Ana Sayfa Blog Sayfa 2488

Çevre Bakanı Kurum: İklim değişikliğiyle mücadele çalışmalarında son safhaya geldik

Çevre ve Şehircilik Bakanı Kurum, Araklı’daki sel felaketi sonrasında, “İklim değişikliğiyle mücadele çerçevesinde bir çalışma başlattıklarını ve son safhaya geldiklerini söyledi, ‘Artık tedbir almak zorundayız’ dedi. Bakan, Karadeniz bölgesi için yaptıkları eylem planı çerçevesinde, dere yatakları çevresindeki binaların kaldırılacağını, vatandaşları mağdur etmeden başka yerlere taşıyacaklarını kaydetti.

Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum, Trabzon’un Araklı ilçesindeki sel ve heyelan bölgesindeki incelemelerinin ardından yaptığı açıklamada, sel sebebiyle 7 kişinin vefat ettiğini, 3 kişinin kayıp olduğunu, 2 yaralının da tedavilerinin sürdüğünü söyledi. 9 yıkık bina tespit ettiklerini ifade eden Kurum, 12 binanın ağır hasarlı olduğunu, 11 binanın da hafif hasarlı tespit edildiğini belirtti. Kurum, vatandaşın yaralarını sarmak adına yapılması gereken tüm çalışmayı Valilik koordinasyonunda yaptıklarını aktardı.

Kurum,  Bakanlığın koordinasyonunda iklim değişikliğiyle mücadele çerçevesinde bir çalışma başlattıklarına da dikkat çekti; “Çalışmamızda artık bu ay sonu itibarıyla son safhaya geldik. İşte küresel iklim değişikliğinin etkileri sebebiyle hem ülkemizde hem de dünyada yaşanan yağmurlar, seller, heyelanlar ve afetlerin artık şiddeti ve sayısı artmakta. Biz de ülkeler olarak iklim değişikliği ile mücadele noktasında tedbirler almak durumunda, zorundayız” diye konuştu.

Trabzon, Rize, Ordu, Giresun öncelikli iller 

Bakan Kurum, bu çerçevede de bilhassa Karadeniz Bölgesi‘nde yaşanan sel, heyelan ve bu afetlere karşı şehirlerin, köylerin ve ilçelerin altyapısını güçlendirmek adına tedbirler alacaklarını vurgulayarak şöyle devam etti: “Daha önce o dere güzergahı üzerinde yıllardır yaşanan sellerde sağlam duran binalarımız artık duramaz hale geldi. Tüm Karadeniz Bölgesi’ndeki Trabzon, Rize, Ordu, Giresun öncelikli illerimiz. Eylem planımız çerçevesinde; bu illerimizdeki şehrin içinden geçen derelerde ve bu derelerin koruma bandı içerisinde kalan veya şu an iklim değişikliği sebebiyle artık burada olmaması gereken binaları, birinci, ikinci, üçüncü öncelik olarak tespitlerini yapıyoruz ve bir ay içinde bu tespitlerin tamamlanmasına müteakip Bakanlığımız Toplu Konut İdaresi Başkanlığımız eliyle bu dört ilimizde dere güzergahı üzerinde yaşayan vatandaşlarımızın taşınması amacıyla konutlar üretecek ve bu konutlara vatandaşlarımızı hiçbir şekilde mağdur etmeyecek şekilde taşıma yardımı, kira yardımı vermek suretiyle de bu konutlara vatandaşlarımızı taşıyacağız ve bu çerçevede de vatandaşımızın hem can güvenliğini hem de mal güvenliğini korumuş olacağız.”

Sel felaketinde adeta yerle bir olan Araklı’da, dere yatağındaki tüm binalar gibi okul binası da başka yere taşınacak.

Depremler kadar bu doğal afetler, seller ve heyelanların da Karadeniz Bölgesi için önem arz ettiğini hep birlikte gördüklerini dile getiren Bakan Kurum, “O yüzden de bu tedbirleri daha da artırarak almak durumundayız ve bu tedbirleri de alacağımızı buradan yine tüm vatandaşlarımıza duyurmak istiyorum” ifadesini kullandı.

 Risk taşıyan binalar bölgeden kaldırılacak

Kurum, “Geçici bir tedbir olacak mı?” sorusuna da “Geçici bir tedbir, bu işe ilişkin simülasyon da yapıyoruz. İklim değişikliğinin bu etkisinden kaynaklı, taşınması gereken binaların tespiti, taşınmasını hemen yapacağız” yanıtını verdi. “Selde zarar gören okul binasıyla ilgili de bir tasarruf olacak mı?” sorusu üzerine Bakan Kurum, risk taşıyan tüm binalar gibi okul binasını da buradan kaldıracaklarını, dere güzergahı üzerinde hiç bir binanın kalmayacağını söyledi.

Öcalan İstanbul seçimlerinde ‘tarafsızlık’ çağrısı yaptı, HDP’den yanıt geldi: Tavrımız değişmeyecek

Abdullah Öcalan’ın bu Pazar yenilenecek İstanbul seçimlerinde ‘tarafsız kalma’ çağrısına HDP dokuz maddelik bir metinle karşılık verdi: “HDP’nin seçim stratejisi ve taktik adımlarında bir değişiklik söz konusu değildir’ “

HDP, Abdullah Öcalan’ın İstanbul’daki seçimde ‘tarafsız kalma’ çağrısının ardından “HDP’nin İstanbul seçimlerine yönelik seçim stratejisinde ve taktik adımlarında bir değişiklik söz konusu değildir” açıklaması yaptı. Açıklamada “Sayın Öcalan’ın ürettiği Üçüncü Yol Stratejisinde ve çağrısında da belirtildiği gibi HDP, Cumhur İttifakı ile Millet İttifakı arasındaki kutuplaşma siyasetinde taraf değildir” ifadeleri yer aldı. Öcalan’ın açıklamaları ile HDP’nin yürüttüğü siyasetin birebir örtüştüğünü ifade eden HDP’nin açıklamasında “İktidar ve muhalefeti ile tüm toplumsal kesimlerin de sorunların çözümü konusunda bu demokratik yaklaşıma sahip olmaları beklentisi içindeyiz” denildi.

HDP Eş Genel Başkanları Pervin Buldan ve Sezai Temelli’nin 9 maddelik açıklaması şöyle:

“Dün itibariyle sürdürülen bir tartışmaya ilişkin HDP’nin görüş ve saptamalarını kamuoyuyla paylaşmak istiyoruz:

‘Öcalan’ın açıklaması seçim polemiklerinin üstünde’

  • HDP, demokratik siyasetin ve demokratik müzakerenin sembolü olan bir partidir. Türkiye’de yeni bir tarz-ı siyasetin temsilcisi olan HDP hakkında Sayın Öcalan’ın yaptığı açıklamalar,  iktidar partisinin güncel siyasi hesaplarının ve seçim polemiklerinin çok üstünde tarihsel bir anlam ve derinliğe sahiptir.

‘Çözüm konusunda demokratik yaklaşım bekliyoruz’

  • HDP, bir bütün olarak demokratik uzlaşma kültürü üzerinden toplumun demokratik dönüşümünü hedefler. Demokratik ittifakın gerçekleşmesi, demokrasi ve barış mücadelesinin başarıya ulaşması için çabalar. Bu nedenlerle de Sayın Öcalan’ın aynı bağlamdaki açıklamalarını demokrasi ve barışın kazanılması mücadelesi için çok hayati ve kıymetli görür. İktidar ve muhalefeti ile tüm toplumsal kesimlerin de sorunların çözümü konusunda bu demokratik yaklaşıma sahip olmaları beklentisi içindeyiz.

‘Tecrit koşulları’

  • İmralı ada hapishanesinde kendi görüş ve düşüncelerini çok sınırlı koşullarda açıklama imkanı olan ve halen tecrit ortamında tutulan Sayın Öcalan’ı ve tarihsel bir bağlam içinde söylediklerini taraflı-tarafsız, niyetli-niyetsiz güncel siyasal hesapların ve seçim polemiklerinin aracı haline getiren söylemler, başta Kürt sorununun demokratik çözümü olmak üzere toplumsal sorunlarımızın demokratik siyaset zeminindeki çözümünün imkanlarını zayıflatır, demokrasi ve barış mücadelesine zarar verir.

‘HDP’nin kurucu fikriyatının mimarlarından…’

  • Sayın Öcalan’ın demokrasi ve barış mücadelesinde önemli bir politik konuma sahip olan HDP’nin de kurucu fikriyatının mimarlarından olduğu unutulmamalıdır. Kürt sorununun demokratik çözümünün ve toplumsal barışın en önemli muhataplarından birisi olan Sayın Öcalan’a yönelik güncel faydacı ve ahlaki olmayan tutum Türkiye’nin barış, adalet, eşitlik ve özgürlük mücadelesini de akamete uğratır. Eşit yurttaşlık temelinde bir arada yaşamın toplumsal sözleşmesini hedefleyecek demokratik bir anayasa ittifakının ve demokratik uzlaşı kültürünün kök salması için, tarafı ne olursa olsun hukuk, adalet, evrensel değerler ve özgür siyaset temelinde herkesin tavrını belirlemesi gereklidir.

‘AA’nın sorumsuzluğu…’

  • İktidarın bir ajansı olarak çalışan AA’nın, sorumsuz tutumu basın ahlakının siyasal çıkarlar için nasıl ayaklar altına alındığını göstermek açısından ibretliktir. AA’nın tutumu İmralı’daki hukuk güvensizliğinin ve ihlalinin bir ispatıdır. Savcılığın ve idarenin sorumluluğundaki bir metin muhataplarına henüz ulaşmışken, AA’ya sızdırılmış olması 20 yıllık hukuk ve ahlak dışılığın da ispatıdır. Demokratik kamuoyu asıl bu keyfiliğe odaklanmalıdır. AKP Genel Başkanı ve  Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın AA’ya etik dışı bir şekilde sızdırılan bu metin üzerinden partimizi ve Sayın Öcalan’ı karşı karşıya getirmeye çalışması, siyasette ne kadar pragmatist davrandığını ve çaresiz kaldığını da göstermektedir.

‘Kutuplaşmada taraf değiliz’

  • Sayın Öcalan’ın ürettiği Üçüncü Yol Stratejisinde ve çağrısında da belirtildiği gibi HDP, Cumhur İttifakı ile Millet İttifakı arasındaki kutuplaşma siyasetinde taraf değildir. Çatışmacı ve kutuplaştırıcı bir dille her şeyi ‘siyah-beyaz’ olarak tarif eden, karşıtlıklar üzerine inşa edilen, belli bir gerilim stratejisi eşliğinde sürdürülen, dikte edici bir siyaset tarzının Kürt sorunu dahil, bütün sorunları kronikleştirdiği ve demokratik çözüm imkanlarını tükettiği, giderek birlikte yaşama imkanlarını yok etmeye başladığı görmezden gelinemez. Seçim öncesi sürece damgasını vuran kibirli ve üstenci dil yerine, çatışmacı ve kutuplaştırıcı bir siyaset tarzı yerine, ikna edici bir dili ve demokratik siyaset tarzını egemen kılmak, sorunları demokratik müzakere yöntemleriyle çözmek, demokratik bir uzlaşma kültürünü geliştirmeye çalışmak yeni bir siyasi iklimin de başlangıç adımı olacaktır.

‘Öcalan’ın açıklaması nettir’

  • Sayın Öcalan’ın yaptığı açıklamanın geniş siyasal perspektifi son derece nettir ve “üçüncü yol sizsiniz” demiştir. HDP’nin ‘üçüncü yol’ diye ifade ettiği demokrasi yoludur, barış yoludur. Bütün toplumsal kesimlerin demokrasi ortak paydasında buluşması yoludur.

‘Demokratik siyasette ısrarcıyız’

  • HDP nereden gelirse gelsin zulmün, haksızlığın ve zorbalığın karşısındadır. Bugüne kadar HDP olarak izlediğimiz politik strateji ve taktiklerle, güç kazandıkça oligarşik bir karaktere bürünen AKP iktidarını zayıflatarak demokratik değerlere dönmesine sağlamaya çalışmaktadır. Stratejimiz aynı zamanda toplumsal muhalif tüm güçleri de başta Kürt sorunu olmak üzere Türkiye’nin tüm sorunlarına karşı demokratik duyarlılığa çekmeyi amaçlamaktadır. Bu bakımdan Sayın Öcalan’ın açıklaması ile HDP’nin şimdiye kadar yürüttüğü siyaset birbiri ile örtüşmektedir. Sayın Öcalan da, HDP de demokratik siyaset tarzında ısrarcıdır ve Türkiye’nin siyasi ve toplumsal sorunlarının çözümünü güncel bir gelişme olan sadece İstanbul seçimlerine indirgenmeyecek tarzda ele alınmasını önermektedir.

‘İstanbul için taktik değişikliği yok’

  • İki tarihsel blok arasında taraf olmamaya ve Üçüncü Yol stratejisini kararlı ve ısrarlı bir şekilde sürdürmeye dayalı olarak HDP’nin İstanbul seçimlerine yönelik seçim stratejisinde ve taktik adımlarında bir değişiklik söz konusu değildir.

Öcalan: HDP kendi yolunu korumalı

Dün Tunceli Munzur Üniversitesi Sosyoloji Bölüm Başkanı Doç. Dr. Ali Kemal Özcan tarafından açıklanan mektubun ardından Abdullah Öcalan’ın avukatlarından açıklama geldi. Söz konusu mektuba da yer verilen açıklamada Öcalan’ın 23 Haziran’da tekrarlanacak İstanbul seçimine ilişkin olarak “HDP’de vücut bulan Demokratik İttifak anlayışı, güncel seçim tartışmalarına taraf ve payanda yapılmamalıdır. Demokratik İttifakın önemi ve tarihsel anlamı mevcut ikilemlere kendine angaje etmemesi ve şimdiye kadar olduğu gibi seçimlerdeki tarafsız çizgisinde ısrar etmesidir” dediği belirtildi. Avukatları Öcalan’ın, “HDP’nin kendi yolunu koruması gerektiğini ve kararlarının kendilerinin vereceğini” söylediğini aktardı.

Asrın Hukuk Bürosu‘nun Twitter’dan yaptığı açıklamada, Öcalan ile İmralı’da 18 Haziran’da görüştükleri belirtildi; adaya avukat olmayan bir kişinin götürüleceğini bilmedikleri kaydedildi. Açıklamada şu ifadeler kullanıldı:

“HDP’de vücut bulan demokratik ittifak anlayışının güncel seçim tartışmalarına taraf ve payanda yapılmaması gerektiğini ifade ederken toplumsal uzlaşıyı kast ettiğini, kutuplaştırmaya, ikili duruma tuz biber olunmaması gerektiğini söylemiştir. Kutuplaşma siyasetinin hakaret söylemleri ve demagoji ile bir çatışma ve savaş siyaseti olduğunu, HDP’nin kendi yolunu koruması gerektiğini düşünmektedir. Bu hususların HDP ile görüşülmesini ve tartışılmasını söylemiş, bununla birlikte siyasi bir parti olarak HDP’nin çalışmalarını HDP’nin kendisinin yaptığını ve kararlarını da HDP’nin vereceğini belirtmiştir.”

Öcalan’ın metnini önce muhabatabı olan HDP ile görüşmelerini istediklerini anlatan açıklamada, bugün metni açıklayacaklarını ancak hazırlıklarını yaparken, Ali Kemal Özcan adlı kişinin basınla paylaşımlarını gördükleri kaydedildi.

Doğa talanında ‘gayri milli’ye de hukuk işlemiyor

Kanadalı Alamos Gold Şirketi’nin Kazdağlarının ortasında siyanürle altın arama projesi Danıştay’dan dönmesine ve şimdi de temyiz aşamasında olmasına karşın, ormanlık alanı yok etme çalışmalar hızla sürüyor. Yöre halkı ve aktivistler tepkili: ‘Ormanın üst tabakasını, topraktaki canlı yaşamla birlikte tamamen sıyırıyorlar. Asit kuyuları açmaları da engellenmezse 10 yıl sonra, bize üzerinde hiçbir şey yetişmeyen çukurlar bırakacaklar.’

Çanakkale Bayramiç’te, Kanadalı Alamos Gold Şirketi’nin Kazdağları ormanlarının ortasında açmayı planladığı altın madeni, şimdiden büyük harabiyet yarattı. ÇED süreci Danıştay’da olan maden girişimi için sürecin sona ermesini beklemeden başlatılan çalışmalar ormanda büyük ‘delikler’ açmaya başladı. Bölgeden çekilen fotoğraflarda, şirketin, altyapıyı hazırlamak üzere ormanın ortasında çok büyük bir alanı ağaçsızlaştırdığı ve bu alanlardaki orman örtüsünü ‘sıyırmaya’ başladığı görülüyor. Siyanürle altın çıkarılacak maden, Çanakkale’nin bölgenin suyunu karşılayan Atıkhisar Barajı’nın su toplama havzası içinde yer alıyor.

Kirazlı Balaban mevkii ile Bayramiç Cazgırlar Köyü arasındaki sahada başlatılan ormanı ‘sıyırma’ çalışmaları, yaklaşık 3.500 hektarlık alanı etkileyecek. Karaçam ağaçları, meşe, doğal yetişmiş makilik orman örtüsüne ev sahipliği yapan alan, doğal bir su toplama havzası. Ancak Kanadalı firmanın Türkiye’deki işletmesi olan Doğu Biga Madencilik eliyle, yargı kararı beklenmeden sürdürülen çalışmalarda şimdiden onbinlerce ağaç katledildi. Bölgede yaşayanlar ve çevre aktivistleri, alanda enerji nakil hattı çalışmalarına başlandığını, trafo kurulduğunu, atık havuzları için arazi çalışmasının ve patlatılacak tepelerin işaretlenmeye başladığını anlatıyor.

Metalik madencilik olan altın madenciliği, dünyanın her yerinde, hiç bir arıtma tesisi içermediği için, “vahşi madencilik” olarak adlandırılıyor. 1’inci  derece deprem kuşağında yer alan Çanakkale’de fay hatlarının kesişim noktalarında konuşlandırılacak atık havuzu, Kazdağları’nda yaratacağı büyük tahribatın yanı sıra, bu nedenle de büyük risk içeriyor.

27 hektardan 3.500 hektara çıktılar

Çanakkale Kent Konseyi Çevre Komisyonu Başkanı Pınar Bilir, 2012’den bu yana sürdürdükleri hukuk mücadelesi sürecini şöyle anlatıyor: “ÇED, başlangıçta 27 hektarlık bir alan alındı, sonra ‘kapasite artırımı’ diyerek 3.500 hektara kadar çıkardılar. İlk itirazımız Çanakkale İdare Mahkemesi’nde kabul görmese de ÇED Olumlu raporu Danıştay’dan döndü. Ancak yeniden bilirkişi istendi, aynı bilirkişiler yine benzer rapor verdi ve her şey yeniden başladı. İdare Mahkemesi ikinci itirazımızı da reddetti. Şimdi dava yeniden Danıştay’da temyizde”

Kazdağlarında 40 maden projesi sırada.

Kanadalı Alamos şirketi ve Türk partnerinin Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’ndan gerekli bütün izinlerini aldığını ve çalışmasını sürdürdüğünü anlatan Bilir, “Son olarak Enerji Bakanlığı’ndan beklenen bir izin vardı. ‘Ekonomik kriz ve seçim atmosferi yüzünden çalışmalarımızı durdurduk’ demelerine rağmen, 1 Mart’ta o izni de aldıklarını öğrendik” diyor. Enerji Bakanlığı’na kendilerinin ve avukatlarının başvurduğunu ve izin belgesini görmek istediklerini belirten Bilir, ne kendilerine ne de avukatlarına herhangi bir bilgi verilmediğini söylüyor. Pınar Bilir, alandaki durumu şöyle anlatıyor.  “Şu anda zemin hazırlığına devam ediyorlar. Normal orman örtüsünü de kazımaya başlamışlar. Bunu yapmaları gerek, çünkü siyanürlü atık havuzları derin bir çukur istiyor ve çevresinde de hiçbir yaşam formu bırakmıyor. Patlatacakları tepeleri de ağaçsızlandırmaya başladılar. Yargı süreci yüzünden geciken çalışmaları, 2019’da bitirip 2020’de işletmeye geçmeyi planlıyorlar. “

Şirketin iki ruhsatı daha var

Kanadalı şirketin, Kazdağlarında üç ayrı ruhsat alanları olduğuna dikkat çeken Bilir, Çamyurt ve Ağı Dağı’nda da siyanürlü altın aramak istediklerini söylüyor: “Bayramiç en hazırlıklı oldukları yer. Çamyurt için yaptıkları ÇED toplantısını ‘köy hayrı’ diyerek, sadece erkekleri çağırmış, köyün kadınlarına ‘sonra gelin pilav yersiniz’ demişler. Bölge göç verdiği için köylerde kalan yaşlılara, değerinin üzerinde fiyat vererek, tarım arazilerini, arsalarını satın alıyorlar ki sonradan sorun çıkarmasınlar”.

Bilir’in vurguladığı en kritik noktalardan biri de; Alamos’un açacağı madenin ömrünün, şirketin kendi verilerine göre, 10 yıl olarak planlanmış olması: “Gelenler, buradaki havayı, suyu, toprağı ve tüm yaşamı zehirleyip 10 yıl sonra çekip gidecekler. Bıraktıkları yerde ot bitmeyecek. Devlet ve yargı mekanizması halkın ve doğanın yanında durmuyor. Farkındalığı artırıp, bölge ve ülke halkıyla birlikte bunu durduramazsak, çok büyük zarar göreceğiz.” Hiç bir gelişmiş ülkede, bir şirketin bu kadar vahşi bir tahribat yapamadığını vurgulayan Bilir, “Henüz çok geç değilken, yetkililere sesleniyoruz; hatanızdan geri dönün” diyor.

40’a yakın proje sırada

Kazdağları’nda 40’a yakın madencilik projesi olduğuna vurgu yapan ve adının verilmesini istemeyen Kazdağları Kardeşliği’nden bir ekoloji aktivisti (bundan sonra X diye bahsedeceğiz) geçtiğimiz günlerde, twitter üzerinden yaptıkları kampanyayı anlatıyor: “Buraların halkı tarımla geçiniyor. Ama termik santral, JES, HES, maden projelerinden bir türlü başlarını kaldıramıyorlar. Firmalar bakanlıklardan izinleri alıyor, ardından bitmeyen dava süreçleri. Dışarıdaki insanların da çok fazla haberleri olamıyor. İnsanlar öğrensin ve bir farkındalık oluşsun istiyoruz. İzinlerin iptal edilmesi hayati. Tüm ülke vatandaşlarının, topraklarına sahip çıkması çok önemli.”

Şirketin altın aramak için ruhsat aldığı diğer alanlardan Çamyurt’un Kazdağlarının hemen eteğinde yer aldığını, Ağı Dağı’nın ise Kazdağları ve Menderes Çayı’nı besleyen kaynaklara ev sahipliği yaptığını anlatan X, büyük tehlikeye dikkat çekiyor: “Bütün bu madenler, çok miktarda suya ihtiyaç duyduğu içina su kaynaklarının hemen başına yapılıyor. Ayrıca ‘asit kaya drenajı’ yaparken, toprağın çok derinine inmeleri gerekiyor. Bunu yaparken de yerin altındaki bütün ağır metalleri; civa, demir, arsenik ve kurşunu da yeryüzüne çıkarıyorlar. Bütün bunlar yeraltı ve yerüstü sularına karışıyor, tarlalara iniyor. Bunların bertaraf edilmesi ise mümkün değil. Havayı, suyu, toprağı bir daha iflah olmayacak şekilde zehirliyorlar böylece.”

Siyanürle altın arama yönteminde, ormanın üst tabakasını, topraktaki canlı yaşamla birlikte tamamen sıyırdıklarını  anlatan X, “Bize üzerinde hiçbir şey yetişmeyen çukurlar bırakacaklar” diyor.

Madenlerin atık havuzları, bölgedeki bütün yerüstü ve yeraltı su kaynaklarını kirletiyor.

Türkiye’de metal madenciliği yapan şirketlerinin çoğunun ya yabancı ya da yabancı bir ortağı olduğuna dikkat çeken X, çıkarılacak altının yüzde ikisi veya dördü karşılığında bütün zehrinin ve pisliğinin Türkiye’de bırakılacağına dikkat çekiyor: “Bu çok adaletsiz bir durum. Alamos’un Türk ortağı Doğu Biga Madencilik, daha önce Kuzey Biga Madencilik adıyla buralarda sondaj yapmış ancak köylülerin direnişiyle karşılanmış. Sondajlardan sonra yöre halkı, suların kirlendiğini, kuzu ölümlerinin, ölü doğumların yaşandığını anlattı. 2013’te bu yüzden ceza da almışlar. Ama şimdi adını değiştirip büyük bir yabancı şirketle de işbirliğine girerek yeniden deniyorlar.”

İklim krizi varken…

X, tüm dünyayı etkileyen küresel iklim krizinin, Türkiye’deki vahim sonuçlarına dikkat çekerek, “İklim krizi yüzünden zaten çok kötü senaryolar kapıda. Buna rağmen, hala ağaçları kesmek, suları kirletmeye devam etmek akıl alır şey değil. İnsanların bunun farkına varması lazım. Özellikle de bir Akdeniz ülkesi olan Türkiye’de yaşayabileceğimiz çok daha zor günleri düşünerek hareket etmeli”diye konuşuyor.

Kazdağları Kardeşliği gönüllüsü X, oluşabilecek kaza risklerine de dikkat çekiyor: “Bu yılın başlarında Brezilya’da atık havuzları çöktü; 142 kişi öldü, 194 kişi kayboldu. Zehirli atıkların bölgeye verdiği zararların boyutları ise hala belli değil. Türkiye’ de de Kütahya’da yaşanan deprem sonrası asit çukurlarının duvarları çökmüştü. Kaza durumlarında oluşabilecek kirliliğin yüzlerce yıl sürebileceğinden söz ediyor bilim insanları. Bütün insanları kanser edecek bir şeyden bahsediyoruz.”

Bölge halkı, yıllardır siyanürlü altın madenciliğine karşı mücadele ediyor.Kazdağları ve çevresinde faaliyette olan iki altın madeni ile birlikte ÇED olumlu kararı alan ve/veya izin sürecinde olan 10’dan fazla siyanürlü altın madeni, 40 metalik madencilik projesi bulunuyor. Her proje ormanlara bir yara açıyor, her yara Kazdağlarını ve suyunu yok ediyor. Bölgenin eşsiz ekosistemi, tarım ve hayvancılık faaliyetleri ve turizm potansiyeli de ağır hasar alıyor.

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Maden İşleri Genel Müdürlüğü, geçtiğimiz haftalarda 500 maden sahasını ihale edeceğini duyurmuştu. Konuyla ilgili konuşan CHP’nin önceki dönem İl Genel Meclisi üyesi ve Ziraat Mühendisleri Odası eski Şube Başkanı Hicri Nalbant şunları söylemişti.

“Krizin faturasını doğaya yükleyerek, yani doğayı talan ederek atlatacaklarını sanıyorlar. Hiç böyle olmayacak.. Dünya birçok şeyi bitirmiş, büyük ölçüde gözlerini Türkiye’ye diktiler. Birçok yer tehdit altında ancak en çok tehdit altında olan yerde Çanakkale. Biga Yarımadası, Kazdağları tehdit altında. Buraya verecekleri zarar birçok şeyi tetikleyecek. Bunun içinde ilk yaptıkları iş ormansızlaştırma. Bu yerde maden işletmeye başladıklarında galeri yöntemiyle yani dehliz açarak maden işlemiyorlar. Çünkü jeolojik depo buna çok uygun değil. Parçalı bir yapı var. Bunun için açık ocak işletmesi yapmak zorundalar. Bu yüzden de önce orman ötesini temizleyecekler. Sonra yapacakları hasarın azamisini yapacaklar. Dünyanın en önemli sorunu şu anda küresel ısınma. Ormanlar karbonyutak alanları, küresel ısınmayı önleyen bölgeler, su barajları. Ormanlar oksijen üretim kaynakları, insan ve canlı hayatı için yaşam alanı. Ormanlara gözlerini diktiler. Son bir iki yıldır özellikle bu yıl, orman planlamanın üzerinde ağaç kesimi yapıldığını biz biliyoruz. Kesin bilgi alamadık ancak. Bayramiç, Çanakkale, Çan’ın köylerinde herkes bunun farkında”

Planlanan maden, Atikhisar Barajı’nın su toplama havzasında.

‘Çanakkale; maden işletmelerinin iştahını kabartıyor’ 

Çanakkale’de var olan elementlerin, altın madeni işletmelerinin iştahını kabarttığını belirten Nalbant; “Çanakkale’de madencilerin gözlerini diktikleri altın ve gümüş, bakır var. Lapseki’nin bazı bölgelerinde olduğu gibi kurşun madeni var. Feldispat çıkartıyorlar seramikte kullanılmak üzere. Ama bu madenleri çıkartırken, örneğin kurşun çıkartırken yanında altında çıkıyor. Ya da altın çıkartırken başka değerli şu anda bizim adlarını bilmediğimiz o değerli elementlerde çıkıyor. Bunlar konusunda da kamuoyu yeteri kadar aydınlatılmıyor” diye konuşmuştu.

 

 

 

Green Gazette Digest: pre-election special edition

0

As the repeat elections to be held this Sunday for Istanbul’s mayor approaches, we at the Green Gazette thought you may be interested to hear what has been happening in the country, especially regarding our green agenda. Here is a selection of news stories published in Yeşil Gazete in the past week. We hope you find it useful, and if you find it interesting, we will also prepare a post election news digest next week.

***

Polls show opposition far ahead:

The last polls before the upcoming repeat Istanbul mayoral election show the opposition candidate Ekrem İmamoğlu ahead of the AKP candidate Binali Yıldırım by 9 percent. The reputable Konda public opinion research agency states that it finds 49 percent for İmamoğlu to 40.9 percent for Yıldırım. When undecided are included, the ratio comes to 54% to 45%, with a ±1.8% margin of error.

On Sunday night, the two candidates met in a TV debate, a first in Turkey in the 17 years since AKP came to power. While the audience generally said it was a weak debate, not capable of changing anybody’s mind, the consensus is that the AKP had to agree to have the debate because it was lagging so far behind.

 

On Tuesday, answering questions on an interview with a popular radio station, President Erdoğan stated that a lawsuit the Governor of Ordu will bring against İmamoğlu for insulting him, depending on the judicial outcome, “may cut [İmamoğlu] off from going ahead.”

Here are some items from İmamoğlu’s election program:

  • Public transportation will be free for children under the age of 12 and mothers accompanied by their children under 4.
  • Women with children under 4  will use municipal facilities with a 40 percent discount.
  • Women will be “empowered economically.”
  • 100 kindergartens will be opened in the poorest 150 neighborhoods. Building a kindergarten, to be operated in public-private partnership, will be obligatory in new housing estates to be built in land over 10 thousand square meters.
  • The İstanbul Child Fund will be established to combat effects of poverty on children.
  • Foreign language classes will be opened to allow youth access to affordable language education. Further education programs will be opened, geared towards youth who have not accessed higher education.
  • Regional employment offices will be opened, the unemployment rate will be reduced to single-digit numbers.
  • Youth will use public transport and social facilities with a 40 percent discount with the “Young Card.”
  • Four centers to combat substance abuse will be opened.
  • The City Food Council will be formed to “make the poor reach healthy food.” Poor families will receive milk, bread and drinking water aid in kind as well as financial aid from the municipality up to €2,000 a year.
  • 75 thousand university students will receive a monthly stipend of €60
  • A refugees desk will be established under the municipality.

***

Minister refutes hydro accident, says flood deaths an act of God:

7 people died and 4 others are missing after a pipeline ruptured at a small hydro-power plant in Araklı, Trabzon on Wednesday, 19thof June. The resulting flood worsened the effects of the already continuing floods in the area and collapsed 4 buildings. The governor of Trabzon said search and rescue efforts are continuing.

Bekir Pakdemirli, Minister for Agriculture and Forestry briefed the press on the issue, refuting it was a hydro-plant accident. He stated that rains have been continuing since the 13thand both the state waterworks and the disaster relief agency are at work, he said: “we, as the meteorology department, issued a warning regarding flood and mudslides at noon, but ultimately this is an act of God. You can’t know what is going to happen and where.”

While the Minister of Finance assured that material losses will be compensated by the state, the Minister of the Interior also was on his way to the area. There has been no official word on industrial responsibility or on climate change as a factor exacerbating extreme weather.

***

Governors’ Offices deny permission for Pride March:

The organizing committee for the 27th Istanbul LGBTQI+ Pride Week declared that upon their half-hour meeting with vice-governor M.A. Özyiğit, they were denied permission for the Pride March scheduled for the 30th of June, the reason given being that no demonstrations are allowed in Taksim. They further added that the vice-governor stated that the governor’s office was “not keen on” a march anywhere in Istanbul, as they are a “group with societal reservations”. The Pride Week between the 24th and 30th of June this year will be themed ‘Darling, What Is This Economy?’ The Istanbul LGBTQI+ Pride March has been disallowed and dispersed by police since 2015. The governorships of Izmir and Antalya have also refused to allow pride marches in these cities this year, citing a litany of reasons among which are “the disruption of national security, public order, public health and public morality.” The ban on the whole week’s activities in Izmir was lifted upon an appeal for a stay of execution.

***

Initiative to Let Hasankeyf Live starts new petition.

After a global uproar, the holding of water in the Ilısu Dam reservoir was postponed on the 10thof June. The dam on the River Tigris, if taken into operation, will flood Hasankeyf, one of the oldest continuously inhabited settlements in the world, with a history going back as much as 12 thousand years. The Initiative to Let Hasankeyf Live started a new petition, hoping to make the stated short delay permanent. The petition can be found and signed at this link.

***

Climate-strikers squeeze-out Paris promise:

Climate strikers of school age who were at an event for the combatting desertification week held in Ankara and got promises from an attending minister and another. The Minister of Agriculture and Forestry Bekir Pakdemirli promised the school strikers Rüya Aygüneş and Atlas Sarrafoğlu that Turkey will ratify the Paris Agreement “when it is time for it”. The country is one of only a dozen who have not ratified it, out of the nearly two hundred signatories. When 9 ½ year old Rüya told that she was vexed with the Minister of Education Ziya Selçuk, the attending minister called him and he promised the strikers that climate change will be included in school syllabi.

***

 Energy Cooperatives Conference held.

The 4th Renewable Energy Cooperatives Conference was held in Milas, near Bodrum on the 15th of June, by the Troya Environment Society with contributions by the Green Thought Association and by Heinrich Böll Stiftung Turkey. This year, the focus was on local governments and renewable energy cooperatives. Speakers attended from cooperatives and municipalities from all over Turkey as well as Greece, Croatia, Germany, and Denmark. Critically, the recent changes made in cooperatives legislation and how to challenge these were discussed. The change, decreed in May, would effectively prevent new energy cooperatives being founded and the present ones from going into production by bringing conditions such as production and consumption having to be on the same site.

***

Chernobyl series raises nuclear debate:

As with elsewhere in the world, the television series Chernobyl made a huge mark on Turkish audiences. Ümit Şahin of the Greens of Turkey was a guest on the popular online platform T24, where he spoke on the verisimilitude of the plot. Regarding the debate among left circles claiming that the series is black propaganda against the Soviet system, Şahin said “Didn’t the KGB try to cover-up its scope? The show is critical of government through lies; this includes the likes of Trump. The nuclear industry is founded upon lies.”

Regarding the Akkuyu nuclear power plant being built by Russia, Şahin said the project still continues because of the S-400 and Syria issues.” When asked about arguments that nuclear power can be a climate solution, he said this is like telling someone ‘choose your own death’.

***

Huge rise in unemployment, while economy shows little sign of recovery:

The Statistics Institute of Turkey declared the March unemployment numbers as having risen by 1.3 million to 4.5 million people and 14.1%. The aggregated non-agricultural rate comes to 16.1%. The number of people employed was on the decrease and the weight of the informal economy in Turkey increased by 1.5% to 33.9%. At the same time, the agency declared that the agricultural producer price index had risen by 30.2% from May 2018 to May 2019.

***

Journalists, Academics, Politicians at judicial crosshairs:

Prosecutors filed a case against Kerim Karakaya and Fercan Yalınkılıç, both of whom are journalists from Bloomberg TV, and 50 people comprising of economists who commented on it and people in the arts who shared it on social media. The charge was that the news story “The Economic Crisis and Foreign Currency” was “aimed at weakening the stability of the Economy of Turkey”. The charges were brought upon complaint by the Banking Regulation and Supervision Agency.

In one of the Academics for Peace cases, where over 620 academics so far are being tried on charges of propaganda of terrorism for signing a strongly worded peace petition in 2015, Dr. Noemi Levy, formerly of Boğaziçi University, was convicted to 30 months in prison. For the acquittal decision by a higher court on a similar case presented by her lawyer as precedent, the judge said “that decision is that court’s own disgrace.” The court also dismissed the demand that it wait for the result of an appeal by another Academic for Peace at the Constitutional Court before passing verdict. Levy will appeal.

***

Selahattin Demirtaş, former co-president of the Peoples’ Democracy Party (HDP) was denied bail in the case where he is being tried with up to 142 years in prison on terrorist propaganda, leadership of a terrorist organization, promoting hatred and animosity among the people, praising criminal activity and criminals, and disobeying the law on public assembly and demonstrations. He said, just last week, the AKP candidate for Istanbul mayor Binali Yıldırım used in Diyarbakır the term Kurdistan – the phrase that I am being tried for using seven years ago. He also defended his use of the term guerilla, saying this does not amount to defending terrorist acts. Pointing to the recent death of M. Mursi in Egypt, he said both what he lived through and what I am living through are shameful; adding he was sure that the putsch plotters and judges who prosecuted Mursi also thought they were doing great service to the people of Egypt. One of the three on the panel of judges opposed his not being released on bail, citing ECHR precedent. Demirtaş’ next trial session is on on July 16 and 17.

(YG)

Feminist siborg akademisyeni Donna Haraway: Çağımızın kargaşası kaçınılmaz değil

Siborg Manifestosu’nun yazarı ve gerçekliğin doğasını sorgulayan düşünür ile bilim savaşlarını ve iklim aktivizmini konuştuk.

Felsefenin tarihi aynı zamanda gayrimenkulün tarihidir.

Donna Haraway’i ziyaret etmek için Santa Cruz’da yol alırken, doğmak için çok geç kaldığımı düşünmeden edemiyordum. Haraway’in verandasının önünde duran metal eşek heykeli, zili çaldığımızda havlayarak ön kapıya koşuşan köpekler ve arkadaki kümeste çalım satarak yürüyen iri, siyah horoz – tüm ortam, savaş sonrası zenginliğin Kuzey Kaliforniya’da mümkün kıldığı özgürlük ve yaratıcılık dönemini çağrıştırıyor.

Burada teknoloji endüstrisinin bazen benimsediği; dili ve hassasiyeti olan bir karşıkültür vardı, ancak uygulayıcılara büyük oranda bir fiyat biçilmişti. 1980 yılında feminist teori alanında ABD’deki ilk kadrolu profesörlüğe geçmek için University of Santa Cruz’a gelen Haraway hala kapıları ardına kadar açık bir dünya anlayışını yansıtıyor.

Haraway, toplumsal cinsiyete ilişkin inançların doğa hakkındaki bilgi üretimini nasıl şekilllendirdiğini araştırmak için bilim felsefesine dönmeden önce, bilim insanı olarak eğitim alan nüfuzlu feminist akademisyen grubunun bir parçasıydı. 1985’de yayımlanan Siborg Manifestosu, en ünlü eseri olmaya devam ediyor. Manifesto, Ronald Reagan’ın seçilmesinin ardından Socialist Review için feminist strateji üzerine bir yazı ile başlıyordu ve giderek sibernetik ve sayısallaştırmanın erkek ya da dişi – ya da gerçekten de, her türden insan – olmanın anlamını nasıl değiştirdiği hakkında kehaneti andıran bir tefekkür haline geldi. Öylesine kült bir hayran kitlesi kazandı ki Wired dergisi için Haraway’in profilini yazan Hari Kunzru şu ifadeleri kullandı: “Yirmili yaşlardaki bohemler için onun adının genellikle tekno gruplar ya da yeni fenetilaminler için saklanan türden bir saygınlığı vardır.”

Toplumsal cinsiyetin değişen siborg imgeleri

Toplumsal cinsiyetin değişen ve değişebilen siborg imgelemi, radikal biçimde yeniydi. Onun, bilgi teknolojisinin dünyanın dört bir yanındaki insanları yeni ilişki, sömürü ve dayanışma zincirlerine bağlama yöntemi; Berlin’deki bir Instagram influencer’ının Filipinliler tarafından modere edilen bir platforma erişmek için Kongo madenlerinden çıkarılmış kobalt içeren, Çin’de parçaları biraraya getirilen telefonu kullanarak Silikon Vadisi yöneticilerinin ceplerini doldurabildiği bir dönemde, öngörülü izlenimi veriyor.

Haraway’in diğer etkileyici metni “Konumlu Bilgiler” adını verdiği birkaç yıl sonra ortaya çıkan bir makale olabilir. Nancy Hartsock gibi feminist düşünürler ve aktivistlerle sohbet halinde gelişen bu fikir; hakikatin nasıl yapıldığı ile ilgili. Burada Haraway, belirli insanların somut pratiklerinin hakikati meydana getirdiğini iddia ediyor. Örneğin, laboratuvardaki bilim insanları yalnızca bir hücreyi gözlemlemekle ya da deney yapmakla kalmaz; görerek, ölçerek, adlandırarak ve manipüle ederek bir hücrenin ne olduğunu ortaklaşa yaratırlar. Bu gibi fikirlerin Amerikan pragmatizminde uzun bir tarihi vardır. Fakat bu fikirler, 1990’lı yılların sözde bilim savaşları sırasında – “bilim yanlısı gerçekçiler” ile “postmodernistler” arasında akademide bugün de önyargı ve nesnellik ile ilgili tartışmalara yansıyan bir dizi toplumsal tartışma – siyasi açıdan belirleyici oldu.

Haraway’in daha yakın zamanlı bir çalışması, insan-hayvan ilişkilerini ve iklim krizini ele aldı. O, cömert bir beyin fırtınası düşünürü; en iyi düşünmenin müşterek biçimde yapıldığına inanan solcu feministlerden. Sürekli aralarında lisanüstü öğrencilerinin de olduğu başka kişilerden alıntı yapıyor ve onların hakkını teslim ediyor. Italyan yönetmen Fabrizio Terranova tarafından çekilen hayatı ve eserleri hakkındaki son belgesel – Storytelling for Earthly Survival – bu türden bir adanmışlığın yanı sıra onun olağanüstü entelektüel kıvraklığını ve yaratıcılığını yakalıyor.

Onunla Santa Cruz’daki evinde, bilim savaşları ile ilgili anılarını ve günümüzdeki  “hakikat sonrası” ana nasıl tekabül ettiklerini, çağdaş iklim aktivizmini ve Yeşil Yeni Düzen’e dair görüşlerini ve oyunun siyaset için neden vazgeçilmez olduğunu konuştuk.

Bize sık sık “hakikat sonrası” (post truth) çağda yaşadığımız söyleniyor. Bazı eleştirmenler sizin gibi düşünürleri “hakikat-sonrası”nın geliştiği “görecilik (relativism)” ortamını yaratmakla suçladı. Buna nasıl yanıt verirsiniz?

Biz asla hakikatin yalnızca “ona hangi bakış açısıyla baktığınız” meselesi olduğunu düşünmüyorduk. Bir keresinde [Filozof] Bruno [Latour] ile birlikte Brezilya’da bir konferanstaydım. (Bu bana şunu anımsattı: bizi eleştirmek istiyorlarsa, bu eleştiri bu fikirleri üretmek ve yaymak için kullanılan jet yakıtı miktarı için olmalı! Hakikat-sonrası’na giden yolu açtığımız için değil.)

Herneyse. Bir konferansa katılmıştık. Primat alanında bir grup biyolog, Bruno ve ben vardım. Gerçekten de çok havalı bir biyolog olan Stephen Glickman bizi gizlice bir kenara çekti. Dedi ki: “Sizi utandırmak istemem ama gerçekliğe inanır mısınız?”

Ikimiz de bu soru karşısında şaşırıp kaldık. Öncelikle, bunun bir Protestan sorunsalı olan inanç meselesi olmasına şaşırdık. Günah çıkarma niteliğinde bir soru. Gerçekliğin bir inanç meselesi olduğu fikri, din savaşlarının güçlükle sekülerize edilmiş bir mirasıdır. Aslına bakılırsa, gerçeklik bir dünyevileştirme ve yerleşim meselesidir. Şeylerin tutulurluğunu sınama meselesidir. Şeyler tutuyor mu yoksa tutmuyor mu?

Evrimi ele alalım. Evrime inanma ya da inanmama kavramı oyunu ele veriyor bile. Eğer, “Elbette, evrime inanıyorum” derseniz, kaybedersiniz çünkü temsilciliğin semiyotiğine – dürüst olmak gerekirse, hakikat-sonrasına – girmişsinizdir. Bütün bunların yalnızca içsel bir kanı meselesi olduğu arenaya girmişsinizdir ve bunların dünya ile bir ilgisi yoktur. Dünyevileştirme alanını terkettiniz.

Bilim savaşları sırasında bize saldıran bilim savaşçıları bizi sosyal inşacı – tüm hakikatin toplumsal açıdan inşa edildiği – olarak resmetmeye kararlıydılar. Ve sanırım bu tuzağa düştük. Bu yanlış okumalara çeşitli şekillerde davetiye çıkardık. Dinleme ve uygulama konusunda daha dikkatli olabilirdik. Bizi bilim savaşçılarının yaptığı şekilde okumak çok kolaydı. Ardından sağ kanat, bilim savaşlarını ele geçirdi ve onu büyüttü ki bu da tüm o sahte haber söylemini eninde sonunda besledi.

Doktoranızı biyoloji alanında yaptınız. Bilim insanı meslektaşlarınız bilime yaklaşımınız ile ilgili neler düşünüyor?

Bugüne dek, bu şekilde konuşmaktan hoşlanan yalnızca bir ya da iki bilim insanı tanıdım. Bilim insanlarının bu türden bir dilden sakınmaları için oldukça iyi nedenleri var. “Bilimi Savun” (Defend Science) hareketindenim ve halkın katıldığı durumlarda kendi ontolojik ve epistemolojik kararlarımı daha yumuşatarak anlatırım. Temsili dil kullanırım. Güçlüden-daha-az nesnelliği savunurum çünkü bence durumsal olarak bunu yapmak zorundayız.

Bu aldatmaca mıdır? Pek sayılmaz. Bu [postkolonyal kuramcı Gayatri Chakravorty Spivak’in deyişiyle] “stratejik özcülük” ile ilişkilidir. Odayı paylaştığın kişilerle aynı tabiri kullanmanın stratejik bir faydası var. Birlikte birşey üzerinde çalışabilmek için yeterince-iyi bir tabir uydurursunuz. Ben odada birlikte meydana getirebileceğimiz şeyle ilgileniyorum. Yarın daha fazla yol alırız.

Örneğin, iklim değişikliği etrafındaki mücadelelerde yeryüzüne yayılmış olan sinik, maddi anlamda arkası güçlü, imha edici makineyi engellemek için müttefiklerinize katılmak durumundasınız. Bence meslektaşlarımla birlikte bunu yapıyoruz. Ne çenemizi kapattık ne de geliştirdiğimiz aygıttan vazgeçtik. Yine de tarihsel konjonktüre dayanarak en önemli şey ön plana ya da arka plana çekilebilir.

Şu anda size göre en önemli şey nedir?

Ilgi odağımda, Dakota Access boru hattında, Black Mesa platosundaki kömür madeni, her yerde madencilik gibi kara ve su egemenliği mücadeleleri var. Dünya çapında yok etme ve yok olma krizleri, insan ve insan dışı yer değiştirme ve evsizlik ilgi odağımda. Enerjim işte buralarda. Benim feminizmim işte bu başka yerler ve koridorlarda.

En önemli bulduğunuz politik taktikler hangileri – genç iklim aktivistleri için, Yeşil Yeni Düzen vs.?

Bu mesleklerdeki kişilerin oynadıkları rol, yeni bir politik tahayyül üretilmesi, karşılığında da yapılması gerekeni işaret etme konusunda hayati önemdedir. [Etnograf] Deborah Bird Rose’un “çifte ölüm” adını verdiği şeyin dışında bir şeyin tahayyül edilmesinin önünü açtılar – yok etme, madencilik, soykırım.

Şu anda, bunların üçünün de yaşandığı bir dünya ile karşı karşıyayız. Sistemli evsizlik üretimiyle karşı karşıyayız. Çiçeklerin zamanında açmaması, dolayısıyla da böceklerin bebeklerini doyuramamaları ve zamanlama bozulduğu için seyahat edememeleri bir tür mecburi evsizliktir. Zaman ve mekanda bir tür zoraki göçtür.

Aynı durum insanların dünyasında da fazlasıyla mevcut. Orta Doğu ve Orta Amerika gibi bölgelerde zorla yerinden etmeler görüyoruz ki bunların bazıları iklim göçü. Orta Amerika’nın Kuzey Üçgeni’ndeki [Honduras, Guatemela ve El Salvador] kuraklık insanları ülkelerinden uzaklaştırıyor.

Yani bu hümanist bir mesele değil. Çok türlü ve çok çeşitli bir mesele.

Oyunun önemi nedir?

Oyun, dünyada olup biten birçok şeyi yakalıyor. Şeylerin yeni sistematiklikler oluşturmak için stokastik olarak çalıştığı biyoloji ve kimyada bir tür çiğ oportünizm vardır. Bu doğrudan işlevsellik sorunu değildir. Işlevselliğe yakalanmayan, mümkün-ama-henüz-değil’i ya da henüz-değil-ama hala açık olanı öneren etkinlik türleri hakkında düşünmek için pratikler geliştirmeliyiz.

Bana kalırsa, bu günlerde politikamız birbirimizi tam da bunu yapmak için yüreklendirmemizi gerektiriyor. Hala olabilecek şeyler için birlikte nasıl imkanlar yaratabileceğimizi bulmak. Ama bunu negatif bir ruh haliyle yapamayız. Eleştirmekten başka birşey yapmazsak bunu yapamayız. Eleştiriye ihtiyacımız var; hem de çok. Ancak eleştiri henüz olabilecek şeylerin hissini vermeyecektir. Henüz mümkün olmamakla birlikte şiddetle ihtiyaç duyulan o şeyin hissini vermeyecektir.

Içinde bulunduğumuz çağın yerleşik kargaşası kaçınılmaz değil. Var. Ama kaçınılmaz değil.

Makalenin Orijinali

Yazar: Moira Weigel

Yeşil Gazete için çeviren: Özde Çakmak

 

Türkiye’den gelen kuru incirlerin çoğu kanserojen içeriyor – Bülent Şık

Yurtiçinde tüketilen kuru incirlerde aflatoksinler ve okratoksinler açısından bir kontrol yapılıyor mu? Yapılıyorsa elde edilen sonuçlar karşısında ne yapılıyor? Örneğin son on yıl içinde yapılan kontrol çalışmalarından elde edilen sonuçlar nedir?

Avrupa Birliği (AB), Türkiye’den gönderilen kuru incirlerde çok sık olarak ve yüksek miktarlarda aflatoksin ve okratoksin kalıntısı tespit edildiğini açıkladı.

Bu açıklama ciddi bir soruna işaret ediyor.

Aflatoksinler ve okratoksinler gıda ürünlerine bulaşan bazı küfler tarafından üretilen zehirli, kanserojen (kanser yapıcı), mutajen (genetik zincirde mutasyona neden olan) ve teratojen (embriyo gelişimini olumsuz etkileyen) etkili kimyasal maddelerdir.

Aflatoksinlerin yol açtığı en önemli sağlık zararı karaciğer kanseridir.

Okratoksinler ise kanserojen olmalarının yanı sıra çok ciddi böbrek hasarına da neden olurlar.

Aflatoksinlerin ve okratoksinlerin yol açacağı sağlık sorunları gıdalardaki miktarlarına, yeme sıklığına, yaşa ve karaciğer, böbrek gibi organlarımızı etkileyen başka hastalıkların olup olmadığı gibi çeşitli faktörlere bağlı olarak değişmektedir.

AB kontrol sıklığını da artırma kararı aldı

Avrupa Birliği tarafından yapılan açıklamada Türkiye’den ithal edilen kuru incirlerde aflatoksin ve okratoksin kalıntılarının çok sık çıkması üzerine gelen ürünlere yönelik kontrollerin iki katına çıkarılması, yani sıkılaştırılması talimatı da yer alıyor.

Ülkemizde gıdalardaki aflatoksin ve okratoksin kalıntıları konusunda kontrol çalışmaları yapmak ve gereken önlemleri almakla sorumlu kurum Tarım ve Orman Bakanlığı. İhraç edilen ve mikotoksin kalıntıları çıktığı için ülkemize geri gönderilen gıda ürünlerinin iç piyasaya sunulup sunulmayacağına karar veren kurum da aynı bakanlık.

Bakanlık nasıl bir önlem aldı?

Tarım ve Orman Bakanlığı Avrupa Birliği tarafından yapılan açıklama sonrası bakanlığın yurt genelindeki il müdürlüklerine gönderdiği bir yazı ile ‘ihraç edilen kuru incirlerde’ yapılan mikotoksin kontrollerinin sıklığının artırılmasını istedi.

Bakanlığın 18 Haziran 2019 tarihinde ivedi koduyla gönderdiği iki sayfalık yazı aşağıda:

Meseleye uzak olanlar için epeyce karışık gelebilecek bir resmi yazı bu. Ancak yazıda halk sağlığını ilgilendiren ifadeleri kopyalayarak aşağıya yapıştırdım. Bu ifadelerin ne anlama geldiğini açıklamaya çalışacağım. Yazıdaki ifadeler şöyle:

– Maksimum aflatoksin seviyeleriyle yüksek oranda uyumsuzluk nedeniyle ülkemiz menşeli kuru incir ile türev ürünlerinin AB’ye ihracatında aflatoksin riski açısından fiziksel kontrol sıklığı %10 oranından %20 ‘ye çıkarılmaktadır.

– Kuru incirlerde sıklıkla yüksek seviyelerde okratoksin A tespit edildiğine dair bulgu paylaşılmıştır.

Yazıda yer alan bu ifadeler kuru incirlerde tespit edilen aflatoksin miktarlarının yasal mevzuatta belirtilen sınır değerleri aştığını belirtiyor. Ayrıca sınır değerleri aşan ürün oranının yüksek olduğunu da belirtiyor. Yani ülkemizden ihraç edilen kuru incirlerin ‘büyük bir çoğunluğu’ yasal mevzuatta belirtilen sınır değerleri aşan miktarlarda aflatoksin içeriyor diyor.

Bu ciddi bir sorundur. Peki neden?

Ciddidir; çünkü iç piyasada tüketilen kuru incirlerin büyük bir kısmının da çok yüksek miktarda aflatoksin içerdiği anlamına gelir.

Ciddidir; çünkü Avrupa Birliği’nden ülkemize geri gönderilen aflatoksinli kuru incirlerin iç piyasaya sürülüp sürülmediği sorusunu akla getirir.

Ciddidir, çünkü yasal mevzuattaki sınır değerlerin aşılması ürünlerin sağlığa zararlı olduğunu ve tüketime sunulmaması gerektiğini belirtir.

Kuru incirlerde sıklıkla yüksek seviyelerde “okratoksin A” tespit edildiğine yönelik ifade de aynı şekilde anlaşılmalıdır.

Bir üründe hem aflatoksin ve hem de okratoksin bulunabilir ve bu meselenin ciddiyetini daha da artıran bir durum olarak görülmelidir.

Avrupa Birliği tarafından yapılan açıklama sonrası Tarım ve Orman Bakanlığı’nın 81 ilin il müdürlüklerine gönderdiği ve yukarıda yer verdiğimiz yazı “ihraç edilen kuru incirlerin” daha sık kontrol edilmesi talimatı ile son buluyor.

İhracat çok önemseniyor besbelli; peki halk sağlığı önemsiz mi?

Bakanlık aynı il müdürlüklerine iç piyasada satılmakta olan kuru incir ve kuru incirden mamul ürünlerde halk sağlığını korumak amacıyla daha sık kontrol yapılması, sorunlu ürünlerin piyasadan toplatılması talimatını da göndermiş midir? Göndermediyse neden?

Ama daha kritik bir soru var.

Yurt içinde tüketilen kuru incirlerde aflatoksinler ve okratoksinler açısından bir kontrol yapılmakta mıdır? Yapılıyorsa ne sıklıkta yapılıyor ve elde edilen sonuçlar karşısında ne yapılıyor? Örneğin son on yıl içinde yapılan kontrol çalışmalarından elde edilen sonuçlar nedir?

Bu sorular yanıt bekliyor.

Okurlara Not:

Aflatoksin ve okratoksin birer mikotoksindir. Gıdalardaki mikotoksin kalıntıları sorununu daha önce bianet’te yazdığım bazı yazılarda çeşitli açılardan ele almaya çalışmıştım. Bu konuda daha fazla bilgi edinmek isteyenler aşağıdaki linklerde yar alan yazıları okuyabilir.

TIKLAYIN – İhracattan Geri Dönen Zehirli Fındık ve Kuru İncirlere Ne Oluyor?

TIKLAYIN – İthal Soya ve Mısırda Mikotoksin Kontrolü Yapılıyor mu?

TIKLAYIN – Millet Kanser Olabilir; Yeter ki Devlete Zeval Gelmesin!

TIKLAYIN – Peynir Alırken Dikkat Edilmesi Gereken Bazı Noktalar

 

Bartın’da sel: Biri çocuk iki kişi kayıp

Bartın’ın Hasankadı beldesinde etkisini sürdüren şiddetli yağış sonrası sel felaketi yaşandı. Sel sularına kapılan 11 yaşında bir çocuk ile 70 yaşındaki bir adam aranıyor.

Bartın Hasankadı Beldesi’nde öğleden sonra başlayan sağanak yağışta sel sularına kapılan 11 yaşındaki İsa Akgün’ün ardından Emirler Mahallesi’nde de İbrahim Çeliktaş (70) sel sularına kapıldı.

Bartın Valisi Sinan Güner, “Çeliktaş’ın bahçede sel sularını çevirmeye çalışırken suya kapıldığını öğrendik ” dedi. Oğlunu kaybeden Ali Akgün ise, “Evimizin önünden köprü geçiyor. Annesi Gülümser elinden tutuyormuş. Köprüde sel suları yükselince elinden kayıp gitmiş” dedi.

Bölgeye sekiz dalgıç gönderildi

Yaşanan olayın ardından oğlunu kaybeden Gülümser Akgün de sağlık ocağında tedavi altına alındı. Kayıp sayısının artmasıyla birlikte Bartın Sahil Güvenlik Batı Karadeniz Bölge Komutanlığı’ndan bölgeye sekiz dalgıç gönderildi. Kayıpları arama çalışmaları sürdürülüyor.

 

 

İran-ABD hattı geriliyor

İran’ın ABD’ye ait İHA’yı vurması üzerine, İran’ın çok büyük hata yaptığını söyleyen Trump, ‘İran’a saldıracak mısınız’ sorusuna ‘Kısa sürede görürsünüz’ yanıtı verdi.  Rusya’da ABD’yi uyardı: Ortadoğu’da yeni bir çatışma çıkabilir.

Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Donald Trump, İran güçlerinin ABD’ye ait bir insansız hava aracını vurmasıyla ilgili olarak “İran çok büyük bir hata yaptı” dedi. Trump “İran’a saldıracak mısınız’ sorusunu da “Kısa sürede öğreneceksiniz” diye yanıtladı.

İran‘ın bugün ABD’ye ait bir askeri insansız hava aracını düşürdüğü açıklanmıştı. İran Devrim Muhafızları insansız hava aracının İran hava sahasında düşürüldüğünü iddia ederken, Reuters haber ajansına bilgi veren ABD’li kaynaklar İran tarafından fırlatılan füzenin hava aracını uluslararası hava sahasında düşürdüğünü söylemişti. ABD’li bir yetkili düşürülen insansız hava aracının ABD Donanması envanterinde bulunan MQ-4C Triton tipi bir araç olduğunu söylemişti.

İran’ın açıklamasında olayın Hürmüzgan eyaletindeki Kühmübarek‘te meydana geldiği belirtildi. ABD’li savunma sanayi şirketi Northrop Grumman tarafından üretilen Triton insansız hava araçları 24 saatten uzun süre havada kalabiliyor, 16 kilometre irtifaya kadar çıkabiliyor.

Gerilimin odağı Hürmüz

Hürmüz Boğazı‘na kıyısı olan bölge, son haftalarda ABD ile İran arasında yükselen tansiyonun odak noktası haline gelmiş durumda. Son olarak Umman Körfezi‘nde iki tankerin saldırıya uğramasının ardından ABD İran’ı suçlamış ve bölgeye ilave bin askeri personel sevk edileceğini duyurmuştu.

Washington yönetimi, İran’ı Hürmüz Körfezi’ndeki tankerlere yönelik mayınlı saldırılar düzenlemekle suçluyor. İran ise iddiaları reddediyor.

‘Kısa sürede öğreneceksiniz’

Kanada Başbakanı Justin Trudeau ile Beyaz  Saray’daki görüşmesi sırasında da basın mensuplarına konuyla ilgili açıklamalarda bulunan Trump, “Çok büyük bir hata yaptılar. İHA uluslararası sulardaydı, bilimsel  olarak bunun kanıtlarına sahibiz. Bunu yapan kişiler büyük bir hata yapmıştır,  yapanlar başıboş ve aptal birileri olmalı.” diye konuştu.

Trump, “ABD’nin İran’a yönelik bir saldırı planı var mı?” şeklindeki  bir soruya ise “Yakında göreceksiniz.” diye yanıt verdi.

Kanada Başbakanı Trudeau da “İran kaynaklı gerilimden  dolayı çok endişeliyiz çünkü biz de NATO dolayısıyla Irak’ta görevler yapıyoruz.  En yakın müttefikimizle bunları konuşuyoruz ve uluslararası kamuoyu olarak nasıl  ilerleyeceğimizi de değerlendiriyoruz.” yorumunu yaptı.

Rusya: ABD durumu bilinçli olarak kötüleştiriyor

Rusya Dışişleri Bakan Yardımcısı Sergey Ryabkov, Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) Ortadoğu’ya Patriot bataryaları, insansız hava araçları ve uçaklar göndermesi yönündeki kararına ilişkin, “ABD, İran ile ilgili durumu bilinçli olarak kötüleştiriyor” dedi.

Ryabkov, Rusya’nın Soçi kentinde, ABD’nin Ortadoğu’daki artan askeri faaliyetlerini, gazetecilere değerlendirdi. ABD’nin, İran’a baskı kurmaya devam ettiğine dikkati çeken Ryabkov, “ABD, İran ile ilgili durumu bilinçli olarak kötüleştiriyor” dedi. Ryabkov, ABD ile İran arasındaki gerginliğin azaltılması ve istikrara kavuşturulması için siyasi ve diplomatik araçlara başvurulması gerektiğini vurgulayarak, “Aksi halde, bölgede yeni bir çatışma yaşanabilir. Bu kesinlikle kabul edilemez” ifadelerini kullandı.

Rusya Güvenlik Konseyi Sekreteri Nikolay Patruşev de Rusya’nın Ufa şehrinde Uluslararası Siber Güvenlik Konferansı sonrası gazetecilere yaptığı açıklamada, İran’ın, konferansta, yaptırımlara karşı mücadele ile ilgili kalıcı bir uluslararası mekanizmanın oluşturması önerisi getirdiğini ve Rusya’nın bu öneriyi desteklediğini belirtti.

ABD Genelkurmay Başkanlığı Kurmay Direktörü Koramiral Michael Gilday, daha önce, İran’a karşı bölgeye sevk edilecek ek askeri unsurun, keşif amaçlı insanlı ve insansız hava araçları, 4 Patriot bataryasından oluşan bir Patriot taburu, kuvvet koruma önlemlerini geliştirmek üzere bir mühendis birliği ve bir savaş uçağı filosundan oluştuğunu açıklamıştı.

Mezarlıkta betona dizili 23 kaplumbağa ölüsü bulundu

Isparta‘da, mezarlıktaki betonun üzerinde, yan yana dizilmiş 23 kaplumbağa ölüsü bulundu. Isparta Belediyesi Veterinerlik İşleri Müdürlüğü ekipleri, kaplumbağa ölülerini alarak, incelemek üzere merkeze götürdü.

Kentte Işıkkent ve Hızırbey mahalleleri sınırlarındaki asri mezarlığı ziyarete giden kişi, kabrin belirlenmesi için örülen betonun üzerinde kaplumbağa ölüleri olduğunu gördü. Betonun üzerinde yan yana dizilmiş 23 kaplumbağa ölüsüyle karşılaşan kişi, sosyal medyada hesabından, fotoğraflarla birlikte ‘Asri mezarlıkta bu yavru kaplumbağaları ölmüş buldum. Neden ve ne sebepten öldükleri belli değil. Yetkili kimlerse bunu bir araştırmalarını rica ederim’ paylaşımında bulundu.

‘Takipçi olacağız’

Fotoğrafların sosyal medyada çok sayıda kullanıcı tarafından paylaşılması üzerine Isparta Belediyesi Veterinerlik İşleri Müdürlüğü ve Isparta Hayvan Koruma Derneği (ISHAYKO) harekete geçti. Veterinerlik İşleri Müdürlüğü ekipleri, bu sabah olay yerine giderek, kaplumbağa ölülerini alıp incelemek üzere merkeze götürdü.

ISHAYKO Derneği Başkanı Aynur Gül Asem kaplumbağaların ölü bulunduğu bölgeye gideceklerini belirterek, belediye yetkilileriyle irtibata geçtiklerini ve kaplumbağaların ölüm nedeninin tahlillerin yapılmasının ardından belli olacağını söyledi. Asem, hem belediye yetkililerinin hem de kendilerinin bu olayın takipçi olacaklarını söyledi.

Barış Bildirisi’ni imzaladığı için yargılanan Arat Dink hakim karşısında

Barış Akademisyenleri’nin bildirisini, “Aynen katılıyor ve kendim hakkında suç duyurusunda bulunuyorum” diyerek imzalayan Arat Dink için ‘terör propagandası yapmak’ suçundan 5 yıla kadar hapis cezası isteniyor.

Barış Akademisyenleri’nin “Bu suça ortak olmayacağız” bildirisine imza attığı için hakkında dava açılan Hrant Dink’in oğlu Arat Dink, “Terör örgütü propagandası yapmak” iddiasıyla 1 yıldan 5 yıla kadar hapis istemiyle hakim karşısına çıktı.  İstanbul 36. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki ilk duruşmaya, tutuksuz yargılanan Arat Dink ve avukatları Fethiye Çetin ve Ümre Deniz Tuna katıldı. Arat Dink’in avukatları, daha önce ‘Barış Bildirisi’ni imzaladıkları için yargılanan akademisyenlerin dosyalarına da bakıldığı gerekçesiyle ihsası rey yapıldığını belirterek mahkeme heyetinin çekilmesini talep etti. Mahkeme heyeti, çekilme yönündeki talebi yerinde olmadığı gerekçesiyle reddetti. Dink’in avukatlarının suçun maddi unsurlarının oluşmadığını belirterek derhal beraat talebi de reddedildi.

‘Pişman değilim’

Birgün’ün haberine göre, savunması sorulan Arat Dink, pişman olmadığını belirterek “Bildiriyle ilgili tek pişmanlığım, bildirinin son paragrafındaki ‘siyasi partiler, meclis ve uluslararası kamuoyu nezdinde temaslarımızı durmaksızın sürdüreceğiz’ şeklindeki taahhüdümüzü yerine getirememektir” dedi. Mahkeme heyeti, sonuçlanan benzer dosyalarla ilgili Anayasa Mahkemesi’ne başvuru yapıldığını, bu nedenle AYM’nin kararının beklenmesine karar verdi. Duruşma ertelendi.

İddianame…

İddianamede, 11 Ocak 2016’da Arat Dink’in de aralarında bulunduğu bin 128 kişi tarafından imzalanan “Barış İçin Akademisyenler Bildirisi”nde ‘terör örgütü’ne destek için yayınlandığı iddia edildi. Arat Dink’in, 18 Ocak 2016’da savcılığa dilekçe sunduğunu belirterek “Bildiriyi aynen tekrar ediyorum. Bu yüzden kendim hakkında suç duyurusunda bulunuyorum. Savcılığa dilekçe vermek için geldim. Bu bildiri suç oluşturuyorsa benim hakkımda da işlem yapılmasını talep ediyorum” şeklinde ifade verdiği de iddianamede yer aldı. İddianamede, Dink’in atılı suçu işlediği belirtilerek “Terör örgütü propagandası yapmak” suçundan 1 yıldan 5 yıla kadar hapsi talep ediliyor.