Ana Sayfa Blog Sayfa 2456

Türk gemisine korsan saldırısı: 10 denizci rehin

Gine Körfezi’nin Nijerya açıklarında Paksoy-1 adlı bir Türk gemisi korsanların saldırısına uğradı. Gemide bulunan 10 Türk mürettebatın kaçırıldığı açıklandı.

Kamerun’un Douala Limanı’ndan Fildişi sahili Abidjan Limanı’na boş olarak gitmekte olan Paksoy-1 isimli Türk yük gemisinin korsanların hedefi olduğu ortaya çıktı.Tamamı Türk vatandaşı olan 10 denizci, 13 Temmuz’da akşam saatlerinde meydana gelen olayda korsanlar tarafından rehin alındı.

Alınan ilk bilgilere göre yaralanma ve can kaybı yok. Personelin serbest bırakılması için çalışmalar sürüyor. Geminin sahibi olan Kadıoğlu Denizcilik, korsanlık olayını teyit etti. Gemide 18 Türk vatandaşının bulunduğunu bildirildi. Kaçırılan Türk gemicilerin kimlikleriyle ilgili henüz bilgi paylaşılmadı.

Kadıoğlu Denizcilik’ten yapılan açıklamada şu bilgiler yer aldı: “Kamerun’un Douala limanından / Fildişi sahili Abidjan limanına boş olarak gitmekte olan 8900 Dwt Türk bayraklı Paksoy-1 isimli yük gemimize yaklaşık olarak 02:58N – 004:40E mevkinde Nijerya Brass kıyısının 124 mil (230 kilometre) güneybatısında silahlı korsanlarca saldırıya uğramış, gemideki iletişim ve seyir cihazlarına zarar verilmiş ve tamamı Türk vatandaşı 10 denizci arkadaşımız korsanlar tarafından rehin alınmıştır.”

Bölgeden alınan ilk haberlere göre, yaralanma ve can kaybının yaşanmadığının aktarıldığı açıklamada, “Tüm personelimizin salimen serbest bırakılmaları için çalışmalarımız devam etmektedir” denildi.

Dark turizmin karanlık tarafı: Çernobil

Apartmana girerken iki gencin sohbeti kulağıma çalınıyor:“Daha Çernobil’e başlamadım, izleyeceğim nasip kısmet olursa…”

Dünya çapında izlenme rekorları kıran Çernobil dizisinin, kitle iletişim teknolojilerinin de etkisiyle nükleer karşıtlarının başaramadığı kadar Çernobil üzerine konuşmayı teşvik ettiği; her kültürden, yaştan, siyasi görüşten insana ulaştığı aşikar. Nükleer karşıtlarının başaramadığı kadar diyorum çünkü dizinin senaristi ve yapımcısı Craig Mazin verdiği röportajlarda kendisinin nükleer karşıtı olmadığını, bilakis nükleeri desteklediğini ifade etmişti. Mazin’in bu beyanlarına istinaden ben de meseleyi bir nükleer yanlısının neden böyle bir dizinin yapımcılığına soyunmuş olabileceğini tartıştığım ve dizinin zamanlamasına  dikkat çektiğim şu yazıyı kaleme almıştım. Derken 10 Temmuz’da Çernobil dizisinde konu edilen Çernobil’in “resmen” turistik bölge olduğunu okuduk gazetelerde. Büyük tesadüftü doğrusu, ama Ukrayna Hükümeti de Çernobil’in gizeminin, albenisinin artmasından yararlanmayacak değildi ya! Yoksa tersi mi geçerli ? Dizi ile Çernobil seyahatinin reklamının yapılması amaçlanmış olabilir mi?

Çernobil’in “resmen” turizm bölgesi olduğunun ilan edildiği 10 Temmuz günü medyaya pek yansımayan bir şey daha oldu: Çernobil Nükleer Santrali‘nde patlayan 4. reaktörün üzerini kaplaması için 2016 yılında European Bank tarafından yürütülen proje kapsamında inşaatına başlanmış olan çelik lahit tamamlandı ve anahtarlar Ukrayna yetkililerine teslim edildi. 36 bin ton ağırlığında, 108 metre yüksekliğinde ve 257 metre genişliğinde olup neredeyse kubbesinin büyüklüğüyle dünyaca meşhur  Berlin Katedrali ile yarışacak dev çelik lahit, 45 bağışçı ülke ve kurum tarafından finanse edilmişti. Büyük kısmı Fransız mühendislik şirketi tarafından gerçekleştirilen inşaatın 2,6 milyar USD maliyetine ek olarak 900 milyon USD de proje yürütücüsü European Bank tarafından karşılanmıştı.  Proje taraflarının da kabul ettiği üzere yalnızca 100 yıllığına radyoaktiviteyi dışarı sızdırmaması umulabilecek çelik lahitin maliyetini üstlenenler, Çernobil’in turizme açılmasını memnuniyetle karşılamış olmalılar…

Dizinin Çernobil’in turizm metası olması yönünde ilgiyi arttırmış olabileceği meselesine dönecek olursak, yaygın kanıya göre reklamın iyisi kötüsü olmaz diyemeyiz elbette! Dizi her ne kadar subliminal mesajlarla faturayı bugün devamlılığı olmayan bir devlet sistemine ve “eski”teknolojiye çıkarıyorsa da onca insanı, canlıyı yaşamdan acılar çektirene çektire koparan, cansız çevreyi dahi öldürücü kılan, normalin milyonlarca katı dozdaki radyoaktiviteydi. O radyoaktivitenin açığa çıkması halinde canlı ve cansız çevrenin aynı akıbete uğramasına neden olacak şekilde risk teşkil ettiği muhakkak! Fakat bunu kim biliyor, kaçımız bu şekilde düşünüyor? Çernobil’i hayatında duymamış, ilk defa diziyle öğrenen, yeni teknolojiyle hatta bilgisayar oyunlarıyla büyüyen gençler sadece Türkiye’de değil dünya çapında “baba akım” medyada yer alan taraflı bilgilerin karanlığında nükleer gerçekleri ne kadar anlamış olabilirler?

Ürün pazarlama stratejisi çerçevesinde mal ve hizmetlere dair bilgilendirme, ikna etme ve hatırlatma fonksiyonlarını işleterek belli bir lokasyonun tanıtılmasını amaçlayan reklamlar tüketiciye ulaşmada kuşkusuz çok önemli bir araçtır. Bu açıdan dizi sayesinde duymayanın kalmadığı ve resmen turizm bölgesi ilan edilen Çernobil’e halihazırda yapılmakta olan turlara bir göz atalım. Çernobil’e ziyaretler; İngilizce’de “dark” turizm, Türkçe’de de hüzün turizmi ya da kara turizm olarak adlandırılıyor.  Akademik araştırmalara göre Türkiye’de Madımak Oteli, Sinop Cezaevi, Çanakkale Şehitliği‘ne yapılan turlar dark turizm  kapsamına giriyor. Dünya genelinde gittikçe popülerleşen bu turizm türü kapsamında Auschwitz‘in başı çektiği en popüler yedi destinasyondan üçünün, nükleer felaketlerin yaşandığı yerler olan Çernobil, Hiroşima ve ABD’nin İkinci Dünya Savaşı sonrasında nükleer testler yapması nedeniyle yoğun radyoaktiviteye maruz bırakıldıkları için yerlilerinin tahliye edilmesiyle insansızlaştırılmış olan Bikini Adası olduğu görülüyor . Ancak bu noktada yeni bir soru kaçınılmaz: İnsanlık tarihinde acılara tanıklık etmiş mekanlara yapılan turların kapsamına, yine acılar çekilmiş olduğu için Çernobil’in ve diğer radyoaktif olarak kirli bulunan bölgelerin dahil edilmesi ne kadar doğru? Bu yazı özelinde sorarsak Çernobil ne kadar güvenli? Zira 26 Nisan 1986 tarihinde patlamış olan 4. reaktörün üzerine bugün çelik lahit yapılmış olsa da, patlamayla birlikte ABD’nin Hiroşima ve Nagasaki’ye atmış olduğu atom bombalarının yaydığı radyasyonun 200 katı atmosfere yayıldığı için turistik addedilen yerlerin hala tehlike barındırdığı rahatlıkla öngörülebilir. Bir nükleer reaktörün içinde oluşan reaksiyonun yarılanma ömrü * birbirinden farklı ve etkisi yüzlerce , binlerce hatta on binlerce yıl devam eden 1500 çeşit radyoizotop bulundurduğu ve tesisten plutonyum elde edildiği nasıl göz ardı edilir?

Ülkemizde Yeni İnsan Yayınevi tarafından yayımlanan Nükleer Enerji Çözüm Değil kitabının da yazarı Dr. Helen Caldicott’a göre Çernobil nükleer felaketi bitmiş değil. Dr Caldicott’un 4 Temmuz tarihli makalesinde yer verdiği Rus biyolog ve önceden Rusya Cumhurbaşkanının danışmanlığını yapmış olan Dr Alexey Yablokov, Beyaz Rusya’da biyolog ve ekolojist olarak çalışan Alexey Nesterenko ve fizikçi, Beyaz Rusya nükleer Enerji danışmanı Vassili Nesterenko ‘nun 2009 yılında birlikte yürüttükleri “Çernobil : Felaketin Çevre ve İnsanlar İçin Sonuçları” adlı araştırma milyonlarca insanı radyasyona maruz bırakan Çernobil kaynaklı mağduriyetlerin süreceğine işaret ediyor. Bunun temel nedeni, etkisi on binlerce yıl sürecek izotopların çevreye yayılması neticesinde Avrupa topraklarının %40’ının radyoaktif olarak kirlenmiş olması. Nitekim Çernobil Araştırması’nın ortaya koyduğu önemli bir tespit; Çernobil Nükleer Felaketi öncesinde Beyaz Rusya‘daki çocukların %90’ının sağlıklıyken bugün yalnızca %20’sinin sağlıklı olduğu ve radyoaktif bölgede bugün 1 milyon çocuğun yaşadığı yönünde. Öte yandan Dr. Caldicott makalesinde Rusya, Ukrayna, Avrupa, İngiltere ile birlikte Türkiye‘nin adını da zikrediyor ve açıkça Çernobil kaynaklı bir çok kurbanın olduğuna ve bu durumun hareket halindeki radyoizotoplarla radyoaktif toprakta yetiştirilen ürünlerin besin zincirine girmesi nedeniyle gelecekte de devam edeceğine dikkat çekiyor. Nitekim 2016 yılında bağımsız bilim insanları tarafından yürütülen bir başka Çernobil araştırmasının ortaya koyduğu gerçek de gelecek 50 yıl içinde 40 bin yeni kanser vakasının olacağını öngörmekte.

Guy Debord, Gösteri Toplumu’nda gerçek dünyanın basit imajlara dönüştüğü yerde, basit imajların da hipnotik bir davranışın etkili motivasyonları haline geldiğinden bahseder. İzleme rekorları kıran dizinin üstüne Çernobil’in “resmen” turizm bölgesi ilan edilmesinin sosyal medya ortamındaki paylaşımlarla birbirini etkileyerek oraya bir turist akınını başlatacağını söylemeye gerek yok. Kimi turizm acentalarının kişi başı 4 bin dolarlara varan fiyatlara sattığı turlar, 2020’ye kadar dolmuş durumda. Çernobil bölgesinin “resmen” turizme açıldığının duyurulması tur sayısıyla birlikte şüphesiz acenteler arası rekabeti  arttıracak. Artan rekabetin karşısında hizmet sunmaya çalışan acenteler tüketicilerini cezbetmek için daha tehlikeli ve girilemeyen yerleri tur kapsamına alıp hizmet çeşitlendirmeye soyunarak işi çılgınlığa vururken bir taraftan da maliyetlerden kaçınacak. Özetle Çernobil’in “resmen” turizme açılmasıyla bugüne kadar görece temkinli yapılan küçük ve aralıklı turların yerini  kitle turizmine bırakması halinde bildiğimiz kapitalizmin imkanlarının “güvenlik” ve “temkinli olmak” manasına gelen ne varsa içini boşaltacağını öngörmek güç değil.

*Yarılanma ömrü : bir radyonuklidin(radyoizotopun) ömrünün azalması için geçmesi gereken sürenin hesabında kullanılır. Örneğin sezyum radyoizotopunun yarılanma ömrü 30 yıldır. Yarısının yarısı şeklinde devam edecek olan azalmaya göre etkisi en az 300 yıl sürebilecektir. Plutonyumun yarılanma ömrü 24 bin yıldır, 240 bin yıl etkisi sürebilecektir .

(Yeşil Gazete)

 

Pestisit kullanımı son 10 yılda yüzde 54 arttı ve Antalya başı çekiyor – Bülent Şık

Türkiye’de 2009 yılında 37 bin altı yüz elli bir ton (37.651 ton) olan toplam tarım zehri kullanım miktarı son 10 yıl içinde %57 oranında artarak 59 bin tona ulaşmıştır.

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından yayınlanan çevresel göstergelere göre Türkiye’de 2017 yılında kullanılan toplam pestisit yani tarım zehri miktarı, 2016 yılına göre %8,08 artarak yaklaşık elli dört bin tona (54.098 ton) yükselmiş. İstatistiksel verilerde bazı çelişkiler var ama bu yazıda çelişkilere değil de eksikliklere değineceğim.

Pestisitler tarımda çeşitli unsurlara karşı kullanılan zehirli kimyasal maddelerdir. Tarım ilacı olarak adlandırılsalar da tarım zehri demek daha doğru.

Ülkemizde en çok kullanılan tarım zehirlerinin başında fungusitler (mantar öldürücüler) geliyor.

2017 yılında toplam tarım ilacı kullanımının %44’ünü fungusitler oluşturuyor. Fungusitleri %22,8 ile insektisitler (böcek öldürücüler), %23,5 ile herbisitler (ot öldürücüler), %4,9 ile akarisitler (akar öldürücüler), %0,5 ile rodentisitler (kemirgen öldürücüler) ve %12,4 ile diğerleri (bitki aktivatörü, bitki gelişim düzenleyici, böcek cezbedici, fumigant ve nematosit) izliyor.

Ziraat Mühendisleri Odası’nın tahminlerine göre 2018 yılında kullanılan tarım zehri miktarı ise %9 oranında artarak yaklaşık olarak 59 bin ton civarında olacak.

Bu rakamlara göre Türkiye’de 2009 yılında 37 bin altı yüz elli bir ton (37.651 ton) olan toplam tarım zehri kullanım miktarı son 10 yıl içinde %57 oranında artarak 59 bin tona ulaşmıştır.

İstatiksel veriler çok genel

Elbette bu artış başka parametrelerle birlikte değerlendirilmeli.

Örneğin aynı dönemde ekili dikili, örtü altı vs. tarımsal alanlarda da bir artış olması kullanılan tarım zehri miktarındaki artışın mutlak değil göreli olduğu anlamına gelecektir.

Bir başka deyişle ekilen dikilen alan artmadan sadece kullanılan pestisit miktarı artmış olsaydı birim alana düşen tarım zehri miktarı artmış olacağı için bu durum daha kaygı verici olacaktı. Ancak bu detaylar çevresel göstergeler içinde yer almıyor.

Çevresel göstergeler içinde yer alan pestisit kullanımına dair istatistiksel veriler çok genel. Örneğin ilçeler bazında detaylı veriler, kullanılan tarım zehirlerinin ismi ve miktarları gibi bilgiler yok.

Pestisit kullanımının yoğun olduğu Antalya ilinin Kumluca, Serik gibi tarımsal üretimin çok yoğun olduğu ilçelerinde hangi tarım zehirlerinin ne miktarda kullanıldığı belirsiz örneğin.

Bu eksikliklere rağmen en azından bir fikir vermesi için il bazında kullanılan pestisit ya da tarım zehri miktarlarına yakından bakalım.

Pestisit kullanımında Antalya birinci sırada

2017 yılı itibariyle en fazla tarım zehri kullanılan ilk 5 il toplam kullanımın %10,1’i ile Antalya, %9’u ile Manisa, %9’u ile Adana, %5,7’si ile Mersin ve %5,7’si ile Aydın olarak sıralanıyor.

Antalya tarım zehri kullanımında başı çekiyor. Antalya ilinde 2018’de kullanılan tarım zehri miktarının Ziraat Mühendisleri Odası’nın 2018 yılı için yaptığı tahmini dikkate alarak yaklaşık olarak beş bin dokuz yüz elli dokuz ton (5.959 ton) olduğunu söyleyebiliriz.

Bu rakam tek başına bir şey ifade etmiyor.

Biraz daha fikir vermek için kullanılan pestisit miktarının beş milyon dokuz yüz elli dokuz bin kilogram olduğunu ve bu miktarın yuvarlak hesapla yarım kiloluk 12 milyon adet pet su şişesine denk geldiğini belirtmeliyim.

Antalya ilinin 2018 yılı nüfusu 2 milyon 426 bin olarak verilmiş ve buna göre Antalya’da kişi başına yaklaşık 2.5 kilo pestisit düşüyor.

Pestisit kullanımının yoğun olduğu diğer illerin başında gelen Manisa’da kişi başına 3,7 kg, Aydın’da 3,1 kg, Adana’da 2,4 kg ve Mersin’de ise 1,8 kg pestisit düşüyor.

Ancak il bazındaki kullanım miktarlarına değil tarımsal üretimin yoğun olduğu ilçelerdeki kullanım miktarlarına bakmak gerekiyor.

Canlı türleri için ciddi risk

Bu çerçevede örneğin Antalya’da Kumluca ve Serik gibi tarımsal üretimin ve pestisit kullanımının çok yüksek olduğu ilçelerde birim alana (ve kişi başına) düşen pestisit miktarının bu değerlerin çok daha üstünde olduğunu kesinlikle söyleyebiliriz.

Bu yüksekliğin çiftçiler, tarımsal alanlarda çalışanlar, bölge sakinleri, tüketiciler ve ekosistemdeki arılar başta olmak üzere diğer canlı türleri için ciddi bir risk oluşturduğunu da söyleyebiliriz.

Elbette kullanılan pestisitlere bir defada maruz kalmıyoruz. Tarım zehirleri yıl içinde farklı zamanlarda kullanılıyor ve geniş bir coğrafi alana yayılarak miktarı seyreliyor. Dolayısıyla kullanılan miktarın çok azına ancak sürekli olarak maruz kalıyoruz.

Maruziyet konusu ülkemizde az çalışılmış konulardan biridir. Pestisitlere maruziyet düzeyinin ne olduğu, olası sağlık zararlarının boyutları, çevresel maliyetler ve toplumdaki hangi grupların bu açıdan daha kırılgan olduğu vb. gibi konuları ayrıca başka bir yazıda ele almak gerekiyor.

Bu konularda somut çalışmalar yapılmadıkça gerçek durumun ne olduğunu söylemek çok zor.

Ama ortada somut bir gerçek var: Türkiye’de pestisit kullanım miktarı son on yılda %57 oranında artış göstermiş.
Bu artış bir başarı değil, ciddi bir sorundur.

Ülke sınırları aynı kaldığına göre pestisit kullanımındaki artış ülke topraklarının, havasının, sularının ve doğadaki canlıların pestisitlere daha fazla maruz kalması anlamına gelir. Pestisit kalıntıları içeren gıda ürünleri oranının da artış göstermiş olması kuvvetle muhtemeldir.

Pestisit kullanım miktarlarındaki artışlar Tarım ve Orman Bakanlığı‘nın ülke genelinde pestisit kullanımını azaltmaya yönelik söylemlerinin ve yaptığı uygulamaların gerçekte hiçbir işe yaramadığını da göstermektedir.

Ne yazık ki durumumuz bu.

(Bianet’den alınmıştır.)

 

Türkiye’den AB’ye yaptırım tepkisi: Ciddiye almıyoruz

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, AB’nin Türkiye’ye yönelik yaptırım kararı için “Çok da ciddiye almaya gerek yok. Kararlarını uygulamaları mümkün değil’ dedi. Çavuşoğlu, sondaj çalışmaları için Doğu Akdeniz’e dördüncü gemiyi de göndereceklerini duyurdu.

Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki sondaj çalışmalarının yasadışı olduğunu öne süren Avrupa Birliği’nin (AB), açıkladığı yaptırım kararlarına tepki gösteren Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, “Çok da ciddiye almaya gerek yok. Bizi etkileyecek şeyler değil” yorumunda bulundu. S-400’ün, NATO sistemlerine ve F-35’e bir tehdit oluşturmadığını da yineleyen Çavuşoğlu “Zaten bitmiş bir anlaşma” dedi.

Kuzey Makedonya ziyaretinin ikinci gününde mevkidaşı Nikola Dimitrov ile bir araya gelen Çavuşoğlu, gazetecilerin sorularına verdiği yanıtlarda, özetle şunları söyledi:

S-400 tartışması: Aldığımız S-400 sistemi NATO sistemlerine, F-35 dahil bir tehdit oluşturmuyor. Tamamen bizim kontrolümüzde olacak bir sistemdir. Gereksiz gerginlik yaratmaya gerek yok. Zaten bitmiş bir anlaşma. Artık teslim süreci de başlamıştır.

AB yaptırımları: Çok da ciddiye almaya gerek yok. Bankaya tavsiye vermesi AB’nin başka bir çelişkisi. AB’nin bize ihtiyacı var. Aldıkları kararların uygulanmasının da mümkün olmadığını kendileri de biliyor. Rum kesimini tatmin etmek için kıytırıktan kararlar almak durumda kaldılar.

Sondaj çalışmaları: Bundan sonraki süreçte Türkiye’ye yönelik bir karar alırsanız faaliyetlerimizi artıracağız. Orada üç gemimiz var, dördüncü gemimizi de Doğu Akdeniz’e en kısa zamanda göndereceğiz. Kıbrıs Türk halkının hakkını garanti altına almadıkları sürece biz oradaki faaliyetlerimizi sürdüreceğiz. Rum kesimi de AB’yi arkasına almasın. Rum kesimini muhatabı KKTC’dir. Bir an önce akıllarını başlarına alsınlar.

Dışişleri: Faaliyetlere devam

Dışişleri Bakanlığı da bir açıklama yayımlayarak ‘sondaj faaliyetlerinin hiçbir şekilde etkilenmeyeceği’ni duyurdu. AB’nin ‘Kıbrıs adasının doğal kaynakları üzerinde eşit haklara sahip olan’ Kıbrıs Türklerinden bahsetmediğini vurgulayan bakanlık şöyle devam etti: “Kıbrıs Türkleri yokmuş gibi hareket edilmesi, AB’nin Kıbrıs konusunda ne kadar önyargılı ve taraflı olduğunu göstermektedir. Bu kararlar Rum/Yunan ikilisinin AB üyeliklerini kendi maksimalist pozisyonları doğrultusunda nasıl suistimal ettiklerinin ve diğer AB ülkelerinin de buna nasıl alet olduklarının en son örneğidir. Geçmişte de defaten vurguladığımız üzere, Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon faaliyetlerimizin, kendi kıta sahanlığımızdaki haklarımızın korunması ve Ada’nın ortak sahibi olan Kıbrıs Türklerinin Ada’nın hidrokarbon kaynakları üzerindeki eşit haklarının korunması olmak üzere iki boyutu vardır.”

Kıbrıs Cumhuriyeti’ne ‘sözde’ denilen açıklamada, AB’nin iki tarafı ‘bir araya gelmeye teşvik etmek yerine Türkiye aleyhinde karar almak’la eleştirilerek, bunun ‘gerçeklikten kopuk’ bir hareket tarzı olduğunu savunuldu.

Edebiyatçılardan ayrımcı, cinsiyetçi, homofobik söylemlere karşı ortak bildiri

2009 yılında Idefix bünyesinde bir yayın olarak kurulan ve 2018 yılında Turkuvaz Grubu‘na satılan Sabit Fikir, geçtiğimiz günlerde, küçük İskender’in ölümü ardından aynı zamanda derginin de yazarı olan şaire yer vermemesi ve ardından A7 Kitap tarafından verilmek istenen ilândan Tarih Boyunca En Etkin 100 Eşcinsel kitabının çıkarılmasını talep etmesi nedeniyle edebiyat çevrelerinde ve yayın dünyasında büyük tepki aldı.

Birçok yazar, şair, editör ve eleştirmenin aralarında bulunduğu onlarca isim; ayrımcı, cinsiyetçi, homofobik söylemlere karşı ortak bir bildiri yayımladı. “Siyasi iktidarın söylemini kendine rehber edinen bir yayıncılık anlayışının yayıldığını” vurgulayan bildiride “Hangi mecradan, kim tarafından gelirse gelsin ayrımcı, cinsiyetçi, homofobik söylemler kabul edilemez. Yazılarımızla katkıda bulunduğumuz tüm yayınlar için bu görüşümüz geçerlidir.” ifadeleri yer alıyor.

Açıklama şöyle:

“Edebiyat okuruna ve yayın dünyasına duyurumuzdur;

Değerli şair küçük İskender’in kaybının ardından kurucuları arasında yer aldığı SabitFikir dergisinin internet sitesinde edebiyat dünyasının bu önemli kaybının haberine yer vermemesine tepki gösterdik. Derginin yayın yönetmeni Mustafa Akar buna gerekçe olarak kendi kişisel beğenilerini öne sürmüş ve ölüm gününde küçük İskender’in şiirini tartışmaya açarak anısına saygısızlık etmiştir. Dahası buna tepki gösteren yazarları faşistlikle suçlamaya kalkışarak son yıllarda sıkça karşımıza çıkan bir pişkinlik örneği sergilemiştir. Aynı günlerde kamuoyuna yansıyan haberlere göre SabitFikir dergisi A7 Kitap’ın çeviri kitaplar seçkisinin 10 kitaplık ilanından “Tarih Boyunca En Etkin 100 Eşcinsel” kitabının çıkarılmasını da talep etmiştir.

SabitFikir’in yeni yönetiminin ayrımcı, cinsiyetçi, homofobik bir yaklaşımdan medet umduğunu gösteren bu tutumu üzerine biz aşağıda imzası bulunan yazarlar derginin hâlâ internet arşivinde bulunan yazılarının çıkarılmasını talep eden meslektaşlarımızı destekliyoruz.

Ülkede kültürün, sanatın, edebiyatın nefes aldığı alanlar giderek azalırken ve siyasî iktidarın söylemini kendine rehber edinen bir yayıncılık anlayışı yayılırken bu son tartışmanın münferit bir örnek olarak değerlendirilemeyeceği ortadadır.

Bu vesileyle konuya yaklaşımımızın altını bir kez daha çizmek isteriz. Hangi mecradan, kim tarafından gelirse gelsin ayrımcı, cinsiyetçi, homofobik tavır ve söylemler kabul edilemez. Yazılarımızla katkıda bulunduğumuz tüm yayınlar için bu görüşümüz geçerlidir.

Kamuoyuna saygıyla duyurulur.”

İmzacıların listesi:

A.Ömer Türkeş, Abdullah Aren Çelik, Adalet Çavdar, Ahmet Ergenç, Ahmet Telli, Ahmet Ümit, Akif Kurtuluş, Alexander Dawe, Ali Hikmet Eren, Ali Özgür Özkarcı, Altay Öktem, Anıl Mert Özsoy, Aslı Perker, Aslı Tohumcu, Aslı Uluşahin, Asuman Kafaoğlu-Büke, Asuman Susam, Ayhan Koç, Aylin Balboa, Ayşegül Tözeren, B. Nihan Eren, Banu Özyürek, Barış Öztekin, Bedia Ceylan Güzelce, Begüm Kovulmaz, Betül Dünder, Binali Duman, Birgül Oğuz, Bora Abdo, Buket Uzuner, Burhan Sönmez, C. Hakkı Zariç, Can Semercioğlu, Cengiz Kılçer, Cenk Kolçak, Ceren C. Gündoğan, Cihat Duman, Çağlayan Çevik, Deniz Durukan, Deniz Madanoglu, Deniz Poyraz, Deniz Vural, Devrim Dirlikyapan,  Devrim Horlu, Doğu Yücel, Doğuş Sarpkaya, Ebru Nihan Celkan, Elif Türker, Emrah Polat, Emre Hepdeniz, Emrullah Alp, Erbuğ Kaya, Erol Hızarcı, Ersan Üldes, Ezgi Aktaş, Fahri Öz, Fatoş Öcal, Ferhat Uludere, Figen Alkaç, Figen Şakacı, Filiz Bilge, Gamze Arslan, Gaye Boralıoğlu, Gonca Özmen, Gün Zileli, Güneş Öztürk, Günsu Özkarar, Hakan Bıçakcı, Hakkı Seçkin, Haluk Kalafat, Hamit Ergüven, Harun Atak, Hasan Cömert, Haydar Ergülen, Hilmi Tezgör, Hüseyin Kıran, Irmak Zileli, Işık Demirtaş, İnanç Avadit, İrfan Aktan, Işın Tuzcular, Jale Özata Dirlikyapan, Kaya Tanış, Kurtuluş Karaşın, Lal Laleş, Latife Tekin, Lokman Kurucu, Mahir Karayazı, Mahir Ünsal Eriş, Mahmut Temizyürek, Mavisel Yener, Mehmet Erkurt, Mehmet Erte, Melisa Ceren Hasmaden, Melisa Kesmez, Menekşe Toprak, Mesut Varlık, Mevsim Yenice, Muhsin Başaldı, Murat Özyaşar, Murat Sayın, Murat Şevki Çoban, Murat Uyurkulak, Nalan Çelik, Nermin Yıldırım, Nilay Kaya, Nilay Özer, Nilüfer Açıkalın, Nurhan Suerdem, Nükhet Ere, Olcay Özmen, Onur Koçyiğit, Oya Kaya, Oylum Yılmaz, Özlem Akcan, Özlem Altunok, Özlem Budak, Rafet Arslan, Rober Koptaş, Seçil Epik, Seçil Türkkan, Seda Ateş, Sedat Barkın,  Sedef Erken, Selçuk Orhan, Selim Temo, Sevde Tuba Okçu, Sevgi Koca, Sevgi Tartıcı, Sibel Oral, Sibel Yükler, Simlâ Sunay, Sinem Dönmez, Sinem Sal, Suna Aras, Şenol Topçu, Şerafettin Kaya, Şeref Bilsel, Şükrü Erbaş, Tahir Şilkan, Tozan Alkan, Tuğçe Isıyel, Tunca Çaylant, Turgut Toygar, Ümit Aykut Aktaş, Vivet Kanetti, Yavuz Ekinci, Yekta Kopan, Zeki Çelik, Zeynep Miraç.

BM: Dünyada 821 milyondan fazla insan aç

BM’nin raporunda, yetersiz beslenmenin, özellikle iklim değişikliği ve savaşlar nedeniyle 2015 yılından bu yana arttığına dikkat çekildi; ‘2030’a kadar sıfır açlık’ hedefine ulaşılamayacağı belirtildi.

Birleşmiş Milletler’in (BM) açıkladığı son rapora göre, geçen sene 821 milyondan fazla insan açlık çekti. Açlık çekenlerin sayısı üç yıldır üst üste artış kaydedildiği belirtilen raporda, yetersiz beslenmenin, özellikle iklim değişikliği ve savaşlar nedeniyle 2015 yılından bu yana arttığına dikkat çekildi. İki yıl önce açlık çekenlerin sayısı 811 milyondu.

BBC Türkçe’de yer alan habere göre, BM Dünya Gıda Programı (WFP) Başkanı David Beasley, “2030’a kadar sıfır açlık hedefimize ulaşamayacağız” dedi. ‘Dünyada Gıda Güvenliği ve Beslenme Durumu’ başlıklı rapor, BM Gıda ve Tarım Örgütü ile diğer BM kurumlarıyla ortak hazırlandı.

Raporda, açlığın önlenebilmesi için ekonomik ve siyasi önlemler alınması, sağlık hizmeti ve eğitim gibi zaruri kamu hizmetlerinde kesintiye gidilmemesi gerektiği belirtildi.

BM’nin raporuna göre:

-821.6 milyon insan yani dünya nüfusunun yüzde 11 açlık çekiyor

-Açlık oranının en yüksek olduğu yer Afrika. Kıta genelinde her beş kişiden biri, Doğu Afrika’da ise her üç kişiden biri aç

-Afrika nüfusunun yüzde 20’si, Asya nüfusunun da yüzde 12’den fazlası aç, Latin Amerika ve Karayipler’de oran yüzde 7’nin altında

-Açlık, özellikle ihracat ürünlerine bağımlı orta gelirli ve ekonomik büyümenin gerilediği ülkelerde artıyor

-Her kıtada kadınlar erkeklerden daha çok açlık çekiyor. Kadın erkek açlığı oranı arasındaki farkın en büyük olduğu yer Latin Amerika

-2012’den bu yana düşük doğum ağırlığı oranının azaltılmasında ilerleme sağlanamadı, bu bebeklerin ölüm veya bedensel olarak az gelişme riskini artırıyor

-Dünya genelinde yaklaşık 149 milyon çocuk açlıkla bağlantılı gelişim sorunları yaşıyor

Rus Meclis Başkanı: Eşcinsellerin evlat edinmesine izin verirsek, insan ırkının sonu gelir

Rusya’nın üst meclisi Federasyon Konseyi’nin başkanı olan Valentina Matvienko, “eşcinsel çiftlere çocuk evlat edinme hakkı verilirse insan ırkının sonunun geleceğini” söyledi. Moscow Times‘ın aktardığına göre devlet desteğiyle yapılan bir gençlik forumunda konuşan Matvienko ayrıca, “Mutluluğun basit bir formülü var, bence formül tüm dünyada aynı: aile, çocuklar ve ebeveynler. Bu temellerin nasıl aşınmakta olduğunu görüyoruz” dedi.

Rusya, 2013 yılında eşcinsel çiftlerin çocuk evlat edinmesini ve “Reşit olmayanlar arasında eşcinsel propaganda yapmayı” yasaklamıştı. Bazı bağımsız anketler Rusların çoğunluğunun LGBTİ’lere karşı olumsuz bir bakış açısı olduğunu gösterirken bazı anketler de halkın LGBTİ’lere eşit hak tanınmasına 14 yıldır olmadığı kadar sıcak baktığını gösteriyor.

 

20 maddede S-400 meselesi – Eser Karakaş

S-400 meselesi ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü, KHK’lıların işlerine geri dönebilmesi, yargının etkin çalışması, AİHM’de ihlallerde en önlerde olmamak meselelerinde bir tercih demektir.

23 Haziran hezimetinden sonra moralleri çok bozulan Reisciler şimdi S-400’lerin Ankara’ya gelişi ile kendilerini biraz toparlanmış gibi hissediyorlar; mottoları da şu: Reis gelecekler dedi ve geldiler, Reis ve biz sözümüzü yerine getirdik, batıya da haddini bildirmeye hazırız.

Başta eski amiral gemisinin yedek süvarisi olmak üzere bu kesim maalesef S-400 meselesini anlamamışlar.

Bizlerin de neden S-400 alımına karşı çıktığımızı hiç ama hiç anlamamışlar.

Bir kez daha ama tane tane, madde madde meseleyi kendi gözlüklerimle anlatmaya çalışacağım.

1- S-400 meselesi bir savunma teknolojisi meselesi değildir.

2- S-400 meselesi bir dış politika meselesi de hiç değildir, zaten iç politika tercihinden bağımsız bir dış politika tanımlanamaz.

3- S-400 meselesi en özünde nasıl bir ülkede yaşamak istediğinize ilişkin bir meseledir.

4- İfade özgürlüğünün, gösteri yürüyüşleri hakkının, mülkiyet haklarının dünya standartlarında olduğu, din-devlet, sivil-asker ilişkilerinin, vatandaşlık tanımının çağdaş ölçütlerde olduğu, dünya ekonomisi ile bütünleşerek sürdürülebilir bir büyümenin olduğu bir ülke vatandaşı olmak istemek birinci seçenektir.

5- Gazetecilerin, öğretim üyelerinin hapiste olduğu, 130 bin kamu çalışanının yargısız, sorgusuz-sualsiz mesleklerini, işlerini yitirdiği, tweet attıkları için insanların soruşturmaya uğradığı ve cezalara çarptırıldığı, büyümenin negatif olduğu, Meclis’in yetkilerinin çok azaltıldığı, Sayıştay’ın göstermelik hale geldiği, ifade özgürlüğü hakkı ihlallerinde Avrupa Konseyi birincisi bir ülkenin vatandaşlığı ise başka bir seçenektir.

6- Rusya’dan S-400 alımı bir toplumsal proje tercihidir ve beşinci maddede özetlenen bir ülke yapılanması ile uyumludur.

7- Türkiye’nin ve her ülkenin küresel ittifakları, Damat Bey’in ifadesi ile söylüyorum, burası çok önemli, özünde askeri (NATO), hukuki (Avrupa Konseyi), iktisadi (AB adaylığı) ittifaklar değil, birer DEĞERLER İTTİFAKIDIR.

8- Türkiye yönetimi olarak benimsediğiniz ve ülkeye de benimsetmeye çalıştığınız değerler sistemi batı değerler sistemi değilse, yönetim de ülkeyi batı ittifaklarından, değerlerinden koparmak için Rusya, Çin gibi başka bir değerler sisteminin ülkelerine yanaşır.

9- S-400 meselesinin özü sekizinci maddede (bir önceki) belirtilendir.

10- Türkiye’de birilerinin S-400 alımına karşı çıkmalarının altında orta ve uzun vadede ülkenin batı değerler sisteminin parçası olmaktan çıkarılmasına engel olmak içindir.

11- “Biz S-400’leri ABD bize Patriotları satmadığı için mecburen, ulusal güvenlik gereği olarak alıyoruz” ifadesi yanlış, en azından çok eksik bir ifadedir.

12- Kimse silah satışından büyük paralar kazanan, bu niteliği ile de çok eleştirilen ABD’nin bize neden Patriotları satmadığını sorgulamamaktadır.

13-ABD’nin Türkiye’ye Patriotları satmaktan imtina etmesi yukarıda belirttiğim batı değerler sisteminden derece derece çıkışımıza bir tepki olarak gündeme gelmiştir.

14- Batı askeri ittifakının gereklerini yerine getiren yani batı değerler sisteminden kopmayan bir Türkiye’ye ABD’nin, Pentagon, Beyaz Saray, Kongre, Patriot satmamasının bir mantığı yoktur ve bu satmama keyfiyeti zaten gündeme gelmez.

15- Batı değerler sisteminin bir parçası olmak demek dış politikanızda her noktada batı merkezleri ile bire bir uyumlu olmak ve davranmak değildir ama değerler ortaklığı başka bir şeydir.

16- S-400 meselesi ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü, gösteri yürüyüşleri hakkı, KHK’lıların işlerine geri dönebilmesi, yargının etkin çalışması, AİHM’de ihlallerde en önlerde olmamak meselelerinde bir tercih demektir.

17- Batı değerler sisteminin ve ittifaklarının sorgulanmayan bir üyesi olmak demek aslında Ortadoğu ile, Rusya ile çok daha sağlıklı ilişkiler kurabilmenin de ön koşuludur.

18- S-400 almak ya da almamak özünde bir değerler tercihidir ve başka bir şey de değildir.

19- Abdülhamit Köşkü’nde toplumun en az yarısının hiç okumadığı ve okumayacağı gazetelerin genel yayın yönetmenlerini “milli birlik” mottosu altında toplar ve başka gazetecileri davet etmezseniz S-400 alımı çok tutarlı bir davranıştır.

20- Kimse bize lütfen S-400 alımının teknik bir konu, bir hava savunma sistemi tercihi ya da mecburiyeti olduğunu söylemesin.

(Artı Gerçek’den alınmıştır.)

AB ‘sondaj yaptırımları’na başlıyor

Kıbrıs açıklarında sondaj faaliyetleri dolayısıyla AB’nin Türkiye’ye uygulayacağı yaptırımlar açıklandı. Buna göre, mali yardımda kesintiye gidilecek, siyasi diyalog askıya alınacak, kredi desteği gözden geçirilecek. Türkiye sondaja devam ederse ek yaptırımlar gelecek.

Avrupa Birliği’nin (AB), ‘uluslararası hukuka aykırı’ bulduğu Kıbrıs açıklarındaki faaliyetleri gerekçesiyle Türkiye’ye uygulayacağı yaptırımlar, dün Brüksel’deki Dış İlişkiler Konseyi’nde üye ülkelerin uzlaşmasıyla karara bağlandı. Üye ülkelerin mutabık kaldığı kararda, ‘Türkiye’nin yapılan çağrılara rağmen faaliyetlerine son vermemesinden ötürü üzüntü duyulduğu’ kaydedildi.

Dört başlıkta ‘sondaj’ yaptırımları

AB Dış İlişkiler Konseyi’nde alınan yaptırım kararlarının toplandığı başlıklar şöyle:

  • Türkiye’nin AB’den 2020’de alması öngörülen katılım öncesi mali yardımlarda kesintiye gidilecek, bu kapsamda AB tarafından Türkiye’ye üyelik öncesi aktarılan destek fonlarında 146 milyon avro kesinti yapılacak,
  • Ortaklık konseyi gibi ekonomik ve ticari ilişkilere ilişkin kurumsal ve üst düzey siyasi diyalog askıya alınacak,
  • Havacılık Anlaşması müzakereleri askıya alınacak,
  • Avrupa Yatırım Bankası’ndan Türkiye’ye verilecek kredi desteği gözden geçirilecek.
Dış İlişkiler Konseyi’nde, Avrupa Komisyonu Başkan Yardımcısı Federica Mogherini ile Kısbrıs Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Nikos Khristodoulides.

Kararda ayrıca, Türkiye’nin, sondaj faaliyetleriyle AB üyesi Kıbrıs Cumhuriyeti’nin egemenlik haklarını ihlal etmeye devam etmesi halinde ilave yaptırımlar getirilebileceği, sondaj faaliyetlerine iştirak eden şirketler ve gerçek şahısların da yaptırım kapsamına alınabileceği belirtiliyor.

AB son yıllarda, hukuk devleti ve demokrasi alanındaki gerileme nedeniyle Türkiye’ye verilen katılım öncesi mali yardımlarda kesintiye gitmişti. Türkiye-AB siyasi gerilimi, Türkiye’nin Avrupa Yatırım Bankası kredi taleplerinin kısmen geri çevrilmesine yol açmış, iki taraf arasındaki siyasi diyalog da sekteye uğramıştı.

AB’nin açıklamasında, Türkiye’nin Kıbrıs açıklarında sondaj çalışmalarını sürdürmesinden dolayı durumun yakından takip edildiği ve gerektiğinde yeniden konunun gündeme getirileceği’ ifadesine de yer verildi.

Kirazlı’daki ağaç katliamı Meclis’te

HDP’li Kenanoğlu’ndan Çevre Bakanı Kurum’a Kirazlı’da açılması planlanan maden ocağı hakkında soru önergesi: 45 bin dediler, 195 bin ağaç katledildi. Bir işlem yapılacak mı? Baraj havzasına siyanürlü altın arama izni hangi gerekçelerle verildi?

HDP İstanbul milletvekili Ali Kenanoğlu, Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum’un yanıtlaması istemiyle verdiği soru önergesinde, siyanürle altın aramak üzere Kazdağları’nda maden açmak isteyen Kanadalı Alamos Gold’un kestiği ağaçları gündeme getirdi. Atikhisar Barajı’nın su toplama havzasında açılmak istenen madenin bölgedeki doğal yaşam ve insan hayatını tehdit ettiğini belirten Kenanoğlu, önergesinde şu ifadelere yer verdi:

“Kanadalı Alamos Gold’un yerli taşeronu Doğu Biga Madencilik A.Ş tarafından Çanakkale merkeze bağlı Kirazlı Köyü yakınlarında kurulan Kirazlı Altın Madeni’nin kuruluş işlemlerinden bu yana katledilen ağaç sayısı 195.000’i bulmuştur.

ÇED Raporu’nda, maden faaliyeti kapsamında 45.000 ağacın “yerinden edileceği” (katledileceği) belirtilmekte iken gerçekte belirtilen sayının 4 katı büyüklüğünde bir katliam gerçekleştirildiği yakın zamanda ortaya çık(arıl)mıştır.

Maden havzasının yer aldığı alan, birbirinden farklı 283 bitki ve 186 hayvan türüne ev sahipliği yapmaktadır. Bu türlere ev sahipliği yapan ve yine bu türlerle beraber bölge ekosisteminin özgün işleyişini mümkün kılan ağaçların katledildiği düşünüldüğünde, kurulan maden ocağının son derece yıkıcı, geri dönüşü mümkün olmayan etkileri olacaktır.

Öte taraftan, maden 180.000 insanın su ihtiyacını karşılayan Atikhisar Barajı ve çok sayıda yeraltı ve yer üstü su kaynakları ile aynı su havzasında yer almaktadır. Doğadan maden gasp etme işlemi sırasında Doğu Biga Madencilik A.Ş tarafından siyanürün kullanıldığı ve havzadaki su kaynaklarına siyanürün sızma ihtimalinin son derece güçlü bir ihtimal olduğu göz önünde bulundurulduğunda bölgedeki doğal yaşam ve insan sağlığı tehdit altındadır. “

Kenanoğlu, bütün bunların ışığı altında Çevre Bakanı Kurum’dan şu soruları yanıtlamasını istedi:

  • ÇED raporunda belirtilenden yaklaşık 4 katı büyüklüğünde ağaç katliamına imza atarak yasadışı bir süreç işleten Doğu Biga Madencilik A.Ş hala faaliyetlerini sürdürmekte midir? Bu şirket hakkında bir işlem başlatılmış mıdır?
  • Kirazlı Maden Ocağı’nın bölge halkının içme suyu ihtiyacını karşılayan Atikhisar Barajı ile aynı su havzasında kurulmasına hangi gerekçelerle izin verilmiştir?
  • %98,7’si ormanlık alan içerisinde kalan Kirazlı Maden Ocağı’nın kurulmasına Bakanlığınız tarafından hangi gerekçelerle izin verilmiştir?