dönüşmüş türlü çeşitli kaşıklar, buzdolabı magnetleri, kuklalar; el işi masa örtüleri, anahtarlıklar.. velhasıl turist olarak gelip yanınızda ne varsa götüreceğiniz türlü nesnenin bulunduğu sokak, ramazana denk gelmeseydik çok daha kalabalık olacaktı muhtemelen. Bu sokağın ilk hediyelik eşya dükkanının sahibi, 23 yıllık esnaf Ruhi Özman’a termik santrali soruyoruz; “Bir deli kuyuya taş atmış, kırk akıllı çıkaramamış, bu santral işi de o hesap’ diyor. Yine de santralin yapılamayacağını düşünenlerden. Peki esnaf ne diyor? “Hepsi karşı. E mecburlar.. Buranın geçim kaynağının yüzde 90’ı turizm. Santrali isteyen ancak HEMA çalışanı olabilir.” Özman, Zonguldak Çatalağzı’nın en yakınlarındaki termik santral örneği olduğunu söyleyip, bazı havalarda oradan Amasra’ya gelen toz yağmurlarını anlatıyor.

“Termik isteyen yok ama harekete geçmiyorlar”

Sahilde bir kafe işleten Nesrin Demirci de Çatalağzı’nın tozlarından dert yanarak başlıyor söze. Aslen maden memleketi Zonguldaklı olan, 1976’da Amasra’ya gelen Demirci’nin aktardığı kadarıyla, yaz sezonunda Amasra’nın elektrik ihtiyacı var; fakat çözüm termik değil, rüzgar santrali; “Çanakkale’den sonra en çok rüzgar alan yer burası. Ayrıca santral için buradaki kömür yeterli olmayacak, dışarıdan kömür ithal edilecek.” Demirci’nin bir şikayeti de Amasra’nın yerlilerine oluyor, dediği kadarıyla termik karşıtı mücadele içinde hep dışarıdan gelenler aktif; “ Yerliler ‘eyleme bir kere katıldım ne gerek var bir daha’ derler, gelmezler. Termik isteyen yok ama harekete geçmiyorlar.”

“Zararlıysa devlet baştan izin vermeyecek”

Tam da Demirci’nin örgütlenmeyle ilgili dediklerini düşünürken karşımıza haftasonu pazarında tezgahı olan Gömü köylü Emine Yıldız çıkıyor da umutsuzluğu üzerimizden atıyoruz. Emine tereyağı, peynir, patlıcan, fındık satıyor. Eşi İstanbul’da çalışırken kendisi de iki çocuğunu okutmak için pazarda gece gündüz demeden çalışıyor. Sadece Amasra değil; Çaycuma, Karabük, Zonguldak, hiçkimsenin santral istemediğini söylüyor: “ Her tarafa zarar verecek bu. Biz bunları yetiştiremezsek, dağda böğürtlen toplayamazsak çocuğumuzu nasıl okutacağız? Devlet şirkete izin vermiş, ama ‘halkın iznini al’ demiş duyduğuma göre. Ama devlet zararlı birşeyse baştan izin vermeyecek.” İnsanların aklının maaşla çelindiğini aktaran Yıldız, ‘işsiz çok insan var burada’ diyor; “Bin lira, bin beş yüz lira maaş verse kandırılabilirler. Ama çoğu da istemiyor. Denizimiz, doğal güzelliklerimiz kurumasın; biz böyle iyiyiz.”

Deniz manzaralı beton yanı

Batı Karadeniz Kalkınma Ajansı’nın (BAKKA) yayımladığı 2014-2023 Batı Karadeniz Bölge Planı’nda Amasra, Safranbolu’yla birlikte ‘turizmde markalaşmış destinasyon’ olarak tanımlanıyor. İlçenin karşı karşıya kaldığı sorunlar ise çarpık kentleşme, otopark sorunu ve termik santral olarak sıralanıyor. “Amasra’da termik santral kurulması durumunda turizmden bahsetmek pek mümkün olmayacaktır” notu düşülen plandaki çarpık kentleşme vurgusu ise ilçeye girdiğiniz andan itibaren kendini hissettiriyor. 1940’lı yıllarda, özellikle Karabük Demir-Çelik Fabrikası işçilerinin sayfiye yeri olarak kullanmaya başlamasıyla turizme adım atan Amasra’da artık her yer beton. Önce geleneksel taş binaların yerine dikilen ve sonra çürümeye terk edilen bu beton binalar, tarihi bir balıkçı kasabasına yakışmayacak kadar sakil duruyor. Sormagir Mahallesi ile Boztepe-Zindan Mahallesi’ni birbirine bağlayan, şehrin en bilindik sureti Kemere Köprüsü’nün restorasyonun başarısızlığı ya da ilçenin karşı tepesinde heyhula gibi yükselen beş yıldızlı devasa beton otel gibi unsurlar da Amasra’nın turizm potansiyelini baltalayan, ya da ‘seri üretim’ bir turizm anlayışının esiri olduğunu gösteren ayrıntılar olarak zihnimize kazınıyor. Peki ne yapmalı?
Amasra Kültür ve Turizm Derneği’nin çiçeği burnunda Başkanı Hüseyin Boran’ın hayata geçirmeye çalıştığı bir çözüm önerisi var. “Amasra Evleri Otel Oluyor” projesiyle gelen turisti sadece para olarak görmeyen bir otel anlayışını oturtmak istediklerini aktarıyor Boran; “Burada evler pansiyon olarak veriliyor. Bu da kayıt dışı bir turizm ekonomisi olduğu anlamına geliyor. Yani ilçe turizmden geçinse de resmi olarak görünmüyor bu. Sorunu çözebilecek bu projeyle pansiyonların tek bir yerden kiralanmasını sağlayacağız. Evleri kategorik olarak sınıflandıracağız. Bu sınıflandırmaları katalog yapıp bir ofis oluşturacağız. Misafirler bu ofise gelip hangi tür evde kalmak istediğini seçecek.” Bu projenin temel hedefinin Turizm Bakanlığı’ndan destek olduğunu belirtiyor Boran. Zira, ilçenin temel geçim kaynağı olan turizm kayıtdışı pansiyonculuk üzerinden döndüğü için devlet desteği alamıyor. Öte yandan, ne acıdır ki, sadece otel kayıtlarına bakan Bakanlık, sadece az önce yukarıda bahsettiğimiz, ormanın içinde yükselen beton ‘Grand Kirazlar’ Oteli’ne destek vermiş.

Devletin bölgeyi turizm alanı olarak tanısa da buraya yeterli yatırımı yapmamasının üzerine geçen sene değişen yol tabeları da Amasralıları sıkmışa benziyor. Türkiye’de, tarihi ve turistik bölgelerde kullanılan kahverengi tabelalar 2013 yılında Karayolları 15. Bölge Müdürlüğü tarafından kaldırılıp yerine mavi renkli tabelalar kondu. CHP Bartın Milletvekili Rıza Yalçınkaya’nın soru önergesiyle meclise taşıdığı bu değişiklik herkesin aklına ‘termiğin yolun mu yapılıyor?” sorularını düşürmüşe benziyor.

Şimdilerde tüm bu olumsuzluklara rağmen ilçenin beklediği bir karar var. Birinci derece SİT alanı olan antik Ceneviz Kalesi’nin UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne alınması için başvuruldu yapıldı. Kalenin listeye kabul edilmesi ne işe yarayacak? Cevabı Hüseyin Boran versin: “Termik santrale karşı bir silah olacak UNESCO. Listeye girersek dünya üzerindeki bilinirliği artacak. Yabancı turistlerin gelmesi artacak. Biz turizmden nasıl para kazanacağımızı halen tam olarak bilmiyoruz. Eğer bu kale dünya mirası listesine alınırsa standardımız yükselecek.“

Haber: Gözde Kazaz 
Fotoğraf: Gençer Yurttaş 

Yarın: Amasra TTK madeninde durum ne?

[Son Dakika] Beşiktaş Süleyman Seba’sını kaybetti

sebaBeşiktaş Kulübü onursal başkanı Süleyman Seba tedavi gördüğü hastanede hayatını yitirdi.

Beşiktaş’ın efsane isimlerinin başında gelen Seba 88 yaşındaydı. Beşiktaş’ta 1946 – 1954 arası 8 yıl futbolcu olarak, 1984 – 2000 yılları arasında 16 yıl başkan olarak görev yapan Seba uzunca bir süredir tedavi görmekteydi.

Beşiktaş kulübünden yapılan açıklamada Onursal Başkanımız Süleyman Seba için, 15 Ağustos Cuma günü saat 11.00’da Vodafone Arena’da tören düzenleneceği açıklandı.

Futbolcu Seba

Seba, 1946’da Beşiktaş A takımına yükseldi. 1946-47 sezonunda ilk İstanbul Ligi maçına sezonun ilk maçı olan Fenerbahçe derbisiyle çıktı. 4-3 yenildikleri maçta bir gol kaydetti.1947 yılında İnönü Stadyumu’nun açılışı sebebiyle Beşiktaş ile İsveç’in AIK takımı yapılan maçta bu stattaki ilk golü atarak tarihe geçti.
1954’de 28 yaşındayken menisküs sebebiyle futbolu bıraktı.

Yönetici Seba
1963’de ilk kez yönetime gelen Seba 1984 yılında çok zor bir dönemde devraldığı başkanlık görevini 2000 yılına kadar devam ettirdi. 16 yıl süren Başkanlığı boyunca 8 kongrede rakiplerine sürekli üstünlük sağladı. Süleyman Seba başkanlığı döneminde kazanılan kupalar şu şekildedir:
• 5 Süper Lig
• 4 Türkiye Kupası
• 4 Cumhurbaşkanlığı Kupası
• 2 Başbakanlık Kupası
• 6 TSYD Kupası

Yedikule Bostanı’nda ‘Vişne Bahçesi’

‘New Brooklyn Theater’, Harvard Üniversitesi Ortadoğu Çalışmaları Merkezi işbirliği ile Anton Çehov’un ‘Vişne Bahçesi’ oyununun mekâna özel bir yapımını Türkçe olarak Yedikule bostanlarında sergileyecek.

VBCOBanner1-1024x322

Fatih Belediyesi’nin imara açmak istediği ve bir kısmına moloz döktüğü Yedikule Bostanları’nın korunması için yaklaşık bir senedir verilen mücadele devam ediyor. Daha önce çeşitli etkinliklerin düzenlendiği bostanda ‘Yedikule Bostanları Koruma Girişimi’nin inisiyatifi, ‘New Brooklyn Theater’ ve Harvard Üniversitesi Ortadoğu Çalışmaları Merkezi’nin işbirliğiyle şimdi de Anton Çehov’un eseri ‘Vişne Bahçesi’ sahnelenecek.

bir sınıfın iniş ve diğerinin çıkışı ile atalarından miras kalmış bir mülkün ekonomik sebeplerle el değiştirmesini anlatan ‘Vişne Bahçesi’, yeni bir dönüşüm ve toplum ilişkisi sorusunu ele aldığından, Yedikule bostanlarında oynanması için  uygun bir seçim olarak ifade ediliyor.

13 Ağustos’ta başlayacak olan oyun, her performanstan sonra seyirci, oyuncular, davetli kamu yöneticileri, arkeologlar, bitki bilimciler ve çeşitli toplulukların temsilcileri arasında söyleşiler gerçekleştirilecek şekilde düzenlendi. Yapım, ülkenin geleceği hakkında, sanatın başını çektiği emsalsiz bir diyalog ortamı yaratacak.

Courtney Nelson  tarafından tasarlanan Vişne Bahçesi oyununun yönetmenliğini Jonathan Solari üstlendi. Oyun bugünden itibaren 30 Ağustos’a kadar Yedikule Bostanları’nda Türkçe olarak oynanacak.

(Yeşil Gazete)