Ana Sayfa Blog Sayfa 3612

Ekoloji aktivistleri Yeşil Kamp 2015’te biraraya geldi

Yeşil Düşünce Derneği tarafından düzenlenen Yeşil Kamp, bu sene 27 – 30 Ağustos tarihleri arasında Çanakkale Ayvacık Sokakağzı Mevkii’nde bulunan Son Gemi Kamp‘ta gerçekleştirildi.

27

70’e yakın ekoloji aktivistinin Türkiye’nin dört bir yanından katıldığı Yeşil Kamp’ta daha önceki kamplarda olduğu gibi yeşil harekete ilişkin atölye ve sunumlar da gerçekleştirildi.

Güneşin Aydemir

28 Ağustos Cuma günü, Son Gemi Kamp’ın sunumlar için hazırlanan bölümünde Yuva Derneği‘nden Erdem Vardar‘ın “Göç Atölyesi” ile başlayan Yeşil Kamp atölye ve sunumları, Buğday Derneği‘nden Güneşin Aydemir‘in, “Kentte ve kırsalda gıda politikaları” sunumu ile devam etti. Akşam üzeri kampın yemek bölümünde biraraya gelen katılımcıları Yeşil Düşünce Derneği‘nden Özgecan Kara‘nın sunduğu, “İklim için ben de varım!” atölyesi bekliyordu. Yeşil Kampın ilk sunum ve atölye günü Yeşil Gazete‘den Ayşe Zeynep Pamuk tarafından gerçekleştirilen, “Ekoloji ve Cinsiyet Politikaları” atölyesi ile sona erdi.

25

Sunum ve atölye aralarında Sokakağzı Mevkii’nin eşsiz doğasını gezme ve denizinde serinleme imkanı bulan ekolojistleri ikinci gün ilk olarak, Bilgi Üniversitesi‘nden Sezai Ozan Zeybek ile Heinrich Böll Vakfı‘ndan Kristian Brakel ve Menekşe Kızıldere ortaklığında gerçekleşen, “Barış ve Şiddetsizlik Atölyesi” bekliyordu. Günün ikinci etkinliğinde gazeteci ve yazar Ragıp Duran, Yeşil Gazete’den Mahmut Boynudelik‘in moderatörlüğü’nde, “Barış haberciliği söyleşisi“ni gerçekleştirdi.

31

29 Ağustos Cumartesi günü 3. etkinlik akşam üzeri olması planlanan “Açık Mikrofon: Herkes kendi atölyesini yapsın” olarak belirlenmişti. 16 – 19 Ağustos tarihleri arasında DTK Ekoloji ve Mezopotamya Ekoloji Hareketi‘nin daveti ile bölgeye giden ve orman yangınlarını yerinde gözlemleyen ekipten Meltem Düzel Ayral (Yeşil Düşünce Derneği) ve Alper Tolga Akkuş (Yeşil Gazete) #ormanlarımızıyaktırmayacağız turu izlenimlerini Yeşil Kamp katılımcıları ile paylaştı.

34

İkinci günün son etkinliğinde ise Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi eş sözcüsü Naci Sönmez‘in moderatörlüğü’nde “Açık Oturum: Güncel politika değerlendirmesi” oturumu düzenlendi.

17

 

Kampın 4., atölyelerin 3. ve son gününde ise Yeşil Gazete’den Ümit Şahin, “Yeşil hareketin dünü, bugünü, yarını” atölyesini kampın tüm katılımcıları ile interaktif olarak gerçekleştirdi.

Yeşil Kamp’a ilişkin tüm fotoğraflara Yeşil Düşünce Derneği’nin facebook sayfası üzerinden erişim mümkün.

 

(Yeşil Gazete)

Nasıl barışacağız hiç düşündünüz mü? – Şebnem Korur Fincancı

Nasıl barışacağız? Bunca ölüme, kana, katliama göz yumarak, nasıl barışacağız gerçekten? Hiç düşündünüz mü?

Silopi’den fotoğraflara uyandık bu sabah. Evin duvarları kana boyanmış, delik deşik kurşunlarla. Üç genç insanı katletmişler. Ramallah’da, Nablus’da gidip muayene ettiğimiz işkence gören Filistinlilerin evleri geliyor gözümün önüne. Evlerinin duvarları delik deşik, kurşun izleriyle yaralı evler, işkenceyle yaralı bedenler. O evleri gördükçe 90’lı yıllarda gittiğimiz Kürt illeri, oralarda terk edilmiş evler, evlerde kurşun izleri, hala çocuklarını arayan analar, yaralarını bir türlü saramadığımız insanlarımız düşmüştü aklıma. Şimdi, yeniden katliamlara uyanıyoruz her sabah. Gözaltılarla, işkencelerle geçiyor günler. İHD 39 günde 47 sivilin katledildiğini söylüyor. Bu 39 günün bilançosunda 2544 gözaltı var. İşkenceler yeniden. Bir kadının çırılçıplak bedeni saplanıyor gözlerimize.

Son üç günde 4 çocuk öldürüldü Kürt illerinde. Yedi yaşında bir çocuğu kafasından vuran keskin nişancıları var bu devletin. Nöbetten çıkıp evine giderken katlediyorlar bir hemşireyi de. Onu almaya giden ambulans görevlilerine ateş açıyorlar peş peşe. Bir halkın etten duvar örmesine tanıklık ediyoruz sonra. Ambulansa bindirebilsinler hemşireyi, ambulans yola çıkabilsin diye.
Nasıl barışacağız? Hiç düşündünüz mü? Keskin nişancılar evlerinin damında gezerken, evlerinin duvarlarını delik deşik ederken Kürt halkıyla barışabileceğinizi düşünüyor musunuz sahiden? Çocukları, gençleri katledilirken, insanların üzerine yağdırılan bombaları görmeden havai fişeklerle yılbaşı kutlarken, bir işkence ve tecavüz zanlısı rütbe alıp bölgede görevlendirilirken, çocuklarının kemikleri için her Cumartesi inatla oturan anaların önünden görmeden geçerken, geçmişin gölgesi derin bir karanlıkla orta yerde dururken barışabilir misiniz?

Barışı imkânsız kılan; bu devletin keskin nişancılarından çok sizin sessizliğiniz. Ölümleri yarıştırma biçiminiz. Yedi yaşındaki Baran’ın duvar altında kalarak öldüğüne inanma kararlılığınız. Hayır, Baran duvarın altında kalmadı, bir kulağından giren kurşun diğer kulağından çıktı. Bu sözlerim de sizin bir kulağınızdan girip, diğerinden çıkmasın o zaman. Bir daha düşünün. Siz sessiz kaldıkça daha çok çocuk ölecek bu topraklarda. Daha çok genç. Barış her gün biraz daha uzaklaşacak.
Mesela, Musa Çitil’in terfi etmesine, Diyarbakır’a atanmasına bizim sesimiz çıkmalı ki barış olsun bu topraklarda. Yoksa Nazım Hikmet’in dediği gibi:

Akrep gibisin kardeşim, /korkak bir karanlık içindesin akrep gibi. /Serçe gibisin kardeşim,
serçenin telaşı içindesin. /Midye gibisin kardeşim, /midye gibi kapalı, rahat. /Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim. /Bir değil, /beş değil, /yüz milyonlarlasın maalesef. /Koyun gibisin kardeşim, /gocuklu celep kaldırınca sopasını/sürüye katılıverirsin hemen/ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye./Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani, /hani şu derya içre olup /deryayı bilmiyen balıktan da tuhaf. /Ve bu dünyada, bu zulüm /senin sayende. /Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer/ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak /kabahat senin, /- demeğe de dilim varmıyor ama- /kabahatin çoğu senin, canım kardeşim!

Şebnem Korur Fincancı – Evrensel.net

 

 

 

Vicdani bir retçinin başına gelenler… – İnan Mayıs Aru

Geçen sefer vicdani ret sürecimle ilgili paylaşımımdan dolayı halkı askerlikten soğuma suçundan hakkımda sorgulama başlatmışlardı. Buyurun bu sefer şubeyi askerlikten soğutma geliyor:

59

Bugün (29 Ağustos) Hindistan’daki agroekoloji eğitimine gidebilmek için pasaport çıkartmaya Fethiye Pasaport Şube’ye gittim. Başta her şey yolundayken birkaç adım sonra ekranda yoklama kaçağı olduğum çıktı ve görevli kadın polis memuru şaşırdı. “Seni şubeye sevk etmemiz gerekecek,” dedi. Tabii, buyursunlar daha önce gitmediğim yer değil, kendilerine de hukuki süreci, beni (ya da hiç kimseyi) zorla askere götüremeyeceklerini, yoklamamı da yaptırmayacağımı, bu piyesi daha önce de oynadığımızı ve tüm bunların çok anlamsız olduğunu anlattım. Ama yapacak bir şey yoktu, ekrandaki durum işlemlere devam etmemize izin vermiyordu. Asayiş Şube’den iki sivil polis çağırdılar beni şubeye götürsünler diye. Onlar da farkında mevzunun, “Şu bürokratik işleri bir kolaylaştıramadılar gitti, bize de iş çıkıyor boş yere,” diye yakınıyorlar. Neyse vardık şubeye…

Şubedeki görevli kadın da ekrana bakıp “E, senin yoklamanı yapmamız gerekiyor, buraya kadar gelmişsin, sonra da birliğini belirleyeceğiz,” dedi.

Yok öyle yağma!

Yoklama falan yaptırmayacağımı, vicdani retçi olduğumu, askerlik yapmaya niyetim olmadığını ve bana bu yönde verecekleri hiçbir kağıda durumu açıklayan bir şerh düşmeden imza atmayacağımı söyledim. Şube karıştı tabii. Normal bir yakalanma ve şubeye gitmem için tebliğ süreci olsa tamam da, yoklama şubesine kadar polis nezaretinde gelmişim yoklama yaptırmayacağım diyorum. Kimsenin bana itiraz ettiği de yok ama bürokratik olarak durumu nasıl aşacaklarını konuşuyorlar, komutanlar aranıyor, daha önce Marmaris’te bir vicdani retçiyle benzer bir süreç yaşadığını hatırlayan bir abla Marmaris’teki şubeyi arıyor, “O zaman ne yapmıştık?” diye sormak için. Sonuçta durumumu açıklayan bir dilekçeyi kendi ağzımdan yazıp imzalamamı istediler.

56

Tabii askerlik kaydına gelmiş gençler, aileler vs. hepsi beni izliyor. Ekte de gördüğünüz dilekçeyi yazdım verdim, “Tamam mı şimdi, düştü mü yoklama kaçaklığı, alabilir miyim pasaportumu?” diye sordum. Abla hafiften kızıp, “Hiç düşer mi öyle yoklama kaçaklığın, kaçak durumdasın hâlâ…” deyince bende de şafak attı, kollarımı iki yana açıp “Kimmiş kaçak, aha karşınızdayım, bir yere kaçtığım yok, gitmeyeceğim diyorum, yerim belli yurdum belli. Bu yaptığınız seyahat özgürlüğümü engellemektir,” diye çıkıştım. Neyse ki Marmaris’teki şubede benzer bir durumla karşılaşmış olan diğer kadın memur, “Yok yok, şimdi 15 günlüğüne kayıttan düşecek kaçaklığın, 15 gün sonra şubeye teslim olmazsan yine kaçak duruma düşeceksin,” dedi. Şubedeyim zaten, ne teslimi diyemedim artık, vakit dolmadan pasaport şubeye gidip işimi halletmek istiyorum ne de olsa…

57

Koşa koşa pasaporta gittim ama tam kapıdayken telefonum çaldı. Askerlik şubesindeki sempatik abla arıyor, “Bir imza eksik kalmış da, sistemden düşemiyoruz, tekrar gelir misiniz?” Gittim el mahkum. Ama artık gire çıka kapıdaki erden, şubedeki memurlara herkes öğrendi mevzuyu. Eksik imza dedikleri de daha önce de defalarca şerh düşerek imzaladığım, 15 gün içinde şubeye teslim ol(may)acağıma dair tebliğ. Yine imzaladık tabii, bürokrasiye zeval gelmesin. Bu arada sempatik abla beni Yehova Şahitleri’yle karıştırmış, “Siz kan nakli de yaptırmaya karşısınız ya, hayati bir durum olursa ne yapıyorsunuz?” diye soruyor.

Ona ve tabii o esnada şubede olan herkese benim reddimin etik ve politik nedenlere dayandığını, militarist yapının kendisine ve devlete karşı olduğumu anlattım tabii. Emekliliğine az kalmış ve daha sonra cemaatçi olduğunu öğrendiğim bir uzman çavuş abi el edip bahçeye çağırdı beni, belli ki uluorta konuşup gencecik çocukların kafasını daha da bulandırmayayım diye, ama kendi kafası bulanmış sormadan edemiyor: “E, peki senin bu vatana millete borcun ne olacak? Sınırlarımızı kim koruyacak?” diye soruyor. Ona pasaportu ne için çıkarttığımı, Hindistan’daki agroekoloji eğitimini, çiftçilerin durumunu, kısır tohumlara ve kimyasallara bağımlı hale gelmiş tarımı ve buna bir çözüm arayan insanları anlatıp, “Bundan ala vatan hizmeti mi var?” diye sorunca adam başını sallayıp “Ben anladım senin davanı. Allah yolunu açık etsin,” dedi.

O arada benim tebliğ de hazırlanmıştı imzayı atıp koştum yine pasaport şubeye. Saat 17:00 olmuşken son anda pasaport başvurumu yapmış oldum. Haftaya alıyorum pasaportu. Yani vicdani retçiler, kaçaklar, bakayalar, korkmayın pasaportu sorunsuz alıyoruz, yeter ki ne istediğinizi bilin ve kendinizi net ifade edin.

Ha bir de daha önemlisi, her yerde her zaman insanlarla konuşun, askere neden gitmediğinizi anlatın. Kaçaksanız da farketmez, aynını yapın. Ama bence boşuna kaçmayın, gitmeyecekseniz söyleyin ve gitmeyin, alışsınlar artık, vicdanının sesini dinleyip askere gitmeyenler her yerde…
Reddet!
Diren!
Hayır De!
Askere Gitme!

 

Bu yazı yorgoderki.com/ dan alınmıştır

58

 

İnan Mayıs Aru

Güneş Enerjisi kullanımının yaygınlaşması için “Güneş Gönüllüsü” olun – Alper Öktem

Yenilenebilir enerjilerin yerinde üretimi ve tüketimi, tekellerden bağımsız olma. Ülkelerin enerji ihtiyacını karşılamak için tekellere teslim olmasının önüne geçmek.  İşte birkaç kelimeyle enerji otonomisi.

Güneş enerjisinden elektrik üretmeyi ele alalım: Bunun için milyonlarca küçük üreticiye ihtiyaç var. “Küçük çapta üretim yapmakla koskoca ülkenin…” diye hemen itiraz etmeyin. Güneş enerjisinden elektrik elde eden her tesis bir GES (Güneş Enerjisi Santrali).

Almanya’da 1,5 milyon güneş enerji  santrali olduğunu biliyor muydunuz? Bunların büyük çoğunluğu çatılarda, küçük ölçekli paneller. Damlaya damlaya göl olur, deriz Türkçe’de. Çatısı ve parası/kredisi olan çatısına kuruyor, çatısı olmayan veya çatısına kurmuş olsa da katkı yapmak isteyenler enerji kooperatiflerine üye oluyor.

55

Demek ki milyonlarca çatı ve bir o kadar da insan lazım güneş santrallerinin kurulması için. Zaman zaman şöyle ifade ediyorum: “Almanya’da bu mücadeleyi biraz da çatılarda kazandık.

Bu kadar insan da var, çatı da… Peki  gereken toplumsal dinamizmi nasıl harekete geçireceğiz? Bunun cevabını ararken Türkiye’deki mevzuata ve gerçekliğe bakalım. Öncelikle bir mevzuat değişikliğini haber verelim: Uzun süredir bekleneni 50 kW gücündeki ufak güneş enerjisi santralleri (GES) ile ilgili yönetmelik yayımlandı. Haberi geçtiğimiz Salı günü Solarbaba verdi.

Küçük paneller için yönetmelik değişikliği

1 MW’a dek kurulu gücü olan GES’ler ister 2 kw, isterse 999 kW’lık olsun, hepsi aynı prosedürü yerine getirmek zorundaydılar. Evinin çatısına 5 kw kurulu gücü olan panel koymak isteyen kişi (bu çok kaba bir hesapla 30 metrekare panel gerektirir), 1 MW’lık tesis gibi aynı işlemleri yerine getirmek zorundaydı. İnsanların şevkini kıran bu uygulama çatılarda ufak GES’lerin yaygınlaşmasının önündeki engeldi. Yeni yönetmeliğe  göre bürokratik işlemler azalıyor. Yönetmeliği Okumak İçin Tıklayın.

GES kurabilecek kadar parası ve sağlam çatısı olan insan pek de fazla değil. Kooperatif kurmak ve yürütmek gönüllü insanlar gerektiriyor. Ama Türkiye’de belediyeler  böylesi amaçlar için örneğin şahıslarla ortak şirket kurabiliyorlar. Aynı şekilde vakıflar da ortak alıp şirket kurabiliyorlar. Belediyelerde ise çatı çok.

Enerji kooperatifi kurucularının ve üyelerinin ise aynı trafodan elektrik alan şahıslar olması lazım. Bu bir engel gibi görünüyor, bir kentin çeşitli mahallelerinden öncü insanlar bir kooperatif kuramıyor. Ama Türkiye’de yaygın bir yapı kooperatifçiliği var. Yapı kooperatifleri kurulurken koooperatif evlerinin enerji gereksinimi konusunu ana sözleşmelerine alabilirler, ya da yapı bittikten sonra kooperatifi tasfiye etmeyip enerji kooperatifi haline getirebilirler.

Önerdiğim bu modellerin anlaşılması için burada lisanssız üretim kavramına değinmeliyim. Eğer ürettiğiniz elektriğin kullanmadığınız fazlasını şebekeye verip, gerektiğinde de dağıtım şirketinden alacaksanız (güneş yokken, geceleri mesela) o zaman lisanssız üreticisiniz ve 1 MW’a dek kurulu gücü olan santral kurabilirsiniz. Ama elektriği mesela komşunuza satamazsınız. Elektrik ticareti için lisanslı üretici olmalısınız ve 1 MW’dan büyük GES kurarsınız. Bir de OSB’lerin (Organize Sanayi Bölgesi) hakkı var ticaret yapmaya.

Önerdiğim modeller için toplumsal dinamizm harekete geçirilmeli gibi pasif bir  cümle kurmayacağım. Toplumsal dinamizmi kim harekete geçirecek sorusuna cevap vereceğim: Bu işi “Güneş Gönüllüleri” yapacak.

Adımı yazarken artık yanına “Güneş Gönüllüsü” diye ekliyorum.

Ne yapar bir “Güneş Gönüllüsü”?

Bilgi edinmek, bilgi vermek, bilgi dağıtmak, mahallede, semtte, ilçede, ilde, okulda diğer Güneş Gönüllüleri ile bir araya gelmek.

Belediyeleri ve yurttaşları güneş panelleri kurarak enerji üretmeye teşvik etmek, bunun için kamuoyunu aydınlatmak ve kamuoyu oluşturmak. İmkanımız varsa bizzat kendimiz çatımıza GES kurarız. Organize Sanayi Bölgeleri’ni ya da irili ufaklı firmaları çatılarına GES kurmaya da ikna edebiliriz.

Önemli bir alan ise yapı/enerji kooperatiflerinin yaygınlaşmasıdır. Yapı kooperatiflerinin enerji kooperatifleri şeklinde faaliyetini sürdürmesine varındaya kadar çok şey yapabiliriz.

Yeşil Enerji kullanabiliriz. Böylece yenilenebilir enerji yatırımları için talep oluşturabiliriz. Türkiye’de bu gelişme başlamak üzere. Hem üretmek hem de bu alanda yatırıma teşvik etmek.

Enerji verimliliği konusunu öğreniriz, öğretiriz. Daha az tüketmek demek kirli enerji üretimine köstek olmak demektir.

Güneş Gönüllüleri beşeri sermayeyi, toplumsal duyarlılığı harekete geçirerek en etkin reklamdan daha etkin, en çalışkan firmadan daha başarılı olabilir. Elektrik kesintisi mi? Soma’da, Ermenek’te ölen maden köylüleri mi? Nükleer macera mı? Başka türlü mü düşünüyorsunuz?

Mahallede, belki işyerinde, odalarda, sendikalarda, üniversitelerde biraz sesli konuşursanız, hemen 3 kişi olursunuz. Bunun icin çaba göstermek sizin demokratik tavrınızdır, cevabınızdır, iklim değişikliğine karşı  mücadelenizdir, yaşam alanlarının yokedilmesine karşı politik eyleminizdir.

Almanya’da güneş enerjisi hakkında bir not

Biliyorsunuz 21 Haziran güneşin en uzun süre aydınlattığı gün. Dolayısiyle GES’lerin (Güneş Enerji Santralleri) en verimli olduğu gün. Tabii hava şartları kötüyse verim düşüyor. O gün Almanya’da kimi yerlerde güneşin doğuşundan batışına 17 saat geçti. Hava ise günlük güneşlik değildi.

Saat 10-16 arasında güneşten elde edilen elektrik miktarı 10 Gigawatt oldu. Daha sabah saat 6’da üretim 1 Gigawatt’ı  bulmuştu. Bu miktar elektrik bir nükleer santralin yahut termik santralin üretimine eşdeğer. Kuşluk vaktinden ikindiye dek Almanya’da üretilen elektriğin % 45’i yenilenebilir enerjilerden elde edilmişti. Rakamlar o gün o saatler arasındaki üretimdir, tesislerin kurulu gücü ya da bütün  yıl için enerji kaynaklarının toplamdaki paylarını ifade etmez.

54 Alper Öktem

 

Alper Öktem

“Güneş Gönüllüsü”

Kalkınma Bakanı Doğan, “Doğaya zarar veriyorsa Yeşil Yol’u durduracağız”

Seçim hükümetinde Kalkınma Bakanı görevini alan HDP’li Müslüm Doğan, çevreciler ve yöre halkının büyük tepkisini çeken ‘Yeşil Yol’projesini inceleteceğini söyleyerek, “Doğaya zerre kadar zarar verdiğine kanaat verirsek durduracağız” dedi.

Kalkınma Bakanı Müslüm Doğan
Kalkınma Bakanı Müslüm Doğan

Hürriyet’ten Erdinç Çelikkan’ın haberine göre Doğan, Karadeniz yaylalarını birbirine bağlaması planlanan ‘Yeşil Yol’ projesini incelettikten sonra akıbetiyle ilgili karar vereceğini söyledi.

 FOTO: MUHAMMET KACAR RIZE-DHA
FOTO: MUHAMMET KACAR RIZE-DHA

Doğan, “Ekolojik zarara büyük tepki koyuyoruz. Toplumdan yanayız, incelemelerden sonra doğaya zerre kadar zarar verdiğine kanaat verirsek durduracağız. Orada yaşayan insanlar buna karşı çıktığına göre doğaya zarar veriyor ama yine de inceleteceğim. HES projelerini de teker teker inceleteceğiz” ifadelerini kullandı.

Karadeniz Bölgesi’nde çevrecilerin büyük tepki gösterdiği ‘Yeşil Yol’u baştan sona kadar planlayan DOKAP, Doğan’a bağlı olarak çalışıyor. Ayrıca bölgede Doğu Karadeniz Projesi kapsamında aktif ve yapımı devam eden 270 lisanslı Hidro Elektrik Santrali (HES) bulunuyor.

(Hürriyet, Diken)

Barışa gerek var: Üç Beş Ağaç Kervanı Mersin’den geçti – Büşra Güder

Doğa Talanına Karşı Bir Sanat Siperi sloganı ile 23 Ağustos 2015’de 2.yılında, bu seneki rotasında yolculuğa başlayan kervanın ilk durağı Yırca köyü oldu.

Dün ve bugün de (28 ve 29 Ağustos) Mersin’deydi kervan, akşam da Adana’ya varmış olacaklar..

Peki nedir üçbeş ağaç kervanı? Neden yapıyorlar bu işi derseniz, doğamızın katledilmesine karşı çıkıyor bu insanlar, hem de sanatla.

44

Çok güzel değil mi, gönüllü bir ekip olarak, hem de sponsor kabul etmeden il il geziyorlar..

Ama boş bir gezme değil bu, çevrenin, doğanın talan edildiği noktalar özellikle seçilmiş ve buralarda farkındalık yaratmaya çalışıyorlar. Pandomim yapıyorlar, konser veriyorlar, çocuklarla etkinlikler organize ediyorlar.

Nükleere, heslere, ağaç talanına, kuruyan göllere, yok olan tohumlara hayır diyorlar, siz de hayır deyin diye insanları cesaretlendiriyorlar hem de eğlenceli yollarla yapıyorlar bunu.

46

Sponsorsuz nasıl oluyor bu iş diyorsanız, gittikleri yerlerde belediyeler ya da sivil toplum kuruluşları destek olmaya çalışıyor kervana, bir de kendi elleriyle logolarını çizdikleri tişörtler ve kendi yaptıkları kolyeler var. Onları satın alarak da bu güzel insanlara destek olabiliyorsunuz.

Bir de onlar şöyle bir şeyler derlemişler; http://ucbesagackervani.org/nasil-destek-olabilirim/

Mersin ayağında da Akdeniz Belediyesi destek oldu kervana, sloganları da pek hoştu doğrusu; Doğayla ve insanla barış!!

“Bir yandan ekolojik direniş yapıyorsak da Barış, bugünlerde ülkemizin olmazsa olmaz konusu barış için de direniyoruz” diyorlar. Barış hep olmazsa olmazımız tabii ki. Sadece ekolojik kaygılarla başlamış olan inisiyatif bugünlerde gündemine barışı da almak zorunda kalmış durumda…

Üç Beş Ağaç Kervanı Mersin’de

Belediyenin önünde toplaştıktan sonra basın açıklamasının ardından bisikletlerimize atlayıp  teee Karaduvar mahallesine kadar bisiklet sürdük. Yaklaşık 4 km’den biraz fazlaydı diye tahmin ediyorum. Oraya vardığımızda sahne kurulmak üzereydi ve çocuklarla aktiviteler başlamıştı bile. Hem konser hem de tüm her şey çok güzeldi. Bugün de (29 Ağustos) Çilek ve Çay mahallesinde çocuklarla etkinlik yaptılar.

47

Kervanı facebook sayfalarından takip edebilirsiniz: https://www.facebook.com/ucbesagackervani?fref=ts

Bu da web sayfaları: http://ucbesagackervani.org/

Yeşil Gazete‘de geçen hafta kervanla ilgili yaptığımız haber: http://yesilgazete.org/blog/2015/08/25/kervanin-ilk-gunlerini-meddahligi-ustlenen-ali-sesala-sorduk-uc-bes-agac-kervani-yolda/

Emeklerine yüreklerinize sağlık güzel insanlar!

Yolunuz açık olsun..

43

 

Büşra Güder

29 Ağustos 2015- Mersin

Erdoğan Kartal, “İstanbul Balık Hali’nin balıkçısına, Türkiye’ye hizmet verme şansı yok”

Yenikapı Su Ürünleri Hali Mart ayında boşaltılmaya başlandı. İstanbul’un toptan balık alış ve satışı bundan böyle, 2014 yılında devreye girmesi planlanan ancak geciken ve halen eksik, Gürpınar Su Ürünleri Hali’nde yapılacak.

Balıkçı, av yasağının 31 Ağustos itibariyle kalkmasıyla, yeni sezona, yeni halde, yeni düzenle girmeyi bekliyordu. Yeni hal büyük bir tesis olarak kapasitesinden, sunacağı imkanlara, teknik altyapısından, balıkçılık adına getireceği birçok yeniliğe, iddialı bir proje ile lanse edilmişti.

Yeni su ürünleri halinin geçtiğimiz hafta sessiz sedasız açılışının ardından, yeni av sezonunu da vesile edip, konunun asıl muhattabına, balıkçıya son durumu ve beklentilerini sormak istedim. İstanbul Su ürünleri Kooperatifler Birliği Başkanı Erdoğan Kartal‘la bu ‘yeni’ durumu ve gelişmeleri konuştuk.

İstanbul Su ürünleri Kooperatifler Birliği Başkanı Erdoğan Kartal
İstanbul Su ürünleri Kooperatifler Birliği Başkanı Erdoğan Kartal

Erdoğan Kartal, tesisin bu haliyle, Istanbul Balık Hali’nin balıkçısına, Türkiye’ye hizmet verme şansı yok diyor.

Balıkçı kuruluşlarıyla istişare edilmediğini, dolayısıyla süreci takip edemediğini söylüyor ve en son bir ay öncesi dilekçe vermek üzere yaptığı ziyaret ile aldığı duyumlara dayanarak açıklıyor eksiklikleri. Yollar, mezat alanları, hal içerisindeki düzenlemeler henüz tamamlanmamış. Son ziyaretinden bu yana inşaat elbette ilerlemiştir ancak Kartal’ın ve temsil ettiği balıkçıların ortak kaygısı, balık halinin bir sosyal tesis olarak hazırlığından daha öte. Tesisin bir Su Ürünleri Hali olarak, balıkçısına vermesi gereken hizmet üzerinden ifade ediyor kaygısını. Sezonun açılışına saatler kala hala sordukları sorulara, bilgilenmek adına gönderdikleri dilekçelere cevap alamamaktan balıkçılar birliği, öfkeli.

Balıkçılar için, av yasağı 31 Ağustos (bugün) itibariyle kalkıyor
Balıkçılar için, av yasağı 31 Ağustos (bugün) itibariyle kalkıyor

Erdoğan Kartal‘dan, durumu daha iyi anlayabilmek için, yeni hal ile birlikte balık satış alanlarına, satış kayıtlarına ve balıkçılığın muhasebeleştirilmesine yönelik getirilmesi beklenen düzenlemeyi de dinledim.

Avrupa’da da yaygın olan, Elektronik Müzayede sistemiymiş konuşulan. Bu sisteme göre, balıkçı şirketleşmiş ise kendi şirketi üzerinden, değil ise bağlı olduğu kooperatifi üzerinden Belediye’nin işletmesi ile bir sözleşme imzalayacak ve balığını belirlenmiş ‘balık kabul alanlarına’ teslim edecek. Bu alanda sadece su ürünleri mühendisleri ve veterinerler bulunacak, balıkçı ve kabzımal girmeyecek. Ölçüm ve tür sınıflandırmasının arkasından mezat alanına, satışa geçilecek. Bütün bu aşamaları balıkçı bir salondan takip edebilecek. Balığın kime satıldığı, ne kadara satıldığı da hem balıkçının, hem diğer birimlerin bilgisinde ilerleyecek. Satış gerçekleştikten sonra, balıkçının daha önce üzerinden sözleşmesini düzenlediği banka hesabına yatacak para. Belediye’nin işletmesi de aldığı %8 komisyonla faturasını düzenlecek ve herşey resmi olarak kayda alınmış olarak işlem tamamlanacak.

Röportajı Yeşil Gazete için Ayşenur Arslanoğlu gerçekleştirdi
Röportajı, Yeşil Gazete için Ayşenur Arslanoğlu gerçekleştirdi

Süregelen düzenin aksine, özellikle resmi satış kanallarını kullanamayan, doğrudan satış imkanı olmayan balıkçı için kabzımallık sistemine olan mecburiyeti ortadan kaldıracak bu yeni düzen, Kartal’ın deyimiyle hayaldi yalan oldu.

Mevcut durumda balıkçı için tahsis edilen bir alan yok. Şirketleşmiş balıkçı için durum daha farklı, onlar kendi yerlerini kiralamış, iştirakle doğrudan ticari ilişki kurabiliyor. Kooperatiflerle ise sözleşmelerin tamamlanmış ve balıkçıya tahsis edilen alanların beyan edilmiş olması da beklenirken sezon açılışına saatler kala balıkçıya yapılan bir bilgilendirme yok. Her koşulda tuttuğu balığı, satışı için, bu hale getirmek zorunda olan balıkçı için bütün yollar yine kabzımallık sistemine çıkıyor.

Erdoğan Kartal, balıkçının zaten elini kolunu bağlayan bu düzenden yılmışlıklarını, yeni hal düzenlemeleri üzerinden yaşadıklarıyla beraber, “Balıkçı zaten zarar ediyordu. şimdi de bu düzen oturana kadar derken, çok daha fazla zarar edilecek.  24 Ağustos‘ta bir açılış yapıldı ama açılış için de İl Müdürlüğü’nden, Belediye’den katılan kimse yok. Gelen balıkları, yine kabzımallar satmış. Evrak yok. Gelen giden belirsiz. Demek ki Kumkapı’yı kapatmak zorunda değildik. Hiç olmazsa insanların alışık olduğu düzende devam ederdi. Burayı da hazırlardınız, bu sene açmazdınız. yavaş yavaş önümüzdeki seneye hazırlanırdınız. Test sürüşü yapmadan atlayıverdik arabalara. Bu zararı şimdi kim çekecek?! Yine, balıkçı çekecek.” diye açıklıyor.

Vaziyet bu iken, avlanacak balığın denetimini sormak anlamsız kalıyor kalmasına da, onu da sordum. Erdoğan Kartal, “eski hal müdürünün talimatıyla, nakil belgesi toplantıları yapacaktık, kontroller daha da arttıralacaktı bu sene. Müdür de değişti, süreç de bambaşka gelişti. Hiç canımızı sıkmaya gerek yok, ne kontrol bu şekilde olur, ne bir şey. Maden firması o kadar yapar zaten. Belediye’nin hali yönetecek şirketi, ÖZİDAŞ, daha önce maden çıkarsın diye kurduğu bir şirket,şimdi balık çıkaracak. Artık siz değerlendirin.” diye cevapladı.

Erdoğan Kartal, İstanbul Su Ürünleri Kooperatifler Birliği olarak, hukuki yollarla bu yeni düzenlemenin aslı ve olası sonuçlarını takip etmek üzere çalıştıklarını da ekliyor. Bize de takipçisi olmak düşüyor.

 

Röportaj: Ayşenur Arslanoğlu

(Yeşil Gazete)

Ban Ki Moon’dan mülteciler için zirve çağrısı

Ban Ki-moonBM Genel Sekreteri Ban Ki Moon, Avrupa’da yaşanan sığınmacı kriziyle ilgili olarak New York’ta bir zirve yapılması çağrısında bulundu.

BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon New York’ta yaptığı açıklamada AB’de yaşanan sığınmacı krizine işaret ederek “Bu küresel sorunun” aşılması için 30 Eylül’de özel bir buluşma düzenlenmesi çağrısını yaptı. Ban “Bu ortak siyasi yanıt gerektiren insani bir trajedidir” şeklinde konuştu.

Birleşmiş Milletler insan kaçakçılarına karşı da kararlı bir mücadele gerektiğine vurgu yapıyor. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiseri Antonio Guterres “İnsan kaçakçıları en kötü suç çeteleri ve işin trajik yanı Akdeniz’de ve Orta Avrupa’nın otobanlarında adeta cirit atıyorlar” açıklamasını yaptı.

ABD’de AB’ye insan kaçakçılarıyla etkili şekilde mücadele edilmesi çağrısını yineledi. Beyaz Saray sözcüsü Josh Earnest halihazırda yaşananların Kuzey Afrika ve Ortadoğu’daki şiddetin sadece bu bölgelerde istikrarsızlığa neden olmadığının, dünyanın diğer köşelerini de etkilediğinin açık bir kanıtı olduğunu vurguladı.

Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin (UNHCR) verilerine göre 2015 yılında 300 binden fazla sığınmacı Akdeniz üzerinden Avrupa’ya ulaşmayı başardı. Bunlardan 200 bininin Yunanistan, 100 bininin ise İtalyan kıyılarında karaya çıktığı belirtiliyor. Bu yıl içinde yaklaşık 2 bin 500 sığınmacının ise Akdeniz yolculuğu sırasında ya hayatını kaybettiği ya da kaybolduğu

Kaynak: Deutsche Welle Türkçe

Hayır sayın bakan, uyarıları dikkate alması gereken bizler değil, sizlersiniz – Işın Eliçin

Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, 25 Ağustos günü sel ve heyelan yüzünden yaralanan vatandaşları ziyaret etmek için gittiği Hopa Devlet Hastanesi’nde şöyle diyordu: “Şiddetli yağış olacağını ifade etmiştik. Hatta belediyemiz ve kaymakamlık vatandaşı ikaz etmişti. Gerçekten yaptığımız tahminlere göre şiddetli yağış bekliyorduk.”

Açıklamanın dahası da var ama ben bu kadarına odaklanmak istiyorum: Şiddetli yağış olacağını ifade etmek ne demek? Belediye ve kaymakamlığın vatandaşı ikaz etmesi ne demek?

Ne yapacaktı vatandaş? Evlerinin önüne set mi çekeceklerdi sele karşı? Kazma kürekle suyun yolunu değiştirmek için hendek mi kazacaklardı? Yahut evlerini bırakıp kaçacaklar mıydı? Nereye?

Bu anlamsız uyarılar devam ediyor bölgede:

Bu 25 Ağustos tarihli Meteoroloji Genel Müdürlüğü uyarısı: “Trabzon radarından alınan son görüntülere göre, Artvin’in kıyı ilçelerinde devam eden sağanak ve gök gürültülü sağanak yağışların, önümüzdeki üç saat süresince Hopa, Borçka ve Arhavi çevrelerinde aralıklarla kuvvetli olması beklendiğinden meydana gelebilecek sel, su baskını, heyelan, yıldırım, ulaşımda aksamalar vb. olumsuzluklara karşı dikkatli ve tedbirli olunmalıdır.”

Bu da 26 Ağustos’taki bir haberden: “Meteorolojinin etkili yağış uyarısının ardından Hopa’da belediye hoparlörlerinden vatandaşlara aşırı yağış uyarısı anonsu yapıldı. Öğle saatlerinde başlayan şiddetli yağış nedeni ile cadde ve sokaklar suyla doldu. Yağmura sokakta yakalanan vatandaşlar Kaymakamlık binasına sığınmaya çalıştı.”

Dikkatli ve tedbirli olmak ne demek? Bu uyarıyı asıl dikkate alması gereken valilik ve belediye değil mi? Onlar  uyarıyı yinelemekten öte ne yapıyorlar? Dikkatli ve tedbirli olunmadığı için, anlaşılan, caddeler ve sokakalar su dolmuş, canlar gitmiş!

Hayır efendim, devletin, hükümetin, kamu kuruluşlarının görevi sadece uyarmak değil. Uyarıdan önce ve uyarıyla birlikte önlem almak, çözüm, çare üretmek ve asıl uyarı yapma sorumluluğunu taşıyan kurum ve kuruluşlara kulak kesilmek, onların uyarılarını dikkate alarak iş yapmak, hizmet vermek.

Afet Yönetimi Uzmanı ve İTÜ Meteoroloji Mühendisliği Bölümü’nden Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu örneğin, 2012 yılında üstelik de Çevre ve Şehircilik Bakanlığı için hazırladığı bir raporla uyarmış. Keza TMMOB Çevre Mühendisleri odası da uyarmış.

Bu uyarıların dikkate alınması lazım ama uyaranların, hatalı uygulamaları dile getirip yapılması gerekenleri sıralayanların ‘vatan hainliği’yle suçlandığı bir dönemden geçiyoruz.

Suçlamaları göze alıp yazmaya devam edelim. Doğal mı değil mi tartışmalarını bir yana bırakıp Artvin’de en az sekiz cana mal olan facianın bir ‘afet’ olduğunu biliyoruz. Ve devletler, hükümetler, kamu kuruluşları, Bakan Eroğlu’nun ifadesiyle ‘Nuh Tufanı’ gibi bir afete karşı dahi önlem almak, hazırlanmak; birincil, asli görevleri insan hayatını korumak olduğu üzere, afet anlarında ve sonrasında hızlı müdahale ederek hayat kurtarmakla yükümlüdür.

Türkiye’de afet yönetimi için oluşturulmuş bir kurum var: ‘Afetlerde Türkiye’nin Ortak Gücü’ sloganıyla çalışan başbakanlığa bağlı Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı AFAD. Ancak AFAD’ın Karadeniz’deki afet olasılıklarına karşı hazırlık yapmadığını, kurumun başkanının Bakan Eroğlu ile bölgeye yaptığı ziyarete dair AFAD sitesinde yer alan haberden anlayabiliyoruz: “Orman ve Su işleri Bakanı Veysel Eroğlu,  AFAD başta olmak üzere bölgede risk haritası çıkarılacağını bildirdi. Dere yataklarındaki yapı kurulumunun bu afetteki en önemli sebep olduğunu bildiren Bakan Eroğlu, ‘Bütün kurumlar dereler konusunda dikkatli olmalı DSİ’den görüş alınmalı’ dedi. Vatandaşlarımıza da meteorolojiden yapılan anonsları dikkate almalıları konusunda uyarıda bulundu.”

Yine başa döndük işte: “Vatandaşlarımız meteorolojiden yapılan anonsları dikkate almalı.”

Hayır sayın bakan uyarıları dikkate alması gereken bizler değil, sizlersiniz.

Bir bilim insanı olarak, bizlerden de iyi biliyorsunuz ki, risk haritalarını çoktan çıkarmış, DSİ’den, Çevre Mühendisleri Odası’ndan, diğer tüm ilgili kurum ve kuruluşlardan görüş almış, alınan bu görüşlere uygun önlemlerinizi çoktan hayata geçirmiş olmalıydınız.

Afetin yol açtığı ölümden ve zarardan, sizler de sorumlusunuz.

Işın Eliçin –  Diken

NASA: Deniz seviyesi 23 yılda 8 cm yükseldi

***

NASA bilim adamlarına göre 1992’den beri deniz seviyesi Dünya genelinde yaklaşık 8 cm yükseldi. Bu durumun sebebi ise ısınan sular ve eriyen buzullar.

Turistler Belfast'ın kuzeyindeki Causeway kıyısında yer alan Carrick-a-Rede ip köprüsünden geçerken. 8 Nisan 2015. REUTERS/Cathal McNaughton
Turistler Belfast’ın kuzeyindeki Causeway kıyısında yer alan Carrick-a-Rede ip köprüsünden geçerken. 8 Nisan 2015. REUTERS/Cathal McNaughton

2013 yılında, Birleşmiş Milletler’de yapılan bir panelde deniz seviyesinin yüzyılın sonuna kadar 30 cm ile 90 cm aralığında bir artış göstereceği tahmin edilmişti. Colorado Üniversitesi’nden jeofizikçi Steve Nerem, yeni araştırmaların deniz seviyesindeki artışın bu aralığın üst sınırına yakın olacağını ortaya koyduğunu belirtti.

Nerem, deniz seviyesinin 50 yıl öncesinden daha hızlı yükselmesi yüzünden, “Durumun gelecekte daha da kötüleşmesinin muhtemel” olduğunu belirtti.

Bu artışlar Dünya’nın her yerinde aynı olmuyor. 23 yıllık uydu verilerinden yola çıkarak yapılan analizler, bazı bölgelerde deniz seviyesindeki yükselmenin 25 cm’den fazla iken başka bölgelerde, örneğin ABD’nin Batı Kıyısı’nda, azalma olduğunu gösteriyor.

Bilim adamları okyanus akıntılarının ve doğal döngülerin, Pasifik Okyanusu ve ABD’nin Batı Kıyısı’nda deniz seviyesindeki artışları geçici olarak baskıladığını dolayısıyla önümüzdeki 20 yıl içerisinde bu bölgelerde belirgin artışlar görülebileceğini düşünüyorlar.

Tom Wagner gazetecilere yaptığı açıklamada “gezegenin değişmekte olmadığı, zaten değiştiği” gerçeğini artık insanların anlaması gerektiğini ifade etti.

Wagner “eğer kıyı bölgelerinde su arıtma tesisi yada elektrik santralı gibi büyük altyapı yatırımları yapacaksanız, elimizdeki verileri kullanarak 100 yıl içerisindeki etkilerinin ne olacağını tahmin edebilirsiniz.” diye belirtti.

NASA Dünya Bilimi Bölüm Direktörü Michael Freilich, Florida gibi deniz seviyesinin altında kalan bölgelerin daha savunmasız olduğunu söyledi.

“Günümüzde normal ilkbahar gel-gitleri bile Miami’nin bazı bölgelerinde sellere sebep oluyor. Bu onlarca yıl önce düzenli olarak gerçekleşmeyen bir durumdu.” diyen Feilich, çoğunluğu Asya’da yaşayan 150 milyondan fazla insanın deniz seviyesinin 1 metre altında yaşadığını ekledi.

Deniz seviyesindeki artışı tahmin etmekteki en büyük belirsizlik, kutuplardaki buzul tabakalarının artan sıcaklardan dolayı ne kadar hızlı eriyeceği.

Irvine’deki California Üniversitesi buzul bilimcisi Eric Rignot “Günümüzde buzul tabakalarında belirgin değişimler olmakta” diyor  ve “buzullardaki erime eğiliminin geriye dönmesi yüzyıllar sürecektir.” diye ekliyor.

Bilim adamları deniz seviyesindeki artışın sebebinin üçte birinin okyanus suyunun sıcaklığının artması, üçte birinin kutup buzul tabakalarındaki kayıplar ve kalan üçte birinin ise dağ buzullarının erimesi olduğunu belirttiler.

Haberin İngilizce Orijinali

Haber: Irene Klotz

Yeşil Gazete  için Çeviri: Berk Öktem

(Yeşil Gazete, Reuters)