Ana Sayfa Blog Sayfa 2500

İmamoğlu vaatlerini açıkladı: 200 bin kişiye istihdam, İBB tesislerinde bedava düğün

Yenilenecek İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerini kazanması halinde yapacaklarını bir basın toplantasıyla açıklayan İmamoğlu, ‘organize israf düzeni’ne son vereceğini, adil, akılcı ve hakça bir düzen için çabalayacağını söyledi.

23 Haziran’da yenilenecek İstanbul seçimlerinde CHP’nin adayı Ekrem İmamoğlu, kazanması halinde beş yılda 200 bin kişiye istihdam sağlanacağını, ihtiyacı olan çiftlerin düğününün büyükşehir belediyesi (İBB) tesislerinde yapılacağını söyledi. ‘Organize israf düzeni’nin son bulacağını vurgulayan İmamoğlu, ‘adil, akılcı, hakça’ düzenin, Bağcılar ve Kadıköy’deki çocuğun eşit şartlara sahip olması için çabalayacağının sözünü verdi.

İstanbul Taksim’deki bir otelde ‘İstanbul’da Hayatı Kolaylaştıracak Çözümler Toplantısı’ düzenleyen İmamoğlu, 31 Mart öncesinde kendisinin vaatleri için, “Kimin parasını kime veriyorsun? Bunlar belediyenin işi değil” diyenlerin şimdi aynı tür vaatlerle ‘kopyala yapıştırcılık’ yaptığını söyledi. İmamoğlu, yoksul aileler için daha önce açıkladığı sofra, geçim, eğitim ve evlilik destek paketlerine bir de işsizlik destek paketi eklendiğini vurguladı. İmamoğlu’nun seçim vaatleri şöyle:

Ulaşım indirimleriyle yıllık 2 bin 500 lira katkı

Ulaşımda yapacakları indirimlerle İstanbullu aileleri yılda ortalama 2 bin 500 liralık masraftan kurtaracaklarını belirten İmamoğlu, bu alandaki vaatlerini şöyle sıraladı:

  • 12 yaş altı çocuklara ücretsiz ulaşım
  • 0-4 yaş arası çocuğu olan annelere ücretsiz ulaşım
  • İlk yarım saat içerisinde yapılan tüm aktarmaları ücretsiz olacak
  • 25 yaş altındaki, öğrenci olmayan tüm gençlere yüzde 40 indirim

Yaz ortasında doğalgaz indirimi; insan güler

İstanbul’a ihanet edenlere artık bu kent emanet edilemez” diyen CHP adayı, rakibinin doğalgaz indirimi yapılacağına dair vaadi için ise şunları söyledi: “Yazın ortasında doğal gaza indirim yapacaklarmış. İnsan buna gülmez mi Allah aşkına!”

‘İstanbul tarımda kendine yetecek’

Tanzim satışlarına değinirken, “Milletle dalga geçer gibi ‘varlık kuyruğu’ dediler” diyen İmamoğlu, herkesin sağlıklı ve ucuz gıdaya ulaşabilmesi için tarladan sofraya gelinceye dek, doğru işleyen bir organizasyon kuracaklarını söyledi. CHP adayı, İstanbul’un tarım konusunda Trakya ve Marmara’dan desteklenebilmesi, dolayısıyla fiyatların düşmesi amacıyla bölgesel ölçekte tarımsal koruma ve üretim planı hazırlandığını belirterek, “Böylece İstanbul’un kendine yetmesini sağlayacağız” dedi. İstanbul’daki 150 mahallede organik tarımın teşvik edileceğini belirten İmamoğlu, ayrıca, et ve süt ürünleri üretmek için organize hayvancılık bölgeleri kurulacağını söyledi.

İHE’ye kardeş Halk-Süt

İstanbul Halk Ekmek’e kardeş getirerek Halk-Süt’ü kuracaklarını söyleyen İmamoğlu, ihtiyaç sahibi çocuklara bedava süt dağıtılacağını, ‘mahalle mutfakları’yla da yine ihtiyaç sahiplerine yemek dağıtılacağını anlattı.

İstanbul’un kadınlarla barışık bir kent olacağının altını çizen Ekrem İmamoğlu,  kadın emeği ofisi kurulacağını söyledi; “İstanbullu kadınların kendi markası olacak. İBB İstanbullu kadınların ilk müşterisi olacak” dedi

“Bu kenti çocuklara geri vereceğiz diyen ve  İstanbul’un çocuk ölçekli bir kent olacağını söyleyen CHP’li İmamoğlu’nun çocuklara yönelik projelerinden satır başları şöyle:

  • 0-4 yaşındaki çocukları olan annelere İBB’nin sosyal tesislerinde yüzde 40 indirim uygulanacak.
  • Çocuk sayısı en yüksek ve en yoksul 150 mahallede 100 çocuk kapasiteli kreşler açılacak.
  • İstanbul İmar Yönetmeliği’ne getirilecek yeni düzenleme ile 10 bin metrekare üzerindeki parsellerde yapılacak site tipi konut projelerinde, kamu-özel ortaklığı ile 100 çocuklu kreş yapmak zorunlu hale getirilecek.
  • Çocuk oyun merkezleri, çocuk kültür-sanat merkezleri açılacak.
  • Yoksulluğun çocuklar üzerindeki tahribatıyla mücadele etmek için İstanbul Çocuk Fonu oluşturulacak.

Gençlere aylık 400 lira burs

15-25 yaş arası 2 milyon 278 bin gencin yaşadığı İstanbul’da bu yaş grubundaki her üç gencin birinin işsiz olduğuna değinen İmamoğlu “İstanbul’u gençler için yaşanması zor, pahalı bir şehir olmaktan çıkaracak, onlara her türlü eğitim, kültür-sanat, spor ve iş imkanlarını sunacağız” dedi. İmamoğlu, gençlere yönelik projelerini şöyle sıraladı:

  • 10 pilot ilçeden başlamak üzere kentin tüm ilçelerinde dünya dilleri merkezleri açarak gençlere ucuz hatta ücretsiz dil öğrenme fırsatı sunacağız.
  • İlk yabancı dil sınav ücretini de İBB karşılayacak.
  • 25 yaşın altında, öğrenci olmayan her gence ‘Genç Kart‘ verilecek ve bu kartla İBB’nin tüm kültür-sanat etkinliklerinden, spor tesislerinden ve sosyal tesislerden yüzde 40 indirimli yararlanacaklar.
  • Maddi durumu yetersiz 75 bin gence aylık 400 lira karşılıksız burs vereceğiz.
  • Üniversiteye gidememiş veya eğitimini yarıda bırakmak zorunda kalmış gençlerimiz için hızlandırılmış diploma programları açacağız.
  • Dört adet bağımlılıkla mücadele birimi kuracağız.

İstanbul’da yüzde 15 olan işsizlik oranını tek haneye indirmeyi hedeflediklerini belirten İmamoğlu sadece belediyenin projeleriyle 25 bin kişiye istihdam sağlayacaklarını, toplamda ise beş yılda 200 bin kişiyi iş sahibi yapacaklarını söyledi. Bölgesel istihdam ofisleri sayesinde iş arayanla eleman arayanı buluşturacaklarının altını çizdi.

İstanbul’da, devletin istatistik kurumunun rakamlarına göre 475 bin hanenin geliri yoksulluk sınırının altında olduğuna, bunun 2.8 milyon kişi anlamına geldiğine vurgu yapan İmamoğlu, belediyenin yardım bütçesini 5 katına -yüzde 1.4’ten yüzde 7’ye- çıkaracaklarını söyledi. ‘www.yoksulluklamucadele.org’ adı altında bir internet sitesi hazırladıklarını da duyuran İmamoğlu’nun sosyal adalet odaklı diğer vaatleri ise şöyle:

İhtiyacı olan aileye 200 ila 2020 lira arasında destek

  • Sofra destek paketiyle açlık sınırının altındaki aileler ekmeğe, süte ve damacana suya para ödemeyecek.
  • Geçim destek paketiyle, İstanbul’da geçim sıkıntısı olan her aileye 200 liradan 2020 liraya kadar aylık maddi destek sağlayacağız.
  • Adam kayırmadan vereceğimiz bu desteklerle ailelere yılda 6 bin ila 13 bin arasında nakit destek vermiş olacağız.
  • Eğitim destek paketiyle özellikle gelir seviyesi düşük ailelere katkı sağlayarak çocukların okurken sağlıklı ve nitelikli bir şekilde beslenmelerini ve temel ihtiyaçlarını karşılamalarını sağlayacağız.
  • Öğretim yılı başında ihtiyacı olan 500 bin öğrencinin kırtasiye ve üniforma ihtiyaçları karşılanacak.

İmamoğlu evlenen çiftler için ise şu projeleri sıraladı:

  • Evlilik destek paketiyle yeni evlenecek, geliri yoksulluk sınırı altındaki çiftlere 2 bin lira düğün hediyesi vereceğiz.
  • Kuracağımız beyaz eşya-mobilya çarşısından uygun fiyata eşya sağlayacak.
  • Taşınma masraflarını karşılayacağız.
  • İBB sosyal tesislerinde haftanın bir akşamı çiftlerimizin düğününü ücretsiz hep birlikte yapacağız.

Yoksul hanedeki işsizin sağlık sigortası ödemesi belediyeden

Sağlık hizmetine erişiminin de çoğu kişi için zor olduğunu vurgulayan İmamoğlu bu alandaki projelerini ise şöyle sıraladı:

  • 40 semt doğumhanesi
  • 20 kadın sağlığı tarama merkezi
  • 10 çocuk sağlığı merkezi
  • Üç ağız ve diş sağlığı merkezi
  • Beş işçi sağlığı ve mesleki hastalıklar merkezi açılacak.
  • Engelliler için İstanbul’un farklı semtlerinde, 10 adet bakım evi inşa edilecek.
  • Türkiye İstatistik Kurumu’nun belirlediği yoksulluk sınırı altında geliri olan hanelerdeki işsizlerin Genel Sağlık Sigortası katılım payını İBB ödeyecek.

Mülteci birimi kurulacak

İstanbul’daki sığınmacılara da değinen İmamoğlu, “Göreve gelir gelmez bu konuda İBB bünyesinde mülteciler birimi kuracağız. Öncelikle İstanbul’da yaşayan göçmenlerin nerede, nasıl, hangi koşullarda yaşadığına ilişkin ayrıntılı bir envanter çalışması yapacağız” diye konuştu; kendi memleketlerine dönmeleri için çalışacaklarının altını çizdi.

 

Hong Kong’da onbinler sokağa çıktı, ‘sınır dışı’ tasarısı ertelendi

Hong Kong’da zanlıların yargılanmak üzere Çin’e iadesine ilişkin tasarının yasama konseyinin önüne gelmesi, on binleri yeniden sokaklara döktü. Yolları işgal edip hükümet binalarını kuşatan protestoculara polis müdahale etti. Tasarının görüşülmesi ertelendi.

Çin Halk Cumhuriyeti‘ne bağlı özel yönetim bölgesi Hong Kong‘da ‘sınırdışı ve iade’ yasası çıkarılmasına yönelik protestolar durulmuyor. Zanlıların yargılanmak üzere Çin’e iadesine ilişkin yasa tasarısının pazar günü 1 milyonu aşkın kişi tarafından barışçı şekilde protesto edilmesine rağmen yasama konseyinin önüne gelmesi karşısında on binler sokaklara döküldü.

Dün sabah şafakla birlikte bazısı maske ve kask giymiş, çoğu öğrencilerden oluşan protestocular Hong Kong’un merkezindeki yolları işgal etti ve hükümet binalarını kuşattı.

Hükümet binalarına girişi engellemeye çalışan protestoculara biber gazı sıkan polis, dağılmamaları halinde güç kullanacağı uyarısında bulundu. Hong Kong Polis Teşkilatı, “Bu davranış barışçı toplanmanın ötesine geçmiştir. Derhal dağılma çağrısı yapıyoruz, aksi takdirde münasip güç kullanılacaktır” diye tweetledi.

Hong Kong İdari Genel Sekreteri Matthew Cheung de protestoculara derhal işgalleri sona erdirip dağılma çağrısı yaptı. Hong Kong Ulusal Cephesi isimli siyasi parti, tasarı geri çekilmezse, yasama konseyini basıp süresiz grev yapma tehdidinde bulundu.

1997 yılında İngiltere’den ayrılıp Çin’e bağlanan özerk Hong Kong’un lideri Carrie Lam tasarıyı yasalaştırmakta kararlı olduğunu söylese de gösteriler sonrası Pekin yanlılarının çoğunlukta olduğu yasama konseyi de (LegCo) yasa tasarısının ikinci okumasını ertelediğini duyurdu. Hong Kong özerk hükümeti, hazırlanan tasarıya göre sınır dışı işlemlerinin sadece uzun süreli tutukluluk gerektiren ağır suçlarda uygulanacağını öne sürüyor. Yaklaşık 7 milyon insanın yaşadığı Hong Kong’da, Çin Halk Cumhuriyeti’nin aksine basın ve gösteri özgürlüğü uygulanıyor.

Borsa düştü

Bu arada yaşanan gösteriler ve tasarı ile ilgili tartışmalar, uluslararası öneme sahip Hong Kong borsasını da olumsuz etkiliyor. Hong Kong Menkul Kıymetler Borsası’nın Hang Seng endeksi Salı gününü yüzde 1,59’lük düşüşle kapattı. Bu da Asya borsaları içinde dün itibariyle yaşanan en büyük değer kaybı oldu. Göstericiler söz konusu tasarının yasalaşması halinde Hong Kong’un uluslararası ticaret ve ekonomi merkezi olarak sahip olduğu imajın da zedeleneceğine inanıyor.

Yasa tasarısı ne anlama geliyor?

Hong Kong’da protestolara sebep olan, zanlıların ve şüphelilerin Çin’e iadesini kolaylaştıran yasal düzenlemeler 3 Nisan’da Meclis’e sunulmuştu. Düzenlemeler, zanlıların Çin ana karası, Çin’in Makao Özel İdari Bölgesi ve Tayvan‘a iadesini kolaylaştıracak. Bu bölgelerdeki yetkililer tecavüz ve cinayetle yargılanan kişileri Hong Kong’tan isteyebilecek. Ancak yasayı eleştirenler muhalif siyasetçilerin Çin’e iadesinin önünün açılacağını savunuyor. Uluslararası Af Örgütü de Çin’e teslim edilecek zanlıların bu ülkede işkence ve kötü muameleye maruz kalma ve haklarında görülen davaların adil olmama ihtimalinin bulunduğu uyarısını yapmıştı.

Özel bir yapıya sahip Hong Kong “iki sistem tek devlet” yapısıyla yönetiliyor. Çin yanlısı politikalar benimsemekle itham edilen bir hükümeti olan Hong Kong’un kendine ait yasaları bulunuyor.

Yapılan bütün gösterilere karşın ‘sınırdışı ve iade’ tasarısının 20 Haziran’da nihai oylamayla yasalaşması bekleniyor.

‘Çorlu aileleri’ne plastik mermi

Polis, Çorlu tren katliamında yaşamını yitirenlerin ailelerine Anayasa Mahkemesi’nin önünde plastik mermiyle saldırdı

8 Temmuz 2018’de 25 kişinin yaşamını yitirdiği, yüzlerce kişinin yaralandığı Çorlu tren katliamında yaşamını yitirenlerin aileleri Anayasa Mahkemesi önünde basın açıklaması yapmak için bir araya geldi. Polis yakınlarını kaybeden ailelere plastik mermi ile müdahale etti. Katliamda yaşamını yitiren Oğuz Arda Sel‘in dedesi fenalık geçirdi ve ambulansla alandan götürüldü. Ailelerin yanında HDP Hatay Milletvekili Barış Atay, CHP İzmir Milletvekili Atilla Sertel ve CHP eski milletvekili Aylin Nazlıaka da bulunuyor.

‘Adalet nöbetinin bir ayağı AYM’de olacak’

Oğuz Arda Sel’in annesi Mısra Öz Sel yaşananlarla ilgili şunları söyledi: “Haklarında takipsizlik kararı verenlerin bu takipsizlik kararları kaldırılsın diye Çorlu’da ‘Adalet Nöbeti’ başlattık ama o da dikkate alınmadı. 3 Temmuz’da görülecek dava sadece dört kişi üzerinden yürütülecek. Devlet Demir Yolları üst yönetimi, siyasiler ve bürokratlar kovuşturmada yargılanması gerekli görülmedi. Biz bu kişiler hakkında takipsizlik kararının kaldırılmasını istiyoruz. Bunun için de Anayasa Mahkemesi’ne başvurularımızı yaptık. ‘Adalet Nöbeti’mizin bir ayağı da Anayasa Mahkemesi’nde olacak” ifadelerini kullandı.

CHP İzmir Milletvekili Atilla Sertel de kendilerini engellemek isteyen polislere “Can var ortada. Orada çocuk da öldü, polis de öldü. Bunu zorlarsanız zarar verirsiniz. Polis teşkilatına, iktidara, hukuka da zarar verirsiniz. Biz geçeriz, bunu istiyorsanız yaparız ama daha çok haber olur” ifadelerini kullandı.

TCDD 1’inci Bölge Müdürlüğü Halkalı 14’üncü Demir Yolu Bakım Müdürlüğü Demir Yolu Bakım Müdürü Turgut Kurt, Çerkezköy 143 Yol Bakım Şefliği Yol Bakım ve Onarım Şefi Özkan Polat, Köprüler Şefi Çetin Yıldırım ve Hat Bakım Onarım Memuru Celaleddin Çabuk “taksirle ölüme ve yaralanmaya neden olma” suçlamasıyla 3 Temmuz 2019’da hâkim karşısına çıkacak.

Ne olmuştu?

Kazada yaşamını yitirenlerin yakınları sosyal medya üzerinden seslerini duyurmaya çalışmıştı. Ailelerin sorumluların yargılanması talepleri devam ederken kazadan 8 ay sonra 5 Mart 2019 tarihinde Savcılığın hazırladığı iddianame Çorlu 1’inci Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edildi.

Çorlu Cumhuriyet Başsavcılığı, Ulaştırma Bakanlığı ve TCDD hakkında kovuşturmaya yer yoktur diyerek takipsizlik kararı verdi

Mayıs vahşeti: 27 kadın 3 çocuk öldürüldü; 3 kadına tecavüz, 39 çocuğa cinsel istismar

Geçtiğimiz ay 27 kadın erkek şiddetine kurban gitti. Kadınların yanındaki üç çocuk da öldürüldü. En az üç kadına tecavüz edildi, 64 kadın seks işçiliğine zorlandı. Mayıs ayında en az 39 çocuk cinsel istismara, 28 kadın tacize uğradı.

Bianet’in  yerel ve ulusal gazetelerden, haber sitelerinden ve ajanslardan derlediği haberlere göre erkekler, mayıs ayında en az 27 kadını öldürdü. Öldürülen kadınlardan biri transtı. 53 kadın erkek şiddetine maruz kaldı. .

2019’un ilk beş ayının bilançosu; 126 kadın cinayeti.

Tecavüz

 Mayıs’ta en azüç kadına tecavüz eden erkekler, 64 kadını da seks işçiliğine zorladı. En az 39 çocuk cinsel istismara, 28 kadın tacize uğradı. En az altı kadın (Ankara, Rize, Konya, Ordu, Tekirdağ, Denizli) şüpheli bir şekilde yaşamını yitirdi.İki kadın (Sakarya, Denizli) intihara sürüklendi, en azdört(Diyarbakır, Niğde, İzmir, Elazığ) kadının intiharı da basına “şüpheli” olarak yansıdı.

 Cinayet

2019 Mayıs’ında en az 27 kadın erkekler tarafından öldürüldü. Geçen yıl aynı ay 25 kadının hayatına son verilmişti. Öldürülen kadınlardan biri transtı (Antalya), en az üç kadın koruma kararına rağmen öldürüldü.

Çocuk cinayeti- çocuğa şiddet

Mayıs’ta en az üç çocuk erkekler tarafından öldürüldü. Bu çocuklardan üçü de annelerine şiddet uygulanırken, annelerinin yanındaydı. Adana’da D.Aevde kardeşi B.A.’yı (7) darp etti. İstanbul’da bir erkek, bir çocuğun üzerine araba sürdü ve çocuğu darp etti.

Seks işçiliğine zorlama

64 kadın Mayıs ayında seks işçiliğine zorlandı. Geçen yıl bu sayı, 51’di. Kadınlardan, 61’i Türkiye vatandaşı değildi. En az 40 kadın iş vaadiyle kandırılıp Türkiye’ye getirildi ve pasaportlarına el konularaz seks işçiliğine zorladı.

 Taciz

Mayıs ayında en az 28 kadın tacize uğradı. Bu sayı geçen yıl aynı ay14 idi. Kadınlardan biri engelliydi. 20 kadınıtanımadığı erkek, birini otobüs şoförü, birini gardiyanlar, ikisini kendisini peygamber olarak tanıtan bir erkek, ikisini iş arkadaşı, birini polis, birini hâkim taciz etti.

 Çocuk İstismarı

Aralarında erkek çocukların da olduğu en az 39 çocuk Mayıs ayında cinsel istismara uğradı. Samsun’da kaybolan çocuğu amcasının istismar ettiği iddia ediliyor. Mardin’de bir ve Kars’ta bir çocuk şüpheli bir şekilde yaşamını yitirdi.  10 çocuğu tanımadığı erkekler, dokuzunu imam, yedisini okullarındaki kantinci, beşini esnaf, en az ikisini öğretmenleri istismar etti. Bir çocuğa babası, bir çocuğa da dedesi cinsel istismarda bulundu.  etti.

Şiddet/Yaralama

Mayıs’ta en az 53 kadın şiddete uğradı. eçen yıl aynı ay bu sayı 44 idi. En az 28 kadını, kocası/eski kocası/dini nikâhlı kocası, 11 kadını sevgili/eski sevgili/nişanlısı darp etti. Kadınlar kendilerini darp eden beş erkeği tanımıyordu. En az beş erkeğin durumu basına “tanıdığı erkek olarak yansıdı. İki kadın sevgili olmayı reddettiği için, en az beş kadın ayrılmak istediği için, en az iki kadın kıskançlık, bir kadın da gürültü yaptığı bahanesiyle darp edildi.

Kentin ölümü – Prof. İhsan Bilgin

Sonunda bu da oldu: Binali Yıldırım, başkan seçilirse, Tarihi Yarımada’yı çirkinleştiren yeni yapılardan arındırıp, tamamını baştan sona tarih kokan, kültür ve inanç zenginliğimizi yansıtan bir tarihi mekân haline getirip, eski şehir kavramını yerleştirecekmiş ve oraları yayalaştırılacakmış. Asla anlayamayacakları şey şu: Şehir tek seferde ve mutlak bir iradeyle yapılmaz. İnsanlığın ürettiği en anonim üründür. Yaşayan sosyal grupların tamamının katılımıyla meydana gelir. Üstelik sadece bir zaman aralığının grupları da değildir katılımcıları. Art arda gelen kuşaklar da katılmıştır bu yenilenerek meydana gelme sürecine. Kent, belirli sosyal grupların malı olmadığı gibi belirli kuşakların da değil, kelimenin gerçek anlamıyla herkesindir. Ayrıca yapılı çevre sadece binalardan oluşmaz; kentin hafızası elektrik direği ve kabloları ile mazgal kapaklarından reklam tabelalarına, tüm nesnelerin toplamıyla ve en ihtiyarından turistine, tamamının muhayyilesiyle oluşur. Herhangi bir tercihe göre ayıklanıp kenara konamayacak nesneler ve tahayyüller toplamıdır. Evimin karşısındaki münasebetsiz reklam panosunun bile eksilmesi, yaşam çevresi hafızama hasar verir.

Kent de toplum gibidir; benzeri bir karmaşıklık ve çoğulluğu durmaksızın yeniden üretir. Dijital bağımlılıklarından şikayetçi olsak da yeni kuşaklar o alışkanlıklarıyla dünyadan çekilse sudan çıkmış balığa döner, hayatı nasıl yaşayacağımızı bilemeyiz.

O görece genç binalar, Yıldırım’ın zannettiği gibi aralara serpiştirilmedi. Biri yıkılırken öteki tamamlandı. Biri hayal edilirken diğeri gözden çıkarıldı. Tıpkı toplumun, doğum, ölüm, hastalanma ve iyileşmelerle şekillendiği gibi meydana geldi.

Kenti o serpiştirildiğini zannettikleri binalardan yoksun bırakmaya yeltenirlerse doğup büyüdükleri mahallelerin, evlerin yolunu bulamaz, bulduklarını da tanıyamazlar. Kent eninde sonunda bağlam demektir ve bağlam da tercih ettiğimiz unsurlarla kurulmaz. Neyse odur. Her şeye muktedir olduğunu sanan politikacı ve teknokratların sakarlığa yatkın müdahalelerine karşı çok hassastır.

“Tüyleri yolunmuş tavuk” diye bir deyiş vardır. Böyle sakarlığa meyyal tasavvurların sonunda elde kalacak olan o yolunmuş tavuk olacaktır. Yani kent aşinalığını yitirecektir ki, kent de zaten o aşinalıktan başka şey değildir.

Neyse ki toplumsal kesimlerin tamamını tedirgin edip yerinden oynatacak bu türden fantaziler genellikle lafta kalır. O telaffuzu bile sakıncalı fikri önce ortaya atan, sonra dinleyenler unutur. Buharlaşıp yok olur gider. Unutkanlığın da sığınak olabildiğini akıldan çıkarmamalı.

(Yapı Dergisi’nden alınmıştır) 

Bırakın Dicle özgür aksın, Hasankeyf yaşasın

Batman’ın ilçesi Hasankeyf 12 bin yıllık kesintisiz tarihiyle pek çoğumuzun görmese de en azından adını duyduğu bir yer. UNESCO’nun belirlediği 10 Dünya Mirası Kriteri’nden dokuzuna sahip olan Hasankeyf, son günlerde Ilısu Barajı’yla gündemde. Barajın inşaatının tamamlandığı ve 10 Haziran’dan itibaren su tutmaya başlayacağı yetkililer tarafından açıklanmıştı. Bunun üzerine Hasankeyf’i Yaşatma Girişimi ve Mezopotamya Ekoloji Hareketi 7 ve 8 Haziran günlerinde karşı eylemler yapma çağrısında bulundu. “Hasankeyf doğamız, Dicle kültürümüz” sloganı altında Türkiye, Irak ve Rojava’dan Avrupa’nın çok sayıda şehrine kadar Ilısu Barajı’nın su tutmasına karşı pek çok eylem gerçekleştirildi. Dün barajın su tutmasının erteleneceği haberi yüzleri bir nebze güldürdü. İki haftada bir Salı günleri Açık Radyo’da yayınlanan Sudan Gelen programı içinde Akgün İlhan, Ilısu projesini, baraja karşı mücadeleyi ve antik kentte son durumları uluslar arası su aktivisti Ercan Ayboğa ve Hasankeyf’i Yaşatma Girişimi sözcüsü Rıdvan Ayhan ile konuştu.

– Sevgili Ercan Ayboğa, geçtiğimiz günlerde Hasankeyf Küresel Eylem Günü için çağrıda bulunmanızın ardından 7-8 Haziran tarihlerinde dünyanın farklı yerlerinde Hasankeyf’in ve Dicle Vadisi’nin sular altında kalmaması için eylem ve etkinlikler yapıldı. Eylemler nasıl geçti biraz bahsedebilir misin?  

Eylemler 7 Haziran’da Avrupa’nın Ljubljana, Münich ve Hamburg gibi kentlerinde ‘Gelecek için Cuma Günleri’ yürüyüşlerine katılımla başladı. İklim krizine karşı dünyanın yüzlerce şehrinde her Cuma sokağa inen öğrencilere Ilısu ve başka barajların Mezopotamya’da iklim ve su krizine nasıl neden oldukları anlatıldı. Buna ek olarak aynı günün ilerleyen saatlerinde Avrupa ve Irak şehirlerinde ana meydanlara ve şehirlerin önemli noktalarına gidilerek yürüyüşler yapıldı, bildiriler dağıtıldı, standlar açıldı, konuşmalar gerçekleştirildi ve ortak fotoğraflar çekildi. Eylemlerden biri Paris’te UNESCO merkezinin önünde yapılıp UNESCO’nun baştan beri Hasankeyf konusundaki sessizliği ve eylemsizliği eleştirildi. Viyana’da Ilısu Projesi’nde yer alan en büyük şirket Andritz’in önünde gerçekleştirildi. Bağdat’tan Babil’e, Nasiriye ve Basra’ya kadar on şehirde eylemler oldu.

7 Haziran akşamı saat sekizde sosyal medyada #HasankeyfİçinGeçDeğil hashtagİ üzerinden yoğun paylaşım yaparak Hasankeyf’i sosyal medyada öne çıkardık. Ayrıca Metin Uca, Xero Abbas, Haluk Levent ve Şebnem Sönmez gibi pek çok sanatçı bu kampanyaya videolarla destek verdi.

Video’nun linki: http://www.cumhuriyet.com.tr/video/video/1429127/Sanatcilardan_Hasankeyf_icin_acil_cagri.html

Tüm bunların sonucunda Hasankeyf Türkiye’de ‘top tweet’ konumuna geldi. 8 Haziran günü de eylemler devam etti. Hasankeyf’te saat 12’de köprü başında yerelden aktivist ve siyasetçiler Ilısu Barajı’nın durdurulmasını talep etmek için toplandı. Batman Belediye Başkanı ve HDP milletvekili Ayşe Acar Başaran ve sadece Hasankeyf’i ziyaret eden Birleşik Krallık’tan Avrupa Parlamentosuna seçilen Julia Word de vardı.

8 Haziran günü dikkat çeken eylemlerden biri, Güney Kürdistan’ın Süleymaniye kentinde çok sayıda grubun katılmasıyla gerçekleştirildi. Şili’den ise bir su aktivistinin dayanışma mesajı gönderildi. Londra’da Türk büyükelçiliği önünde eylem yapıldı. Bask ülkesinde ise Ilısu Projesi’ne kredi veren Garantibank’ın ana sahibi BBVA bankasına karşı Bilbo (Bilbao), Donostia (San Sebastian) ve Barcelona kentlerinde pankartlar açıldı ve yapıştırma faaliyeti yapıldı. Daha önceki küresel eylem günlerine göre çok daha fazla katılım sağlandı. Basının da yoğun ilgi gösterdiği eylem günleri oldukça başarılı oldu.

– Ilısu barajına karşı hareket on yıllardır süren bir mücadele. Proje geçmişte bir kaç kez durduruldu. Ancak her şeye rağmen inşaat 2010’da başladı ve kesintilerle de olsa günümüze kadar devam etti. Barajdan doğrudan ve dolaylı olarak etkilenecek 100 bin insan, barajın su tutmaya başlamasıyla ekonomik faaliyetleri kısıtlanacak aşağı akım ülkesi Irak’ta yaşayan Bataklık Arapları gibi halklar, arkeoloğundan iklim bilimcisine akademisyenler, aktivistler, sanatçılar ve vatandaşlar bu projeye “hayır” demesine rağmen bu proje neden durdurulamadı?

Ercan Ayboğa: Bunun pek çok nedeni var. Ülkemizde demokratik bir iklim olsaydı Ilısu Projesi başlayamazdı bile. Zira bu projeye karşı duruş oldukça güçlüydü ve halen de öyle. Yerelden gelen tepki ve karşı duruş da hiç dinmedi. Şimdiye kadar Türkiye’nin birçok yerinden ve kesiminden Hasankeyf’e destek mesajları geldi ve Ilısu Projesi eleştirildi. Açıktan açığa bu projeyi destekleyen sivil toplum kuruluşları çok az. Projenin 2002 ve 2009’da dış finansmanı iptal edildi. Ancak hükümet yılmadı ve bu sefer de finans riskini kendisi üstlendi. 2013’de İdari mahkemenin ÇED uygulaması talep etmesi sonucu baraj inşaatı üç aylığına durunca yasalar değiştirildi. Ilısu Projesi’nin devlet açısından en stratejik yatırım projelerinden biri olması bu yaklaşımda belirleyici oldu. Mesela 2015 Haziran’ında baraj inşaatındaki işçiler kötü çalışma şartlarına karşı greve gitmişlerdi. 2015 yazında devlet karşı baskı ve şiddetle harekete geçince grev sönümlendi. Sonrasında da yerelde ve bölgede kampanya yürütmek çok zorlaştı. Kısaca demokrasi ve adalet eksikliği kaynaklı bu olanlar. Devlet de bunu fırsat bilip inşaatı başlattı ve ilerletti.

Ancak bu dediklerimiz aktivistler için gerekçe olmamalı elbette. Ilısu Projesi’ne karşı kampanya yürütenler zaman zaman başarılı ve yoğun çalışmış olsa da Türkiye’de şartların zor olduğunu göz önünde bulundurarak planlamaları yapmalı. En kötü senaryoya göre hareket edilmesi her zaman en doğrusudur. Bunda eksik kalındığını düşünüyorum. Ilısu Barajı’na karşı hareket, Türkiye’nin bitmeyen en uzun mücadelelerinden biri olması ve projenin birçok defa durdurulmasına rağmen yine de ısrarla devam ettirilmesi sonucu karşı duruşun içindeki insanların bir kısmını yoruldu. Bu kadar gücü elinde toplamış ve ısrarcı bir devlete karşı mücadele etmek sadece Türkiye’de değil her yerde çok zor olurdu. İşte bu nedenle de faaliyetlerde yenilik, çeşitlilik ve koalisyonlar kurmak çok önemli.

Hasankeyf ve Dicle Vadisi’ni korumak için Ilısu Projesi’ne karşı doğan hareket, ülkemizde en eski ekolojik ve yaşam alanı mücadelelerinden biri. Bunu düşünerek sorumluluk alması gerek aktivistlerin ve demokrat olan herkesin. Hasankeyf’i ve Dicle Vadisi’ni yaşatma mücadelesinin özellikle yerelde kültürel ve ekolojik bilincin artmasında önemli rol oynadığını da dikkate almak gerek.

-Peki, Hasankeyf’i şu aşamada bile kurtarmak mümkün mü? Yani Ilısu barajı büyük maliyetlerle 9 senede tamamlandıktan sonra hükümet bu konuda geri atabilir mi?

Ercan Ayboğa: Hasankeyf için de Dicle Vadisi için de hiç bir zaman geç kalmış sayılamayız. Çünkü burada söz konusu olan doğal yaşam alanları ve kültürel mirastır. Evet, barajın büyük bir maliyeti oldu. Ama bu projenin neresinden dönülürse dönülsün toplum için de gelecek nesiller için de kârdır. Zira proje tamamlanırsa yaşanan kayıplar üst düzeyde ve telafisiz olacak. Barajın vaat ettiği enerji ve tarımsal su için başka alternatif kaynaklarımız var. Ancak Hasankeyf ve Dicle’nin alternatifi yok.

2017 yılından bu yana Hasankeyf’te, Zeynel Bey Türbesi’nin taşınmasıyla başlayan süreçte “eserlerin Yeni Hasankeyf’e taşınması” ve “kayaların sağlamlaştırılması” bahaneleriyle yapılan fiziki müdahaleler ciddi yıkımlara neden oldu. Ama buna rağmen halen kurtarabileceğimiz kültürel miras muazzam miktarda. Ilısu Projesi durdurulup iptal edilirse; başta doğrudan etkilenen beş il olmak üzere, Kürdistan, Türkiye ve Irak halklarının ekonomik, sosyal, kültürel ve ekolojik olarak çok ileri düzeyde faydalanacağına kesinlikle inanıyoruz.

Yerel halk, geleceğine yönelik alacağı demokratik, şeffaf ve ekolojik kararlarla kendi geleceğini daha iyi belirler. Kültürel ve doğal alanlar, barajlarla su altında bırakılarak veya madenlerle delik deşik edilerek değil, gelecek kuşakları da düşünerek küçük ölçekli ve demokratik çözümlerle enerji ve su ihtiyaçları karşılanabilir.

15 Mayıs’taki çağrımızla ilk etapta Türkiye hükümetinden Dicle bölgesinin geleceğini toplumla demokratik olarak tartışıp karara varmasını talep ettik. Çağrımız demokrasiye çağrıdır aslında. Son birkaç on yıldır dünyada birçok büyük projenin son anda iptal edildiğini görüyoruz. İnsan ve doğa üzerinde felaket yaratan bu projelerin iptalinin arkasında toplumda yükselen tepkiler vardır. Mesela  Tayland’da inşası tamamlanan Pak Mun Barajı faaliyete geçmişti ama bir süre sonra başta balıkçılar olmak üzere  çeşitli kesimlerin protestoları sonucu 2013’de iptal edildi. Avusturya’da inşası tamamlanan Zwentendorf Nükleer Santrali de 1978’de yapılan özel bir halk oylaması sonucu faaliyete geçmeden bırakıldı.

Bunlardan çıkardığımız sonuç sonuna kadar haklı mücadeleye devam edilmesi gereği. Yanlışa karşı susmamak lazım. Ilısu Barajı’nda su tutulmaya başlansa bile bunun durdurulması için mücadeleye devam etmek gerek. Hatta baraj rezervuarı suyla dolsa bile boşaltılması için mücadele ediyor olmak lazım. Ilısu Barajı’nın yapıldığı bölgede halkın ezici çoğunluğunun bu barajı istemediğini de dikkate alırsak böylesi bir kampanyanın başarı olma olasılığının hiç de sanıldığı kadar az olmadığını göreceğiz.

– Sevgili Rıdvan Ayhan, şimdi size sorayım. Bir Hasankeyfli olarak son gelişmelerle ilgili ne düşünüyorsunuz? Hasankeyf halkı nasıl etkileniyor tüm bu olanlardan?

Rıdvan Ayhan: Bundan birkaç gün önce Hasankeyf’te yürürken arkadaşım Süleyman’ı gördüm. Ağaç dikiyordu. Kendisine ağacı neden diktiğini, barajın su tutmaya başlayacağı haberini duyup duymadığını sordum. Süleyman’ın bundan haberi vardı elbette ama barajın su tutup da suların Hasankeyf’e kadar ulaşacağına inanmadığını söyledi. Ben de onun gibi düşünüyorum. Sular Hasankeyf’i ve bizi yutamayacak. Biz biraz daha kararlı ve inançlı bir biçimde mücadele edersek inanın ki Dicle’nin suyu tutulamaz, Dicle güle oynaya akmaya devam eder.

– Peki, Yeni Hasankeyf diye anılan yeni yerleşim yerinde vaziyet nedir? 15 Mayıs ile 15 Haziran arasında Hasankeyf’in tamamen boşaltılacağı yazıldı medyada. Bunun gerçeklik payı nedir?

Rıdvan Ayhan: Yeni yerleşim yerinde binaların kalitesinde, yollarda ve şebeke suyunda ciddi sıkıntılar var. Bu nedenlerle de kimse gitmek istemiyor Hasankeyf’in karşısında kurulmuş bu yerleşim yerine. DSİ önceden bizi buraya yerleştirmek istedi ama biz direndik ve şimdiye kadar gitmedik. Sadece birkaç aile evlerinde sorunlar olduğu için lojmanlara yerleştirildi. Evlerin kalitesi de iyi değil. Nisanda yağan yağmurlarla evler sular içinde kaldı. Bir de evlerin fiyatlarında sorun var. Mesela bizim eski evleri 100 bin TL’ye saymışsa yeni evler için 150 bin istiyorlar. Böyle olursa insanlar bu farkı ödemekte çok zorlanır. Çünkü yeni yerleşim yerinde herhangi bir iş olanağı yok. Kupkuru bir yerde insanlar hayvancılık, tarım turizm veya esnaflık yapamayacak ki. Hiçbir ekonomik faaliyeti yapamayacağı bir yerde nasıl para kazansın da devlete o kadar parayı ödesin? Eski evlerimizin bağı, bahçesi, merası vardı. Kale Yolu üzerinde esnafın dükkânları vardı. Turizmle geçinen insanlar vardı. Bu insanlar o kupkuru yerde ne yapacak, nasıl geçinecek? Bir de benim için çocukluğumun geçtiği yerler buralar. Yeni bir Hasankeyf yok ki başka yere gidelim. Umarım su tutulmaz, Dicle özgür akar, biz de ait olduğumuz yerde yaşamaya devam ederiz.

(Yeşil Gazete)

Umarım bir cennet vardır – Menekşe Kızıldere

Sarduş’un anısına…

“Umarım bir cennet vardır.” Bir arkadaşım sevildiği bir yakını kaybettiğinde söylemişti bu sözü. ‘Kayıp’ baş edilmesi çok zor bir durumdur. İnsan bu durum karşısında bir şeylere tutunmak istiyor. Kaybettiğini bilinmeyende bir kez daha bulmak fikri hem avutuyor hem de alışmaya yardımcı oluyor. Yaşamdan sonra cennete gidip orada sonsuza dek mutlu olmaktan daha güzeli, dünyada kaybettiklerini orada bulma fikridir galiba. Kedimi kaybettiğimi öğrendiğim ilk anda kafamda bu söz çınladı. Bir süre sonra yakın arkadaşlarıma sanırım yaşamdan sonra bir cennet olması fikrine inanmak istiyorum demeye başladım. Girişten de anlaşılacağı üzere, bu yazının konusu sevdiğini kaybetmek ve bununla başa çıkma yöntemleri.

Hiç durmadan akan zamanda akıp giden hayatı kesintiye uğratmış, havada asılı kalmış gibi bir histir ‘kayıp’. İnsan da devinen tüm varlıklar gibi eylemsiz ( Fizikte, cismin hareket durumunu devam ettirme eğilimi olarak tanımlanır.) olmayı arzular. İyi ve yolunda giden her şeyin sonsuza dek aynı ivmeyle sürüp gitmesine alışır ve bu kesintiye uğradığında huzursuz oluruz. Sevdiğimiz, mutlu olduğumuz şeylerin eylemsizliğinin kesintiye uğraması bizi bir belirsizlik, bilinmezlik durumuna sokar. Sevdiğimizi kaybettiğimizde içinde bulunduğumuz ne yapacağını bilememe ve anlamların yitmesi bu huzursuz belirsizliktir. Sevilenin yokluğu ve varlığında edinilmiş alışkanlıkların bu yoklukta hiçbir yere oturmuyor olması, yeni bir kayıp sonrası düzendir ve buna geçiş hiç kolay değildir. Ben günlerdir eve her girdiğimde O’na sesleniyorum. Biliyorum gelmeyecek ama yapıyorum.  Hala mutfakta yemek yaparken mutfak tezgâhında yanımda durup beni izliyormuş gibi “küçük bir kedi mutfağa girmiş, pembe bir burun, pembe patiler, uzun kulaklar, uzun bıyıklar, küçük bir kedi çok da acıkmış…” diye kendi uydurduğum ve hep O’na söylediğim şarkıyı söylüyorum. Gece uyanıp ayakucumda O’nu arıyorum. Sabah uyandığımda salondaki koltuğa geçip yanıma gelmesini bekliyorum. Ben hala günlük rutinlerimize devam ediyorum. Bunun bir yandan bozulan eski düzeni devam ettirme çabası olduğunun ve bu geçiş sürecinin sancılı olacağının da farkındayım üstelik. Ben salondaki koltukta otururken yanımda yatağında kıvrılıp huzurla uyuduğunda bu huzurun sonsuza dek süreceğini ve hiç bitmeyeceğini sanıyordum. Benim için hayatın normaliydi bu. Hayatımızın rutini ve normali olarak belirlediğimiz şeyler akıp giden ve entropisi (sistemdeki rastgelelik ve düzensizlik) dağılan hayatta bizi eylemsizliğimize sabitler, sükûnet ve düzen sağlar. Aynı zamanı tam bir pür sevgi yumağı olan kedimi, Sarduşumu kaybettiğimde, birlikte yakaladığımız hayat ritmimiz, huzur eylemsizliğimiz sonsuza dek dağıldı. O, benim bu hayattayken asla gidemeyeceğim bir evrene geçti ve ben bu evrende eski düzenimizde kaldım diyorum kendi kendime. Kendi kendime elbette birçok şey diyorum, kaybeden herkes gibi ama şu gerçeklik net: O artık yok ve yeni bir düzen var. Her ne kadar bir uzvumu kaybetmiş gibi acı çekiyor da olsam zamanın da yardımıyla yeni bir düzen kuracağım. Eski düzenimizdeki rutinimiz de anılara dönüşecek. Herhangi bir kayıp için de kısaca durum budur. Eski düzen bozulur ve eski düzen geçmişe dönüşür. Yeni bir düzen başlar. Bu kâinattaki tüm öteki varlıklardan ayrı olarak insan düzen değiştirmeye teşnedir aslında. İnsanın gezegendeki tarihine bakınca savaşlar, yıkımlar, yeniden kuruluşlar birer varlık olarak devinimimizin düzen değiştirmek olduğu ve bunun bizim eylemsizliğimizin bir parçası olduğu fikrini çıkarabiliriz. Bir kaybın ardından yeni bir düzen kurmak doğamızın bir parçasıdır.

İnsanın başka türden bir canla kurduğu bağ, insanlarla kurduğu bağdan farklıdır. Bir köpeği köpek, bir kediyi kedi olarak sever insan. O can da bir hayat arkadaşı olur ama kendi türü gibi bir arkadaş olur. İnsanlaştırmak benim için doğru değil en azından. Bir kedi sadece kedidir. Ben onu evladım gibi sevsem de o kendi türünde bir candır. Zira kedilerin harikuladeliği de şahıslarına münhasır kediliklerindendir. İnsan ve öteki tür arasındaki en sarsıcı bağ zamanla oluşan o pür sevgi bağıdır. Ben bu katıksız sevgiyi hissetmeye başladığımda tüm duygu dünyam değişti. Bu çok güçlü bir dönüştürücüymüş dedim. İnsana daha fazla merhamet, farkındalık ve hoşgörü katıyor. Sevme yeteneğini güçlendiriyor. Daha sabırlı ve daha huzurlu yapıyor. Benim için akıp giden zamanı bile yavaşlatmıştı diyebilirim. Sevgi gerçekten en büyük dönüştürücü güçmüş. Bir hayvan sahiplenmek aslında birçok sorumluluk ve masrafı getiriyor. Ciddi bir karardır. Fakat o can ile kurduğunuz o özel bağ o kadar kıymetli, o kadar iyi hissettiren bir süreç ki, insan yaptığı her şeye, çektiği zahmetlere gönüllü oluyor. Verdiğinden çok daha fazlasını alıyor. Merhamet insanın yaralarını iyileştiren bir histir. Bir hayvan sahiplenmek insanın duygu dünyasının içinde derinden bir iyileşmeye yol açıyor. O derinden pür sevgi, gelişen merhamet kaçınılmaz bir iç barışa ve huzura götürüyor. Bu hiç kimseyi daha iyi bir insan yapmaz elbette ve her insan için durum farklıdır fakat insana iyi geldiği tartışmasız.

Sahiplenilen canın huzurlu ve güvende hissetmesinin verdiği mutluluğu gördükçe keşke daha evvel yapsaymışım bunu diyor insan. Buna karşın canlıların bir meta gibi kafeslere koyulup satılmasına, sergilenmesine, sahiplenilip terk edilmesine karşı büyük bir öfke yaratıyor buna şahit olmak. Gücü yetiyor diye insanların hayvanlara ettiği eziyetler konusuna hiç girmeyeceğim bile. Şiddeti ve nefreti konuşmak yerinde daha çok hayvanların haklarını ve onların nasıl korunacağını konuşmak gerek. Eğitim sisteminin insanı her şeyin üstüne koyup her şeyi insan faydası odaklı gören zehirli anlayışının nasıl değişeceğini konuşmak gerek. Tüm canlara saygıyı, yaşam hakkına saygıyı nasıl hep beraber öğrenip hayat pratiğine dönüştüreceğimizi konuşmak gerek. Ben Sarduşumdan (Aslında adı Sardur, Urartu karlı I.Sarduri’den esinlenerek kedime bu adı koydum. Benim için Urartu’nun son kralıydı. Fakat O’na hep Sarduş diye hitap ettim ve böyle kaldı.) aldığım tüm güzellikleri, O’nun anısı için devam ettirme niyetindeyim. Gücümün yettiği kadar her cana sahip çıkmak, yardım etmek, sevgi göstermek gibi. Evimin iş yerimin yakınlarındaki hayvanlara bir kap su, mama koymak, bazen sadece sevgi görmek için yanıma gelen o cana sevgi göstermek hiç zor değil. Fakat bu yetmez. Nasıl ki tüm ezilenlerin mücadelesi politikse, ezilen öteki canların mücadelesi de politiktir. İnsanın gücü yetiyor diye diğer canlara eziyet etmesi asla münferit değildir. Bu bir güç meselesidir. Sırf gücü yettiği için eziyet etmek sadece kişinin içindeki kötülük değildir. Gücü böyle kullanmak bir öğrenilmiş kötülüktür. Bir sistem sorunudur. Değişmesi gereken bir sistem ve zihniyettir. Kimsenin içine zorla merhamet sokamayız ama hayvanlara karşı suç işleyenlere caydırıcı cezalar verebiliriz. Hiç o suçlar işlenmeden koruyucu önlemleri alabiliriz. Bunun için yasalara ve iyi işleyen yerel yönetim uygulamalarına ihtiyacımız var. Kişisel olarak yaptığımız her şeyin yanında hayvan hakları yasasının geçmesi için, oy verdiğimiz yerel yönetimlerin bu konuda önlemler alması için politik baskı uygulamak, vatandaşlığımız üzerinden taleplerde bulunmak zorundayız.

İnsan başka türden bir canı yitirdiğinde de kedere ve acıya boğulup yas tutabilen bir varlık. Bu aslında kötü değildir. Merhametin ve sevme yeteneğinin kuvvetli olduğunun göstergesidir. Ben kedimi çok seviyordum ve onu kaybedince elbette canım çok yandı. Bu benim için acı bir kayıp. Beni en iyi evinde hayvan dostları olanlar anlıyordur. Yaşadığımız hayat hiçbir zaman cennet olmayacak ya da bu hayattan sonra ne var hiçbirimiz kesin olarak bilmiyoruz fakat tüm canlar onurlu bir yaşamı hak ediyor. Kendimiz gibi ötekilerin de onurlu yaşamı için elimizden geleni yapabiliriz. Belki de cennet budur. Yinede de Sarduşumun beni kapıda karşıladığı bir cennete hayır diyemeyeceğim. Umarım vardır.

Herkesin sahiplendiği hayvan dostlarına sağlık ve uzun ömürler dilerim.

Sudan’da kriz: Askerler cinayet ve tecavüzden gözaltında, halk sivil itaatsizliğe başladı

Sudan’da oturma eylemi yapanlara saldırıp 117 kişiyi öldüren ve çok sayıda kadın ve erkeğe tecavüz ettiği belirlenen askerler gözaltına alındı. Eylemciler sivil itaatsizliğe başladı, Hartum’da polis saldırısında 4 kişi öldü.

Sudan’da geçen hafta oturma eylemi yapan protestoculara müdahale eden çok sayıda asker gözaltına alındı. Askerlerin müdahalesi sonucu 117 gösterici yaşamını yitirmişti. Özgürlük ve Değişim Bildirgesi Güçleri’nin (DFCF) çağrısıyla çağrısıyla sivil itaatsizlik eylemlerine geçilirken, Hartum’da polis saldırısında dört kişi hayatını kaybetti.

BBC’nin aktardığına göre, Sudan resmi haber ajansı Suna’ya açıklama yapan iktidardaki Askeri Geçiş Konseyi (AGK), ön soruşturma neticesinde olaylara müdahale eden bazı askeri birliklerle ilgili geçici kanıtlara ulaşıldığını kaydetti.

Yapılan açıklamada tüm suçlular hakkında yasal işlemlerin yapılacağı vurgulanırken, gözaltına alınan askerlerin sayıları ve haklarındaki suçlamalarla ilgili bilgi verilmedi. Sudan Ordusu, 3 Haziran’da başkent Hartum’da oturma eylemi yapan protestoculara sert müdahalede bulunmuş, olayda Sudan Doktorlar Birliği‘nin açıklamalarına göre 117 gösterici yaşamını yitirmiş, en az 500 kişi de yaralanmıştı.

Esnaf kepenk kapattı

Ülkede askeri cuntanın sona ermesine yönelik protesto eylemleri de sürüyor. Muhalefetin çağrısı üzerine Ramazan Bayramı sonrası ilk işgünü olan pazar günü (8 Haziran) başlayan süresiz genel grev ve sivil itaatsizlik eylemleri nedeniyle başkentteki bir çok dükkan kepenk kapama eylemi yaptı. Sendikalar Birliği SPA, gösterilerin barışçıl bir havada geçmesi için çağrıda bulundu. Sendikalar ve muhalefet askeri yönetimin hükümeti bir an önce sivil bir siyasi oluşuma devretmesini istiyor.

Hartum’da başlatılan sivil itaatsizlik eylemine yapılan polis müdahalesinde de dört kişi hayatını kaybetti. Ülkedeki muhalif gruplar, ordunun eylemcilere sert müdahalelerinin ardından halka işe gitmeme çağrısı yaptı. Sudan’daki bazı meslek örgütleri de, DFCF çağrısıyla sivil itaatsizlik eylemlerine katıldıklarını duyurdu.

Öğretmenler Komitesi, Gazeteciler Ağı, Mühendisler Birliği, Veterinerler Birliği, Avukatlar Demokratik İttifakı ve Eczacılar Merkez Komitesi, sivil itaatsizlik eylemine katılım sağladıklarını açıkladı.

Sudan Komünist Partisi‘nin de içinde bulunduğu DFCF, Hartum’da yaklaşık iki aydır sivil hükümete geçiş talebiyle ve demokrasi çağrısıyla eylemlerini sürdüren muhalif göstericilere liderlik ediyor. DFCF, 3 Haziran’da AGK ile müzakereleri durdurarak süresiz, kapsamlı sivil itaatsizlik ve grev çağrısı yapmıştı.

70’ten fazla tecavüz

Sudan Doktorlar Komitesi ise başkent Hartum’daki hastanelerde 70’ten fazla tecavüz vakası tespit edildiği iddiasını duyurdu. Tecavüzlerin saldırı sırasında veya hemen sonrasında gerçekleştiği öne sürüldü.

Royal Care Hastanesi‘nden bir doktor, beşi kadın üçü erkek olmak üzere sekiz tecavüz mağdurunu tedavi ettiğini söyledi. Hartum’un güneyindeki bir diğer hastanede görev yapan sağlık görevlisi de iki kişinin tecavüz şikâyetiyle geldiğini, bunlardan birinin dört RSF mensubunun saldırısına uğradığını aktardı. Sosyal medyada da pek kişi benzer vakalara tanıklık ettiğini ifade etti.

Tecavüz mağdurlarının korku ya da güvensizlik nedeniyle tıbbi yardım alamadığı da kaydedildi.

Sudan’da iletişime yönelik kısıtlamalar nedeniyle cinsel şiddetin ne kadar yaygın olduğu henüz bilinemiyor ancak insan hakları aktivistleri ve muhalif gruplar tecavüz raporlarının güvenilir kaynaklar tarafından aktarıldığını vurguluyor.

Pusulalar hazır

İstanbul’da 23 Haziran’da yenilenecek yerel seçimler için pusulalarda adayların ve partilerin yerleri belirlendi.  4 parti ve 17 bağımsız adayın yer aldığı pusulalar mühürlenerek ilçe seçim kurullarına gönderildi.

YSK kararı ile 23 Haziran’da yeniden yapılacak olan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerinde yarışacak 4 parti ve 17 bağımsız adayın pusuladaki yeri belli oldu. Basılan oy pusulaları ilçe seçim kurullarına gönderildi.

İstanbul’da yeniden yapılacak seçimde, 31 Martta kullanılan oy pusulaları baz alındı. Seçime katılan partilerin yerlerine belirleyen kura çekimi bu kez yapılmadı. Sadece seçimden çekilen partiler pusuladan çıkarıldı. Buna göre, pusulanın ilk sırasında Saadet partisi, ikinci sırada Vatan Partisi, üçüncü sırada CHP ve dördüncü sırada AKP yer alıyor. 17 bağımsız adayın ismi de parti logolarından ayrı bir bölümde 2 sıra halinde dizildi.

31 Marttaki bağımsız adayların bazıları da 23 Haziran seçimlerine katılmama kararı almıştı. Yeni oy pusulaları mühürlenerek İstanbul’un 39 ilçesindeki seçim kurullarına gönderildi.

 

Maç izlemek isteyen İranlı kadınlara saldırı

İran’da stadyumda futbol maçı izlemek isteyen kadınlara güvenlik güçleri saldırdı. Çok sayıda kadın yaralı, en az iki kadın gözaltında.

İran’da, İran ile Suriye arasındaki futbol maçını izlemek için stada girmeye çalışan kadınlar saldırıya uğradı. Uluslararası Af Örgütü’nün İran araştırmacısı Mansoureh Mills saldırı ile ilgili olarak, “Bir kez daha İranlı yetkiler kadınlara basit bir futbol sevgisi yüzünden zulmediyor” dedi.

Ülkede kadınların futbol maçı izlemesi yasak. Ancak İran Futbol Federasyonu kadınların bilet almasını engellememişti. Kadınların biletleri satın almasının ardından  Federasyon ertesi gün hiç bir açıklama yapmadan kadınların bilet alma opsiyonunu engelledi.

‘Suriyeli kadınlar stada girdi’

İranlı kadınların stadyuma girmesi güvenlik kuvvetlerinin şiddetli müdahalesiyle engellenirken Suriyeli kadınların stadyuma girmesine ise izin verildi. Kadınlardan en az ikisi gözaltına alınırken, saldırıya uğrayan kadınların akıbeti ile ilgili henüz net bir bilgiye ulaşılmadı. Olayla ilgili röportaj yapan kadınlar da saldırıya uğradı.

Kadınlardan biri ağlayarak güvenlik güçlerinin “kadınlardan birinin göğsüne ayağını koyduğunu, telefonunu zorla aldığını ve çantasını kopardığını” söyledi. Güvenlik güçlerinin kendilerine topluca saldırdığını söyleyen kadınlar, yerlerde sürüklediklerini anlattı.

Geçen yıl da maçları izlemek isteyen çok sayıda kadın gözaltına alınmıştı.