Ana Sayfa Blog Sayfa 2630

Ayakları yere basan tek alternatif: Yeşil Yeni Düzen

2012 yılında basıma hazırladığımız Yeşil Ekonomi kitabına Fransız ekolojist ve sonradan AP milletvekili olan Alain Lipietz’in makalesini alırken, öngörülerinin bu kadar çabuk gerçekleşeceğini düşünmemiştim. Karl Polanyi 1929 Büyük Buhran’ından çıkış için dünya ülkelerinin faşizm, sosyalizm ya da sosyal demokrasi gibi 3 yol denediklerini, başarılı olanın ise Yeni Düzen adıyla ilkin ABD’de sonra diğer Batılı ülkelerde uygulanan sosyal demokrat proje olduğunu belirtmişti. Alain Lipietz de bu görüşe atıfta bulunarak, 2008’de başlayıp hala etkisini sürdüren küresel krizin de toplumları benzer seçeneklerle karşı karşıya bıraktığının altını çizmişti. Yani, yine büyük bir buhranla karşı karşıyayız, üstelik buna bir de, 1929’da ortada olmayan ekolojik kriz de eklenmiş olarak. Aklımızı başımıza almazsak ülkeler faşizm gibi sonu hüsranla bitecek seçeneklere yönelebilir demişti.  2010’lu yılların başında Türkiye’de bu tartışma başladığında, bir takım gruplar, halkı faşizmle, savaşla, iklim değişikliğiyle korkutup Yeşil Yeni Düzen’e razı etmeye çalışmakla itham etmişlerdi.  ABD, Rusya, Brezilya ve AB ülkelerindeki aşırı sağcı popülist hareketlerin yükseldiği günümüzden geriye doğru bakınca öngörülerin ne kadar isabetli olduğunu görüyoruz. Ortada ayakları yere basan, bugünden yarına uygulamaya konulabilecek Yeşil Yeni Düzen’den başka bir alternatif model de bulunmuyor. Bunun içindir ki, tartışma ABD ve AB ülkelerinde hızla yaygınlaşıyor, kimi ülkelerdeki uygulamalarla ete kemiğe bürünüyor.

Gelelim bu yazının amacına. Ali Rıza Güngen, Gazeteduvar’daki 11 Ocak 2019 tarihli yazısındaYeşil Yeni Düzen’i  bu tartışmalar üzerinden masaya yatırıyor. Ez cümle, sistemin kendisine esastan muhalif olmayan, yeşil göz boyamacılıktan öte gidemeyecek, nasıl finanse edileceği belli olmayan bir proje olarak eleştiriyor. İzninizle, bu eleştirileri çok indirgemeci ve yüzeysel bulduğumu belirtmekle başlayayım.

Yeşil Yeni Düzen adını 1930’larda ABD’de uygulanmaya başlanan Roosevelt’in Yeni Düzen programından almıştır. Güngen de Yeni Düzen programı üzerinden, eğer bu da ona benzeyecekse istemez kalsın diyor kısaca. Yeni Düzen programı elbette ki eleştiriye açıktır, ne var ki, 2000’li yıllarda tabutuna son çivi de çakılana kadar ABD’de emekçi orta sınıfın güçlenmesinde, sermaye gruplarının denetlenmesinde, sosyal demokrasinin güçlenmesindeki etkisini de göz ardı etmemek gerekiyor. İşçiler asgari ücret ve azami 8 saatlik çalışma haklarına bu dönemde kavuştular. Yine, özel enerji şirketlerinin tenezzül edip de elektrik götürmediği yüzbinlerce çiftçi bu dönemdeki büyük kamu yatırımları sayesinde elektriğe kavuştu. Keza, ürünleri için sulama, onları pazara ulaştırmak için yollar da büyük ölçüde bu dönemin eseridir. Yeni Düzen, Güngen’in de belirttiği gibi sermayeye esastan karşı çıkan bir proje değildi. Yeni kurumlar oluşturarak, düzenlemeler yaparak kapitalizmi terbiye edeceğini düşünmüştü. Bu kimilerine yeteri kadar devrimci gelmeyebilir ama dönemin ve ülkenin şartları düşünüldüğünde kimsenin hayal bile edemeyeceği uygulamaları başarıyla hayata geçirmiş olduğu da görülmelidir. O düzenlemeler ki, özellikle finans sermayesinin canını çok acıtmıştı. Oldukça popüler olmasına rağmen Obama’nın gücü ise 2008 krizi sonrası Wall Street’i tekrar düzenlemeye yetemedi. Steinbeck’e Gazap Üzümleri romanını yazdıran şartlar altında Roosevelt bu gücü kendisinde bulabilmiş ve finans piyasalarını spekülasyondan uzaklaştıracak, asli faaliyetine yönlendirecek düzenlemeler getirmişti. Glass ve Steagall adında iki senatörün adıyla anılan bu yasa Wall Street’in devamlı hedefindeydi, yıllar içinde her fırsatta içi boşaltıldı. 2000’liyılların başında da yürürlükten kaldırıldı. 2007’de patlayan mortgage balonunun bu yıllarda şişmeye başlaması, düzenlemelerin ne kadar yerinde olduğunun en net kanıtıdır.

 Gelelim Yeşil Yeni Düzen’in nasıl finanse edileceğimeselesine. Oysa cevap çok basit. Fosil enerjiye göbekten bağlı sanayilerin kuvözde yaşatılması için harcanan teşvikler yenilenebilir enerjiye aktarılmış olsa bugün iklim krizini nasıl çözeceğiz diye düşünmüyor olurduk. Ekonomilerin yeşil bir dönüşüme tabi tutulması için yeni finansal kaynaklara o kadar da ihtiyacımız yok. Mevcut kaynaklar doğru yerlere aktarılsa yeter. Örnek için son yılların Türkiye’sine bakmak yeterli. Yeterli talep olmadığı halde, Hazine garantili köprülere, yollara ve hastanelere aktarılan kaynaklar kapsayıcı bir ekonomik model kurmak için harcansaydı bugün nasıl bir Türkiye’de yaşıyor olurduk? Sanılanın aksine, para (teşvik) ekonomik dönüşüm için gereken en önemli unsur değildir. Piyasaları öyle bir şekilde düzenlersiniz ki, teşvik etmek zorunda kalmadan ekonomi o noktaya kendiliğinden gelebilir. Tam tersine, piyasalar kapsayıcı değil de bugünün Türkiye’sinde olduğu gibi giderek dışlayıcı hale geldiyse, istediğiniz kadar para akıtın piyasaların işlevini yerine getirmesini sağlayamazsınız. İzmit Körfezi’ne ekonomik rasyonaliteden uzak biçimde yapılan bir köprü etrafında dönen tartışmalara bakmak yeterli.

Dünyanın birçok ülkesinde uygulanan Yeşil Yeni Düzen tipi politikaları Türkiye’de de zamanında uygulanmış olsaydı, bugün bu ekonomik ve toplumsal krizi yaşamıyor olurduk. Tabi ki burada bir fikriyatı nasıl uyguladığınız önem kazanıyor. Yeşil Yeni Düzen kimi ülkelerde başarılı, kimi ülkelerde başarısız olmuşsa bunun arkasında uygulamadaki farklılıkların yattığı açık. Havası çoğunlukla kapalı  Almanya güneş enerjisi üretiminde rekorlar kırarken, güneşli İspanya aynı projeyi pahalı hale geldiğinden rafa kaldırabiliyor. Güneş enerjisi doğru seçim ancak bunun hayata geçebilmesi için düzenlemelerin doğru yapılması gerek. Almanya, bu işi küçük üreticiler üzerinden piyasayı genişleterek yapmış, İspanya ise büyük üreticilerin bitmek bilemeyen taleplerine yenik düşmüş. Zamanında rant kapısı olarak görüldüğü için hesapsızca kurulup bugün atıl durumda kalan doğalgaz ve termik santrallerin yerini yarın tek kalemde en büyük yenilenebilir enerji yatırımı olarak lanse edilen güneş enerjisi santralleri alırsa şaşırmayalım.

Özetle, beğenelim ya da beğenmeyelim, Yeni Düzen politikaları 1929 Buhranı ve 2. Dünya Savaşı ertesinde, küresel ve yerel sorunlara faşizm ya da sosyalizmden daha gerçekçi ve barışçı bir seçenek olarak ortaya çıkmıştı. Sosyal demokrasi kitlelere yadsınamaz ekonomik ve toplumsal kazanımlar hediye etti. Tüketim toplumu, iklim değişikliği gibi birçok sorunu da beraberinde getirdi. Nihayet 2008 kriziyle küresel çapta bu model ömrünü tamamladı. Toplumlar bir çıkış arıyor, faşist projeler revaçta.  Bu dalganın önünün kesilmesi gerekiyor. Yeşil Yeni Düzen de ayakları yere basan tek alternatif olarak karşımızda duruyor.

Ahmet Atıl Aşıcı

Talat Sait Halman Çeviri Ödülü ve Ahmet Cemal Çeviri Ödülü sahipleri belirlendi

İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından verilen Talât Sait Halman Çeviri Ödülü’nün 4. sahibini belirledi. İKSV’nin nitelikli edebiyat çevirilerini desteklemek amacıyla başlattığı ödül, 2008’den aramızdan ayrıldığı 2014’e kadar İKSV Mütevelliler Kurulu Başkanlığını yürüten, Türkiye’nin ilk Kültür Bakanı Talât Sait Halman’ın anısını yaşatıyor.

İKSV bu yıl, Talât Sait Halman Çeviri Ödülü ile birlikte, bir defaya mahsus olmak üzere sunulacak bir diğer ödülle daha edebiyat çevirilerini destekleme kararı aldı: Talât Sait Halman Çeviri Ödülü’nün seçici kurul üyelerinden, 2017’de kaybettiğimiz değerli yazar ve çevirmen Ahmet Cemal’in anısına, ilk çevirisiyle başarı elde eden genç bir çevirmene verilmek üzere oluşturulan Ahmet Cemal İlk Çeviri Ödülü’nün sahibi de belirlendi. Ödül, Juniçiro Tanizaki’nin “Bir Kedi, Bir Adam, İki Kadın” adlı romanını Japonca aslından Türkçeye çeviren Sinan Ceylan ve José Eduardo Agualusa’nın “Unutmanın Genel Teorisi” adlı romanını Portekizce aslından Türkçeye çeviren Sevcan Şahin tarafından paylaşılacak.

Bu yıl Talât Sait Halman Çeviri Ödülü’ne İngilizce, Almanca, Bulgarca, Fransızca, Japonca, İtalyanca,Norveççe ve Rusça’dan; Ahmet Cemal İlk Çeviri Ödülü’ne ise Almanca, Fransızca,İngilizce, Japonca, Portekizce ve Yunanca’dan Türkçeye çevrilmiş çok sayıda edebiyat eseri ile başvuruda bulunuldu.

2015’te başlatılan Talât Sait Halman Çeviri Ödülü’nün ilki, 2015’te Georges Perec’in La Boutique Obscure: 124 Rêves adlı eserinin “Karanlık Dükkân: 124 Rüya” adlı çevirisiyle Siren İdemen’e; ikincisi Anna Seghers’in Transit adlı eserinin aynı adlı çevirisiyle Ahmet Arpad’a; üçüncüsü ise James Joyce’un Finnegans Wake eserinin “Finnegan Uyanması” çevirisiyle Fuat Sevimay’a sunulmuştu.

2018 Talât Sait Halman Çeviri Ödülü sahibi Ülker İnce

Talât Sait Halman Çeviri”Ödülü’nün Doğan Hızlan başkanlığındaki; yazar, çevirmen ve eleştirmen Sevin”Okyay, yazar ve çevirmen Ayşe Sarısayın, yazar ve çevirmen Yiğit Bener ile yazar ve çevirmen Kaya Genç’ten oluşan Seçici Kurulu, 20 bin TL değerindeki 2018 Talât Sait Halman Çeviri Ödülü’nü, Alberto Manguel’in “Dönüş” adlı novellasını İngilizce aslından Türkçeye çeviren Ülker İnce’ye takdim edecek.

Seçici Kurul, karar gerekçesini şöyle açıklıyor: “Alberto Manguel, görme yetisini kaybeden Jorge Luis Borges’e kitap okuduğu gençlik yıllarından beri hayatını edebiyata adamış, Okumanın Tarihi’nden Hayali Yerler Sözlüğü ve Tanpınar’ın İzinde Beş Şehir’e coğrafyalar ve türler arasında gezinen kitaplarını Türkiyeli okurun çok sevdiği bir yazar. Ülkemizde çeviribilim alanındaki katkıları büyük bir takdirle izlenen Ülker İnce, Arjantinli yazar Manguel’in tarihle, hafızayla ve sürgün olmakla yüzleştiği bu yoğun metnini kitabın ahengine, müziğine ve kelime zenginliğine yakışan bir biçimde Türkçeye kazandırırken okurlara 1970’lerden bu yana süren çeviri pratiğinden damıtılmış bir çeviri sunmuştur.”

Talât Sait Halman Çeviri Ödülü Seçici Kurulu ayrıca, Mark Z.Danielewski’nin çetrefilli, bol oyunlu, kült romanı Yapraklar Evi’ni Türkçeye çevirmekteki cesareti ve başarısı sebebiyle Gökhan Sarı’ya da bir Jüri Özel Ödülü vermeye karar verdi.

.

(Yeşil Gazete)

Versus Art Project, SABO’nun ilk kişisel serisine ev sahipliği yapıyor

Versus Art Project, 10 Ocak – 23 Şubat 2019 tarihleri arasında SABO’nun Paracetamol isimli ilk kişisel sergisine ev sahipliği yapıyor.

İsmini sanatçının çocukluğunda yaşadığı bir hikâyeden alan Paracetamol, bellekteki imgenin değişiminde zamanın oynadığı rolü merkezine alıyor.

Serginin fragmanı

Çocukluktan bugüne belleğine yerleşmiş imgelerden yola çıkan sanatçı, deneyimlerini bilinçaltı imgeleriyle birleştiriyor; ortaya çözümü kişiye göre değişen, herkes için farklı anlamlar ifade edebilecek kompozisyonlar ortaya çıkıyor. Grafiksel öğeleri resimsel bir dille işleyerek içinde mizah barındıran bir dünyanın kapılarını aralıyor.

Sanatçının içinde gerçeklik payı taşıyan ancak bir o kadar da kurgusal görünen yağlı boya kompozisyonları, insana çok tanıdık gelen bir düşün uyanınca üstünden atamadığımız duygusunu hissettiriyor. Sanatçının resimleri fantastik, kurgusal,öykücü ve hatta oyuncu özellikler taşıyor.

SABO’nun kompozisyonlarında figürler daima ön planda yer alıyor olsa da, mekân ve onu çevreleyen atmosferdeki her öğenin, en az figürler kadar hikâyenin tamamlayıcı,zenginleştirici bir parçası olduğu görülüyor.

İzleyici, önce figürler tarafından öyküye çekilirken, ardından içerideki mekân ve objelerle örülü güçlü bir anlatım çerçevesinde seyreden bir yolculuğa davet ediliyor. Tek boyutlu olmayan bu yolculukta izleyici, kendi hayal dünyasından da beslenerek ve alternatif yollara sapabiliyor. Böylece SABO’nun yapıtlarında oluşturduğu plastik kurgu zenginleşiyor.

Sanat estetik bir gayeyle yaratıcılığın ve hayal gücünün ifadesi olarak tanımlansa da belleğimizde çocukluktan beri depolanan verileri somutlaştırmada kullanılan araçlardan biridir. İnsanlar hayatlarında, travma yaratmış deneyimleri olduğundan daha farklı hatırlama eğilimindedir. Bu bir doğal felaket olsun, başlarından geçen bir hastalık olsun, yaşanan bir kayıp olsun, ya da yaşadıkları en mutlu anıları olsun, hepsinin üstü tülden bir örtüyle maskelenir; uçta yaşanmış duygular nötralize olur. Gerçekler ve yaşananların imgesi birbirine geçer ve melez imgeler ortaya çıkar. SABO bu melez imgelerden izleyiciye yeni bir evren yaratıyor. Sanatçının şahit olduğu olaylar, okuyup da hafızasında yer eden kitaplardan sahneler, izlediği filmlerden belleğine yerleşmiş karelerin hepsi izleyicinin de bakarken kendisinden parça bulacağı görüntüler. İçinde gerçeklik payı taşıyan ancak bir o kadar da kurgusal görünen kompozisyonlar, insana çok tanıdık gelen bir düşün uyanınca üstünden atamadığımız duygusunu hissettiriyor. Paracetamol etkisindeki bu rüya her daim daha da beklenmedik olaylarla sonlanıyor.

Sergi, 23 Şubat 2019 tarihine kadar Beyoğlu Hanif Han’da bulunan Versus Art Project’te görülebilir.

Ayrıntılı bilgi için: Tuana Pulak – Asistan Direktör [email protected]

SABO

1988 yılında İstanbul’da doğan SABO, lisans eğitimini Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Resim Bölümü’nde tamamlamıştır. Yaşamını ve çalışmalarını İstanbul’da sürdürmektedir.

.

(Yeşil Gazete)

Makale çağrısı: Kültür Politikası Yıllık 2019

İstanbul Bilgi Üniversitesi Kültür Politikaları ve Yönetimi Araştırma Merkezi tarafından her yıl yayınlanan Kültür Politikası Yıllık, 2019 edisyonu için makale çağrısı yapıyor. 2019 yılında “Art and Heritage After Forced Migration” başlığı ile yayınlanacak Yıllık’a makale göndermek için son tarih 1 Mart 2019.

Kültür Politikası Yıllık (KPY) yüksek kalitede ve özgün araştırmalar üreten, uluslararası ve akran değerlendirmeli bir yayındır. Yıllık, yılda bir kez, Türkçe ve İngilizce iki dilde İletişim Yayınları tarafından yayınlanır.

.

(Yeşil Gazete)

Mahkemeden Çukuralan Altın Madeni için yeniden “ÇED olumlu” kararı

Çukuralan Altın Madeni için üçüncü kez kapasite artırımı isteyen Koza Altın İşletmeleri A.Ş.’ye “ÇED” olumlu kararı verildi.

Altın madeninin kapasite artırımı İzmir 6. İdare Mahkemesi tarafından durdurulmuş, sonra da iptal edilmişti. Maden işletmecisi şirket, “ÇED olumlu” kararı iptal edilen proje için, ÇED sürecini yeniden başlatmadan 20 Kasım 2018’de raporu İnceleme Değerlendirme Komisyonu (İDK) toplantısından tekrar geçirmişti.

Dün Çevre ve Şehircilik Bakanlığını’na bağlı İzmir Valiliği Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü, yayınladığı açıklamayla projeye nihai Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) olumlu kararı verildiğini duyurdu.

Koza Altın’dan Çukuralan Altın Madeni için ÇED açıklaması

Koza Altın İşletmeleri A.Ş., Kamuyu Aydınlatma Platformu’na (KAP) yaptığı açıklamada, “Şirketimiz Çukuralan Altın Madeni 3. kapasite artışı ile ilgili olarak, 2009/7 genelgesi kapsamında hazırlanan ÇED raporunu Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na sunduğunu 23.10.2018 tarihinde Kamuyu Aydınlatma Platformu’nda (KAP)duyurmuştu. Gelinen neticede, Çukuralan Altın Madeni 3. kapasite artışı projesi ile ilgili olarak Çevre ve Şehircilik Bakanlığınca ÇED olumlu kararı verilmiştir.” denildi.

“Madra Barajı ve Nebiler şelalesinin kirletilmesine göz yumuluyor”

Mahkemenin yürütmeyi durdurma kararının yok sayıldığını söyleyen davanın avukatı Arif Ali Cangı, Çukuralan’da iki kez kapasite arttırılarak doğanın delik deşik edildiğini ve doğaya karşı ağır suçlar işlendiğini ifade etti.

Bu kararla kapasite artırımı ile maden ocağının işletilmesinin, Madra Barajı ve Nebiler şelalesinin kirletilmesine göz yumulduğunu belirten Cangı, yeni Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) sürecinin ve İnceleme Değerlendirme Komisyonu (İDK) toplantısının 2009/7 sayılı genelgeye aykırı olduğunu hatırlattı.

Kozak Yaylası sınırında yer alan Çukuralan Altın Madeni, kapasite artırımı projesi ile 192 hektarlık mevcut ÇED alanına yaklaşık 132 hektarlık yeni bir alan ekleniyor. Böylece şirket projede ÇED alanını toplam 324 hektara çıkaracak.

(Yeşil Gazete, Kamuyu Aydınlatma Platformu)

İlk defa yayınlanan kitap başlığı sayısı artarken üretim yerinde saydı

Türkiye Yayıncılar Birliği’nin, TÜYAP Adana Fuarcılık A.Ş. işbirliğiyle 5 – 13 Ocak 2019 tarihleri arasında düzenlediği Çukurova 12. Kitap Fuarı, TÜYAP Adana Uluslararası Fuar ve Kongre Merkezi’nde başladı.

Açılış günü gerçekleşen basın toplantısında konuşan Türkiye Yayıncılar Birliği Başkanı Kenan Kocatürk; yayıncılığa dair çarpıcı veriler paylaştı ve ilk defa yayınlanan kitap başlığı sayısını gösteren “yeni başlık” sayılarında artış görülmesine rağmen üretimde kayda değer bir artış görülmediğini kaydetti.

Türkiye Yayıncılar Birliği Başkanı Kenan Kocatürk, Çukurova 12. Kitap Fuarı’nın açılış gününde yaptığı konuşmasında kitap üretiminde, geçtiğimiz yıllara kıyasla yaşanan artışın düştüğünü dile getirdi. YAYFED (Yayımcı Meslek Birlikleri Federasyonu) verilerine göre 2015’ten 2016’ya %5,23’lük bir artış gösteren toplam bandrol sayısının, 2016’dan 2017’ye gelindiğinde sadece %0,89 arttığına,%1’e dahi ulaşamadığına dikkat çeken Kocatürk; 2018 yılının ilk 11 ayında üretilen kitap sayısına bakıldığında üretimin yerinde saydığını belirtti. Kocatürk, 2017 yılında üretilen 60.335 yeni başlık adedinin ise 2018 yılında 67.135’e yükselerek genel toplamda %11,27’lik bir artış gösterdiğini de sözlerine ekledi.

Kâğıt, boya ve tutkal gibi ithal girdilerde yaşanan yükselişin, yayıncıların maliyetlerini %80 arttırdığını kaydeden Kenan Kocatürk; ülkemizde yaşanan döviz dalgalanmaları nedeniyle ithalata dayalı kitap kâğıdındaki fiyat artışlarının,uzun vadede yerli kâğıt üretimine geçmeyi elzem hale getirdiğini belirtti.

Kâğıt ithalatının 2017 yılında 3 milyar Dolara yaklaştığını aktaran Kocatürk; kağıtta yerli üretim için seferberlik yapılması, yerli üreticilerin desteklenmesi ve sektörün ithalata bağımlı olmaktan kurtarılması gerektiğini dile getirdi.

Türkiye Yayıncılar Birliği Başkanı Kocatürk son olarak, eğitim yayıncılığının sorunlarının bir an önce çözülmesi gerektiğini ifade etti. Yasaklayıcı yönergelerin öğrenciler arasında fırsat eşitsizliği yarattığını; özel okullarda okuyan öğrenciler her türlü materyale ulaşabilirken, devlet okullarında okuyan öğrencilerin kitaplarla ilişkisinin engellendiğini belirten Kocatürk, Milli Eğitim Bakanlığı’nın eğitim hamlesinde yayıncıları dışlamaması ve dünya standartlarına ulaşmış ülkemiz yayıncılığının içerik kalitesine, birikimine ve iyi içerik geliştirme becerisine güvenmesi gerektiğinin altını çizdi.

.

(Kültür Limited)

Almanya’da yenilenebilir enerjiden üretilen elektrik ilk kez kömürü geçti

Yenilenebilir enerji kaynakları ilk kez Almanya’nın ana güç kaynağı olarak kömürün yerini aldı. Güneş, rüzgâr, biyokütle ve hidroelektrikten sağlanan enerji üretimi geçen yıl yüzde 4,3 arttı. 2018’de ülkedeki elektrik üretiminin yüzde 40’ı yenilenebilir enerji kaynaklarından karşılandı. 2017’de bu oran 38,2; 2010 yılında ise 19,1 olarak kayıtlara geçmişti.

Araştırmaya göre ülkenin elektrik ihtiyacının yüzde 38’i ise kömürden sağlandı. Güneş enerjisi üretimi yüzde 16, rüzgâr yüzde 5,4 ve biyokütle üretimi ise yüzde 0,2 arttı.

Fraunhofer Güneş Enerjisi Sistemleri Enstitüsü’nden Bruno Burger tarafından yapılan araştırma Almanya’nın fosil yakıt bağımlılığına işaret ediyor. Burger’a göre 2019’da yüzde 40’ın altına düşülmeyecek çünkü daha fazla yenilenebilir enerji tesisleri inşa ediliyor ve hava modelleri bu konuda dramatik bir değişim yaratmayacak.

Yeşil enerji konusuna şüpheyle yaklaşanlar yenilenebilir enerji üretimindeki yüksek artışın olumlu hava koşullarını yansıttığını ancak sektörün enerji tedariğine güvenli bir şekilde katkıda bulunmasını kanıtlamadığını söylüyor. 

Fraunhofer Güneş Enerjisi Sistemleri Enstitüsü verilerine göre 2018 yılında Almanya elektrik üretiminde enerji kaynaklarının payı ve gerçekleşen üretim şu şekilde:

Nükleer enerji – % 13,3 – 72,1 teravat saat (TWh)
Linyit – % 24,1 – 131,3 teravat saat (TWh)
Taş kömürü – % 13,9 – 75,7 teravat saat (TWh)
Doğal gaz – % 7,4 – 40 teravat saat (TWh)
Hidroelektrik – % 3,2 – 17 teravat saat (TWh)
Biyokütle – % 8,3- 44,8 teravat saat (TWh)
Rüzgâr enerjisi – % 20,4 – 111,4 teravat saat (TWh)
Güneş enerjisi – % 8,4 – 45,7 teravat saat (TWh)

Küresel ısınma ile ilgili hazırlanan BM raporundan sonra Almanya’nın kömür bağımlılığına son verme konusundaki isteksizliğini protesto eden iklim aktivistleri, iklim değişikliği ile mücadele için 3 ay önce uluslararası eylem çağrısında bulunmuş, Almanya’nın Londra büyükelçiliğinde pankart açmıştı.

Finans düşünce kuruluşu Carbon Tracker’ın yayınladığı rapora göre Türkiye’nin 2018’de işletmede olan kömürlü termiksantral kurulu gücü 19 GW, inşaat aşamasındaki kömürlü termik santral kurulugücü ise 1,3 GW. Halihazırda toplam elektrik üretiminin üçte biri kömürle yapılırken, planlanan 42 GW ek kömürlü termik santral kurulu gücü elektrik üretiminde kömürün payını yaklaşık olarak %150 artıracak. Güneş ve rüzgâr enerjisinde yaşanan hızlı büyümeye bakıldığında, Türkiye’de yenilenebilir enerjiye yapılacak yatırımların kömüre dayalı elektrik üretiminin artırılmasından daha az finansal risk taşıdığı görülüyor.

(Independent, Yeşil Gazete)

I. Dünya Savaşı’ndan orijinal görüntüler Oscarlı yönetmenin gözünden beyaz perdede

Dünyaca ünlü yönetmen Peter Jackson, Birinci Dünya Savaşı’nda çekilen gerçek görüntüleri onararak yeniden gün yüzüne çıkarıyor. Oscar ödüllü yönetmen, dudak okuma uzmanları aracılığıyla 100 yıl önce savaşan askerlerin duyulmayan diyaloglarına da yeniden ses kazandırdı.

“They Shall Not Grow Old” (Yaşlanmamalılar) adlı belgeselde savaşın gerçek görüntülerinin yanı sıra BBC arşivlerinde bulunan ve 1960’larda savaş gazilerinin deneyimlerini anlattıkları videolar da var.

Arşiv görüntülerinin tamamı onarılarak bilgisayarda renklendirildi. Ayrıca sinemanın saniyede 25 kare standardına uyarlayabilmek için eski videolardaki karelerin araları dolduruldu.

Jackson proje üzerinde gönüllü çalıştı

Babasının sürekli kendisine savaşa katılan dedesi hakkında hikâyeler anlattığını söyleyen Jackson, proje üzerinde gönüllü olarak çalıştı. 90 dakikalık belgesel için toplamda 100 saatlik arşiv izleyen sinemacı, en çok ilgi çeken noktanın askerlerdeki mizah olduğunu belirtti.

Yönetmen, “Biz onların adeta bir kıyma makinesinin içinde, cehennemde olduğunu düşünüyoruz ve zaten öyleydi. Ama kendileri olaya hep mizahla yaklaşıyorlardı. Bir açıdan bakıldığında da başka seçenekleri yoktu. İnsanlar, ne zaman çok büyük baskı ve tehlike içinde olsa, bu süreci atlatmak için mizaha yönelir.” şeklinde konuştu.

Gençlerin Birinci Dünya Savaşı hakkında eğitimine katkı sağlamak istediğini söyleyen 56 yaşındaki yönetmen, belgeseli İngiltere’deki tüm liselere gönderecek.

Yapımı 4 sene süren filmin galası, savaşın bitiminin 100’üncü yılı onuruna 16 Ekim’de Birleşik Krallık’ın en büyük sinema etkinliği olan Londra Film Festivali’nde yapılmıştı.

.

(Yeşil Gazete)

Hükümetin kapalı olduğu ABD’de çalışanlara ‘bebek bakın’ önerisi

ABD Sahil Güvenlik Teşkilatı, hükümetin kapalı olması sebebiyle personeline gelir elde edebilmeleri için bazı önerilerde bulundu. ABD Sahil Güvenlik Teşkilatı’nın internet sitesinde hümümetin kapalı olduğu süre boyunca personelin, gelir elde edebilmesi adına beş sayfalık bir kitapçık yer aldı.

Teşkilatın hükümetin kapalı olduğu süre boyunca personeline yapmasını önerdiği işler arasında bebek bakıcılığı, gereksiz ve işe yaramayan eşyaları satma, hobiyi işe çevirme, köpek gezdirme yer alıyor.

Kitapçıkta, hükümetin kapalı olduğu süre boyunca personeline durumu iyi analiz etmesini ve kafasını kuma gömmemesi tavsiyelerinde bulunuyor.

Kitapçık, ABD basınında yer aldıktan hemen sonra internet sitesinden kaldırıldı. Fakat belgeyi gören çok sayıda kişi ekran görüntüsü olarak önerileri sosyal medya hesaplarında paylaştı.

Kitapçıktaki “Kabul edin bu zor bir iş. Zorlu bir iş yapmak için kendinizden ödün verin. Gelirinizi artırmak için kredi kullanmayın. İflas son seçenektir.” gibi ifadeler tartışma yarattı.

Cumhuriyetçiler geçtiğimiz hafta Senato’ya, hükümetin kapalı olduğu süre boyunca ABD Sahil Güvenlik Teşkilatı personeline ödeme yapılmasını içeren bir tasarı sundu. Tasarı Demokratlar’dan da destek almasına rağmen henüz onaylanmadı.

Teşkilatın önerilerinin belirtildiği kitapçığa bu bağlantıdan erişim mümkün,

.

(Hürriyet, Sputnik News)

ABD Dışişleri Bakanı: Erdoğan Kürtlerin korunması için güvence verdi

ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, Irak’a düzenlediği sürpriz ziyaret kapsamında gittiği Erbil’de Türkiye’nin Suriyeli Kürtlerin korunması konusunda güvence verdiğini söyledi.

ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, Ortadoğu ziyareti kapsamında sürpriz bir ziyarette bulunduğu Irak’ta Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin (IKBY) merkezi Erbil’e de uğradı. Pompeo Erbil’de yaptığı açıklamada Türkiye’nin, Washington’ın IŞİD’le savaşan müttefiklerini koruma konusunda güvence verdiğini söyledi.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Suriyeli Kürtler konusunda güvence verdiğini ve ABD’nin Suriye’den çekilmesinin planlandığı şekilde yürürlükte olduğunu belirten Pompeo, “Bizimle birlikte savaşanların korunmasını sağlamak için elimizden gelen herşeyi yapmamız büyük önem taşıyor. Erdoğan taahhütlerde bulundu. O da bunu anlıyor” diye konuştu.

“Türkiye’ye yönelik terör tehdidini kabul ediyoruz”

Türkiye’nin YPG kaynaklı güvenlik endişelerine de değinen Pompeo, “Erdoğan teröristlerin yaşamsal bir tehdit oluşturduğunu dile getirdi. Türkiye’ye yönelik teröristlerden kaynaklı bir tehdit bulunduğunu kabul ediyoruz ve bu konuda çok destekleyici bir tutum içinde olacağız” ifadelerini kullandı.

ABD Başkanı Donald Trump’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton’ın haftasonunda yaptığı açıklamada Suriye’deki Kürtlerin korunması için güvence verilmesini istemesi Ankara’da sert tepkiye yol açmış, Cumhurbaşkanı Erdoğan Bolton’ın ifadelerini “Bolton çok ciddi bir yanlış yapmıştır” diye eleştirmiş, Salı günü Ankara’yı ziyaret eden Bolton’a randevu vermemişti.

Irak’a desteğimiz devam edecek

ABD Dışişleri Bakanı Pompeo, Erbil’den önce gittiği başkent Bağdat’taki temaslarında da Amerikan askerlerinin Suriye’den çekilmesi konusundaki güvenlik endişelerini yatıştırmaya yönelik mesajlar verdi. ABD’nin IŞİD ile mücadeledeki yükümlülüklerine bağlı kalmayı sürdüreceğini vurgulayan Pompeo, “Irak’ın yeni hükümetinin tüm Irak halkına istikrar, güvenlik ve refah getirme çabalarını destekliyoruz” diye konuştu.

Ortadoğu tutuna dün Ürdün’e gerçekleştirdiği ziyaretle başlayan Pompeo, Irak’ın ardından Mısır’a geçti. Pompeo’nın ziyaretinin diğer duraklarını Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Suudi Arabistan, Umman ve Kuveyt oluşturacak.

.

(DW Türkçe)