Ana Sayfa Blog Sayfa 2948

Gökçeada direnişi zaferle sonuçlandı: Altın madeni aramasına iptal!

Çanakkale kamuoyunda son günlerde infial yaratan altın Madenciliği konusunda sevindirici bir haber geldi. Gökçeada da altın madenciliği yapacak olan firma ÇED başvurusunu iptal etti. Firmanın ÇED iptali Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü tarafından onaylandı.

Çanakkale Atik Hisar Su Barajı koruma havzası alanı içerisinde Altın Madenciliği faaliyetleri nedeniyle bir anda infial yaratan Altın Madenciliği konusu, Gökçeada da Altın Aramak için bir firmanın ÇED başvurusu yapması üzerine katlanarak artmıştı. Gökçeada’yı kurtarmak için Belediye Başkanı Ünal Çetin öncülüğünde, Gökçeadalılar, STK’lar bir araya gelerek eylem planı oluşturmak için yol planı hazırlamışlardı. Yaşanan infial sonrasında Gökçeada da Altın Madenciliği için ÇED başvurusu yapan firmadan geri adım geldi.

Gökçeada’da Altın Madenciliği için sondaj çalışması yapmak isteyen firmanın bugün ÇED Başvuru iptalinde bulunduğu, Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü’nün de iptal başvurusunu kabul ettiği açıklandı. Çanakkale Çevre ve Şehircilik İl Müdürü Mehmet Uğur Yüksel konuyla ilgili olarak yaptığı yazılı açıklamada şu ifadeler yer aldı;

“Çanakkale İli, Gökçeada İlçesi, Yuvacık Köyü Mevkii’nde (H15c4-H15c1 paftalarında) ve Merih Madencilik San ve Tic. A.Ş. tarafından gerçekleştirilmesi planlanan “AR:201201447 Altın Ve Gümüş Maden Arama ” Projesi ile ilgili olarak, 25.11.2014 tarih ve 29186 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren ÇED Yönetmeliği (a) Ek-2 listesinde yer alan projeler, Seçme-Eleme Kriterleri Uygulanacak Projeler (Ek-2) Listesi Madde 55- Maden, petrol ve jeotermal kaynak arama projeleri, (sismik, elektrik, manyetik, elektromanyetik, jeofizik vb. yöntemle yapılan aramalar hariç) kapsamında hazırlanan proje tanıtım dosyası 07.11.2017 tarihinde Çanakkale Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğüne e-ÇED sistemi üzerinden başvuru yapılmıştır.

Merih Madencilik San ve Tic. A.Ş.’nce  14.12.2017 tarihinde  e-ÇED sistemi üzerinden proje iptal talebinde bulunulmuş olup, Çanakkale Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğünce aynı tarihte iptal talebi uygun bulunmuş ve ÇED süreci iptal edilmiştir. Kamuoyuna saygıyla duyurulur.

 

(Çanakkale Aynalı Pazar)

14. Yeşil Diyalog buluşması “Alternatifler” başlığıyla gerçekleşti

Yeşil Düşünce Derneği tarafından her yıl düzenlenen Yeşil Diyalog buluşmalarının 14’üncüsü  “Sürdürülebilir Bir Yaşam İçin Alternatifler” başlığıyla 9 Aralık’ta Cezayir Toplantı Salonu’nda düzenlendi. Toplantıya 85 kişi katıldı. 1970’lerden bu yana toplumu dönüştüren ve ilham veren yaşam pratiklerini ören yeşil hareketin izinde bugünün alternatiflerini konuşmak üzere bir araya gelinen toplantıda eğitim, ulaşım ve enerji alanına dair sunumlar yapıldı.

Açılış konuşmasını Brüksel Bölgesi eski Çevre Bakanı ve Avrupa Yeşiller Partisi Komite Üyesi Evelyne Huytebrocke yaptı. Huytebrocke Bakan olduğu dönemde Brüksel bölgesinde gerçekleştirdiği pratik deneyimleri ve tüm bu alanlarda yeşil dönüşümün mümkün olduğundan bahsetti.

Ardından İstanbul Politikalar Merkezi Kıdemli Uzmanı ve Yeşil Düşünce Derneği üyesi Ümit Şahin Türkiye ve dünyada yeşil hareketin dünden bugüne ne aşamaya geldiğinden, Türkiye’deki yeşil hareketin mevcut durumundan, sunabileceği alternatif politikalar ve çözüm önerilerinden bahsetti. Açılış konuşmalarının ardından verilen arada katılımcılara Kadın Kadına Mülteci Mutfağı tarafından hazırlanan yiyecekler ikram edildi. Aranın ardından Sokak Bizim Derneği’nden Arzu Erturan ulaşım, Mersin Kültürhane’den Ayşe Gül Yılgör eğitim ve WWF’ten Mustafa Özgür Berke enerji üzerine birer sunum yaptılar.

Sokak Bizim Derneği’nden Arzu Erturan Türkiye’de ve İstanbul özelinde trafik yoğunluğu ile ilgili istatistikleri paylaşıp önlem alınması gereken acil bir problem olarak vurguladığı trafik sorunuyla ilgili yapılabilecek alternatifler, yayaların ve bisikletlilerin kaldırım işgallerinden ötürü yaşadıkları sorunları fotoğraflarla sosyal medyada paylaşarak bu meseleye dikkat çekmek için geliştirdikleri alternatif kampanyalar hakkında bilgiler verdi.

Akademisyen  Ayşe Gül Yılgör, Mersin Üniversitesi’nden KHK ile işlerinden uzaklaştırılan bir grup akademisyenin bir araya gelerek çalışmalarına devam edebilmek amacıyla Mersin’de dayanışma usulü kurdukları Kültürhane isimli mekandan deneyimlerini paylaştı. Mekanın kurulması sürecinde ve sonrasında yürüttükleri alternatif eğitim modelleri üzerinden örnekler paylaştı. WWF’ten Mustafa Özgür Berke ise kirli enerjiye karşı mücadelede gelinen noktaya ve bunun alternatifi olan yenilenebilir enerjiye geçiş hakkında bilgiler verdikten sonra temiz enerjinin Türkiye’de ne kadar kolay uygulanabilir olduğuna dair bir sunum gerçekleştirdi.

Sunumların ardından 1 saat süren soru/cevap ve forum düzenlendi. Aynı günün akşamında ise Türkiye’deki yeşil hareketten yaklaşık 120 kişinin bir araya geldiği bir yemek düzenlendi. Yeşil Düşünce Derneği ve Yeşil Siyaset Platformu’nun ortaklığıyla düzenlenen yemek Türkiye’de yeşil politikanın öncüsü sivil toplum örgütlerinden katılımcıları da buluşturdu..

 

(Yeşil Gazete)

Fransa okullarda cep telefonu kullanımına yasak getiriyor

Fransa, eğitim sisteminde 15 yaş ve altındaki çocukların okullarda cep telefonu kullanımına yasak getirme yolunda.

Fransa Eğitim Bakanı konuya dair yaptığı açıklamada önümüdeki sömestr döneminden geçerli olacak şekilde 15 yaş ve altındaki çocukların okullarda cep telefonu kullanmasına dair yasağın uygulamaya geçmesi adına sıkı tedbirlerin yürürlüğe konacağını kaydetti.

Bakan Jean-Michel Blanquer said, Telegraph’a verdiği demeçte, “Günümüzde öğrenciler teneffüs vakitlerinde oyun oynamak ve sosyalleşmek yerine akıllı telefonlarına, lap toplarına odaklanıyorlar. Eğitsel açıdan bakıldığında bu üstesinden gelmemiz gereken bir problem” diye konuştu.

Konuyu çözmek için farklı stratejiler üzerinde çalıltıklarını kaydeden Blanquer, “Cep telefonun gerekli olduğu anları da göz ardı edemeyiz. Acil bir durum ya da eğitim amacıyla kullanıldığı durumlar gibi. Bunun için dolaplarda kapalı tutma yöntemine de geçebiliriz” dedi.

Fransız eğitim sisteminde 2010’dan beri geçerli olan okullarda cep telefonu yasağı olmasına karşın uygulamada bunun geçerliliği olduğu söylenemez. Geçerli olan yasak kapsamında öğrencilerin telefonlarını kapalı tutmaları ve kullanmamaları bekleniyor ama fiiliyatta tam tersi durumlar yaşanıyor.

Konuya dair Le Monde’a bir açıklama yapan Orta Dereceli Okullar Ulusal Birliği Genel Başkan Yardımcısı öğretmen Valerie Sipahimalani, “Kurallara saygı gösterilmesini sağlamak oldukça güç” diyor.

Daha da sıkılaştırılmış yasak öğrencilerin öğle aralarında ve sınıflar arasında da cep telefonunu kullanmamalarını içeriyor.

Durumun bir halk sağlığı meselesi, hatta toplumun temel taşının esasını içeren bir sorun olduğunu da kaydeden Fransa Eğitim Bakanı Jean-Michel Blanquer, yeni çalışma alanlarının 7 yaş ve altı çocuklarının ekran başında geçirdikleri zamanı azaltma konusunda olacağını da sözlerine ekliyor.

Okullarda cep telefonu yasağı Fransa Başkanı Emmanuel Macron’un seçim vaatleri arasında da yer alıyordu.

 

(Yeşil Gazete, NPR, The Telegraph, Le Monde)

Ayvalık’taki orman yangını doğa savunucularını ikiye böldü

17 Ağustos ‘ta Ayvalık ilçesindeki Küçükköy Mahallesi’nde, Ayvalık Adaları Tabiat Parkı sınırları içinde yer alan Şeytan Sofrası mevkiinde 20 hektarlık alanda çıkan yangında yaklaşık on bin ağaç yok olmuştu. Sabotaj ihtimali üzerinde durulan orman yangınıyla ilgili soruşturma sürerken, sanatçı Haluk Levent’in fidan dikme çağrısıyla birlikte yanan bölgede yapılması planlanan ağaçlandırma çalışması tartışmalara yol açtı. Ayvalık Kent Konseyi, mutlak koruma alanında çıkan yangın sonrası bölgede ağaçlandırma amacıyla yapılan çalışmalardan duyulan endişeyi dile getirdi. 

“Yangında zarar gören alanlar dozerlerle tahrip ediliyor”

Bölgenin ağaçlandırılmamasını savunanların endişe duydukları konular şöyle:

*Yanan alanın mutlak koruma zorunluluğu bulunduğunda, bu alanda doğal bitki örtüsünü tahrip edici ve yaban hayata tehdit edici faaliyetlere izin verilemez.

*Bölgeye onarım için giren dozerler yangından etkilenmeyen toprak altı mikroorganizmalarını ve maki elemanı kalıntılarını tahrip edebilir. Bu nedenle dozerler bir an önce alandan çıkarılmalıdır ve yanan alan olduğu gibi bırakılmalıdır.

Bölgenin ağaçlandırılmasını savunanlar ise Orman ve Su İşleri Bakanlığı’nın doğru adım attığını, yanan bölgenin dokusuna uygun bir biçimde ağaçlandırılabileceğini, bu yüzden de bölgede onarım için bir takım çalışmalara ihtiyaç duyulduğunu ifade ediyor.

“Her iki yöntemin de avantajlı ve dezavantajlı yanları var”

Ayvalık’taki orman yangını ile ilgili bu tartışmaları orman mühendisi Doç. Dr. Cihan Erdönmez’e sorduk. Yanan alanın ormancılık dışı amaçla kullanılamayacağının Anayasa’nın 169. maddesinde açıkça belirtildiğini dile getiren Erdönmez, yapılması gerekenin yanan alanı mümkün olan en hızlı şekilde en yüksek fayda ve en düşük zarar ilkesi çerçevesinden eski haline döndürmek olduğunu söyledi.

“Ayvalık’ta yanan alanda ağaçlandırmayla mı yoksa başka bir teknikle mi yeniden orman yetiştirileceği sorusuna yanıt verebilmek için o alanda özel incelemeler yapmak gerekir. Ancak, teorik olarak kızılçam ve maki hakimiyetinde olan bölgede basit koruma ve destekleme teknikleriyle yeniden orman yetiştirmenin mümkün olabileceğini söyleyebilirim. Elbette ağaçlandırmadan önce yapılması zorunlu olan makineli alan temizliği ve toprak işleme yöntemlerinin ekolojik yapıda bazı zararlar yaratacağı açıktır. Diğer yandan, ağaçlandırma yöntemiyle çok daha hızlı sonuç almak mümkündür. Özet olarak, her iki yöntemin de avantajlı ve dezavantajlı yanları bulunmaktadır. Çok yönlü düşünerek, en yüksek fayda en düşük zararı hedefleyen nihai kararları verebilmek için alanla ilgili pek çok teknik veriye ihtiyaç duyulacağını tekrar hatırlatmak isterim. Bu noktada, Orman ve Su İşleri Bakanlığı teknik elemanlarının, bu verilerin ışığı altında en uygun yöntemi seçtiğini ummak istiyorum.”

“Seçilen teknik ne olursa olsun insan müdahalesi olmadan artık eski haline döndürmek olanaklı değil”

Erdönmez sözlerine şöyle devam etti:

“Yanan alanın Ayvalık Adaları Tabiat Parkı’nın mutlak koruma alanında bulunması konuya farklı bir perspektif kazandırmaktadır. Korunan alanların mutlak koruma alanlarında doğaya müdahale edilmemesi gerekir. Ancak çıkan yangın bildiğim kadarıyla yıldırım düşmesi gibi doğal nedenlerle değil insan etkisiyle çıkmıştır. Yani doğaya istenmeyen bir müdahale zaten gerçekleşmiştir. Şimdi yapılması gereken alanı mümkün olan en hızlı şekilde, en yüksek fayda ve en düşük zarar ilkesi çerçevesinde eski haline döndürmektir. Seçilen teknik ne olursa olsun bunun insan müdahalesi olmadan gerçekleşmesi artık ne yazık ki olanaklı değildir.”

Hakkıbey Yarımadası yeniden ağaçlandırılıyor

Ağaçlandırma girişiminin doğa savunucularını ikiye böldüğü tartışmalar sürerken, Orman ve Su İşleri Bakanlığı Kasım ayında ilk yağmurların düşmesinin ardından yaklaşık beş bin fidanla ağaçlandırma çalışmalarına başladı. Yarın (15 Aralık) saat 11.00’da Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu ve sanatçı Haluk Levent’in katılımı ile yanan alanda ağaç dikimi yapılacak. Ağaçlandırma çalışmalarına bölgedeki idari amirler, sivil toplum kuruluşları ve bölge halkı katılacak.

Sabotaj ihtimali üzerinde durulan Ayvalık yangınının kahramanları ortaya çıktı!

Ayvalık yangınını platform sözcüsü Nebahat Dinler ve orman mühendisi Cihan Erdönmez’e sorduk

Haluk Levent’ten Ayvalık’a fidan dikme çağrısı!

 

Merve Damcı – Yeşil Gazete

Kaş halkından Likya yolunu da tehdit eden otoban projesine isyan

Kaş-Kalkan arasında yapılmak istenen otobana karşı açılan dava 12 Aralık Pazartesi günü görüldü. Antalya 2. İdare Mahkemesinde görülen davaya çoğunluğu Kaş’tan olmak üzere, çok sayıda kişinin katıldığı duruşmada yurttaşlar bir kez daha otobanı istemediklerini dile getirdi.

Kaş-Kalkan arasındaki sadece 29 kilometrelik otoyol için büyük doğa ve tarih katliamı yapılarak milyonlarca lira harcanacağını öğrenen halkın projenin iptali için açtığı toplu davanın ilk duruşmasına Otobana karşı Kaş Çevre Derneği, Kaş Koruma Platformu , Kaş Turizm ve Tanıtma Derneği, köy muhtarları ve yurttaşlar katıldı.

Evrensel’den Özer Akdemir’in haberine göre davanın avukatı ve Türkiye Barolar Birliği Kent ve Çevre Komisyonu üyesi Tuncay Koç, davaya katılım için  3.5 saat uzaklıktaki Kaş’tan 70 kişinin gelmesini Kaşlıların bu davaya verdiği önemi gösterdiğini söyledi.

Duruşmada otobana neden karşı olduklarını mahkemeye anlattıklarını belirten Koç, “Yolun köylülerin yayla alanını ve habitatını ikiye böleceğini, köylülere hiçbir getirisinin olmayacağını anlattık. Endemik Lidya Orkidelerinin yaşam alanından geçen yolun aynı zamanda ikisi “Kırmızı Liste”de yer alan kritik eşikteki 5 canlı türünün de yaşamını tehdit ettiğini söyledik. Proje maliyetinin belirtilenden katbekat fazla olacağını, bu yola yatırılacak paranın bölge halkına dağıtılsa 50 bin lira gibi önemli bir kalem tutacağını ifade ettik.” şeklinde konuştu.

Duruşma sırasında otobanda hiçbir kamu yararının olmadığını, Karayolları Genel Müdürlüğü ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığının böylesi doğa karşıtı bir projeye onay vermesinin rant odaklı bir anlayışa yol vermek olduğunu aktardıklarını da kaydeden avukat Tuncay Koç, Ayrıca Orman Bakanlığının yol için önce olumsuz görüş bildirirken bir anda görüşünü değiştirerek olur verdiğini de mahkeme de dile getirdik. Otobanın yörenin doğasını, köylerini ezip geçeceğini, yaylaları kıyıma uğratarak ve Kaş’ın eşsiz peyzajını  bozacağını belirterek Kaş’ın otobana ihtiyacı olmadığını söyledik” dedi.

Koç son olarak mahkemeye uzmanların görüşlerinin yer aldığı bir rapor da sunduklarını belirterek, “eğer yol için iptal kararı verilmezse yerinde keşif ve gözlem yapılması talebimizi ilettik. Şimdi mahkeme 15 gün içerisinde bir karar verecek” diye konuştu.

Likya Yolunu da yok edecek

Mevcut yoldan on dakika daha az bir yolculuk süresi vadedilen yol için 73 milyon lira kamu parasından harcanacağı belirtilirken bu rakamın çok daha fazla olacağı dile getiriliyor. Projeden 7 köy doğrudan etkilenecek. Yolun geçeceği hat ve çevresi, dünyaca tanınan ve uluslararası literatüre geçmiş Likya yürüyüş yolunun bir parçası.

Otobanın geçeceği güzergâhta 1. derecede korumaya alınmış olan 7 arkeolojik ve 2 doğal sit alanı var. Bu sitler, yolun geçeceği güzergâha çok yakın konumda iken, 4 arkeolojik sit alanı ise doğrudan otoban projesi alanının içinde.

 

(Evrensel)

Türkiye’yi internet ile tanıştıran Mustafa Akgül hayatını kaybetti

Türkiye’nin internet ile tanışmasında önemli katkıları olan Bilkent Üniversitesi Bilgisayar Teknolojisi ve Bilişim Sistemleri Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mustafa Akgül, bir süredir tedavi gördüğü hastanede 69 yaşında vefat etti.

Mustafa Akgül

Cenazesi, 15 Aralık Cuma günü ikindi namazını müteakiben Doğramacızade Ali Paşa Cami’sinde kılınacak cenaze namazının ardından Karşıyaka Mezarlığı’nda defnedilecek.

Bilkent Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Abdullah Atalar, Akgül’ün vefatına ilişkin, Akgül’ün alanında uzman, dünyaca ünlü çalışmaları olan saygın bir bilim adamı olduğunu, Türkiye’nin yetiştirdiği kıymetli bir insanı kaybetmenin üzüntüsü içinde olduklarını ifade etti.

Atalar, “Hocamızın yaptığı çalışmalar, internet ve bilişim konusunda yaptığı hizmetler Türkiye tarafından her zaman anılacaktır” ifadesini kullandı.

Akgül, 10 Mayıs 1948 tarihinde doğdu, 1970’de ODTÜ İnşaat Mühendisliği Bölümünden, 1974 ODTÜ Matematik Bölümünden mezun oldu, 1981’de Waterloo University’den (Kanada) Combinatorics and Optimization üzerine doktora derecesini aldı.

İnternet Kurulu, Kamunet Teknik Kurulu, TOBB Sektör Kurulu üyelikleri ve Türkiye Bilişim Derneği Yönetim Kurulu üyeliği yapan Akgül, İnternet Teknolojileri Derneği ve Linux Kullanıcıları Derneği başkanlık görevlerinde de bulundu.

İnet-tr İnternet Konferansları, Akademik Bilişim ve İnternet Haftası’nı düzenleyen ekibin başında yer alan Akgül, ilk basılı Türkçe internet kitabı olan “İnternet: Bilgiye Erişimin Yeni Araç ve Olanakları”nın yazarıydı.

University of Delaware ve North Carolina State University’de misafir hocalık yapan Akgül, 1987’den beri Bilkent Üniversitesi öğretim üyesi olarak çalışıyordu.

 

(Ntv)

Tarımsal ilaçlar yüzünden zehir taşıyan meyve ve sebzeye karşı 49 bin imza

Türkiye’de iki yıl önce internet üzerinden başlatılan ‘Zehirli sebze ve meyve istemiyoruz’ kampanyasında 48 bin 827 imza toplandı. Kampanya organizatörlerinden tarım uzmanı Prof. Dr. Tayfun Özkaya, tarımsal ilaçlarının halk sağlığını olumsuz etkilediğini, hastalıklara yol açtığını, bu nedenle hallerde kalıntı analiz laboratuvarları kurulması ve belediyelere ceza yetkisi verilmesini istediklerini söyledi.

Araştırmalar tehlike sinyalleri veriyor

Tarım konusunda uzman Prof. Dr. Tayfun Özkaya ve Halk Sağlığı uzmanı Prof. Dr. Ali İhsan Karababa, ortak basın toplantası düzenledi. Özkaya, Türkiye’de sebze ve meyvelerdeki tarım ilaçları kalıntısı sorununa olumlu adımlar atmak ve yetkilileri uyarmak üzere internet üzerinden başlattıkları kampanyada 2 yılda 38 bin 827 imza topladıklarını açıkladı. İmza ve önerilerin Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı yetkilileri başta olmak üzere büyükşehir belediyelerine ileteceklerini belirten Özkaya, bu konuda yapılmış araştırmaların tehlike sinyalleri verdiğini söyledi.

Zehir taşıyan gıdaların oranı yüzde 25’e çıktı

Gıda Mühendisi Dr. Bülent Şık ve çalışma arkadaşları tarafından Akdeniz Üniversitesi Gıda Güvenliği ve Tarımsal Araştırmalar Merkezi‘nde yapılan araştırma sonuçlarına göre 2013 ve 2014 yıllarında semt pazarlarından tesadüfi olarak toplanan ve en çok tüketilen domates, biber, hıyar, kabak, patlıcan, portakal ve çilek gibi sebze ve meyveler laboratuvarda yapılan pestisit (tarımsal ilaç) analizinde maksimum kalıntı limitlerini aşan gıdaların oranının yüzde 25 çıktığını söyledi.

Doğumsal anormallikler, organlarda işlevsel bozukluklara neden olabilirler

Prof. Dr. Özkaya, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın ise yaptığı denetim çalışmalarında yasal limitleri aşan pestisit kalıntılı gıda maddelerinin yüzde 1-2 oranında olduğunu açıkladığına dikkat çekti. Bu açıklamanın doğru olmadığını ve ortada halk sağlığı açısından ciddi bir sorun olduğunu düşündüklerini belirten Özkaya, “Bu limitleri (pestisit düzeylerini) aşan gıdalar resmi kuruluşlarca da insan sağlığına zararlı yani tüketilemez kabul edilmektedir. Üstelik hormonal sistem bozucu olarak nitelenen bazı pestisitler yasal limitlerin altında olsa bile sağlığa zarar verebilmektedir. Gıdalarımızın içindeki bu zehirlerin çok çeşitli sağlık etkileri bulunmaktadır. Bu etkilerin başında farklı organ ve doku kanserleri yer alır. Bunun yanında hormon sistemi ve doğurganlık, kalp-dolaşım sistemi, sinir sistemi ve bağışıklık sistemleri de olumsuz etkilenmektedir. Ayrıca genetik hasara bağlı olarak doğumsal anormallikler, organlarda işlevsel bozukluklara neden olabilirler. Üstelik birçok sayıda kimyasalın birleşik etkisi bu sağlık sorunlarının şiddetini ve çeşitliliğini artırmaktadır” dedi. Özkaya, ihracata yönelik ürünlerde daha ayrıntılı analiz yapıldığını da vurguladı.

İmzacı 48 bin 827 vatandaş olarak merkezi ve yerel yönetimlerden bazı uygulama talepleri olduğunu belirten Özkaya, öncelikle toptancı hallerine kalıntı analiz laboratuvarlarının kurulması, maksimum kalıntı limitlerinin üzerinde kalıntı tespit edilen ürünlerin satışının engellenmesi ve yasal mevzuatta belirtilen cezai hükümlerin uygulanması, belediyelere de ceza verme yetkilerinin tanınması gerektiğini söyledi.

Ekolojik üretim desteklenmeli

Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı‘nın, pestisitlerin kullanılmadığı tarımsal tekniklerin kullanılmasına destek vermesi gerektiğini belirten Özkaya, “İl ve İlçe belediyelerinin pestisit kullanmadığını bildiren köylülerin ürünlerinde ücretsiz periyodik analizler yaparak-yaptırarak sıfır kalıntı durumunda belge vermesi, bu üreticilere semt pazarlarında ayrı bir bölüm ayırması, kira almama gibi uygun görülecek destekler verilerek ekolojik üretimin daha köklü bir şekilde desteklenmesi sağlanmalıdır. Bakanlık’a ait laboratuvarlar ile özel yetki almış laboratuvarların aynı sayıda etken maddeyi kontrol etmesi ve elde edilen sonuçların kamuya açıklanması sağlanmalıdır” dedi.

Kamu adına yapılan kalıntı analizlerinde görev alan özel laboratuvarların kalıntı analizi işini doğru ve güvenilir bir şekilde yapıp yapmadıkları dikkatle denetlenmesi gerektiğini belirten Özkaya, “Gıda ürünleri içerdiği çoklu pestisit kalıntıları açısından da değerlendirilmeli ve en riskli ürünlerin hangileri olduğu belirlenerek pestisit kullanımını azaltacak önlemler alınmalıdır. Pestisitler üretilirken çeşitli yardımcı kimyasal maddelerin de analizi yapılmalıdır” diye konuştu.

Karababa: Tarımsal ilaç olmadan tarım mümkün

Prof. Dr. Ali Osman Karababa ise tarımda kullanılıp da insan sağlığına zararı olmayan kimyasal olmadığını, az veya çok hepsinin zararlı olduğunu söyledi. Denetim altına almak için limit değerler konulduğunu, ancak bunların değişebildiğini belirten Karababa, “Tarım ilaçlarını mutlaka hayatımızdan çıkarmalıyız. Bu ilaçlar 1950’dan sonra hayatımıza girdi. Daha önce de tarım yapılıyordu. Yani bunlar olmadan da tarımsal üretim mümkündür. Biz bunu istiyoruz. Bu bıçakla keser gibi bir anda olmaz ama Hükümet ve tarımla uğraşanların alacağı tedbirlerle süreç içende gerçekleşebilir” dedi. Karababa, sebze ve meyvelerin üzerindeki kalıntıların bol suyla yıkamayla akıtabileceğine, ancak içinde de çok miktarda bulunabileceğine dikkat çekti.

 

(Hürriyet)

Kadın mücadelesi günlük konuşma dilimizde: Feminizm yılın kelimesi seçildi!

ABD’nin önde gelen sözlüklerinden Merriam-Webster, 2017 yılında internet aramalarında büyük bir atış olması nedeniyle ‘feminizm’i yılın kelimesi seçti. Merriam-Webster, bu kelimeye olan ilgiyi, kadınların düzenlediği protesto yürüyüşlerine, televizyonlardaki kadın hakları üzerine olan programlarla filmlere ve cinsel taciz iddialarına bağladı. Sözlük ‘feminizm’ kelimesini “cinslerin politik, ekonomik ve sosyal eşitliği teorisi” olarak tanımlıyor.

ABD’de Trump’a bir tepki olarak yükselen feminizm

Kelimeye olan ilk ilginin, ABD Başkanı Donald Trump’ın göreve gelmesinden sonra Ocak ayında Washington ve diğer ülkelerde kadınların düzenlediği yürüyüşlerin ardından ortaya çıktığı belirtiliyor. Yürüyüşü düzenleyenler, Trump’ın Beyaz Saray’a gelmesinden sonra kadın haklarının tehlikede olduğunu savunuyorlar.

Ertesi ay, Beyaz Saray danışmanı Kellyanne Conway, kendini feminist olarak görmediğini söylediğinde feminizme olan ilgi yeniden arttı. Muhafazakar kesim tarafından düzenlenen bir toplantıda konuşan Conway, “erkek karşıtı” ve “kürtaj yanlısı” olmadığı için kendini feminist olarak tanımlamada zorluk çektiğini söylemişti. “Durumunun kurbanı değil, seçimlerinin ürünü” olduğunu söyleyerek kendini “muhafazakar feminist” ilan etmişti.

The Handmaid’s Tale gibi TV dizileri etken

Yazar Margaret Atwood’un romanı Damızlık Kızın Öyküsü’nden uyarlanan ‘The Handmaid’s Tale’ (Hizmetçinin Öyküsü) isimli televizyon dizisi ve ‘Wonder Women’ (Harika Kadın) isimli filmin de kelimeye ilginin artmasında rol oynadığı belirtiliyor.

Merriam-Webster’ın bağımsız editörü, “Kelime herkesin dilinde” diyor.

Hollywood ünlülerinin cinsel tacizle suçlanmasının ardından, milyonlarca kadının sosyal paylaşım sitelerinde ‘#MeToo’ (Ben de) etiketiyle cinsel taciz hikayelerini paylaşmasının da kelimenin popüler olmasında rolünün olduğu kaydediliyor.

Time dergisi de, cinsel tacize karşı seslerini çıkaran kadın ve erkekleri ‘Yılın Kişisi’ seçmişti.

 

(BBC Türkçe)

Davası ertelenen Berkin’in annesinden Erdoğan’a: Benim çocuğum da 14 yaşındaydı

Gezi Parkı eylemlerine ilişkin Okmeydanı’nda çıkan olaylarda 16 Haziran 2013’te kafasına gaz kapsülü isabet eden ve 269 gün sonra tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybeden Berkin Elvan’ın öldürülmesine ilişkin davanın 4’üncü duruşması dün yapıldı. Duruşma sonrası açıklama yapan Anne Gülsüm Elvan ise Filistin’deki 14 yaşındaki bir çocuğun İsrail askerleri arasında gözü kapalı olarak götürüldüğü fotoğrafı hatırlatarak, “Biz de böyle şeylere karşıyız. Benim çocuğum da 14 yaşındaydı.” açıklamasında bulundu.

İstanbul 17. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki duruşmaya, “Olası kasıtla öldürmek” suçundan müebbet hapis istemiyle tutuksuz olarak yargılanan sanık polis F.D. Van’dan Sesli ve Görüntülü Bilişim Sistemi (SEGBİS) aracılığıyla duruşmaya katıldı. Berkin Elvan’ın annesi Gülsüm Elvan, babası Sami Elvan ve kardeşleri Gamze ve Özge Elvan’ın şikayetçi olarak yer aldığı duruşmayı, CHP Milletvekilleri Sezgin Tanrıkulu, Hilmi Yarayıcı, sanatçı Melike Demirağ, Şair Ataol Behramoğlu ile çok sayıda kişi izledi. Elvan ailesini çok sayıda avukat temsil etti.

“Benim çocuğum da 14 yaşındaydı!”

Anne Gülsüm Elvan ise Filistin’deki 14 yaşındaki bir çocuğun İsrail askerleri arasında gözü kapalı olarak götürüldüğü fotoğrafı hatırlatarak, “Biz de böyle şeylere karşıyız. Benim çocuğum da 14 yaşındaydı. Kendi ülkesinde katledilen çocukları bir dönüp görsün. Ondan sonra da buraya oraya söylensinler. Bugün ayrıca Erdal Eren’in ölümünün yıl dönümü. Evet biz başından beri bunu diyoruz. Devlet katildir. Geçmişimize baktığımız zaman o katilliği görüyoruz. Hiçbir zaman yargı yok. Yargı olmadığı sürece daha çok çocuklarımız ölecek. Biz çocuklarımızın öldürülmemesi adına mücadelemizi sürdüreceğiz” şeklinde konuştu.

Su kapağı sakıncalı bulundu!

Duruşma salonuna pet su şişeleri ile girmek isteyen yurttaşlar, su şişelerinin kapaklarını çıkarmak zorunda kaldı. Kapakların “güvenlik” gerekçesi ile duruşma salonuna alınmadığı belirtildi. Heyetin yerini alması ile başlayan duruşmada, görüntülerin iyileştirilmesine dair TUBİTAK’a gönderilen görüntüler dosyaya ulaştı.

“Sedyede torpil vardı”

Duruşmada ilk olarak Okmeydanı Eğitim-Araştırma Hastanesi acil bölümünde çalışanı Cihan Gençoğlu, tanık olarak dinlendi. Gençoğlu, “Sabah 07.00-08.00 gibi sedye ile birini getirdiler acile. Sedyenin üzerinde torpiller vardı. İmha edilir korkusu ile polis odasına teslim ettim. Sonradan öğrendim torpil olduğunu. 5 dakikalık bir işlemim bile olmadı. Polise verdiğime dair tutanak tutuldu” dedi.

Tanık olarak dinlenen Eğitim Araştırma Hastanesi ameliyathane görevlisi Dilek Öztürk de, “Ben geldiğimde şahsın ameliyatı başlamamıştı. Hastaya ait eşyaları forma yazmam söylendi. Bende bu eşyaları forma kaydettim. 7 numaradaki düzeltmeyi ben yaptım. İlk olarak 4 yazdım sonra 3 tane daha çıkınca 7 diye düzelttim” diye konuştu.

Geriye kalan 3 tanık ise duruşmaya gelmediği için dinlenilemedi.

“Anne Elvan fenalık geçirdi”

Duruşma dosyaya gelen görüntülerin incelenmesi ile devam etti. Berkin Elvan’ın annesi Gülsüm Elvan, Berkin Elvan’ın vurulduğu anın görüntülerinin izletildiği sırada “Kolun kopsaydı katil” diyerek fenalık geçirdi. Anne Elvan, avukatların yardımıyla salondan çıkarıldı. Bir sonraki celsenin 27 Şubat’ta görülmesine karar verildi.

2017’de başlayan davada 6 savcı değişti

14 yaşındaki Berkin Elvan, Okmeydanı’nda Gezi Direnişi sırasında polisin attığı gaz fişeğinin başına isabet etmesi nedeniyle 269 gün yoğun bakımda kaldıktan sonra 11 Mart 2014’te hayatını kaybetmişti. Yaklaşık 3 buçuk yıl süren soruşturma sonrasında sanık polis yüz eşleştirme programlarından teknik yollarla tespit edilmiş ve hakkında “kasten adam öldürme” suçlaması ile dava açılmıştı. Soruşturma süresince 6 savcısı değişen davanın ilk duruşması 6 Nisan 2017’de İstanbul 17’inci Ağır Ceza Mahkemesinde görülmüştü. Çok sayıda baronun ve sivil toplum örgütünün yakından takip ettiği ilk davada sanık polis için tutuklama kararı çıkmamasına tepki gösterilmişti. 6 Temmuz 2017’de görülen ikinci davada da sanık polis Fatih Dalgalı görevli olarak bulunduğu Van’dan SEGBİS aracılığı ile davaya katılmış ve ifade vermişti. Elvan Ailesi’nin avukatlarının tüm ısrarına rağmen sanık Fatih Dalgalı’nın tutuklu yargılanması yönünde karar verilmemişti.

 

(Evrensel, Cumhuriyet)

Tutuklu gazeteci sayısında liderlik bu sene de Türkiye’de

Gazetecileri Koruma Komitesi’nin bu yılki raporuna göre, dünyadaki tutuklu gazeteciler sıralamasında Türkiye bu yıl da ilk sıradaki yerini korudu.

ABD merkezli bağımsız bir sivil toplum kuruluşu olan Gazetecileri Koruma Komitesi’nin (CPJ – Committee to Protect Journalists) 2017 Basın Özgürlüğü Endeksi raporuna göre, en fazla gazeteciyi demir parmaklıklar arkasında tutan ülkeler sıralamasında Türkiye bu yıl da birinci oldu.

Çarşamba günü yayımlanan rapora göre, Türkiye’de halen 73 gazeteci tutuklu durumda. Bu sayı geçen sene 81’di.

Sözü edilen 73 gazetecinin mesleklerini icra etmelerinden dolayı hapiste olduğunu savunan CPJ, raporunda gazetecilerin “devlete karşı suç işledikleri iddiasıyla” hapsedildiklerini kaydetti.

Raporda ayrıca 15 Temmuz 2016 darbe girişimini takip eden süreçte Türk basınında baskıların arttığını ve girişimin arkasında olduğu iddia edilen Gülen yapılanması ile bir şekilde bağlantılı olduğu düşünülen birçok kişi hakkında adli takip başlatıldığı belirtildi. Buna göre, birçok gazeteci ByLock uygulamasını kullanmaları ya da Gülen yapılanması ile bağlantılı banka hesapları olması dolayısıyla tutuklandı.

Türkiye’yi Mısır ve Çin takip ediyor

CPJ’nin editöryel direktörü Elana Beiser imzalı raporda Türkiye’yi 41 tutuklu gazeteci ile Çin takip ediyor. 2012 yılında Muhammed Mursi’nin Müslüman Kardeşler iktidarını bir askeri darbe ile devirirek yerine geçen Abdülfettah el-Sisi’nin yönettiği Mısır ise hapiste tuttuğu 20 gazeteci ile üçüncü sırada. Bu 20 kişiden 12’si herhangi bir yargılama olmadan hapiste tutuluyor.

Bu iki ülkede de gazeteciler devlete ve hükümete karşı faaliyet göstermekle suçlanıyor. Dünya çapında da genel eğilim aynı yönde. Tutuklu toplam 262 gazetecinin yüzde 74’ü hükümet karşıtı eylemlerinden dolayı demir parmaklıklar arkasında tutuluyor.

CPJ’nin değerlendirmesine göre devletler muğlak ifadeler barındıran terörle mücadele yasalarını istismar ederek gazetecileri baskılamaya gayret ediyor.

Raporun tüm dünyayı kapsayan verileri değerlendirildiğinde ise şöyle bir durum ortaya çıktı: Tutuklu gazetecilerin yüzde 97’si bulundukları ülkenin vatandaşı. Hapisteki gazetecilerin 22’si kadın ve toplam sayının yüzde 22’sine denk geliyor.

Serbest gazetecilerin sayısı 75 olmakla birlikte, toplam tutuklu gazetecilerin yüzde 29’unu oluşturuyor.

 

(DW Türkçe)