Ana Sayfa Blog Sayfa 2496

İstanbul seçimi ve etik meselesi 1: Eşitsizlik neyse de maçı kirletmemek lazım – Bülent Bilmez

Son seçimlerde gerçekliğin artık iyice ayyuka çıkması, (gerekli yavaşlıkta tedrici ısıtılan suda kaynatılmaya tepkisiz kalan kurbağa misali) utanmazlığa alıştırılmış topluma hilenin normalmiş gibi sunulmasının bile mümkün olduğunu gösteriyor…

Evet, bir metropolün seçimleri tüm dünyanın önünde giderek kendisini çok aşan boyutta ve nitelikte bir ‘dönüm noktası’na dönüştü veya dönüştürüldü ve sonuçta aktörler iki kutupta toplandı… Bunda en büyük payın AKP’ye ve özellikle reisi Erdoğan’a ait olduğunu artık herkes ifade ediyor: Uzun bir süredir sağ popülizmin en klişe taktiği olan kutuplaştırma üzerinden iktidarını pekiştirmede ‘usta’laşan Erdoğan, getirdiği başkanlık sisteminin dayattığı yüzde 50’yi aşma zorunluluğu aracılığıyla genelde çok aktörlü siyaset arenasını da böylece iki aktörlü bir maça dönüştürmeyi başardı.

Çoğulculuk yerine çoğunlukçuluğun hâkim olduğu mevcut küresel konjonktüre uygun olarak, demokrasi seçim sandığına indirgenirken, neoliberal anlayışıyla yürütülen satış kampanyalarına dönüşmüş seçimler ise kutuplaşma üzerinden artık iki takımın mücadele ettiği acımasız bir müsabaka gibi yaşanıyor memlekette…

Bu yazının konusu bazen bir boks maçı, bazen futbol maçı ruh haliyle yürütülen bu müsabakalar değil, bu konuda seçim öncesi ve sonrası analizlerde gündeme gelen etik bir mesele… Bu meseleyi dile getirmek için aklıma gelen metafor, maç yorumları/analizleri oluyor. Her şeye rağmen ikinci maça çıkmayı kabul eden muhalefetin durumu ise klasikleşmiş bir film olan Zafere Kaçış filmini hatırlatıyor…

Adaletsiz/kirli maç ve analizlerde etik meselesi 

Tüm spor müsabakalarında olduğu gibi, futbolda güç dengesi şart değildir. Hatta günümüzde büyük takımların (mesela ‘üç büyükler’in) kendilerininkiyle karşılaştırılamaz küçüklükte kapasiteye, bütçeye ve güce sahip takımlara karşı oynadıkları maçlar, adaletsizlik boyutu hiç sorgulanmadan oynanır ve yorumcular/analizler bu bariz eşitsiz durumu tamamen kabullenerek konuşur: Eşitsizlik inkâr edilmez veya görmezlikten gelinmez, ama adeta doğanın kanunu olarak kabul edilir. Nihayet ‘bir elin beş parmağının ile eşit olmadığı’ düzeyinde banal bir söylemle bu durum bazıları tarafından savunulabilir de… Futbolun ‘özü’nde bulunduğu iddia edilebilecek bu ‘aşırı liberal’ doğa kanunu kadar, futbolu hâlâ insani ve doğal kılan, her şeye rağmen sonucun tahmin edilemeyeceği, daha doğrusu sürprizlerin her zaman geçerli olduğu gerçeği de bu durumun yeterince rahatsızlık yaratmamasında rol oynar. Sorun, varlığı zaten normalleşmiş güç dengesizliğinin niceliğiyle ilgili olarak ortaya çıkabilir sadece: Daha ligin başında şampiyon olması mümkün sadece bir veya iki takımın bulunduğu ligler ne kadar zevkle izlenir bilinmez! Gerçi öyle ligler de milyonlarca insan tarafından nasıl zevkle izlenebiliyor, ancak mesela şampiyonun çok önceden belli olabileceği gibi durumlarda, ilginin azalmaması veya bitmemesi için gönüllü puan kayıpları söylentileri de hiç eksik olmuyor… Nitekim neoliberal pazarda metalaşmış her şey gibi, günümüzde futbol da seyircinin manevi desteğinden çok maddi katkısıyla var olabiliyor ancak.

Savaş iyi veya kötü olabilir, ama ‘kirli’ savaş kategorik olarak kötüdür: “Eşitsizlik neyse de hile karıştırıp maçı kirletmemek lazım!”

Eşitsizliğin/dengesizliğin kabullenildiği paradigma içinde bile açıkça adaletsizlik, haksızlık veya kirlilik olarak görülen şeyler vardır: Hakemin açık taraftarlığı, maç öncesi veya sonrası oyuncuların fiziki veya psikolojik olarak oynayamaz hale getirilmesi, şike, vb.

Ancak maç öncesinde oyuncuların (mesela otobüslerinin, kulüplerinin veya şahıs olarak kendilerinin) saldırıya uğradığı, kalelerin, topun veya çizgilerin hileli olduğu, hakemin satın alındığı veya bir tarafın ellerinde silahla maça çıktığı gibi durumlar herhalde kimse tarafından açıkça kabullenilmez, savunulmaz veya görmezlikten gelinemez. Bunların olduğu bir durumda maçtan önce, maç esnasında ve özellikle sonrasında oturup hiçbir şey olmamış gibi ‘futbol’ yorumu yapmak; yok efendim ‘yanlış diziliş’, ‘kafayı öyle değil böyle vurma’, ‘duran toplardan medet umma’ veya ‘yanlış oyuncu oynatma’ gibi eleştiriler, ‘defansif veya ofansif veya kontratak oynanmalıydı’ gibi öneriler açıkça etik olmayan bir şeydir. Bunu yapacak futbolsever veya futbol analisti ve hatta futbol taraftarı açıkça utanmazlık yapıyordur. Dünyanın her yerinde böyledir sanırım.

Ancak yıllardır bu ülkede, seçimler söz konusu olduğunda bu etik kuralının geçerli olmadığını görüyoruz. Son seçimlerde gerçekliğin artık iyice ayyuka çıkması, (gerekli yavaşlıkta tedrici ısıtılan suda kaynatılmaya tepkisiz kalan kurbağa misali) utanmazlığa alıştırılmış topluma hilenin normalmiş gibi sunulmasının bile mümkün olduğunu gösteriyor…

23 Haziran bağlamında etik sorunu

Türkiye’de son yıllarda (ittifaklar nedeniyle karma da solsa) iki takım arasında yapılan derbi maçlarına benzemeye başlayan seçimlerde söz konusu olan bariz dengesizlik, yani tarafların eşit koşullarda yarışamaması gerçeği, neredeyse herkesin bildiği, ama avantajlı olanların sorgulamadan kabullendiği, dezavantajlı tarafın ise şikâyet etse de kabul etmek zorunda kaldığı bir durum.

Ancak son zamanlarda bunları katbekat aşacak şekilde yaşanan seçim öncesi devlet eliyle saldırılar, kampanyalarda devletin olanaklarının açıkça ve ‘ezici’ şekilde kullanılması, sandık hileleri ve şimdi de seçim sonrası ayak oyunları ve dayatmalar aracılığıyla ortaya çıkan tüm adaletsizlikler, (sorgulanarak veya sorgulanmadan) sonuçta kabul edilmeye, neredeyse normalleşmeye başladı.

Açıkça insanların utanma duygusunun ortadan kalktığını gösterecek şekilde, bunu bir işbilirlik, beceri ve sonuçta başarı hikayesi olarak okumakta ısrarlı olan kazanan taraf, seçici algının keyfini çıkararak inkâr denizinde keyfine bakıyor. Kaybedenler ise bir yandan içten içe isyan ederken, aslında bu yaşananların, daha önce normalleşmesine katkıda bulundukları birinci aşamadaki dengesizlik/eşitsizlik ile ilişkisini bilmenin/hissetmenin mahcupluğuyla, yapılanları sonuçta sineye çekiyor.

Biraz da bugünün sorununu çözememenin çaresizliğiyle geleceğe kaçıyor…

Mevcut bataklıktan başka türlü çıkamayacağı inancı ve derin çaresizliğiyle, kendisine uzatılan küçük ve incecik umut çubuğuna bile, tüm etik meseleleri bir yana bırakarak, sıkı sıkı sarılıyor…

Yaşanan bunca haksızlıklar ve kanunsuzluklardan sonra yapılması gerekenin, kendileriyle alay edilmesi anlamına gelen ikinci/tekrar İstanbul belediye başkanlığı seçiminin boykot etmek olduğunu, aslında çok iyi biliyor. Ancak, vahşi rekabetin normal kabul edildiği neoliberal pazar koşullarıyla özdeşlemiş olan ‘siyaset pazarı’nda her türlü ahlaksızlığın toplum tarafından iyice kabullenildiğini, açıkça ortada duran etik dışı veya ilkesel olamayan tutumlara karşı çıkmanın toplumda karşılığının maalesef olmadığını bildiği için, boykot ciddi bir alternatif olarak gündeme bile getirilemiyor!

Rakibin etik dışılığı zaten kabul edilmiştir, ama şimdi topumun etikle pek ilişkisi kalmadığını bilmenin vakurluğuyla, ‘her şeye rağmen maça çıkıp, hakeme ve tüm eşitsiz koşullara rağmen maçı almak’ dışında bir şey düşünülmemektedir…

Oysa maç maç olmaktan, seçim seçim olmaktan, siyaset siyaset olmaktan, doğrusunu söylemek gerekirse toplum toplum olmaktan çıkmıştır çoktan… Üstelik herkes bunu aslında görüyor, biliyor veya hissediyor… Herkes maça odaklanmışken asıl konuşulması gerekenin bu çok derin ve kalıcı sorun olduğu ise görülmüyor veya görülmezden geliniyor… Belki herkes kendi takımının gücü elinde tuttuğu zamanlarda aynı şeyleri yapacağını bilmenin utanmaz kabulüyle bunu yapıyor…

Tüm bunlar olurken, en sinir edici şey ise birçoğu meslektaşımız veya arkadaşımız olan aydınların da seçim akşamı ve sonrasında en vulger futbol programları seviyesinde, tüm olan biten çirkinlikleri bir yana bırakıp adeta temiz/normal bir maç yorumu yapar gibi, ‘sonuç’la ilgili rakamlar konuşuyor, detaylı niceliksel analizler vs. yapıyor olmasıdır…

Elbette herkesin bu koşullarda her türlü yorumdan, analizden kaçınmasını önermek veya bu işe kalkışmasını bile etik dışı bulmak çok yanlış olur. Ancak seçimlerden önce veya sonra konuyla ilgili yapılan her yorumun/analizin başında ve sonunda, yapılan yarışın ne kadar haksız ve hatta utanılası bir şey olduğunun altını çizmek, önemli bir etik kural alabilir. Söze bu rezervle başlayıp, yine bu konuda net bir hatırlatmayla bitirmek gerekiyor… Yani işin bu boyutunun ısrarla belirletilmesi ve hatta bunun seçimlerin sonucundan daha önemli olduğunun altınının çizilmesi gerekiyor…

Ek olarak, sadece kendisine değil, her parti ve gruba karşı yapılan haksızlığa şimdiden açık ve net şekilde karşı çıkmasının muhalefetten beklendiğinin belirtilmesi gerekiyor… Zaten demokrasinin sandıkla özdeştirilerek daraltılması anlamına gelecek şekilde, herkesin odaklandığı neredeyse tek demokratik eylem olan seçimlerin, iktidara gelindiğinde daha adil ve etik şekilde yapılacağı vaadini/sözünü, kesinlikle muhalefetten de talep etmek gerekiyor.

*Prof. Dr. İstanbul Bilgi Üniversitesi Tarih Bölümü/Berlin Humboldt Üniversitesi Tarih Bölümünde misafir öğretim görevlisi 

(‘Gazete Duvar’dan alınmıştır)

Assange’in iade duruşması Şubat’a ertelendi

Britanya’da bugün görülen duruşmada WikiLeaks’in kurucusu Julian Assange’ın ABD’ye iade davasının Şubat 2020’ye ertelenmesi kararı alındı. Britanya İçişleri Bakanı Sajid Javid, Assange’ın ABD’ye iadesini onaylayan belgeyi dün imzalamıştı. Westminister Mahkemesi’nde görülen duruşmada çıkan karara göre Assange’ın ABD’ye iadesinin görüşüleceği duruşma 24 Şubat tarihinden sonra beş günlük bir oturumda gerçekleşecek.

Duruşma sırasında mahkeme binası önünde toplanan Assange taraftarları, ABD’ye iade edilmemesi için protesto düzenledi. Protestocular ellerinde ‘Assange’a özgürlük’‘Elçiye zeval olmaz’‘Özgürlüğü ve demokrasiyi savun’ yazan pankartlar taşıdı.

Assange 2010’da ABD Dışişleri Bakanlığı’nın çok sayıda gizli yazışmasını WikiLeaks aracılığıyla kamuoyunun erişimine açarak büyük tartışmaya neden olmuştu. Eğer ABD’ye iade edilirse, Assange ABD’nin ‘Casusluk Kanunu’ kapsamında 18 suçtan yargılanacak.

Kefalet koşullarını ihlal sebebiyle 50 haftalık hapis cezasına çarptırılan Assange, şu anda Britanya’da Belmarsh Cezaevi’nde bulunuyor.

Kazdağları’nda yöre halkından RES türbini kaçırmaca

Eybek Dağı’nda yapımı tasarlanan 40 RES türbinine karşı yöre halkı ve aktivistler öfkeli. Kazdağlarında RES’e hayır Dayanışması, imza kampanyası başlattı. Proje gerçekleşirse, 25 kilometrelik yeni bir yol açılacak, 11 kilometrelik eski yol ise genişletilecek. Türbinlerin yerleştirileceği yerde 139 bin dönüm tarım ve ormanlık alan etkilenecek.

Balıkesir’in Havran ilçesinde Kazdağı silsilesinin bir parçası olan Eybek Dağı’nda yapımı tasarlanan 40 adet RES türbiniyle ilgili 17 Haziran’da Ankara’da yapılacak İnceleme Değerlendirme Komisyonu (İDK) toplantısı, ekoloji aktivistleri ve yöre halkını yeniden harekete geçirdi.

Edremit’e bağlı Yaşyer Mahallesine üç, Hacıarslanlar Mahallesine dört kilometre mesafede yapımı planlanan RES türbinlerinin yedi tanesi tarım alanında, 33 tanesi ise ormanlık alanda yer alıyor. Doğa gönüllüleri ve yöre halkı, ekosisteme vereceği zararlar dışında Çevre Etki Değerlendirme (ÇED) raporunda birçok çelişki bulunan projenin iptalini istiyor.

Gerçekleştiğinde yılda 524 bin kilovatsaat enerji üretmesi planlanan, içinde tarım alanları ve ormanların bulunduğu 138 bin dönüm arazinin tahsis edildiği projede ne kadar ağaç kesileceği ise bilinmiyor.

Ömrü 49 yıl

Çanakkale Orman Bölge Müdürlüğü’nün gen koruma alanına 30 metre mesafede olduğu belirtilerek itiraz ettiği proje için bölgeye 8 metre genişliğinde 25 kilometrelik yeni bir yol açılacak, 11 kilometrelik eski yol ise genişletilecek. 10 ayda tamamlanması planlanan projenin işletme ömrü ise 49 yıl olacak. Polat Enerji’ye ait görünen, yüzde 90’ı Kanada ve Fransız sermayeli Duygu RES adlı proje için geçtiğimiz Ekim ayında Edremit’te yapılmak istenen “Halkı Bilgilendirme Toplantısı”, projeye karşı çıkan yöre halkı bilgilenmek istemediği için yaptırılmamıştı.

İmza kampanyası düzenlendi

Kazdağları’nda RES’e Hayır Dayanışması, proje hakkında halkı bilgilendirmek amacıyla Edremit Cumhuriyet Meydanı’nda imza kampanyası düzenledi. Yapılan basın açıklamasında da  “Projenin gerçekleştirileceği Eybek Dağı ve çevresi Edremit Körfezi’nin akciğeridir. Proje alanı yer seçimi yanlıştır. Projenin burada gerçekleştirilmesi, bölgede ciddi tepkilere yol açacaktır” denildi.

Açıklamada özetle şu görüşlere yer verildi.

“Yollar ve türbinlerin kurulum alanlarında yapılacak kesim ve inşaat faaliyetleri nedeniyle bölgenin eşsiz ekosistemi etkilenecektir. Ayrıca proje alanında tarım alanı ve meralar da vardır. Köylülerin tarım alanlarının kamulaştırılması ve meraların tahsisi durumunda, köylüler tarım yapamaz, hayvan yetiştiremez hale gelecektir.”

‘Yerel yönetimler ve halk da sürece katılmalı’

Yenilenebilir enerji üretimini kendilerinin de destekliği belirtilen açıklamada, “Ancak uygulamanın ve yer seçiminin doğru olması enerji yatırımlarının doğayı tahrip etmemesi ve rant odaklı olmaması gerekir. Enerjinin Almanya, Danimarka gibi ülkelerde olduğu gibi yerel yönetimlerin ve halkın katılacağı kooperatifler aracılığıyla üretilmesi en doğru yoldur. Ne yazık ki ülkemizde yenilenebilir enerji yatırımları da özellikle yabancı sermayeli şirketler aracılığıyla ranta ve talana dönüştürülmüştür” ifadelerine yer verildi. Edremit Belediye Başkan Yardımcısı Metin Tuncer de Eybek Dağı’na RES istemediklerini belirtti.

ÇED raporunun çelişkilerle dolu olduğunu belirten Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği Başkanı Süheyla Doğan ise “Proje ile ilgili Devlet Hava Meydanları İşletmesi Genel Müdürlüğü’nün görüş yazısında, türbin sayısı 146 adet olarak belirtilmiştir. Oysa ÇED dosyasında 40 adet türbin yer almakta. Burada DHMİ’ye farklı bir proje mi sunuldu, sorusu akla geliyor” dedi.

Yarasa ve Memeli Değerlendirme raporlarında kasım ayında 10 gün süre ile yapıldığı belirtilen kuş gözlemlerinin en az iki yıl yapılması gerektiği ifade edildiğine dikkat çeken Doğan, “Ayrıca türbin montajından sonra 2 yıl daha gözlem önerilmekte. Türbinler monte edildikten sonra gözleme devam etmek sonucu nasıl etkileyecektir? Kuşlara, yarasalara ve memelilere zarar verildiği saptanırsa türbinler sökülecek midir? Raporda, kesilen ağaçların Orman idaresi tarafından ekonomiye kazandırılacağı belirtilmekte, ağaçlara emtia gözüyle bakılmaktadır” diye konuştu.

Halka rağmen proje yapılmaz

Kopyala-yapıştır olduğu anlaşılan raporun Eybek Dağı’nı İzmir’de gösteren bir tuhaflığa düştüğünü de anlatan Doğan, yöre halkının, RES projesini istemediğini, nitekim raporda “Halkın Katılımı Toplantısı” başlığında, “Balıkesir’de halk projeye karşı olduğunu beyan ederek bilgilenmek istememiştir” denildiğini belirtti. Doğan, “Halkın istemediği proje halka rağmen yapılmamalıdır” dedi.

Yöredeki STK’lar olarak İDK toplantısına katılarak itirazlarıyla birlikte bu çelişkileri de dile getireceklerini belirten Doğan şunları söyledi: “Türkiye’nin kurulu elektrik gücü 87 bin MWe, 2018’de kullanılan enerji ise 47 bin MWe’dir. 2028 yılı için bile fazla kurucu gücümüz vardır. Bu nedenle Dünyanın ender ekosistemlerinden biri olan Kazdağları ekosistemine zarar verecek olan Duygu Rüzgar Enerjisi Santrali için ÇED sürecinin sonlandırılarak projenin iptal edilmesini istiyoruz.”

Basın açıklamasına, Ayvalık Tabiat Platformu, Burhaniye Çevre Platformu ve Edremit Çevre Sağlığı Derneği gibi doğa koruma örgütlerinin yanı sıra bölgedeki sendikalar ve siyasi partiler de destek verdi.

Yenilenebilir olması yanında “temiz enerji” olarak da adlandırılan RES’ler yerleşim yerlerine yakın bölgelere kurulduğunda baş ağrısı, depresyon, uykusuzluk, tansiyon yüksekliği, anksiyete ve dolaşım sistemi hastalıklarına neden oluyor. Kuş göç yolları, meralar, tarım alanları ve ormanlık bölgelere kurulduğunda ise tozlaşmayı sağlayan arı vb. canlılara zarar veriyor; klima etkisi yapması nedeniyle tarım, hayvancılık ve biyoçeşitlilik olumsuz etkileniyor, orman ekosistemi bozuluyor.

Çorlu ve Rabia Naz için verilen araştırma önergeleri ‘Cumhur ittifakı’na takıldı

CHP ve HDP tarafından Çorlu’daki tren kazası ve Giresun’da şüpheli bir şekilde hayatını kaybeden Rabia Naz Vatan için verilen Meclis araştırma önergeleri, AKP ve MHP oylarıyla reddedildi.

CHP Adana Milletvekili Müzeyyen Şevkin’in 8 Temmuz 2018’de Çorlu’da 25 kişinin hayatını kaybettiği ve 340 kişinin yaralandığı tren kazasına ilişkin TBMM’ye sunduğu araştırma önergesi AKP oylarıyla reddedildi. Şevkin, önergesinde kazanın ihmaller neticesinde yaşandığı ve ailelerini kaybeden insanların demokratik tepkilerine şiddetle karşılık verildiğini belirtti.

Kazadaki en temel sorunlardan birinin teknik uygunsuzluklar ve özelleştirme olduğunu vurgulayan CHP’li vekil, “TCDD’ye ait raylarda yıllardır süregelen yol bekçileri uygulamasının devre dışı bırakılması sonucu arızaları belirleyebilecek kimsenin bulunmaması bir vahamettir” dedi.

Çorlu’dan geçen Halkalı-Muratlı demir yolu hattının menfez bakım ihalesinin ödenek emri çıkmaması nedeniyle iptal edildiğini belirten Şevkin şunları söyledi: “Halkalı’daki menfez bakım ihalesinin iptal edilmesi büyük bir talihsizliktir. Türkiye’de son yıllarda ranta ve kâra dönük hırsa yenik düşüyoruz. Bu da maden faciaları, kara yolu kazaları ve iş cinayetleri olarak geri dönüyor.”

Kazada TCDD yöneticilerinin davadan muaf tutulmasının ciddi bir handikap olduğunu dile getiren CHP’li vekil, “Sorumlular mutlaka cezalandırılmalıdır. Bugün aramızda yakınlarını kaybetmiş birçok değerli kardeşimiz var. Haklarını ararken ne yazık ki polis baskısına ve biber gazına maruz kaldılar. Bu kabul edilebilir bir durum değil” dedi.

Rabia Naz Vatan için de ret

Giresun’un Eynesil ilçesinde 13 Nisan 2018’de evinin önünde yaralı bulunup kaldırıldığı hastanede yaşamını yitiren 11 yaşındaki Rabia Naz Vatan’ın ölümüne ilişkin soruşturma sürerken konu Meclis gündemine de geldi. Şüpheli ölümün araştırılması için HDP tarafından TBMM’ye sunulan araştırma önergesi reddedildi. HDP Grup Başkanvekili Fatma Kurtulan, Twitter’tan yaptığı açıklamada, “Bugün HDP grubu olarak TBMM Genel Kurulu’nda Rabia Naz’ın şüpheli ölümünün araştırılması için verdiğimiz önerge AKP ve MHP oylarıyla reddedildi” dedi.

Ankara Milletvekili Filiz Kerestecioğlu imzasıyla verilen araştırma önergesinde kızının ölümünün aydınlatılması için adalet mücadelesi veren baba Şaban Vatan’ın bu süreçte gözaltına alınmasının “Rabia Naz’ın ölümünün siyasi erk sahipleri tarafından karartıldığı iddialarını güçlendirdiği” belirtilmişti.

 

Boris Jonhson başbakanlığa çok yakın

Britanya, May’in istifasının ardından başbakanlık koltuğuna geçecek yeni ismi arıyor. Muhafazakar Parti’de dün yapılan oylamada eski Dışişleri Bakanı Boris Johnson çoğunluğunun desteğini aldı.

Britanya’da Theresa May‘in istifasının ardından başkanlık için aday olacak isimler netleşmeye başlıyor. Dün yapılan oylamada Muhafazakar Parti’nin adayı; 313 partili milletvekili tarafından en fazla desteği alarak, 114 oyla Boris Johnson oldu. Oylamada Jeremy Hunt 43, Michael Gove 37 oy aldı.

Daha önce Dışişleri Bakanlığı da yapan Boris Johnson, kendisine verilen destekten dolayı memnun olduğunu belirterek, Twitter üzerinden paylaştığı mesajda, “İlk oylamayı kazandığım için çok mutluyum ancak daha uzun bir yolumuz var” dedi.

‘Ciddi bir lider gerekiyor’

Yarışı ikinci olarak sürdüren Jeremy Hunt ise oylamadan sonra, “Ülkenin geleceği için risk hiç bu kadar yüksek olmamıştı. İçinde bulunduğumuz ciddi süreç, ciddi bir lider gerektiriyor” mesajını yayınladı.

Son iki adaydan biri olması kesin  

Muhafazakar Parti’nin yeni liderini ve dolayısıyla ülkenin yeni başbakanını, partili üyeler oylarıyla belirleyecek. Oy kullanabilenlerin sayısı hakkında kesin bir bilgi olmasa da Muhafazakar Parti’nin Mart 2018’de 128 bin üyesi olduğu belirtiliyor.

Ancak bu noktaya gelmeden önce aday sayısının ikiye düşürülmesi gerekiyor. 10 adayın katıldığı yarışın ilk oylamasında büyük bir farkla birinciliği alan Boris Johnson’un sona kalan iki aday arasında olmasına kesin gözüyle bakılıyor.

Kırmızı et ithalatı patladı: Yüzde 233 artış

Et ve Süt Kurumu’nun raporu göre, Türkiye’de kırmızı et üretimi giderek azalırken 2028’de et ithalatı yüzde 233 oranında arttı. Bir yılda et ithalatı için 260 milyon 107 bin dolar ödendi.

Kırmızı et ithalatı 2018’de miktar bazında yüzde 233 artış gösterdi. Dünya Gazetesi’nden Ali Ekber Yıldırım’ın haberine göre Et ve Süt Kurumu’nun ‘2018 Sektör Değerlendirme Raporu’nda 2017 yılında 18 bin 857 ton kırmızı et ithalatı için 85 milyon 190 bin dolar, 2018 yılında ise toplamda 55 bin 752 ton kırmızı et için 260 milyon 107 bin dolar ödediği belirtildi.

İthalatın tamamı büyükbaş hayvan eti.

Ayrıca 2018 yılında, toplamda 1 milyon 460 bin 563 büyükbaş ve 426 bin 507 küçükbaş olmak üzere 1 milyon 886 bin 70 baş canlı hayvan ithal edildi. Bu ithalat için toplam 1 milyar 754 milyon 531 bin 892 dolar ödendi.

Üretim azalıyor

Rapora göre kırmızı et üretimi azalıyor ve ithalat artıyor. 2018 yılı toplam et üretiminde kırmızı etin payı yüzde 33.44 oldu. 2018 yılında kırmızı et üretimi 1 milyon 118 bin tonla bir önceki yıla göre yüzde 0.7 azaldı. Son iki yıldır kırmızı et üretimindeki düşüş eğilimi devam ediyor. 2016 yılında 1 milyon 173 bin 42 ton olan kırmızı et üretimi 2017’de 1 milyon 126 bin 404 tona ve 2018’de ise 1 milyon 118 bin 695 tona geriledi.

‘Hapsettiğiniz dolaplar kaderimiz değil’

Kaos GL tarafından hayata geçirilen ‘Renkli Ekran Sözlü Tarih Projesi’nin konuğu Yeşim Başaran: Aman Allahım ben yıllardır bu sokaklarda böyle yaşarken etrafımda bazı insanlar eşcinselmiş ve benim haberim yokmuş!”

Kaos GL Derneği’nin sözlü tarih projesi “Renkli Ekran”ın yeni videosu yayınlandı. LGBTİ+ kişilerin gündelik hayatlarından örgütlenmeye; 80 ve 90’lı yıllardaki mücadeleden medyaya birçok konuyu ele alan sözlü tarih projesinde Yeşim Başaran, 90’lı yıllarda Kaos GL dergisini, lezbiyen feminist örgüt Sappho’nun Kızları’nı, Güztanbul ve Baharankara buluşmalarını, 2004 yılı İstanbul Onur Yürüyüşü’nü, Lambdaistanbul Danışma Hattı’nı ve 2006 yılında Bursa’daki linç girişimini anlatıyor.

Başaran, seneler geçse de aklında kalan “PK 53 Cebeci-Ankara” adresini, Kaos GL’ye ulaşmak için bu adrese yolladığı mektubu ve devamında yaşananları şöyle hatırlıyor:

“O kadar orada olmak istiyorum ki hiçbir şey engel olmuyor bana. Yani sonuçta hayatımda ilk defa eşcinsel olduğunu bildiğim biriyle buluşmuşum, sohbet etmişim, ilk defa o insanla sokağa çıkıyoruz. Anında birkaç kişi, arkadaşı ile karşılaştı. Onlar da eşcinselmiş. Kaos GL’dendiler. Ve ben aman Allahım ben yıllardır bu sokaklarda böyle yaşarken etrafımda bazı insanlar eşcinselmiş ve benim haberim yokmuş!”

Birbirinden kopuk adacıklar

Başaran videoda 90’lı yıllarda kurdukları lezbiyen feminist örgüt Saphho’nun Kızları’ndan da bahsediyor: “Biz bir araya gelip konuşmadıkça bu başlık hep yan başlıkmış gibi kalacak diye düşündüğümüz için çıktı Sappho’nun Kızları. Erkeklerin içinde böyle birbirinden kopuk adacıklar gibiydik. Yani nasıl LGBTİ+ insanlar toplum içinde birbirinden kopuk adacıklarsa biz onun içinde daha küçük adacıklar gibiydik. Kendi dilimizi, sözümüzü, konuşmak istediklerimizi bulabilmek için ayrıca da toplanmak istedik.”

‘Hala o kutuların içindeyiz’

2004 yılında yapılan 2. İstanbul Onur Yürüyüşü ise Başaran’ın kelimeleriyle şöyle aktarılıyor:

“Kutular, yani şey böyle buzdolabı gibi büyük cihazların konucağı kutular düşünün. O kutuların içine girdik bazılarımız. Ben de bir kutuya girdim. Kutuların dışına da LGBTİ+’larla ilgili nefret içeren ya da olumsuz haberler, gazete kupürleri yapıştırdık. Yani siz böyle bir toplum olarak bizi bu kutuların içine hapsediyorsunuz gibi. Ondan sonra da neydi? “Bizi hapsettiğiniz bu kutular kaderimiz değil” diye bi pankart hazırlamıştık. İşte Lambda’dan çıktık. Büyükparmakkapı Sokak’taydı o zaman. Bazılarımız kutuların içinde, ben de kutunun içindeyim.”

Videoyu izlemek için tıklayın 

Hayvanat Bahçesi’nde gece partileri: Hayvanlar travmaya uğruyor

Londra Hayvanat Bahçesinde düzenlenen ‘gece partileri’nin hayvanları travmatize ettiğini söyleyen hayvan hakları savunucuları tepkili. Etkinlik sarhoş bir adamın kaplanın üzerine bira dökmesi yüzünden 2015’te iptal edilmişti.

Londra Hayvanat Bahçesi‘nde geceleri alkol ve canlı müzik eşliğinde düzenlenen etkinliklerin, hayvanları “travmatize etme ve strese soktuğu” belirtiliyor. Kurum yönetimi, sarhoş bir adamın kaplanın üzerine bira dökmesiyle 2015’te iptal edilen “cuma gecesi etkinliklerini” yeniden organize etmeye başladı.

The Independent’in haberine göre, hayvanların yaşam alanlarına yakın bir yerde yapılan stand-up, akrobasi gibi gösterilerin izlenebildiği bu etkinliklerin, hayvanları strese sokmasından endişe ediliyor.

Organizatörler, haziran ve temmuz boyunca her cuma düzenlenmesi planlanan “hayvanat bahçesi gecelerinin” her zamankinden daha fazla sayıda ziyaretçiyi yaban hayatına yaklaştıracağını öne sürüyor. Ziyaretçiler, cambazların, alkol servis eden bir barın ve canlı müziğin bulunacağı hayvanat bahçesine girmek için 19,95 pound (yaklaşık 150 TL) ödecek.

Ancak organizasyona karşı çıkan hayvan hakları savunucuları, etkinliklerin acımasız bir sömürü olduğunu belirterek hayvanat bahçesi yönetimini parayı hayvan refahına tercih etmekle suçluyor. Kurumun günlük ziyaretçilerinden daha gürültülü olan bu kalabalığın, parti atmosferinin ve kargaşanın aslan, kaplan, zürafa, penguen ve lemur gibi hayvanları korkuttuğuna dikkat çekiliyor.

Dünya tedirgin: ABD destroyer gönderdi, İran suçlamaları reddetti

Dünya petrol trafiğinin önemli bölümünün aktığı Umman Körfezi’nde petrol tankerlerininin saldırıya uğramasıyla ilgili ABD İran’ı suçlayıp bölgeye savaş gemisi gönderdi. Tahran ise iddiayı kesin bir dille reddetti.

Umman Körfezi’nde seyreden Norveç’e ait Front Altair ve Japonya’ya ait Kokuka Courageous adlı gemilerde dün meydana gelen patlamalar ABD ve İran’ı yine karşı karşıya getirdi. Katar’dan petrol yükleyen Norveç gemisinde meydana gelen patlamanın ardından suya atlayan 23 mürettebat İran donanması tarafından kurtarıldı. Gemi battı. Suudi Arabistan’dan Singapur’a gitmekte olan Japon tankerinden suya atlayan 21 kişi de İran tarafından kurtarıldı.

Karşılıklı suçlamalar

Haberler üzerine petrol fiyatları yüzde 4.5 artarken ABD’nin bölgeye bir destroyer gönderdiği haberi geldi. Bu aşamada ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo saldırılarla ilgili İran’ı suçladı. Pompeo, değerlendirmesinin istihbarata dayandığını savundu. Bu arada Pentagon gemilerden birine İran’a ait olduğu iddia edilen bir teknenin yanaşıp patlamayan bir bombayı sökmesine ilişkin olduğu iddia edilen görüntüleri yayınladı.

Tahran ise ABD’nin iddiasını kesin bir dille yalanladı. İran’ın Birleşmiş Milletler temsilciliği şu açıklamayı yaptı: “İran, 13 Haziran’daki petrol tankeri olaylarıyla ilgili ABD’nin dayanaksız iddialarını kesin surette reddediyor ve bunu en güçlü şekilde kınıyor.”

İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif de ABD’nin kendilerini gerçek kanıtlar olmadan suçladığını belirterek, Washington’ı ‘sabotaj diplomasisi’ yürütmek ve İran’a karşı ‘ekonomik terör faaliyetini gizlemeye çalışmakla’ suçladı.

Umman Körfezi’nde dün sabah iki ayrı petrol tankerinde patlamalar meydana gelmiş ve yangın çıkmıştı. Gemiler, ABD donanmasının bölgede konuşlu 5. filosundan yardım istemiş, toplam 44 mürettebat tahliye edilmişti.

Tarımda üretici fiyatları yüzde 30 arttı

TÜİK’e göre, tarımda üretici fiyatlarında geçen aya göre küçük bir düşüş olmasına karşın, 2018’in mayıs ayına göre yüzde 30 artış gösterdi.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) mayıs ayı tarım ürünleri üretici fiyat endeksi verilerini açıkladı. Tarım ürünleri üretici fiyat endeksi (Tarım – ÜFE), 2019 yılı Mayıs ayında bir önceki aya göre yüzde 0,95 azalış, bir önceki yılın Aralık ayına göre yüzde 3,34, bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 30,23 ve on iki aylık ortalamalara göre yüzde 19,93 artış gösterdi.

Bir önceki aya göre değişim; ormancılık ürünlerinde yüzde 0,09 artış, tarım ve avcılık ürünlerinde yüzde 0,78 ve balıkçılıkta yüzde 7,79 azalış gerçekleşti.


En fazla artış çok yıllık bitkisel ürünlerde

Ana gruplarda bir önceki aya göre değişim; çok yıllık bitkisel ürünlerde yüzde 5,96, canlı hayvanlar ve hayvansal ürünlerde yüzde0 ,61 artış, tek yıllık bitkisel ürünlerde ise yüzde 4,52 azalış gerçekleşti.

Sebzeler bir önceki aya göre yüzde 9,92 azaldı

Alt tarım gruplarından; diğer ağaç ve çalı meyveleri ile sert kabuklu meyveler yüzde 7,57, tahıllar, baklagiller ve yağlı tohumlar yüzde 4,69, koyun ve keçi, canlı; bunların işlenmemiş süt ve yapağıları yüzde 1,27 artış, lifli bitkiler  yüzde 8,04, canlı kümes hayvanları ve yumurtalar yüzde 6,06 azalış gösterdi.

Mayıs 2019’da endekste kapsanan 82 maddeden altısı bu ay endekse girerken, 37 maddenin fiyatlarında artış, 27 maddenin fiyatlarında azalış, 12 maddenin fiyatlarında ise değişim olmadığı belirlendi.