Uydu fotoğraflarına göre kapakların kalıcı olarak kapatıldığını açıklayan Koordinasyon, “Büyüyen gölet tarihi ve yaşamı tehdit ediyor” dedi.
Su tutmaya başlayan Ilısu Barajı‘nın kapaklarının kapatılması nedeniyle Hasankeyf ve bölgedeki doğal yaşam sular altında kalma tehlikesiyle karşı karşıya. Hasankeyf Koordinasyonu, baraj kapaklarının kapatıldığına ilişkin uydu fotoğrafları paylaştı. Koordinasyon, mevcut duruma ilişkin “baraj kapaklarının deneme amacıyla değil, kalıcı amaçla kapatıldığı uydu fotoğraflarından anlaşılıyor. Buradaki amacın toplumu ve kamuoyunu bir oldu bittiyle karşı karşıya bırakmak olduğu anlaşılmaktadır” açıklamasını yaptı.
19 Temmuz.24 Temmuz.29 Temmuz.
19, 24 ve 29 Temmuz günlerine ait uydu görüntülerini paylaşan koordinasyon, baraj gölünün her gün büyüdüğünü bu nedenler bölgede yaşayan insanların tedirgin olduğunu belirtirken “Suyun yerleşim ve ziraat alanlarına ne zaman ulaşacağını bilmemektedir” dedi.
Uzun zamandır ‘Hasankeyf Su Altında Kalmasın’ kampanyası yürüten inisiyatif, uyarıda da bulundu: “Kapakların kalıcı kapatıldığı düşünüldüğünde uydu görüntülerinin sağladığı veri ele alındığında birkaç ay içerisinde antik Hasankeyf şehri sular altında kalacak. Yine vadi boyunca bulunan 300 höyük su altında kalacak. Bu 300 höyükten sadece bir tanesi olan Hasankeyf Höyüğü’nün üstü betonla kapatılmış durumda. Diğer höyüklerle ilgili şu ana kadar yapılmış her hangi bir açıklama bulunmamaktadır.”
Ilısu Barajı ve HES projesinin Antik Kent ve Dicle Vadisi için artık risk değil tehdit oluşturduğuna vurgu yapan Hasankeyf Koordinasyonu, “Ilısu Barajı ve HES projesi bir an önce durdurulmalı, baraj kapakları kontrollü açılarak ortaya çıkan gölet boşaltılmalı” çağrısı yaptı.
Konutta yüzde 14.97, sanayide yüzde 13.37 oranında zam yapıldı. Doğalgaz zamları bugünden itibaren geçerli.
BOTAŞ’ın ilan ettiği doğalgaz toptan satış fiyatları kapsamında doğalgaz fiyatlarında konutta yüzde 14,97 sanayi bölgelerinde yüzde 13,73 oranında zam yapıldı. Zamlar bugünden tibaren geçerli olacak.
Gece saatlerinde doğalgaza yapılan zam açıklamasında şu ifadeler kullanıldı:
“BOTAŞ’ın ilan ettiği doğalgaz toptan satış fiyatları kapsamında:
Konut tüketicileri (evsel tüketiciler) ve Kademe 1 tüketicileri için nihai doğalgaz satış fiyatlarına ortalama % 14.97 oranında artış yapılmıştır. Kademe 2 olarak adlandırılan yıllık doğalgaz tüketimi 300 bin sm3’ün üzerinde tüketiciler… Organize Sanayi Bölgeleri… CNG üretimi amaçlı doğal gaz kullanan tüketiciler için ortalama %13.73 oranında artış söz konusudur.
Fiyatlar 1 Ağustos 2019 tarihi itibariyle geçerlidir.”
ABD’nin Texas eyaletinin Baytown şehrinde çıkan rafineri yangınında 37 çalışanın yaralandı. Yetkililerin vatandaşlara güvenli yerlere gitmeleri yönündeki çağrısını yinelediği kaydedildi.
ABD’nin Teksas eyaletinde Baytown şehrinde bulunan Exxon Mobil Rafinerisi’nde büyük bir yangın çıktı. Yangın sonrasında olay yerine çok sayıda itfaiye, polis ve sağlık ekipleri sevk edildi. Exxon Mobil’den yapılan açıklamada yangında 37 kişinin yaralandığı aktarıldı.
‘Sığınıklara gidin’ çağrısı
Özellikle yangının gerçekleştiği bölümde bulunan polipropilen maddesinin yanması halinde ortaya çıkabilecek zehirli gazlarla ilgili uyarı yapan ExxonMobile yetkilileri, yangına itfaiyenin yanı sıra Endüstriyel Temizlik ekiplerinin de müdahale ettiğini belirtti. Öte yandan halka ‘sığınaklara gidin’ çağrısında bulunuldu. Baytown Belediyesinden yapılan açıklamada, bu çağrının ExxonMobile tarafından önlem amacı ile önerildiği belirtildi.
Baytown Oefins Fabrikası’nda gerçekleşen patlamalar çevreden hissedilirken Halk Bilinçlendirme Acil Müdahale (CAER) yaptığı açıklamada, “Yangını söndürmeye çalışıyorlar, önlem olarak bizim endüstriyel Hijyen personelimiz fabrika çevresinde ve yaşanılan bölgelerde hava kalitesini takip ediyor” denildi. Harris County Acil Durum ofisinden de durumun takip edildiği bilgisi verildi. Yangın henüz kontrol altına alınamamışken çıkan dumanlar kilometre öteden görülebiliyor.
Salda Gölü’ne yapılmak istenen Millet Bahçesi projesi için ihale dün yapıldı. Ancak birden fazla teklif alındığı için sonuçlar bir hafta sonra açıklanacak.
Burdur’da bulunan, doğal güzellikleriyle ünlü Salda Gölü’ne yapılmak istenen ve iptali için yargıya taşınan Millet Bahçesi projesinin ihalesi bugün yapıldı. İhaleye birden fazla firmanın katıldığı ve tekliflerin alındığı öğrenildi. Alınan tekliflerin değerlendirilerek, sonucun bir hafta sonra açıklanacağı belirtildi.
Salda Gölü çevresine, Millet Bahçesi projesi kapsamına 1 kıraathane binası, 1 sağlık birimi, 2 yönetici birimi, 2 satış birimi, 1 oturma birimi, 1 mutfak birimi, 1 bulaşıkhane, 2 kafe, 2 mescit, 6 büfe, 4 giyinme-soyunma birimi, 4 WC inşa edilmesi öngörülüyor.
İhaleye yedi firma teklif verdi
Burdur İli Yeşilova İlçesi, Salda Gölü Millet Bahçesi ve Millet Bahçesine Ait Sosyal Donatılar İnşaatları İle Altyapı ve Çevre Düzenlemesi ihalesi 4734 sayılı Kamu İhale Kanunun 19’uncu maddesinde belirtilen “Açık İhale Usulü” ile dün gerçekleştirildi. TOKİ‘nin İstanbul Halkalı’da bulunan ek hizmet binasında saat 15.00’da yapılan ihaleye yedi istekli firma teklif verirken, değerlendirme sürecinin ardından kazanan firma ile sözleşme imzalanıp millet bahçesinin yapımına başlanacak.
Şubat ayında Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum Salda’ya gelerek, “Burayı birinci derecede doğal sit alanından çıkartıp Özel Çevre Koruma Bölgesi haline getireceğiz” demişti. Ardından ‘Yapılaşma yok’ diyen Bakan, açıklamasında ‘Salda Gölü’nün kenarında yaya yolları, yürüyüş yolları, bisiklet yolları, otoparklar, vatandaşların konaklayacağı bungalovlar ama bunun yanında da geniş kafeteryalar yapacağız. Salda artık festivallerin yeri olacak’ ifadelerini kullanmıştı.
Salda dünyanın en derin ikinci gölü; turkuaz renge sahip, dünyanın üçüncü gölü. Yaşayan bir göl olan Salda, endemik balık türlerine ve 110 kuş türüne ev sahipliği yapıyor.
Dava açıldı, imza kampanyası sürüyor
Türkiye’nin Maldivleri sayılan göl hakkındaki ihaleye ilişkin önceki gün CHP Burdur İl Başkanlığı tarafından Yeşilova Salda Halk Plajında “Salda’ya Dokunma” başlığıyla eylem yapılmıştı. İhalenin iptali ve yürütmenin durdurulması istemiyle de Yeşilovalı beş kişi adına Isparta İdare Mahkemesi’ne dava açıldı. Davanın avukatlarından Münip Ermiş, projenin toplamda 140 bin 496 metrekarelik iki alanı kapsadığını açıkladı.
Birinci alanın, Salda Gölü’nün güneydoğusundaki Kayadibi’nden başlayıp Yeşilova ilçe merkezinden Yeşilova belediyesine ait halk plajını da içine alarak orman kampına kadar uzadığını belirten Ermiş, ikinci kısmınsa kamuoyunun ‘Saldivler‘ ya da ‘Maldivler‘ diye adlandırdığı Salda köyü sınırındaki beyaz kumsal ve turkuaz rengin en yüksek olduğu bölgeden Doğanbaba köyüne kadar olduğunu söyledi.
İmza sayısı şimdiden 100 bini geçti
Diğer yandan projeye karşı çıkan CHP Burdur Milletvekili Mehmet Göker’in change.org.tr üzerinden başlattığı imza kampanyasına 100 bini aşkın kişi destek verdi. Kampanyada şu ifadeler kullanıldı: “Önümüzde Uzungöl gibi çok kötü bir örnek bulunmaktadır. Türkiye’nin en güzel doğa harikalarından biri olan Trabzon ilinin simgesi Uzungöl’ün çevresindeki yapılaşma nedeniyle nasıl kirlendiği ve manzarasının yok olduğu herkesin malumudur. Salda Gölü’nün çevresinde yapılacak olan bir yapılaşma, gölün tüm orjinalitesini ve doğal yapısını bozacaktır. Salda Gölü çevresinde herhangi bir yapılaşma, doğa katliamına yol açmakla eşdeğerdir. Millet bahçesi adı altında yapılması planlanan proje derhal durdurulmalıdır.”
İklim değişikliğinin mevcut hızı ve kapsamı, son 2 bin yılda yaşanan benzer olaylardan çok daha hızlı bir şekilde yaşanıyor. Son yapılan araştırmalar, iklim değişikliğinin yüzyıllar boyunca gezegenin sürekli olarak ısınıp soğuduğu ve sanayi devriminden bu yana yaşanan ısınmanın da bu sürecin bir parçası olduğu gibi birçok argümanın artık geçerli olmadığını gösteriyor.
Yapılan bir araştırma, “Küçük Buzul Çağı” gibi tarihsel doğa olaylarının, son yüzyılda gördüğümüz ısınma ile karşılaştırılamayacağını ve şimdiye kadar yaşanan herhangi bir ısınmadan daha fazla olduğunu ortaya koyuyor. BBC’den Matt McGrath’ın haberine göre bilim insanları, geçtiğimiz yüzyıl boyunca meydana gelen tarihsel dönemleri incelediğinde, özellikle birkaçı dikkat çekti.
Bu dönemler, MS 250-400 yılları arasında Avrupa’da alışılmışın dışındaki sıcak havaların yaşandığı “Roma Sıcak Dönemi” ve 1300’lerden başlayarak sıcaklıkların düştüğü meşhur Küçük Buzul Çağı olarak sıralanıyor. Bu tarihsel olaylar, kimilerine göre yüzyıllar boyunca gezegenin sürekli olarak ısınıp soğuduğu ve sanayi devriminden bu yana yaşanan ısınmanın da bu sürecin bir parçası olduğu dolayısıyla endişelenecek bir sorun olmadığı şeklinde yorumlanıyor.
Ancak yapılan son üç araştırma bu argümanın temellerinin pek de sağlam olmadığını gösteriyor.
İklim Haber’den Gülce Demirer’in haberine göre, bilim insanları, ağaç halkalarının, mercan ve göllerdeki tortul tabakaların da dahil olduğu sıcaklık değişimlerini içeren 700 veriyi kullanarak geçtiğimiz 2 bin yıl boyunca bulunan iklimsel koşulları yeniden oluşturdu. Sonucunda bu iklim olaylarının küresel bir ölçekte yaşanmadığını tespit etti. Araştırmacılar, Küçük Buzul Çağı’nın en yoğun olarak 15. yüzyılda Pasifik Okyanusu’nda gerçekleştiğini; 17. yüzyılda ise Avrupa’da yaşandığını söylüyor. Genel olarak sıcaklıklarda yaşanan uzun süreli en düşük ve en yüksek değerler, tek bir seferde gezegenin yarısından fazlasında gerçekleşmiyor.
MS 950-1250 yılları arasındaki “Ortaçağ Sıcak Dönemi’nde” meydana gelen belirgin sıcaklık artışları dünyanın yüz ölçümünün %40’nda gerçekleşti. Şu an yaşadığımız ısınma ise, aksine, dünyanın büyük çoğunluğunu etkiliyor. Araştırmaların birinde “Geçtiğimiz 2000 yıl içinde yaşanan en sıcak dönemin 20. yüzyılda, dünyanın %98’inden fazlasında hissedildiği” belirtiliyor.
Araştırmacılar, sanayi devrimi öncesine kadar iklim üzerindeki en büyük etkinin volkanlar olduğunu ve güneş ışınlarındaki değişikliklerin küresel sıcaklıkları etkilediğine dair hiçbir belirti bulamadıklarını belirtiyor; ancak günümüzdeki doğal değişkenliğin büyük ölçüde aşıldığını söylüyorlar.
İsviçre, Bern Üniversitesi’nden Dr Raphael Neukom, “Verilerden ve geçtiğimiz 2000 yıllık süreyi yeniden oluşturduğumuz iklimsel koşullarından yola çıkarak ısınma oranının, hesaplanan doğal ısınma oranlarını açıkça geçtiğini gördük. Bu da günümüzdeki olağandışı ısınmayı açıklamanın bir başka yolu” dedi.
Bulgular insan etkisini gösteriyor
Araştırmacılar mevcut iklim üzerindeki etkinin temelde insan kaynaklı olup olmadığını test etmemiş olsalar da, bulgular durumun bu yönde olduğunu açıkça gösteriyor. Dr Neukom “Son zamanlardaki ısınmaya neyin sebep olduğuna araştırmaya odaklanmıyoruz çünkü bu birçok kez yapıldı ve sonuçlar her zaman sebebin antropojenik olduğunu gösteriyor. Bu etkiyi özellikle test etmiyoruz; ancak sadece doğal nedenlerin gözlemlenen ısınma hızına neden olması için yeterli olmadığını gösterebiliyoruz” diyor. Başka araştırmacılar da son yapılan araştırmaların niteliğinden etkilendiklerini belirtiyorlar.
Pek çok uzman, bu yeni çalışmanın iklim inkarcıları tarafından son yıllarda iddia edilen argümanların çoğunu çürüttüğünü söylüyor.
Çalışmalarda yer almayan University College London’da Profesör Mark Maslin, “Bu makale, son zamanlarda gözlemlenen küresel ısınmanın doğal iklim döngüsünün bir parçası olduğunu iddia eden iklim inkarcılarını durdurmalı. Araştırma geçmişin iklimindeki bölgesel ve yerel farkları ve antropojenik seragazı emisyonlarının gerçek etkilerini gözler önüne seriyor” dedi.
Bu üç araştırma, Nature (1) ve Nature Geoscience (2), (3) dergilerinde yayımlanmıştır.
Balıkesir’in Havran ilçesi ormanlarında, siyanürle altın aramak üzere yeni bir maden başvurusunda bulunulduğu ortaya çıktı. Şimdilik 7 bin dönüm için ruhsat alan firma, ÇED başvurusuna hazırlanıyor.
Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği, Balıkesir’in Havran ilçesinde altın madeni açık ocak işletmesi, yığın liçi ve adr tesisi projesi için yeni bir başvuru yapıldığını açıkladı. Bahar Madencilik A.Ş tarafından ruhsatı alınan maden bölgesi, Havran’a 15, çevre köyleri Büyükşapçı, Eğmir ve Küçükşapçı’ya 1 ila 3 kilometre uzaklıkta.
10 yıllık bir süre için ruhsat alanın alınan proje başvurusunda yaklaşık 7 bin dönüm olarak görünüyor. Demirtepe Altın Madeni Projesi, aşamasında zorunlu olan ‘halkın katılımı’ toplantılarının gerçekleştirildiğini belirten Dernek yetkilileri, 6 Ağustos’ta Ankara’daki Çevre ve Şehircilik Bakanlığı –ÇED Genel Müdürlüğü’nde inceleme Değerlendirme Komisyonu toplantısı yapılacağını ve bu toplantıya katılacaklarını bildirdi.
Derneğin Yönetim kurulu Başkanı Süheyla Doğan Ünal, olası madenin bölge için yaratacağı sakıncaları şöyle anlattı: “Söz konusu projenin gerçekleştirilmesi planlanan sahanın büyük kısmı başlıca karaçam olmak üzere ormanlıktır. Bu nedenle proje alanında binlerce ağaç kesilecektir. Devasa çukurlar açılacak, yoğun ağır metaller ihtiva eden pasa dağları oluşacak ve siyanürlü atıksular için atıksu barajları yapılacaktır. Proje, ormanlarımızı ve içinde yaşayan yaban hayatını yok edecek, olası asit maden drenajları ile içme suyu kaynaklarımızı, Değirmen Dere ve Gelin Dere’yi ve bunlardan su toplayan Havran Barajı ile Edremit Körfezi’ni kirletecektir. Tarım ve hayvancılığımız olumsuz yönde etkilenecek, yakınındaki köylerimizi içinde yaşanılmaz bir duruma getirecektir. Birinci derece deprem bölgesi olan bölgemizde, olası bir deprem durumunda ise siyanürlü atıksu barajları büyük tehlike yaratacaktır. Kurulacak tesisin ne yöremize, ne de ülkemize hiçbir yararı ve maddi katkısı olmayacak, tam tersine ekip biçtiğimiz, hayvanlarımızı yetiştirdiğimiz, geçimimizi sağladığımız, ürünlerinden doyduğumuz topraklarımızı kaybetmemize neden olacaktır. Bölgemizin ekosistemi tümüyle olumsuz etkilenecektir. Havran, Kalkım ve Yenice’de, Balya’da, İvrindi’de, birbirine yakın yine Büyükşapçı’da, Halılar’da, Eğmir’de ve başka köylerde de altın madeni arama ve işletme ruhsatlarının olduğu bilinmektedir. Bu kadar çok altın madenciliğinin bir arada yapılması bölgemizi cehennneme çevirecektir.”
Doğan bir an önce toplam etki değerlendirmesi yapılmasını istedi.
Endonezyalı Aeshnina Azzahra ABD Başkanı Donald Trump’a yazdığı mektupta, “Ülkem dünyadaki kirlenmeye en büyük ikinci katkıyı koyan ülke. Ve atıkların bir kısmı size ait” ifadeleri yer alıyor.
Endonezya, Bali’deki Kuta sahili.
Endonezya’nın Gresik bölgesinde yaşayan 12 yaşındaki Aeshnina Azzahra, ABD Başkanı Donald Trump’a 12 Temmuz 2019 tarihli bir mektup yazdı. Mektup ABD’nin Cakarta Büyükelçiliği’ne teslim edildi ve sonrasında medyada yayımlandı. Yakın zamanda uluslararası medyada ABD, Kanada, Fransa gibi gelişmiş ülkelerin plastik atıklarının Asya ülkelerine ihracının azaltılması ya da durdurulmasına yönelik öneriler tartışma konusu olmuştu.
Tricontinental’de Vijay Prashad’ın köşesine taşıdığı mektupta, “Ülkem dünyadaki kirlenmeye en büyük ikinci katkıyı koyan ülke. Ve atıkların bir kısmı size ait” ifadeleri yer alıyor. Ayrıca Azzahra mektubunda Donald Trump’a üç önemli soru yöneltti: Neden sürekli kendi atıklarınızı ülkeme gönderiyorsunuz? Kendi atıklarınıza neden sahip çıkmıyorsunuz? Neden sizin atıklarınızın etkisini hissetmek zorundayız?
ABD, BM anlaşmasına taraf olmadı
Independent, Birleşmiş Milletler’in (BM) bu yıl plastik kirliliğini azaltmaya yönelik yasal bağlayıcılığı olan 1989 tarihli Basel Sözleşmesi’nde bir değişiklik önerdiğini ve 187 ülkenin bu değişikliği kabul ettiğini duyurduğunu yazdı. ABD haricindeki ülkeler Tehlikeli Atıkların Sınırlarötesi Taşınımının ve Bertarafının Kontrolüne İlişkin Basel Sözleşmesi’ne plastiğin de eklenmesini kabul etmişti.
Uzun zamandır ABD, Kanada, Fransa gibi ülkelerin atıkları geri dönüşüm için Asya ülkelerine ihraç ediliyordu. Çin’in 2018’de ABD’den plastik alımını ve geri dönüşümünü yasaklamasının ardından Endonezya, Tayland, Malezya, Vietnam gibi yoksul ülkeler plastik atıkların toplandığı yerler haline gelmişti.
Endonezya geçtiğimiz ay, yasa dışı olarak ithal edilen ve ithalat kurallarına aykırı olarak çöp, plastik atık ve tehlikeli maddelerle dolu yedi atık konteynerini Fransa ve Hong Kong’a geri göndermişti.
Asya ülkeleri artık plastik atık kabul etmiyor
Los Angeles Times’ın haberine göre Vietnam ve Tayland haziranda gelecek yıllarda ihraç edilen tüm plastik atık gemilerini geri göndereceğini duyurmuştu. Tayvan da geri dönüşümü kolaylaştırmak için yalnızca plastik parçalarını kabul edeceğini bildirmişti. Filipinler ve Malezya da limanlarına yasal olmayan biçimde giren gemilerin ülkelerine geri alınmasını talep ederek plastik atıklara dair kesin bir yasak düşündüklerini söylemişti. Endonezya da Kanada’ya ait beş konteynırı Seattle’a geri gönderdiğini bildirmişti.
“Balinaların öldüğünü görmek beni üzüyor”
Balinaların ve deniz kaplumbağalarının plastik atıklar yüzünden öldüğünü görmekten üzüntü duyduğunu belirten 12 yaşındaki Azzahra’nın Donald Trump’a yazdığı mektubun tamamı şu şekilde:
“Sevgili Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Bay Trump,
Endonezya’nın Gresik şehrinde yaşıyorum. 12 yaşındayım. Size atıklarınızla ilgili birkaç şey söylemek istiyorum. Mideleri plastikle dolu balinaların ölümünden üzüntü duyuyorum. Boyunlarına plastik takılmış martıların ölmesinden üzüntü duyuyorum. Midesi plastikle dolu kaplumbağaların ölümünü görmekten üzüntü duyuyorum. Geleceğimin de bu hayvanlarınki gibi olmasını istemiyorum. Ülkem dünyadaki atıklara neden olan ikinci büyük ülke. Ve bu atıkların bir kısmı size ait.
Neden sürekli kendi atıklarınızı ülkeme gönderiyorsunuz? Kendi atıklarınıza neden sahip çıkmıyorsunuz? Neden sizin atıklarınızın etkisini hissetmek zorundayız? Şu anda Endonezya’daki nehir çok kirli ve kokuyor. Yüzemiyoruz, balık tutamıyoruz ve nehirde eğlenemiyoruz. Bir zamanlar güzel olan sahilimiz şimdi kirli. Pek çok fabrika kendi atıklarını dikkatsizce nehirlere, tarlalara ve köylülerin evlerine atıyor. Fabrikalar çoğunlukla sizin atıklarınızı geri dönüştürüyor.
Gelecekteki hayalim Endonezya’daki nehrin yeniden temiz olabilmesi. Ve Endonezya’daki sahillerin tekrar güzel olabilmesi. Ve hiçbir sorumsuz fabrikanın kalmamasını… Bu yüzden lütfen atıklarınızı Endonezya’ya göndermekten vazgeçin. Daha iyi bir gelecek kurmak için bana yardım edin. #ENDONEZYA’DAKİ ATIKLARINIZI GERİ ALIN.
Gezi davasına bakan 30. Ağır Ceza Mahkemesi heyetini dağıtan HSK, sanıklar Kavala ve Aksakoğlu’nun tahliyesi yönünde oy kullanan üyeleri pasif görevlere getirdi.
Hâkimler ve Savcılar Kurulu (HSK), yayımladığı yetki kararnamesiyle hak aktivisti ve iş insanı Osman Kavala’nın tutuklu yargılandığı Gezi davasına bakan İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi heyetini dağıttı. Sanıklar Kavala ile hak savunucusu Yiğit Aksakoğlu’nun tahliye edilmesi yönünde oy kullanan üyeler pasif bir göreve getirildi.
Cumhuriyet’in haberine göre, Gezi Parkı eylemlerini finanse ettiği suçlamasıyla 638 gündür tutuklu olan işadamı Osman Kavala’nın da aralarında bulunduğu 16 kişinin ‘hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs’ suçundan yargılandığı davanın 24 Haziran’daki celsesinde Kavala’nın tahliyesi yönünde oy kullanan hakim Mahmut Başbuğ, 10 Temmuz’daki HSK kararnamesinde mahkeme başkanı yapılmıştı.
Heyet ikiye bölündü
Önceki gün ‘Adli Yargı Hâkimlerinin Müstemir Yetkilerinin Belirlenmesi ve Yeniden İnceleme Taleplerinin Değerlendirilmesine İlişkin Duyuru’ yayımlayan HSK Birinci Daire, Gezi davası yargılamasını yapan heyetin bir üyesi hariç tümünü dağıttı. İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi’nin iki heyet halinde çalışmasına karar veren HSK, ilk heyeti Gezi davasına ve bu davayla bağlantılı olarak gelebilecek diğer davalara sorumlu atarken, ikinci heyetin geri kalan tüm davalara bakmasına hükmetti.
Tahliye oyu kullanan Başbuğ ikinci heyet başkanı
Gezi davasına bakacak birinci heyetin başkanlığına Galip Mehmet Perk, üyeliklerine ise Talip Ergen, Ahmet Tarık Çiftçioğlu getirilirken, Mahmut Başbuğ ise ikinci heyetin başkanlığına atandı. Gezi davasına bakan ve bir diğer tutuklu Yiğit Aksakoğlu’nun tahliyesi yönünde oy kullanan mahkeme üyeleri Sercan Karagöz, Hasibe Doğan ve Şule Yıldız ikinci heyet üyeliğine gönderildi.
Birinci heyet Gezi davasının yanı sıra Adnan Oktar davasına da sorumlu atandı.
Gazetemizin yazarı Dr. Ümit Şahin, Kıbrıs’taki barış yanlısı tarafların öncelikle hep birlikte doğal gaz aramalarına bütün ülkelerin derhal son vermesini savunmaya başlamasını istedi; “Yoksa ne Türkiye’nin ne AB’nin ne Rusya’nın ne ABD’nin fosil yakıt sevdası biter. Olan da yine Kıbrıs halkına olur” dedi.
Yeşil Gazete yazarı ve Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi’nde iklim değişikliği çalışmaları koordinatörü Dr. Ümit Şahin iklim değişikliği ve Kıbrıs açıklarındaki doğal gaz aramalarıyla ilgili gazeddakıbrıs’a konuştu. “Fosil yakıtlarla barışın ve silahsızlanmanın yan yana olmasını beklemeniz için ya dünya tarihini hiç bilmemeniz ya da keyfiniz istediği gibi okumaya alışık olmanız lazım. Barıştan ve çözümden yana çevrelerin bir an önce fosil yakıtların hem gezegeni hem de barışı ve özgürlükleri tehdit ettiğini anlaması gerekiyor”
‘Yeni yakıt sahaları açmak gezegene ve gelecek kuşaklara karşı suçtur’
Gezegenin geleceği açısından kullanılabilir rezerv haline gelmemiş bir kaynağa hiç dokunulmamasının öncelikli kural olduğunu anlatan Şahin, iklim değişikliği ile ilgilenen pek çok bilim insanının artık ister okyanuslarda ve kutuplarda, isterse Akdeniz’de veya Karadeniz’de olsun petrol ve gaz kuyuları açılmasının kabul edilemeyeceğini ısrarla ifade ettiklerini kaydetti: “Bilim insanları iklim değişikliğiyle mücadelenin birinci yolunun ülkelerin bu tür yeni kaynakların kullanımını engelleyecek bir moratoryum ilan etmesi olduğunu yıllardır söylüyorlar. Ekonomik, siyasi, jeostratejik gerekçeleri ne olursa olsun yeni fosil yakıt sahaları açmak gezegene ve gelecek kuşaklara karşı suçtur”
Ümit Şahin’in gazeddakıbrıs’ın sorularına verdiği yanıtlar şöyle:
Şu an Kıbrıs açıklarında AB, Kıbrıs Cumhuriyeti, KKTC, Türkiye gibi devletlerin dahil olduğu bir paylaşım gerginliği var. Ada etrafındaki doğal gaz – hidrokarbon yataklarının nasıl paylaşılacağına dair neredeyse savaş rüzgarlı estirilecek. Fakat söz konusu ‘kaynakların’ kullanımının ekoloji ve iklim değişikliğine etkileri tartışılmıyor. Ada etrafındaki gerginliğe geçmeden önce, uğruna bu kadar gürültü patırtının çıkartıldığı gazların kullanımı hem coğrafyanın ekolojisini hem de iklim değişikliğini nasıl etkiliyor? Neden bu gazları kullanmaktan vazgeçmeliyiz?
Üzerinde bunca gürültü koparılan bu kaynaklara “hidrokarbon” denmesi bile bildiğiniz hüsnütabir. Dikkat ederseniz iklim değişikliğini dert eden, bu gezegendeki tüm canlıların, yaşadıkları topraklar okyanusun dibine gömülen, kuraklıktan kırılan ya da sellerde boğulan halkların ve gelecek kuşakların haklarını savunan çevrelerin “fosil yakıt” dediği petrol ve doğal gaz gibi kaynaklara, gözleri o kaynakların çıkarılmasından kazanılacak para, itibar ve politik güçten başka bir şey görmeyenler “hidrokarbon” diyor; çünkü fosil yakıt deyimi sadece kömür, petrol ve doğal gazın fosilleşmiş organik maddeden oluştuğunu değil, devrinin çoktan kapandığını, çıkarılmasının artık suç kabul edilmesi gerektiğini ve yeraltında bırakılmasından başka bir yol olmadığını da anlatıyor. Ancak anlaşılan kendileri de fosilleşmiş çevreler için fosil yakıtların “iyi”, “doğal” ve “bilimsel” görünümlü bir ortak adı olması gerekiyor. Hidrokarbon ismini işte bu yüzden reddetmeliyiz.
Dünyada fosil yakıtların yakılması sonucunda atmosfere boca edilen karbon dioksit ve diğer sera gazları yeryüzünün ortalama sıcaklığını yüz yıl öncesine göre 1 dereceden fazla artırdı. Bu artış kuzey kutbu yakınlarında 4-5 dereceye kadar yükseliyor ve buzullar eriyor, bu da küresel ısınmanın çığırından çıkmasına neden oluyor. Bugün yaşadığımız sıcak dalgaları, kuraklıklar, kasırga ve seller önümüzdeki yıllarda yaşanacak çok daha büyük felaketlerin ön gösterimi adeta.
Bütün dünya hükümetlerinin altına imza attığı bilimsel öngörüler bu hızla gidersek 2050’lerde 2 derecenin, yüzyıl sonunda ise 4 derecenin kesinlikle aşılacağını gösteriyor. Bu gidişatı durdurmanın tek yolu 30 yıl içinde sera gazı salımını sıfıra indirmek. Bunun da çok hızlı başlaması gerekiyor. IPCC’nin (Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli) hesabına göre sadece 11 yıl sonra bugünkünün yarısı kadar karbon emisyonu yapıyor hale gelmiş olmamız lazım. Yani sadece 2030’a kadar fosil yakıt kullanımımızı kabaca yarıya indirmek zorundayız. Bunun tek yolu var: Tek bir yeni kömür madeni, petrol veya doğal gaz kuyusu bile açmamak, mevcutların üretimini hızla düşürmek ve 30 yıl içinde tamamen kapatmak. Küresel ekonominin karbonsuzlaşması için fosil yakıt bağımlılığının terk edilmesi, enerjiyi daha az ve idareli tüketen, enerji kaynağına ihtiyaç duyan araçları verimli kullanan, kalan ihtiyacın tamamını da rüzgâr ve güneş gibi yenilenebilir kaynaklardan karşılayan bir düzene geçmemiz gerekiyor. Zaten 197 ülke Paris Anlaşması’nı imzalayarak bu yolda gitmeye söz verdi. Bu durumda tek bir yeni petrol veya doğal gaz kuyusu açmanın meşruiyeti olabilir mi? Uluslararası hukuksa bu da uluslararası hukuk. İşin ruhuna değil sadece bir takım anlaşma maddelerinin size sağladığı avantajlara bakıyorsanız hukuk umurunuzda değil demektir. Ekonomik büyüme ve şirket kârları uğruna yeryüzünü ve geleceğimizi yok edenlerle birlikte davranmanın da hiçbir politik meşruiyeti olamaz.
Karbon salınımlarının %60-%70, hatta artık %100’e yakın bir oranda azaltılmasının tartışıldığı bir dönemde Türkiye’nin ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin doğrudan dahil olduğu, fakat öte yandan büyük petrol şirketlerinin de bölgedeki paylaşım kavgasında yer almasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bir yandan karbondan vazgeçilmesi yönünde küresel ölçekte bir kamuoyu ve iklim hareketi var, ama diğer yandan devletler ve şirketler yeni karbon yatakları açma peşinde. İklim değişikliğinin her yıl kendisini daha fazla hissettirdiği bir dönemde yeni bir karbon yatağı açmanın zararları ne olur? Bu süreç hem Kıbrıs’ı hem de gezegeni nereye sürükler?
Dünya ülkelerinin her yıl atmosfere saldığı sera gazı 54 milyar ton civarında. Tarımdan, ormansızlaşmadan ve benzeri kaynaklardan gelenleri ayırıp sadece fosil yakıtlardan kaynaklanan karbondioksiti söylerseniz bunun miktarı da yaklaşık 40 milyar ton. Bu miktarın 2030’a kadar, yani 11 yıl içinde 20 milyar tona indirilmesi, 2050’de de sıfırlanması gerekiyor. Doğu Akdeniz’de bulunduğu söylenen fosil yakıtların toplam miktarının 3,5 trilyon metreküp doğal gaz ve 8 milyar varil petrol olduğu söyleniyor. (Kaynak https://www.cnnturk.com/turkiye/dogu-akdenizde-neler-oluyor-kibrisin-cevresinde-3-5-trilyon-metrekup-dogal-gaz-var) Bölge ülkeleri bu fosil yakıtların tamamını çıkarıp yakılmasını sağlarlarsa atmosfere yaklaşık 10 milyar ton karbondioksit salınır. Sadece Kıbrıs’ın münhasır ekonomik bölgesinde bulunduğu söylenen doğal gazın miktarı ise 340-470 milyar metreküp civarında. (Kaynak https://cyprus-mail.com/2019/03/01/gas-discovery-puts-cyprus-on-the-map-president-says/) Bunun hepsinin yakılması da 1 milyar ton civarında karbondioksit salımına neden olur. Yani yeryüzündeki en yerel ve küçük görünen bir fosil yakıt sahasının bile iklim değişikliğini hızlandırma kapasitesi hiç önemsiz değil. Unutmayın ki bir fosil yakıt sahası kullanıma açılırsa bu kaynak ekonomik şartlar elverdiğinde sonuna kadar sömürülür ve elbette yeni sondajlarla alan sürekli genişletilir. Bu nedenle gezegenin geleceği açısından kullanılabilir rezerv haline gelmemiş bir kaynağa hiç dokunulmaması öncelikli kuraldır.
Dr. Ümit Şahin
Biliyorsunuz iklim değişikliği kuzey kutup bölgesinde eriyen buzulların altında bulunan petrol ve doğal gaz kaynaklarını çıkarılabilir hale getirmeye başladı, bu da şirketlerin ve kutuplarda hak iddia eden ülkelerin iştahını kabartıyor. Yani küresel ısınma nedeniyle kullanılabilir hale gelen bir kaynağın küresel ısınmayı artırmasını sağlamaya çalışan güçlerden bahsediyoruz. Doğu Akdeniz’de olan bundan farklı değil. Orada ABD, Kanada, Danimarka, Norveç, Rusya, burada İsrail, Mısır, Kıbrıs, Türkiye, Yunanistan. Aradaki fark bu kadar. Bir de tabii buradaki kaynakların miktarı daha az, ama kutuplarda bulunan kaynaklara göre ekonomik ve teknik anlamda daha çıkarılabilir olduğu da açık. İklim değişikliğinin ciddiyetini bilen ve 30 senedir durmadan dünyayı uyaran James Hansen gibi bilim insanları ister okyanuslarda ve kutuplarda, isterse Akdeniz’de veya Karadeniz’de olsun petrol ve gaz kuyuları açılmasının kabul edilemeyeceğini ve iklim değişikliğiyle mücadelenin birinci yolunun ülkelerin bu tür yeni kaynakların kullanımını engelleyecek bir moratoryum ilan etmesi olduğunu yıllardır söylüyorlar. Ekonomik, siyasi, jeostratejik gerekçeleri ne olursa olsun yeni fosil yakıt sahaları açmak gezegene ve gelecek kuşaklara karşı suçtur.
Türkiye’nin durumuna gelince. Türkiye henüz Paris Anlaşması’na taraf olmadı, bunun gerekçesini de iklim rejimi içindeki konumunun ve gelişmiş bir ülke olarak görülmesinin yanlış olması, bir başka deyişle uluslararası iklim finansmanı ihtiyacı olarak açıklıyor. Ancak Paris Anlaşması’ndaki bu tutumuna rağmen Türkiye hükümeti iklim değişikliği tehdidini ciddiye alıyor ve bu konuda dünya ülkelerinin hakkaniyet çerçevesinde gereken her şeyi yapması gerektiğini söylüyor. Bu nedenle Doğu Akdeniz’deki gaz yatakları konusunda Türkiye’nin yapması gereken şey gaza ortak olmaya çalışmak değil, iklimi korumak için ister İsrail, ister Mısır veya Kıbrıs olsun hiçbir ülkenin bu fosil yakıtları çıkarmaması gerektiğini söylemek olmalıydı. Böylece Türkiye bir ekonomik hak iddiası için rekabete girmenin yaratacağı riskten kurtulmakla kalmaz, gelecek kuşakların ve doğanın haklarını savunduğu için ahlaki üstünlük sağlardı.
Yaşananlar bize gerek Türkiye’nin gerekse de AB’nin tutarlı bir iklim politikası olmadığını gösteriyor. Bütün tartışmalar gazın nasıl paylaşılacağı üzerine şekillenmekte. Fakat iklime ve ekolojiye zararları yönünde AB ülkelerinin de bir tavır geliştirmediklerini görüyoruz. Bu bağlamda AB’nin tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz? Son AP seçimlerinde koltuk sayısını arttıran Yeşiller’in bu minvalde etkisini göstereceğini düşünüyor musunuz?
AB’nin Rusya doğal gazına bir alternatif geliştirmekten başka derdi yok. Daha önce Nabucco doğal gaz boru hattının bunun için savunuyorlardı, şimdi sıvılaştırılmış doğal gaz alternatifleriyle bu yüzden ilgileniyorlar. AB’nin hatası doğal gazı bir geçiş yakıtı olarak görerek bu kaynağın geliştirilmesi gerektiğini düşünmek. Çünkü meselenin aciliyet düzeyi konusunda bir görüş birliği içerisinde değiller. Avrupa’da bir tek Yeşiller meseleyi olması gereken ciddiyet ve acillik düzeyinde ele alıyor. Polonya gibi kömürcüler zaten iklim politikalarını baltalıyor. Pek çok ülkenin de söylediğiyle yaptığı birbirini tutmuyor. Oysa yeni bir kaynağı geliştirmek kuyulardan, boru hatlarına veya Doğu Akdeniz meselesindeki gibi sıvılaştırma tesislerine, limanlara, gemilere vb. varıncaya kadar yepyeni bir sosyo-teknik sitem kurmak anlamına geliyor. Bu da yeni bir ekonomik sektör yaratıyor ve kendi başına yıllar sürecek yeni bir kazanılmış hak veya bir başka deyişle kilitlenme yaratıyor. Biz buna karbon kilitlenmesi diyoruz. Çünkü Doğu Akdeniz kaynakları sömürülmeye başlanırsa bu bölgede yeni bir karbon kilitlenmesi oluşacak ve bu kilidin 30 yıl içine çözülmesi zor olacak, çünkü ülkeler kendi ekonomileri bu yeni kaynağın kazandırdıklarına göre şekillendirecek ve buna alışacaklar. Bu yüzden kilidi oluşmadan önlemek için kaynağı yerin altında bırakmak gerekiyor. Ancak tabii AB fosil yakıt şirketlerin etkisi altındaki hükümetlerle dolu. Shell, BP, Total gibi şirketler Avrupa’nın en güçlü ülkelerinin büyük ekonomik güçleri. Halk ve siyasi partiler veya sivil toplum ise meselenin ciddiyetinin ve karbon kilitlenmesi riskinin yeterince farkında değil. Anlaşılması gereken şu: Açtığınız her kuyu sizi iklim değişikliğinde çözümden bir adım daha uzaklaştırır.
Avrupa’nın yükselen gücü Yeşiller’in bu durumun farkında olan tek siyasi hareket olduğu ortada. Yeşiller Nisan ayında bu soruna iklim değişikliğini görmeden yaklaşılamayacağını belirten bir açıklama yapmışlardı. Ancak bildiğim kadarıyla Avrupa seçimleri sonrasında oluşan yeni yeşil grup henüz böyle bir tavır almadı. Türkiye’de halen partisiz durumda bulunan yeşil hareketin bir araya geldiği Yeşil Siyaset Platformu ise geçen hafta Avrupa Yeşilleri’ne bir mektup yazarak Doğu Akdeniz doğal gaz ihtilafı nedeniyle Türkiye’ye yönelik bir yaptırımı desteklemenin Kıbrıs’ın gaz aramasını meşrulaştıracağı, bunun da yeni fosil yakıtları çıkarmanın iklim krizindeki rolünü görmemek anlamına geleceği, bu nedenle olması gereken yeşil tavrın bütün ülkelerin gaz aramasına ve çıkarmasına karşı çıkmak olduğu hatırlatmasını yaptı. Zaten Yeşiller’in Paris Anlaşması konusundaki hassasiyetini de unutmamak lazım.
Türkiye’nin durumu ise daha farklı. Türkiye hâlâ kendisini masum görüyor. Özellikle de önemli bir fosil yakıt üreticisi olmadığı için. Oysa Türkiye’nin yıllık sera gazı emisyonu yarım milyar tonu çoktan geçti ve dünyada atmosferi en çok kirleten ilk 20 ülke arasındayız. Eğer Türkiye karbon salımını azaltmaya başlamazsa 2030’da kişi başı emisyonu 10 tona kadar çıkabilir ve bu durumda da Avrupa’nın karbon ayak izi en yüksek ülkesi haline gelir. O nedenle Türkiye’nin hem kendi topraklarında yeni bir kömür madeni açmaktan hem de denizlerde petrol ve gaz aramaktan uzak durması gerekir. Ancak petrol ve gazı siyasi güç yarışında bir araç olarak kullanmak maalesef Türkiye’ye özgü değil. Oysa bütün ülkeler bu yarıştan çoktan vazgeçmeliydi. Fosil yakıtların sadece gezegeni yok etmekle kalmadığını, ülkelerin siyasi geleceği ve özgürlüğü için de ne kadar büyük bir bela olduğunu anlamız gerekirdi. Irak savaşı, Libya’da olanlar, Nijerya’nın, Venezüella’nın durumu ortada.
Kıbrıs’ın her iki tarafından barış ve hak savunucusu kesimler de dahil olmak üzere, doğal gaz faaliyetlerine tepki gösterirken, sürecin bir sıcak çatışmaya kadar evrilebileceği uyarısında bulunmakta ve bu gerilimden vazgeçilmesini savunmakta. Fakat buna rağmen söz konusu kesimler Ada’nın etrafındaki doğal gaz ve hidrokarbonların, ancak Kıbrıs sorununun çözümünden ve federasyondan sonra ortak olarak kullanılabileceğini, ‘doğal zenginliklerin barışı besleyebileceğini” savunmaktalar. Sizce ‘doğal zenginlikler’ diye ifade edilen, küresel ısınmayı doğrudan etkileyen bu kaynaklar, Ada’da bir barışın tesis edilmesinde olumlu bir rol oynar mı?
Elbette adada barışçı ve federatif bir çözüm için tarafların masaya dönmesi ve bir an önce adanın askerden arındırılması, Kıbrıs’ın bir barış adası olması çok iyi olur. Ortak ekonomik çıkarların çözümü kolaylaştırabileceğinin düşünüldüğü de açık. Ancak fosil yakıtlarla barışın ve silahsızlanmanın yan yana olmasını beklemeniz için ya dünya tarihini hiç bilmemeniz ya da keyfiniz istediği gibi okumaya alışık olmanız lazım. Barıştan ve çözümden yana çevrelerin bir an önce fosil yakıtların hem gezegeni hem de barışı ve özgürlükleri tehdit ettiğini anlaması gerekiyor. Bence Kıbrıs’taki barış yanlısı taraflar öncelikle hep birlikte doğal gaz aramalarına bütün ülkelerin derhal son vermesini savunmaya başlamalılar. Hatta tarafların, şimdi istemiyoruz, ama çözümden sonra da bu gazı çıkarmamalıyız demelerinin, barış yolunda istekli ve gerçekçi olduklarının bir göstergesi olarak okunabileceğini düşünüyorum. Yoksa ne Türkiye’nin ne AB’nin ne Rusya’nın ne ABD’nin fosil yakıt sevdası biter. Olan da yine Kıbrıs halkına olur.
Ayrıca BP’nin 2010’da Meksika Körfezi’nde patlayan Deepwater Horizon petrol platformunu hatırlayın. Kuşaklar boyunca slinmeyecek bir kirlilik yaratan bu kaza sonrasında denize aylarca petrol aktı. Meksika Körfezi’ndeki devasa büyüklükte bir alan ölü bölge haline geldi. Aynı durum tanker kazaları için de geçerli. Denizlerden fosil yakıt çıkartmak bu tür kazalara davetiye çıkarır. Kıbrıs çevresinin petrol ve doğal gaz platformlarıyla, sıvılaştırma tesisleriyle, tankerlerin cirit attığı limanlarla dolmasının Kıbrıs için, denizdeki yaşam, kıyılar ve turizm için yaratacağı tehdidin çok büyük olduğu unutulmamalı.
Norveç’te 200’den fazla ren geyiği öldü. Uzmanlar, iklim değişikliğinin ren geyiklerinin besin bulmasını zorlaştırdığını söyledi.
Norveç’te çoğu yavru olan 200’den fazla ren geyiği açlıktan öldü. Bilim insanları, ölümlerin küresel ısınmadan kaynaklandığı kanısında. Hayvanların ölü bedenleri, ülkenin Svalbard takımadalarında, Norveç Kutup Enstitüsü çalışanları tarafından bulundu. Enstitüden yapılan açıklamada, bölgedeki ren geyiği nüfusunun izlendiği son 40 yılda ilk kez tek seferde bu kadar çok ölüm yaşandığı belirtildi. Kurumun yetkililerinden Ashild Onvik Pedersen, “Bu kadar çok sayıda ölü hayvan bulmak korkutucu. Bu, iklim değişikliğinin doğayı nasıl etkilediğinin bir örneği. Çok üzücü” dedi.
Bölgede hava sıcaklığının yükselmesi sonucu aralık ayında alışılmadık şekilde yağan sağanaklar, geride kalın bir buz tabakası bırakmıştı. Ren geyiklerinin sertleşen tundrayı delerek normal besinlerine ulaşmakta zorlandığı, yosun yemek zorunda kaldığı ve besin yetersizliği çektiği belirtiliyor. Ölen geyikler arasında, bu anormal koşullarla başa çıkmakta zorlanan doğan çok sayıda yavrunun bulunduğu da açıklandı.
Svalbard, dünyanın yaşam bulunan en kuzey noktası olma özelliğini taşıyor. İklim uzmanları, Svalbard’ın gezegende diğer her yerden daha hızlı ısındığı konusunda uyarıda bulunmuştu. Svalbard bölgesinde hava sıcaklığının 1900 yılından bu yana 3.7 derece arttığı tespit edilmişti. Kutup bölgelerindeki ren geyiği nüfusu ise son 20 yılda yüzde 56 oranında azaldı. Uzmanlar, bu hayvanların gıda kaynaklarının azaldığını, daha sıcak yaz aylarının da sinek ve parazitlerin taşıdığı hastalıkları yaygınlaştırdığını söylüyor.