Ana Sayfa Blog Sayfa 3905

“Suriyeli Sorunu” Yok, “Irkçılık Sorunu” Var…- Foti Benlisoy

Evet sorunun adını koyalım. Türkiye’de bir “Suriyeliler sorunu” yok. Yanlış anlaşılmasın. İç savaştan kaçıp Türkiye’ye sığınmak zorunda kalmış Suriyelilerin sorunları, hem de çok sayıda ve ciddi sorunları var elbet. Ancak “Türkiye’nin sorunu” başka. O sorun, aleni ve giderek daha tehditkâr hale gelen “ırkçılık sorunu”. Hepimiz bir ölçüde de olsa izliyor olmalıyız. Suriyelilere dönük linç girişimlerinin, (şimdilik) “minik” pogromların ardı arkası kesilmiyor. Büyük siyaset sahnesinin spotlarının uzağında sinsi ve saldırgan bir ırkçılık tipi giderek kök salıyor, yerleşiyor, yaygınlaşıyor, pervasızlaşıyor. Ancak bu “sorun”, güncel siyasal gelişmeler üzerinde doğrudan bir etkisi olmadığı için olacak, pek gündeme gelmiyor, uzun uzadıya konuşulmuyor, konuşulduğunda da “siyasal” bir sorun olarak görülmüyor. Oysa siyasal yelpazenin neredeyse bütününe (hatta kısmen sola) şu ya da bu ölçüde sirayet etmiş olan göçmen karşıtı ırkçılık orta ve uzun vadede bütün toplumsal muhalefet güçleri, yani hepimiz için ciddi bir tehdit oluşturuyor.

Aslında hepimizin farkında olması gerektiği üzere, Nazizm gibi pervasız örnekleri hariç tutarsak ırkçılık hiçbir zaman kendini “açık ederek” örgütlenmez. Yani ırkçılık “yaşasın ırkçılık” türü sloganlarla değil de “Suriyeliler işimizi çalıyor”, “Suriyeliler suç işliyor”, “Suriyeliler oy veriyor”, “depremzedenin parası Suriyeliye veriliyor” türü argümanlarla meşruiyet kazanır. İşsizlik, yoksulluk gibi gerçek sorunlarla birleşir, daha doğrusu bu sorunlar karşısında güya anlamlı bir açıklama şablonu oluşturmaya başlarsa iyice tehlikeli hale gelir. O zaman bu “meşruiyet” sokağa taşar. Önce linççi saldırılar gerçekleşir, zamanla kısmi ve örgütsüz linç girişimleri yerini pogromvari örgütlü saldırılara bırakır. Bianet’ten Ekin Karaca’ya konuşan Antepli gazeteci Nurgün Balcıoğlu’nun sözlerini, halimizin vahametine örnek olsun diye aktarmakta yarar var: “Bu işsiz ve eğitimsiz genç kesim sosyal medya üzerinden hızla örgütleniyor. Akşam olunca bu insanlar gruplar halinde ellerinde sopalar bıçaklarla her yere girip Suriyeli arıyorlar. Bulduklarını da yaralıyorlar.” Yani Nazilerin “fırtına birlikleri” (SR) misali “devriye gezen” gruplar…

Devam edelim. Irkçılık, ya da daha nazik deyişle “göçmen karşıtlığı”, asla sadece göçmenlerle ilgili değildir, unutmayalım. Göçmenler, yani zaten ulusal bütüne ait sayılmayanlar kolay bir ilk hedeftir. Ancak “kolay hedefi” talim için kullananlar güç ve meşruiyet kazanınca bu kez kuvvetlerini “ulusal ailenin” daha “kırılgan” parçaları üzerinde test etmek isterler. LGBTİ bireylere, dinsel ve etnik azınlıklara saldırırlar. Göçmen karşıtlığı, kolektif gaddarlaşma ve ırkçılık için en verimli topraklardan biridir. O toprakta boy atan ırkçılık ve linççi şiddet, bir adım sonra toplumsal muhalefetin bütününü hedef alır; emin olun alacaktır.

Aslında Suriye’de yaşanan insani trajedi söz konusu olmasa ve dolayısıyla da Suriye’den bunca mülteci Türkiye’ye kaçmak zorunda kalmasa bile göçmen karşıtı ırkçılığın Türkiye’de yaygınlaşması beklenebilecek bir gelişmeydi. Türkiye zaten bir “transit ülke”, yani göçmenlerin Batı’ya “kapağı atmak” üzere bir süre beklediği bir geçiş aşaması olmaktan çıkıyordu. Bu durumun, yani ülkedeki göçmen nüfusun artışının bir siyasal-sosyal reaksiyona yol açması ihtimali kuvvetliydi. Ancak Suriye’deki gelişmeler, bu muhtemel reaksiyonu hızlandırdı ve onun boyutlarını ürkütücü ölçüde genişletti. Hal böyleyken göçmen karşıtı ırkçılıkla mücadele bizler için onca siyasal “görevden” bir başkası diye görülemez artık. Irkçı saldırganlığın boyutları daha acil, etkin ve kararlı mücadele yöntemlerini gerektiriyor.

Yeri gelmişken (ve yukarıdaki satırlar karşısında muhtemel bir refleksi öngörerek) bir uyarıda bulunmak gerek. AKP’nin Suriyeli göçmenlere “yardım” politikalarının eleştirilecek elbette çok yanı var. Yardımların şeffaf olmayışı ve dolayısıyla bir kısmının göçmenlere değil de silahlı gruplara gidiyor olması ihtimali, örtülü ödeneğin kullanımı meselesi, kampların konuyla ilgili uluslararası ve ulusal kurumların denetimine açık olmaması ve bunun yarattığı belirsizlikler, AKP’nin Suriyeli göçmenleri araçsallaştırarak bir dış politika kozu olarak kullanması vs. Bu hususlara itiraz etmek, onları siyasal tartışma konusu kılmak elbette elzem. Ancak sapla samanı ayırt etmek gerek. Sosyalist hareket (“kimse nedensiz kaçmaz” sloganını akılda tutarak) nereden gelmiş olurlarsa olsunlar tüm göçmenlerin temel ihtiyaçlarının karşılanması hususunda ısrarcı olmalıdır. Dahası, AKP’yi Suriyeli mültecilere yasal statü tanımaması, sınır kapılarını büyük ölçüde kapalı tutması konularında da açıkça eleştirmeliyiz. Aksi, yani bu hususlarda umarsızlık, hatta daha vahimi Suriyeli göçmenleri şeytanlaştırmak ve dahası onları başka ezilen kümelerinin karşısına bir “sorun” olarak çıkarmak, olsa olsa zaten şimdiden ürkütücü boyutlardaki “göçmen düşmanı” tonlu ırkçılığa (bu kez de soldan) alan açmak anlamını taşır.

Şöyle bitirelim en iyisi: Göçmenlik meselesi bir hümanizm ya da hayırseverlik konusundan ibaret değil asla. Göçmenlik sadece Batı ülkelerinde değil, kot kumlamadan madenlere ve ev içi bakım hizmetlerine göçmenlerin işçi sınıfının artık bir parçası olduğu Türkiye’de de bir “emekçi ve ezilenlerin birliği” meselesi. İnşaatlarda çalışan Suriyelilerin ya da Islahiye’de biber tarlalarında çalıştırılan Suriyeli çocukların hak ve hukukunun müdafaası da sınıf politikasının vazgeçilmez bir gereği. Bu gerekliliği perdelemeye dönük (şuurlu şuursuz) her girişimin, Türkiye’nin bir “transit ülke” olmaktan çıkıp göçmenlerin ülkenin bir demografik gerçeği haline geldiği koşullarda ciddi sorunlar yaratması kaçınılmaz. Sol içerisinde bu konuya duyarsızlığın, hatta göçmen karşıtlığıyla flört eden argümanların istemeden de olsa çoğaltılmasının sınıf siyaseti açısından ilerde yol açacağı zararın telafisi mümkün olmayabilir.

Söylemeye gerek yok ama bazen abc’yi hatırlamak ve hatırlatmakta yarar var: Türk, Kürt, Arap bütün işçiler, bütün ezilenler kardeştir. Birine karşı saldırı, aynı zamanda ve ister istemez hepsine dönük bir saldırıdır…

Foti Benlisoy -http://fotibenlisoy.tumblr.com/

Öcalan: 30 yıllık savaş müzakereyle sona eriyor

ocalan-2HDP heyeti ile dün İmralı’da görüşen Abdullah Öcalan, “30 yıllık savaş büyük bir demokratik müzakereyle sonuçlanma aşamasındadır” dedi.

HDP grup başkan vekilleri Pervin Buldan ve İdris Baluken ile HDP İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, dün PKK Lideri Abdullah Öcalan ile İmralı Adası’nda yaptıkları görüşmeye ilişkin yazılı açıklama yaptı.

Heyetin yazılı açıklamasında özet olarak 15 Ağustos’un 30. yılına vurgu yapılarak
” Bu 30 yıllık savaş büyük bir demokratik müzakereyle sonuçlanma aşamasındadır. Demokratik müzakere süreci tarihi ve toplumsal olarak derin bir anlama sahiptir. Etkileri ve sonuçları çok büyük olan bir süreçten geçiyoruz. Bu süreç sadece Türkiye’de değil tüm bölgede ağır sorunların çözümüne dönük barış ve özgürlükler temelinde model olacak tarihi imkanlar barındırmaktadır” mesajını verdiği ifade edildi.

Öcalan açıklamasında Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Selahattin Demirtaş’ın aldığı sonuca dair kutlamalarını iletti. Öcalan’ın mesajında “Bu seçimde oluşturulan ve giderek bir çığ gibi büyüyecek olan desteği barışa ve kardeşliğe dönük en güçlü teminatlardan biri sayıyorum. Seçimin en tarihi sonucu 90 yıllık içe kapanmış aşırı milliyetçi ve faşizan politikaların aşılmasına dönük bir zemin yaratmış olmasıdır. Açılan yeni dönemin anlamı gerçekten demokratik Türkiye, demokratik cumhuriyet olgusunu bir ütopya olmaktan çıkarıp gerçeğe dönüştürecek olmasıdır. Kürtler açısından da oluşmuş olan bu kadar geniş ve sağlam irade özgür ve demokratik bir toplumu inşa etme sürecinde devrimsel bir anlama tekabül etmektedir. Bu sonuçlarla HDP günümüzün demokratik ve etkin muhalefeti, yarınların da en geniş tabanlı demokratik iktidarı olacaktır. Bu demokratik iktidarda, inançları nedeniyle her türlü baskının ve nefret söyleminin mağduru olan Alevilerden HES’lerle suları talan- eko sistemi tahrip edilen köylülere, yaşam tarzını tehdit altında gören insanlardan geleceksizleştirilen ve lümpenleşmeye itilen gençliğe; her gün vahşi bir cinayetle katledilen kadınlardan; taşeron sistemiyle üç kuruşluk nafaka uğruna emeği değersizleştirilen ve iş cinayetlerinde katledilen emekçilere varana değin herkes kendisini bu demokratik programın teminatı altında hissedecektir.” görüşleri öne çıkıyor.

Yeşil Gazete

Ezidi soykırımı sürüyor, IŞİD 80 Ezidi’yi daha öldürdü

EzidilerEzidiler yönelik soykırım  sürüyor. IŞİD’in müslümanlığa geçmeyi kabul etmeyen 80 Ezidi’yi daha öldürdüğü bildiriliyor.

Ezidi ve Kürt kaynakalarına göre, IŞİD, köylülerden kendilerine rehberlik etmelerini ve erkeklerinin kendi saflarında savaşmalarını istedi. Köylülerin bu talebi reddetmesinin ardından köye saldıran IŞİD erkekleri öldürdü, kadın ve çocukları ise esir alarak Telafer’e götürdü.

Irak’ın eski dışişleri bakanı Hoşyar Zebari, katliama ilişkin açıklamasında, “Bugün (Cuma) öğleden sonra araçlarla geldiler ve öldürmeye başladılar. Bunu ‘Ya Müslüman ol ya da öl’ şeklindeki inançlarından dolayı yaptıklarını düşünüyoruz’ dedi.

Al Jazeera Erbil Büro Şefi Ahmed Zaviti olayla ilgili şu bilgileri verdi:

‘Kojo, Sincar’ın güneydoğusunda bir köy. Telafer’e ve Kayrevan’a yakın. Ninova eyaletine bağlı. Köyün nüfusu yaklaşık bin 200 kişi. Bunların yaklaşık beş yüzü daha önce köyü terk etmişti. Biraz önce Ezidi kaynaklardan aldığımız bilgiye göre, geri kalanlar Arap aşireti Mutevte’nin koruması altındaydı. IŞİD geçen hafta köy halkına Müslümanlığı seçmeleri için üç gün süre vermişti. Sürenin bitiminin ardından Mutevte kabilesi liderleri, tehditlerini yerine getirmemeleri için IŞİD ile görüşmeler yapmıştı. Bunun üzerine yeniden süre verdiler. Bu süre de Cuma günü öğle saatlerinde doldu. Köye geldiler ve cep telefonlarını topladılar. Dolayısıyla köy halkıyla dışarının irtibatı kesilmiş oldu. Kayravan’daki Arap kaynaklar Kürdistan yetkililerine yaklaşık 200 kişinin idam edildiği haberini ulaştırdı. Kadın ve çocuklar başka bir bölgeye götürüldü. Bazı kaynaklar Telafer’e götürüldüklerini söylüyor.’

Amerika’ya öfke

Ahmed Zaviti, Ezidilerin ABD’yi ve uluslararası camiada etkin olan ülkeleri eleştirdiğini bildirerek, ‘Ezidiler daha önce bu ülkelere tehdit altında olduklarını ilettiklerini söylüyor. Ezidi kaynaklara göre Amerika kendilerine güvence verdi. Bundan dolayı Amerika’ya karşı büyük bir öfke var’ ifadelerini kullandı.

Zaviti, Ezidi mültecilerle ilgili olarak ‘Kaynaklar IŞİD’in Sincar’ı ele geçirmesinden sonra yaklaşık 200 bin kişinin dağlık alana sığındığını söylüyor. Bunların 150 bine yakını Kürdistan Bölgesi’nin bazı mıntıkalarına götürüldü. Bir bölümü hala Suriye topraklarında. Kendilerine yardım ediliyor ama tam bir trajedi yaşıyorlar’ dedi.

IŞİD saldırılarından kaçan binlerce Ezidi’nin Türkiye’ye doğru göçü devam ediyor. Birçok mülteci gerekli evraklara sahip olmadığı için İbrahim Halil Sınır Kapısı yakınındaki bölgede çadırlarda bekliyor.

Al jazeera

Elbistan kuraklığa öfkeli: Termik santral tarımın azrailidir

elbistanKuraklık dünyanın pek çok yerini olduğu gibi Türkiye’yi de ciddi bir şekilde etkilerken kuraklığın sıkıntısını çiftçiler bu yıl çok daha derinden yaşadı. Maraş Elbistan Ovası da bu sıkıntıdan payına düşeni aldı. Elbistanlılar kuraklık ve sonuçlarını farklı boyutlarıyla tartışmaya başladılar.

Elbistan Ziraat Odası Başkanı Memet Ali Bulut, Afşin-Elbistan A ve B Termik Santralleri’nde soğutma ve katma amaçlı olarak kullanılan ve Ceyhan Nehri’nden alınan suyla ilgili açıklama yaptı. Bulut, “Ceyhan Irmağı’ndan alınan su, hovardaca kullanılıyor ve ırmak kuruyor.” dedi.

Özellikle halk arasında cennet ırmaklarından bir kabul edilen Ceyhan Nehri artık son demini yaşarken termik santrale soğutma amaçlı su alınması, bu günlerde daha fazla dikkat çekmeye başladı. Tarımla uğraşanlar, kurumaya yüz tutan Ceyhan ırmağının kaynağından su alınmasını eleştiriyorlar.

Marashaberi.com internet sitesinin haberine göre Elbistan Ziraat Odası Başkanı Mehmet Ali Bulut, özellikle şu dönemde Ceyhan’dan saniyede binlerce litre su alınmasını eleştirdi. Başkan Bulut, santrallerin tarımın Azrail’i olduğunu ifade etti. Bulut, “Santraller, bölgenin, tarımın Azrail’i, yıllar yılı biz bu Azrail ile boğuşuyoruz. En büyük kanser hastalığı bu bölgede. Benim billur suyumu alıyor, buradan 40 kilometre uzaklıktaki yere taşıyor. Orada kullanıyor. Hatta hovardaca kullanılıyor, biliyorum. Çok büyük oranda su gidiyor santrale. Eski bir santral olduğu için buharlamayı suyla yapıyor.” diye konuştu.

Bulut şunları kaydetti: “Yeni santrallerin 300 litre suyla çalışacağını duyuyoruz, oysa buradan mevcut santrale 700-800 litre su gidiyor. Termik santrallerinin artık dünyada kaldırılmaya başlandığı dönemi yaşıyoruz. Bakın bu bölgede güneş enerjisinden üretim yapabilirsiniz, rüzgâr enerjisinden elektrik elde edilebilir. Artık bunlara yönelmek gerekiyor. Termik santrallere tarım sektörü en başından beri karşıdır. Hatta vatandaşlar karşı. Kışın dumandan dışarı çıkılamıyor. Başımıza büyük bir bela bu santraller. Avrupa termik santralleri bırakıyor. Yazık. Ceyhan, cennet ırmaklarından biri. Dünyada şehirden doğan iki ırmaktan biri durumunda. Böyle bir inciyi kurutup bu hale getirmek vicdanlara sığmaz. Halk olarak çok duyarsızız.”

www.Marashaberi.com

Amasra’dan sesler

Amasra’daki termik santral mücadelesini konu alan yazı dizimiz, geçtiğimiz çaşamba günü, Açık Radyo’da ‘Açık Yeşil’ Programı’nda konuşuldu. Ümit Şahin ve Ömer Madra’nın sunduğu, Gözde Kazaz’ın konuk olduğu programı dinlemek için tıklayınız. 

Radyo programında Amasralıların seslerine de yer verdik. Bu kayıtları aşağıda dinleyebilirsiniz.

_MG_3436

  • Tarlaağzı Köyü’nde yaşayan Salih Günay, köyün geçim kaynaklarını ve yaşadıkları mağduriyeti anlatıyor.

Gömü Köyü muhtarı Şakir Karabacak ve Tarlaağzı Köyü muhtarı Mehmet Bıldırcın

  • Tarlaağzı Köyü muhtarı Şakir Karabacak ve Gömü Köyü muhtarı Mehmet Bıldırcın, HEMA A.Ş.’nin bölgeden çıkaracağı kömürü ve eğer ÇED onanırsa köylünün neler yapacağını aktarıyor.

_MG_3579

  • Tarlaağzı köy meydanında toplanan kadınlar, Çatalağzı termik santralini ve santralin alternatifi enerji kaynaklarını aktarıyor.

_MG_4166

  • Amasra’da 1958 yılından beri üretimde olan Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK) madeninde çalışan madenci Çetin, neden termik santral istemediğini anlatıyor.

(Yeşil Gazete)

Nükleersiz Türkiye için kürekle Karadeniz – 1. ve 2. gün

13 Ağustos günü, yani  Cumhurbaskanlığı  seçiminden iki gün sonra yola çıkarak  Trabzon’a uçan ve yorgun argın Hopa’ya ulaşan Hüseyin’i Hopalılar karşıladı. Sandalının yanına vardığında Hopalı çocuklar için kendi yokluğunda bir cazibe merkezi olduğunu anlaması güç olmayacaktı. Hopa’ya dönmüş olduğu günü önündeki uzun seyahat için enerji toplamak için değerlendiren Hüseyin, böylece 14 Ağustos sabahı fotoğrafta gördüğünüz haliyle sandalını tertip ederek yola koyulabildi. Sabah 10:00’da küreklere asılmak suretiyle  akşam 20:00’ye kadar Hopa-Fındıklı mesafesini gidip  toplam 20 mil yapan Hüseyin’in söylediğine göre  sahili insanların yüzmesine elverişli deniz çarşaf  gibi  önünde uzanıyordu. Akşam  20:00’de  konaklamak üzere sandalını Fındıklı sahiline çektiğinde ise acı bir manzarayla karşılaştı. Dereden gelen paslı bir teneke ufak bir çocuğun ayağının ciddi olarak kesilmesine yol açmıştı. Telefonda konuşurken dahi üzüntüsünü anlamam güç olmadı onun deyimiyle “caart”diye gitmişti çocukcağızın ayağı…

Akşama güleryüzlü insanların evinde konaklayacaktı, mısırdan ve balıktan zengin bir sofra onu bekliyordu.  Ceylan Ailesi’ne, nükleer santrallerin  insan sağlığına ve çevreye vereceği zarara dikkat çekmek üzere Karadenizi boylu boyunca kürekleyerek geçme projesine sunduğu katkıdan dolayı yürekten teşekkür ederiz.

Sandalla kucaklaşma
Sandalla kucaklaşma

 

Hüseyin’i bu linkten takip edebilir , benim gibi gece 02 :00’de de kürek çektiğine şaşırarak şahit olabilirsiniz. Kıyısında kurulacak bir nükleer santralin bir kaza olmasa dahi Karadeniz ve çevresine, özellikle  bölgede insan sağlığına  vereceği zararı Çernobil’i anarak bir kez daha düşünme zamanı… Hüseyin’in küreğinin denizi usulca yalamasına benzemez radyasyon, yutuverir  şimdiyi ve gelecek zamanı alacasına karanlığında.

Projeye fonlabeni üzerinden katkıda bulunabilir, yerinizden kalkmadan nükleersiz bir Türkiye için bir kürek de siz atabilirsiniz..

http:// Sharefindmespot.com
http:// Sharefindmespot.com

(Yeşil Gazete)

Yandaş yazardan Erdoğan’a öneri: ODTÜ, BİLKENT ve Boğaziçi kapatılsın

boğaziçiYeni Şafak gazetesinin yazarı Yusuf Kaplan, bugün kaleme aldığı yazısında Başbakan Erdoğan’a Boğaziçi, Bilkent ve ODTÜ üniversiteler yıkılsın önerisinde bulundu.

Bugünkü Yeni Şafak’ta yer alan ‘Erdoğan’a 20 öneri’ başlıklı yazılı yazıda Kaplan, “Başka kültürlerin gönüllü acentalığını yapan Boğaziçi, Bilkent ve ODTÜ ‘yıkılmalı’ bunların yerine tıpkı ABD’de olduğu gibi Ivy League üniversitelerine benzer, Amerikan kültürünün ve dünyasının izini süren, bir Amerikan ruhu geliştirmeye çalışan, bizim Nizamülk medreselerine benzer, bizim öncü kuşaklarımızı, bizim medeniyet iddialarımız doğrultusunda yetiştiren çaplı pilot üniversiteler kurulmalı!”dedi.
Yusuf Kaplan’ın yazısının dikkat çekici tarafı ise yazarı olduğu gazetenin başbakanlık için hararetle savunuculuğunu yaptığı Ahmet Davutoğlu’nun da kapatılması önerilen Boğaziçi Üniversitesi mezunu olması. Yusuf Kaplan’ın iddialarına göre mezunu olduğu okul itibariyle Davutoğlu” bizim medeniyet iddialarımız”a aykırı görünüyor ve ” başka kültürlerin gönüllü acentalığını”yapıp yapmadığı merak konusu oluyor.

Yeşil Gazete

Ebola salgınını kontrol 6 ay sürebilir’

ebolaSınır Tanımayan Doktorlar örgütü Batı Afrika’daki Ebola salgınının kontrol altına alınmasının yaklaşık altı ay süreceğini söyledi.

Örgütünün başkanı Jonane Lui, Liberya’daki salgını kontrol altına almadan bölgedeki salgının kontrol altına alınamayacağını dile getirdi.

Ebola’dan ölenlerin sayısı 1069’a çıkarken, Dünya Sağlık Örgütü (WHO) salgının “çok büyük ölçüde hafife alındığını” açıkladı.

Kuruluş, çalışanlarının bildirilen Ebola vakaları ve ölümlerinin krizin boyutunu yansıtmadığını gösteren kanıtlar gördüğünü belirtti.

Örgütten yapılan yazılı açıklamada “olağanüstü önlemler” alınması gerektiği vurgulandı.

Geçen Şubat ayında Gine’de başlayan salgın Liberya, Sierra Leone ve Nijerya’ya yayıldı.

Ancak WHO hastalık havadan bulaşmadığı için havayoluyla seyahatte virüse yakalanma riskinin düşük olduğunu bildirdi.

WHO salgının “bir süre daha devam etmesinin” beklendiğini açıkladı.

Açıklamada, “Salgının görüldüğü yerlerdeki personelimiz bildirilen vakaların salgının boyutlarını temsil etmekten çok uzak olduğunu gösteren kanıtlar gördü. ” denildi.

Örgüt salgınla mücadeledeki zorluklardan birinin “doktor sayısının çok az, korkunun ise büyük olduğu, sağlık sisteminin çalışmadığı, aşırı yoksul yerlerde görülmesi” olduğunu belirtti.

Ebola virüsü taşıyan kişilerin vücut sıvılarıyla doğrudan temas sonucu bulaşıyor.

Başta grip benzeri belirtiler gösteren hastalık, gözler ve dişetleri gibi bölgelerde kanamaya ve organların iflas etmesine yol açan iç kanamaya yol açıyor.

BBC Türkçe

Çerkesler ÇDP’yi (Çoğulcu Demokrasi Partisi) kurdu

çdpÇerkes’ler Çoğulcu Demokrasi Partisi (ÇDP) adıyla siyasi parti kurdu.

ÇDP kurucu Genel Başkanı Kenan Kaplan, “ÇDP üreteceği özgün projeler ve önerilerle devleti tam demokratik bir yapıya dönüştürmek amacıyla kurulmuştur” diye kaydetti.

Çerkes Hakları İnisiyatif’i üyeleri tarafından kuruluş çalışmaları yürütülen Çoğulcu Demokrasi Partisi (ÇDP) bugün itibariyle siyasi hayatına başladı. Sabah saatlerinde İçişleri Bakanlığına kuruluş dilekçesini veren ÇDP kurucuları, konuya ilişkin açıklama yaptı. ÇDP kurucu Genel Başkanı Kenan Kaplan, partisinin kuruluşuna ilişkin ÇDP Genel Merkezi’nde yaptığı açıklamaya ÇDP yöneticilerin de katıldı. Kaplan, “Bugün itibariyle tüm Türkiye halklarının ve toplumsal kasemlerin kendilerinin ifade edebileceği, taleplerinin mücadelesini verebileceği yeni bir siyasi platform olarak ÇDP’yi kurmuş bulunmaktayız” dedi.

Ulusalcı devlet anlayışı tasfiye edilmeli

Türkiye’de 1980 darbesinden sonra oluşan anti-demokratik, ulusalcı devlet anlayışını tasfiye etmek için ÇDP’yi kurma kararı aldıklarını belirten Kaplan, “ÇDP üreteceği özgün projeler ve önerilerle devleti tam demokratik bir yapıya dönüştürmek amacıyla kurulmuştur” ifadelerini kullandı. Kaplan, ÇDP olarak, demokrasinin sınırlanmaya tutulmamasını savunduklarını kaydetti.

Müslim-gayri Müslim tasniflerini reddediyoruz

Türkiye’deki Çerkesler, Lazlar, Boşnaklar, Gürcüler, Arnavutlar ve Pomaklar gibi azınlıkların partisi olacaklarını savunan Kaplan, “ÇDP, azınlığı Müslim-gayri Müslim ekseninde tasniflenmesini kesinlikle reddeder. ÇDP, tüm etnik kimliklerin eşit olduğun ve eşit haklara sahip olacağı çok kültürlü , tam demokratik bir toplum düzeninin savunur” dedi konuştu.

Kaplan, Türkiye’nin demokratikleşmesi ve etnik-kültürel sorunların çözümünün sadece Türkler ile Kürtler arasında çözülecek bir sorun olarak algılanmasının doğru görmediklerini belirterek, Türkiye’de yaşayan bir çok etnik grubun etnik ve kültürel sorunların çözülmesi sürecine fiilen katılamadıklarını ve bu sorunu ortadan kaldırmak istediklerini belirtti.

DİHA

KONDA’dan kamuoyuna özür

Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde kamuoyu araştırma sonuçlarında Recep Tayyip Erdoğan’ın alacağı oyları gerçekten yüksek göstererek seçimleri etkilemeye yönelik manipülasyon yapmakla eleştirilen araştırma şirketlerinin seçim sonuçları üzerinde ne kadar etkili olduğu tartışması sürüyor. Geçtiğimiz dönem seçim tahminlerinde büyük oranda gerçeğe yaklaşan AG ( Adil Gür ) ve KONDA şirketlerinin açıkladığı tahminler ise Recep Tayip Erdoğan’a en yüksek oy oranında gösteren şirketler olarak öne çıkmıştı.

Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin arifesinde 7 Ağustos’ta yayınladığı araştırma sonuçları ile gerçek seçim sonuçları arasında hata payı üzerinde bir fark çıkan KONDA, bugün bir açıklama yayınlayarak kamuoyundan özür diledi. KONDA tahminlerini, Tayyip Erdoğan için yüzde 57, Ekmeleddin İhsanoğlu için yüzde 34, Selahattin Demirtaş için de yüzde 9 olarak açıklamış, seçimde Tayyip Erdoğan, yüzde 51,79, Ekmleddin İhsanoğlu, yüzde 38,44, Selahattin Demirtaş yüzde 9,76 oranında oy almıştı. KONDA araştırmasını yüzde 99 güven aralığında hata payını artı-eksi yüzde 2,6 olarak duyurmuştu.

KONDA’nın Yönetim Kurulu Başkanı Tarhan Erdem’in imzasıyla yayınlanan 8 maddelik açıklama açıklamada şu ifadelere yer verildi:
“7 Ağustos tarihli Cumhurbaşkanlığı seçiminin olası sonuçlarına dair açıklamamızdaki oy dağılımı ile gerçekleşen arasında kabul edilebilir hata payı ötesindeki yanılgımız nedeniyle kamuoyundan özür dileriz.”

KONDA’dan yapılan açıklamada 28 yıldır her seçimden 3 gün önce açıklama yaptıkları, bunu yasal olduğuseçim sandığı ve bunu suç olarak görmedikleri ifade ediliyor.

Yeşil Gazete