Ana Sayfa Blog Sayfa 2297

Ska Keller: İnsanlar gerçek bir değişim istiyor ve biz bunu sağlayabiliriz

Geçtiğimiz mayıs ayında yapılan Avrupa Parlamentosu seçimlerine, aşırı sağa teslim olmak üzere olduğu varsayılan Avrupa’nın dinamik gücü Yeşiller damgasını vurdu. Milletvekili sayısını 52’den 69’a çıkaran ve Batı Avrupa’nın hemen her ülkesinde oyunu artıran yeşil partiler iklim krizine yönelik politikaları ve birleşik Avrupa söylemleriyle; yaşlı kıtanın değişim isteyen genç kuşağının taleplerinin de taşıyıcısı oldu. 

Parlamento seçimlerinin ardından önce birliğin lokomotif ülkesi Almanya‘da ilk kez Yeşiller Başbakan Angela Merkel‘in Hıristiyan Demokrat Partisi’nin önüne geçerek, anketlerde birinci parti konumuna yükseldi; ardından ekim ayında Hannover Büyükşehir Belediye Başkanlığı‘nı Yeşiller Partisi’nin Türkiye kökenli adayı Belit Onay kazandı. Avusturya’da eylül ayındaki erken genel seçimlerde oyunu yaklaşık 10 puan artıran Yeşiller, İsviçre‘de de ekim ayındaki genel seçimlerde oylarını yüzde 5,6 artışla yüzde 13’e ulaştırarak, koalisyona katılma potasına girdi. Birleşik Krallık‘ta da öteden beri etkin olan Yeşil hareket, iklim hareketlerinin sokak eylemleriyle güç kazandı. 

Biz de AP seçimlerinin hemen sonrasında, Yeşiller’in bu yükselişinin anlamı ve iklim krizi bağlamında önemi üzerine Avrupa Yeşil Partisi‘nin bir parçası olan İttifak ’90/Yeşiller üyesi ve AP Yeşiller/EFA grubunun eş başkanı, siyasetçi Ska Keller‘la konuştuk. 

Alev Karakartal: Avrupa Parlamentosu seçimlerinin de gösterdiği üzere merkez partiler hızla güç kaybediyor, şimdiye dek marjinal olarak adlandırılan hareketler (örn.Yeşiller ve aşırı sağcılar) merkezi ‘işgal ediyor’. Bunun nedenlerine ilişkin ne söylemek istersiniz? Yeni ve genç seçmenlerin bu sonuçlardaki payının büyük olduğu belirtiliyor. Ancak aynı genç seçmen iki ayrı uçtaki iki partiye; Yeşiller ve aşırı sağcılara yöneldi. Bu, size ne söylüyor?

Ska Keller: Muhafazakârların ve Sosyal Demokratların – en azından teoride – AB siyasetinde istikrarlı çoğunluğunun sona erdiği zamanlarda yaşıyoruz.  Bunun önemli bir nedeni, insanların işlerin her zamanki gibi gitmesinden dolayı bıkmış olmaları. Artan sosyal eşitsizliklerle karşılaşıyorlar, otokratik ve yolsuz hükümetler, büyük parti ailelerinden birine dahillerse, onlara karşı genellikle yeterince açık bir eylem olmadığını görüyorlar. Ve özellikle gençler, zamanımızın en acil sorununu, iklim krizini nasıl ele aldığımızla ilgili temel değişiklikler için ayağa kalkıyorlar.

Bütün bunlar bir araya getirildiğinde, insanlar daha ekolojik, sosyal ve demokratik bir Avrupa’ya doğru gerçek bir değişim istiyor ve geleneksel partilerin bunu sağlamadığını görüyorlar. Biz, Yeşiller, bunu yapısal olarak sağlayabilecek bir güç olduğumuzu çok başarılı bir şekilde ortaya koyduk.  Bu yüzden de mesajımız AB çapında çok iyi karşılandı.

Yeşiller/EFA olarak, bu nedenlerle bu yılki seçimlerde önemli ölçüde büyüdük. Ancak, Avrupa Parlamentosu‘nda hiçbir zaman marjinal bir grup olmadık. Yıllar boyunca AB politikasını, Parlamentodaki sayısal ağırlığımızdan çok daha büyük ölçüde olumlu bir şekilde etkileyebildik ve önümüzdeki yıllarda daha da büyük bir söz sahibi olma konusunda iyimseriz. Sağcı partiler de büyüdü, ancak tahmin edildiği kadar değil. Avrupa yanlısı güçler yapıcı bir şekilde birlikte çalışırlarsa, parlamentonun dışında kalırlar ve Avrupa gündemini şekillendiremezler.

Bizim için şu çok açık: AB’nin geleceğini aktif ve olumlu bir şekilde etkilemek istiyorsak, bunu ancak insanları birleştirerek ve ortak hedefler için savaşarak yapabiliriz. Sağcı politikacılar insanları karşıt kamplara bölerek ve karmaşık sorulara basit cevaplar vererek geçici sürelerle başarılı olabilirler. Ancak uzun vadede başaramayacaklar.

Kıtada ‘Avrupa ideası’nın yeniden tartışma konusu haline geldiğini görüyoruz. Özellikle Avusturya, Polonya, Macaristan gibi ülkelerde yükselen popülist ırkçı dalga, Güney Amerika’da da kendini göstermeye başladı. Bu parti ve hareketler iklim değişikliğine karşı uygulanacak politikaları da baltalıyor. İklim politikalarının sadece ulusal anlamda ele alınamayacağından hareketle, bu anlamda dış politika öncelikleriniz ne olacak?

S.K: Otokratlar veya popülistler tarafından yönlendirilen ülkelerin,  iklim eylemini gerçekten yavaşlatan ülkelerden bazıları olduğu doğrudur. Yine de sadece onlar değil. Almanya gibi diğerleri de bu konuyla ilgili büyük bir hırs göstermiyor. Tedbirler kendi endüstrilerini etkileyeceği anda, örneğin yeni otomobiller için katı emisyon hedefleri gibi konularda, bu ülkeler de gerçekten harekete geçmekte tereddüt ediyorlar. Bunu değiştirmek zorundayız ve tüm ülkelerin ekonomilerini temelden değiştirmek zorunda olduklarını anlamalıyız. Sadece karbon nötr ekonomilere ulaşmak için elimizden gelen her şeyi yaparsak, bu krizi çözebiliriz. Ve bu şu anlama geliyor: Yalnızca diğer ülkeleri suçlamakla yetinemeyiz, aynı zamanda kendi eylemlerimizi de oluşturmamız gerekiyor.

Yine de uluslararası iklim politikasını, uluslararası ilişkilerin diğer sorunlarıyla aynı kaba atmamalıyız. Evet, tüm ülkeler bir arada durmalı ve üzerlerine düşeni yapmalı. Ancak, otokratik bir hükümet aniden iklim değişikliğiyle mücadelede öncü olmaya karar verirse, ancak aynı zamanda sivil toplum ve medya özgürlüğüne zarar verir veya ayrımcı politikaları ve azınlıklara ve mültecilere karşı nefreti teşvik ederse, yine de her zaman olduğu gibi lafımızı sakınmamalıyız. Bunlar temel konular ve biri diğeriyle takas edilebilir şeyler değil.

Seçimleri kazanmanızda, Greta Thunberg’in başlattığı ve tüm dünyaya yayılan FridaysforFuture ve Londra’dan dünyaya yayılan Extinction Rebellion gibi hareketlerin etkisi hakkında ne söylemek istersiniz? “Aktivizm, marjinal grupların protesto eylemlerinin ötesine geçerek, artık karar alma mekanizmalarını doğrudan etkiliyor” diyebilir miyiz, yoksa bu özel bir durum mu?

S.K: Çevre aktivizminin yükselişini, özellikle Gelecek için Cumalar (Fridays for Future) hareketini neyin tetiklediğini asla unutmamalıyız: İklim krizinin etkileri son yıllarda çok açık bir şekilde ortada ve bu durum, acil eylemin gerekliliği konusunda farkındalığı artırdı. Ne yazık ki hükümetler yeterince şey yapmadılar ve bu eylemsizlik halinden bıkıp usanan Friadys for Future ve Extinction Rebellion (Yokoluş İsyanı) sorunu sokaklara taşıdı. Protesto eden insanların sayısı arttıkça, bu konu doğal olarak ailelerde, arkadaşlar arasında ve tüm toplumdaki konuşmalarda da gündeme geliyor. Yeşiller, iklim krizine karşı gerçekten harekete geçme konusunda tek güvenilir siyasi güç olarak, bu yeni farkındalıktan yararlandı.

Yine de politik olarak daha güçlü Yeşiller, tek başına etki oluşturamaz: Karar alan insanlar her yerde nihayet bir şeylerin yapılması gerektiğini fark eder. Üzücü olan şey, bu fark edişin çok geç gerçekleşmesi. Bilim bize yıllardır, on yıllardır temelden değişmemiz gerektiğini söylüyor. Henüz çok geç değil, ama bir gün daha bekleyemeyiz

Ölüm çukurlarından yaşam nöbetine: Adalarda atlı fayton sorunu

Haber: Tuğba Baykal

Büyükada’da 81 atın ‘ruam hastalığı ‘ gerekçesiyle öldürülmesinin ardından tartışmalar sürüyor. İstanbul Valiliği adalarda faytonun 3 ay boyunca yasaklandığını duyurdu, adalar karantinaya alındı. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu da büyük oranda faytonların kaldırılacağını açıkladı. İBB önünde nöbet tutan aktivistler ise faytonların tamamen kaldırılması gerektiğini savunuyor.

Ölüm çukurları iddiası

Büyükada’da ruam hastalığı teşhisi konulduğu açıklanan 81 at öldürüldü. Atların öldürüldüğüne dair açıklamayı Adalar Kaymakamlığı yaptı. Fakat bu durum daha öncesinden basına yansıdı. Adalılar yaşadıkları, yürüdükleri yerlerde açılmış büyük çukurları görünce bunun fotoğraflarını paylaştı. Sosyal medyada çukurlar “Ölüm Çukurları” başlığı ile verilmeye başlandı.

81 atın öldürülmesi üzerine İstanbul Valiliği Adalar’da fayton ulaşımını üç aylığına durdurdu, Büyükada karantinaya alındı, fakat ne ruam hastalığı Adalar’da yeni ne de alınan önlemlerin at ölümlerini durduracağı düşünülüyor.

2011’den beri 701 at öldürüldü

TBMM Hayvan Hakları Komisyonu’nun hazırladığı rapora göre Adalar’da 2011 yılından beri toplam 621 at ruam dolayısı ile öldürüldü. Son ölümlerle birlikte bu rakamın 701’e ulaştığı söylenen raporda şu ifadeler yer alıyor:

Birçok önlem alınmasına rağmen ruam hastalığı henüz önlenememiştir. Ruam hastalığının önlenememe sebebi olarak Adalar’a (izin verilmediği için) atların kaçak yollardan, gerekli muayene ve analizlere tabi tutulmadan kontrolsüz olarak getirilmesidir

Raporda ayrıca Türkiye genelinde faytonların kaldırılmasının uygun olacağı belirtiliyor. Fakat faytonun tarihi ve kültürel bir miras olduğu içinde çok sınırlı bir alanda izin verilebileceği ifadesi yer alıyor. Faytonların bu şekilde sembolik olarak kullanılacağı duruma ait standartlar da özellikle vurgulanmış. Buna göre TBMM Hayvan Hakları Komisyonu’nun raporunda faytonların ancak belirlenen özel alanlarda, düz ve kısa bir rotada kullanılması, ulaşım amacı ile kullanılmaması, ulaşım gereksinimi olan bölgelerde faytonlar yerine elektrikli ulaşım araçlarının kullanılması ve faytonlara koşulmak üzere yalnızca ağır yük atlarının yani soğukkanlı at ırklarının kullanılmasına izin verilmesi öneriyor.

Adaya kaçak at girişleri denetlenmiyor

Adalarda yıllardır atların giriş çıkışı ile ilgili etkin korunma yöntemi fiiliyatta uygulanamıyor. Denetimler yapılıyor fakat Adalar karantinaya alınsa ve hayvan giriş çıkışları yasaklansa dahi faytoncular kaçak yollardan Adalara veteriner kontrolünden geçmemiş atları sokuyor.

Ayrıca Adalarda atlar düzenli sağlık kontrolünden geçirilmiyor, yaklaşık 1500’den fazla atın bulunduğu bölgede at veterineri dahi bulunmuyor.  Özellikle sezon bittikten sonra bazı atlar kendi halinde sokaklara bırakılıyor. Örneğin Büyükada’da yolda yürürken çöpleri karıştırıp, yemek bulmaya çalışan ya da yaralı bir şekilde sokakta dolaşan atlarla karşılaşmanız mümkün.

Söylemez: Atlar kötü koşullarda tutuluyor

Ada sakini Rana Söylemez bu fotoğrafı geçtiğimiz günlerde çekmiş. Ruam faciası yaşanmadan önce. Söylemez Büyükada’da bu şekilde birçok at bulunduğunu söylüyor:

Kaldıkları ahırların yanından geçerken kokudan bile anlıyorsunuz ne şartlarda tutulduklarını. Bu koşullarda burada ruam da olur başka hastalıklar da. Yara bere içindeki hallerine şahit oluyoruz.

‘Gizli gizli çukur açıp çözülemeyecek bir sorun’

Söylemez ruam hastalığı hakkında Adalıların bilgilendirilmediğini de söylüyor. Toplum sağlığını da ilgilendiren bu durum hakkında ancak çukurlar basına yansıyınca haberdar edilmelerine tepkili olan Söylemez şunu söylüyor:

İnsanlara da bulaşabilirmiş ama buna dair de uyarılmadık, daha önce de Büyükada’da ruam olmuş, fakat hep üstü kapatılmaya çalışılıyor. Adalar karantinaya da alınmış daha önce fakat kaçak yollardan atların sokulduğunu biliyoruz. Gizli gizli çukurlar açıp gömerek çözülmeyecek bu sorun. Biz ormana da gidiyoruz, atlarla temas halindeyiz, bu risk varken nasıl hiçbir şey yapılmaz anlamıyorum.

Büyükada’ya 2018 yılında 220 adet atın sokulmaya çalışılması üzerine de yine bir kriz yaşanmıştı. Ada’da 2017 Temmuz’unda görülen ruam hastalığı nedeniyle Ada’yı karantinaya alan İstanbul İl Gıda Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğü atların girişlerine izin vermemişti. Adaya Anadolu’nun çeşitli yerlerinden getirilen atların girişine izin verilmemiş ve 2 ay boyunca bu atlar Beykoz’da güneşin altında bekletilmişti.

Baştürk: Her sene yüzlerce at ölüyor

Ada sakini Sevil Baştürk ise faytonların tamamen kaldırılması gerektiğini düşünenlerden. Baştürk ‘yaşadığımız yerde atların çukurlara gömülmesi yeni değil, her sene yüzlerce at öldürülüyor’ diyor ve ekliyor:

Bu herkesi bildiği bir gerçek, Adalar’da ormanlar at mezarlıkları ile dolu. Ben bu son olayda çukurların kazıldığı yere gittiğimde o bölgede bir sürü kemik buldum, daha önceden de olmuş demek ki. Bu olayda basına yansıdığı için gündem oldu. Fakat kim bilir kaç tane at öldürülüp ormanlara gömülüyor, ya da denizlere atılıyor her sene. Faytonlar tamamen kaldırılmadığı sürece bu böyle devam edecek.

İBB önünde çadırlı eylem

At ölümlerinin duyulmasının ardından aktivistler İBB önünde protestoya başladı. Talep faytonların tamamen kaldırılması. Fakat bu protestolar da aslında yeni değil. Hayvan severler yıllardır Adalar’da faytonların kaldırılması için mücadele veriyor. Yasal olarak bu durum İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin sorumluluğunda.  Nitekim İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu da adaylık sürecinde Hayvan Hakları Yasama İzleme Delegasyonu’nun kendisine sunduğu SÖZ VERİYORUM taahhütnamesini imzalamıştı. Bu taahhütnamede atlı faytonların kaldırılacağı ibaresi de yer alıyor.

81 atın öldürülmesinin üzerine Saraçhane’deki İstanbul Büyükşehir Belediyesi önünde çadırlar kurarak protesto gösterisi düzenleyen aktivistlerden yedi temsilci, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu ile bu durumu görüştü. İmamoğlu’ndan verdiği sözü tutmasını istedi. İmamoğlu ise yüzde 95 oranında faytonları kaldıracağını söyledi.

İmamoğlu ile görüşme öncesi yapılan forum

Adalarda faytonların tamamen kaldırılmaması ve nostalji olarak bir miktar faytonun bırakılması gerektiğini savunanlar da var. Hem İBB hem de Adalar Belediyesi’nin açıklamaları da bu görüşe paralel, yani faytonlar tamamen kaldırılmayacak gibi görünüyor.

Faytoncular açlık grevinde

Faytonlar kaldırılınca işsiz kalacaklarını söyleyen faytoncular ise duruma tepkili. İstanbul Valiliği’nin, faytonlara at koşulmasını üç ay süreyle yasaklaması kararının ardından, Büyükada’daki faytoncular durakları terk etmeme kararı aldı. İBB’nin kendileri ile de görüşmesi talebinde bulunan faytoncular açlık grevine başlayacaklarını söyledi. Faytoncular Odası Başkanı ise atları başıboş şekilde salacaklarını ve atların çevreye verecekleri zarardan sorumlu olmayacaklarını ifade etti.

Süreç belirsizliğini koruyor

Valiliğin üç aylık fayton yasağının kararının ardından sürecin nasıl işleyeceğine yönelik hem İBB hem de Adalar Belediyesi net bir yanıt vermiyor. Alternatif ulaşım planları üzerinde çalıştıklarını açıklayan İBB  en kısa zamanda bu sorunu çözeceklerini söylüyor. İBB’nin Ada ulaşımı için uygun olan elektrikli ulaşım araçları üzerinde araştırmaları devam ediyor.

 Ruam nedir?

Ruam özellikle tek tırnaklılarda görülen akut ve kronik seyreden bir rahatsızlık. Bulaşıcı ve zoonoz bir hastalık olan ruam insanlardan hayvanlara, hayvanlardan insanlara geçebiliyor. Aşısı bulunmuyor ve kesin tedavisi yok fakat ruamla mücadelede önemli yol kat etmiş ülkeler de bulunuyor. Örneğin Birleşik Krallık‘ta 1928’den beri ruam vakası görünmüyor. ABD’de ise bu tarih 1940’lar. Bu durum birçok Avrupa ülkesi için de geçerli. Yani ülkeler gerekli önlemleri aldıklarında bu hastalıkla baş edebiliyor; ruam bir tehdit olmaktan çıkıyor ve atların ölümünün önüne de geçilmiş oluyor. Dünya Hayvan Sağlığı Örgütü ise ruamdan korunmak amacıyla, ülkeye sokulmak istenen atlara en az altı ay karantina uygulanmasını öneriyor.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Brexit onaylandı

Başbakan Boris Johnson‘ın Avrupa Birliği ile vardığı ayrılık anlaşması, Brexit’i yasalaştıracak tasarıya Parlamentonun alt kanadı Avam Kamarası’nda kabul edildi.  Yapılan ilk oylamada 358 milletvekili kabul, 234 milletvekili ise ret oyu verdi

Brexit anlaşmasına göre İngiltere 31 Ocak‘ta AB’den ayrılacak. Taraflar 2020 sonuna kadar, bundan sonraki ilişkilerini düzenleyecek kapsamlı bir anlaşma yapmaya çalışacak. O süreçte İngiltere’nin AB içindeki hakları ve yükümlülükleri büyük oranda aynı kalacak.

Brexit süreci

Eski Başbakan Theresa May liderliğindeki azınlık hükümeti, AB ile varılan Brexit anlaşmasını Parlamentodan geçirmeyi başaramamıştı. 29 Mart’ta gerçekleşmesi gereken Brexit önce 31 Ekim’e, ardından da 31 Ocak 2020’ye ertelenmişti. İngiltere, Galler, Kuzey İrlanda ve İskoçya’dan oluşan Birleşik Krallık’ta, AB referandumunda yüzde 48’e karşı yüzde 52 ile Brexit kararı alınmıştı.

Boris Johnson liderliğindeki Muhafazakar Parti, geçen hafta yapılan erken genel seçimde yüzde 43,6 oy alarak 365 milletvekili çıkarmış ve tek başına hükümeti kurmuştu. Seçim sonuçlarına ilişkin konuşan Başbakan Boris Johnson, “Bu aşamada, bu tek ulus Muhafazakar Parti hükümetine, sadece Brexit’in gerçekleştirilmesini sağlamak değil, aynı zamanda bu ülkeyi birleştirmek ve ilerletmek için de yeni ve güçlü bir yetki verildiği görünüyor” demişti.

[Babil’den Sonra] Chromas iklim için şarkı söylüyor

2015 yılında iklim forumuna destek vermek amacıyla Vokaliz vokal grubundan Cengiz Ünal ve Tolga Güler’in liderliğinde bir iklim korosu kurulmuştu. İstanbul’daki birçok koronun koristlerini bir araya getiren İKLİM İÇİN ŞARKI SÖYLE projesi ile Boğaziçi Üniversitesi’nde bir konser vermişti. Ertesi gün Galatasaray meydanında yapılacak basın açıklamasında da bu konseri tekrarlanacaktı ama Paris- Charlie Hebdo baskını nedeniyle bir basın açıklamasıyla yetinilmişti.

Geçen yıl Greta Thunberg’in önderliğinde çocuklar iklim meselesinde inisiyatif aldılar ve sokağa çıktılar. Sonra onları Yokoluş İsyanı/ Extinction Rebellion ve benzeri hareketler takip etti. Britanyalı müzisyenlerin geçen yıl başlattıkları ve Türkiyeli 11 müzik insanının da imzalarıyla destek verdikleri Müzik Acil Durum İlan Ediyor/ Music Declares Emergency kampanyası da bunlardan birisi oldu.

En son bu ay İngiliz tiyatro topluluğu Tackroom Theatre, Voice for the Plant iş birliğinde ve Decca/Universal Music, Doğal Hayatı Koruma Vakfı (WWF International) gibi kurumların katkılarıyla; Emma Thompson, Keira Knightley, Bill Nighy, Felicity Jones gibi ünlü isimlerin desteklediği yeni küresel iklim eylemi “Resolution 2020”yi hayata geçirildi.

İspanya’nın Madrid şehrinde düzenlenen COP25 – Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı’na paralel başlayan proje herkesi, Robin Howl, Violet Skies ve Holly Fletcher tarafından yazılan “Resolution” şarkısını kendi yorumlarıyla paylaşmaya davet ediyor.

Yeni Yıl Çözümleri (New Year’s Resolution) mesajıyla yola çıkan proje tüm dünyada aynı anda 11 Aralık’ta başladı ve yeni yıla kadar internet ve sosyal medya kanallarından yayılarak iklim değişikliğine dikkat çekmeyi amaçlıyor. “Çözümün Parçası Olun” sloganıyla herkesi kendi yeni yıl hedeflerini ve çevre için atacakları adımları paylaşmaya davet eden #Resolution2020’nin dünya çapında ses getirmesi bekleniyor.

Projeye Türkiye’den de destek geldi

Resolution2020 (Çözüm 2020) hareketine bir destek de Acapella Korosu Chromas’dan geldi. Kampanya için yazılan World On Our Shoulders şarkısını yorumlayarak hareket destek veren Chromas 2015 yılında Başak Doğan tarafından kuruldu.

Bu hafta Açık Radyo’da Babil’den Sonra’da konuğum olan Başak Doğan’la Chromas’ın kuruluş hikâyesini, çalışmalarını ve Resolution 2020 kampanyasını konuştuk. Program kaydını şuradan dinleyebilirsiniz.

Başak Doğan yüksek lisansını İstanbul Boğaziçi Üniversitesi Müzik Felsefesi’nde tamamladıktan sonra, Danimarka Kraliyet Müzik Akademisi’nde Ritmik Koro Şefliği dalında ikinci yüksek lisansını tamamladı. Burada pop ve caz müziğine olan tutkusunu halk müziğine duyduğu yoğun ilgiyle birleştirdi ve çok yönlü bir şef olarak, tüm yaş gruplarından şarkıcılara öncülük eden çok sayıda koro etkinliğinde yer aldı. Boğaziçi Üniversitesi Caz Korosu’nu yönetirken küresel çapta birçok ödül kazandı. Bugün “Chromas” ile koro müziğini araştırıyor ve sık sık diğer koroların ve önde gelen atölyelerin çalışmalarına katılıyor.

Başak Doğan, Danimarka Kraliyet Konservatuvarı’na kabul edilen ilk Türkiyeli öğrencidir. 2018 yılında Master derecesini burada tamamladı. İskandinavya’da ortaya çıkan, her bir koro üyesinin yapılan müziğe yoğunlaştığı, kendi yorumunu yoğunluğuna hissettiği, doğaçlamaya açık Ritmik Koro ve Akıllı Koro uygulamasının da ülkemizdeki tek uygulayıcısıdır.

Başak Doğan, 2015 yılında Chromas’ı (Renkler) kurdu. Çeşitli mesleklerden 40 koristle çalışmalarını sürdüren Chromas bugüne kadar uluslararası birçok festival ve atölyede yer aldı. 2016’da Avrupa’nın en seçkin koro festivali olan Choralies’te katılımcı 150 koro arasında konser veren 10 koro arasına girdi. Aynı yıl Amsterdam, Rotterdam, Nijmegen, Berlin ve Viyana’da o kentlerin korolarıyla düzenlenen atölyelere katıldılar, konserler verdiler. Chromas bu sıralarda İspanya yolculuğuna hazırlanıyor.

Zorlu PSM’ de sahnelenen, Binnur Kaya ve Mehmet Kaptanların oynadığı Damdaki Kemancı’da şarkı söyleyip, rol aldılar. Bobby McFerrin ve grubu Gimme5 ile Zorlu PSM Caz Festivali’nde birlikte sahne aldılar. Bu konser Türkiye’de sahnelenen ilk Circlesongs konseriydi ve tüm şarkılar doğaçlama yorumlandı.

Chromas, Türkiye’de doğaçlama için VOPA’yı (Vocal Painting-Sesle Boyama) kullanan tek koro. Bu teknikle izleyiciler de dâhil olmak üzere çok sayıda insanla birlikte müzik yapabilmek mümkün hale geliyor. 2018’de ana projeleri olan Retro Koro ile kendi düzenledikleri retro pop müziklerini, Unig Hall’u dolduran 2 bin izleyici ile birlikte yorumladılar.

Çok dilli bir repertuvara sahip olan koroda şarkılar tüm grup üyelerinin katılımıyla belirleniyor.

Yeşil Gazete’de yayımlanan haberde Chromas’ın kurucusu ve şefi Başak Doğan projeyle ilgili şunları söylüyordu: “Her zaman birlikte şarkı söylemenin dünyayı değiştirebileceğine, daha yaşanabilir bir yer haline getireceğine inandık. Bunun için durmadan şarkı söyledik, ürettik, sevincimizi ve umudumuzu dinleyicilerimizle sürekli aktardık. Şimdi #Resolution2020 sayesinde bu tutkumuzu tüm dünya ile paylaşıyor, gezegenimizi değiştirmek ve daha iyi bir gelecek için şarkı söylüyoruz! 2020’nin tarihe hep beraber dünyayı kurtardığımız yıl olarak geçmesini umuyor, Chromas olarak bu projenin Türkiye’de öncüsü olmaktan gurur duyuyoruz.”

Chromas’ın çalışmalarını şuradan takip edebilirsiniz.

100’den fazla ülkeden katılımcıların kendi dillerinde ve müzik tarzlarında “Resolution” şarkısının versiyonlarını hazırladığı bu anlamlı projeye Chromas’ın ardından caz müzisyeni Esra Zeynep Yücel’den de bir destek geldi. Yücel şarkıyı “Omuz Omuza” adıyla düzenlediği akustik solo performansıyla yorumladı.

Güneş enerjisine teşvik, geri ödeme süresini 2 yıla düşürebilir

Enerji Ekonomisi ve Finansal Analiz Enstitüsü (IEEFA) tarafından yayımlanan rapora göre, Türkiye ek teşviklerle mevcut destek mekanizmasını güçlendirerek güneş enerjisi sistemlerinin geri ödeme süresini bugün 7 yıla, 2030 yılı itibarıyla ise 2 yıla düşürebilir.

Yeni Teşvikler Türkiye’nin Çatı Tipi Güneş Enerjisi Sektörünü Aydınlatıyor raporuna göre, çatı pazarında kurulum harçlarının ve katma değer vergisinin kaldırılması enerji bağımsızlığına giden yolun önünü açabilir. Geçtiğimiz yıl saha tipi güneş kurulumlarında hızlı bir artış yaşayan Türkiye’nin güneş enerjisi potansiyeli, Avrupa pazarının önde gelen ülkeleri Almanya ve İngiltere’nin oldukça üzerinde.

Mayıs ayında yürürlüğe giren ulusal mahsuplaşma düzenlemesi Türkiye’de çatı tipi güneş enerjisi sistemlerinin çoğalması için kapıyı araladı. Ancak rapora göre, bu sistemlerin kullanımının ülke çapında daha hızla yaygınlaşabilmesi için ek teşviklere ihtiyaç var.

Wynn: Kömür ithalatını azaltabilir

Raporun yazarlarından IEEFA Enerji Finansmanı Analisti Gerard Wynn Türkiye’nin güneş enerji sistemlerinin dünyanın en hızlı büyüyen pazarlarından biri olduğunu söyledi. Hanelerin de bu teknolojiyi kullanmaya istekli olduklarını söyleyen Wynn,  “öncelikle biraz daha fazla finansal desteğe ihtiyaçları var” dedi. Türkiye’nin bu sektörü desteklemesiyle ithal kömür kullanımını azaltabileceğine değinen Wynn şu ifadeleri kullandı:

Türkiye’de güneş enerjisinden elektrik üretmenin güzelliği, ülkenin hem diğer ülkelere nazaran çok daha avantajlı olduğu doğal bir enerji kaynağından yararlanıyor olması, hem de oldukça pahalı olan kömür ithalatını bu sayede azaltabilecek olması -Türkiye 2018 yılında kömür ithalatına bir önceki yıla göre %12 artışla toplam 4,4 milyar ABD doları ödedi.

İlk yatırım maliyeti tasarruf ile karşılanabilir

Rapor, hükümetin mahsuplaşma düzenlemesini çatı tipi güneş enerjisi sistemlerinin gelişmesi için önemli bir adım olarak değerlendiriyor ve yeni teşvikler sayesinde hanelerin, güneş enerjisi panelleri için yaptıkları ilk yatırım maliyetlerini elektrik faturalarında sağladıkları tasarrufla karşılayabileceklerini ortaya koyuyor.

Özenç: Geri ödeme süresi kısaltılabilir

Raporun yazarlarından Ekonomist Bengisu Özenç ise yapılan modellemelerin sonuçlarını  “Güncel piyasa verileri ışığında yaptığımız hesaplamalar, çatı üstü kurulumlarında geri ödeme süresinin bugün 11 yıla indiğini gösteriyor. Ancak yatırımların hızlanması için bu düşüş elbette yeterli değil. Raporda değindiğimiz ek teşvikler geri ödeme süresini 7 yıla kadar kısaltabilir” şeklinde paylaştı.

‘Ek teşvikler uygulanmalı’

Rapor, çatı tipi güneş enerjisi sistemlerinin tüketiciler arasında yaygınlaşması için ek adımların atılmasını öneriyor. Bu adımlar şöyle; ilk yatırım maliyetlerini düşürmek için güneş enerjisi panellerine uygulanan KDV’nin kaldırılması; güneş enerjisi panel kurulumu için alınan kredinin geri ödemelerinin ev kredisine veya elektrik faturasına entegre edilmesi ve şebekeye verilen elektrik için teşviklerin Avrupa ülkelerinde uygulanan seviyelere çekilmesi.

Güneş enerjisi teknolojilerindeki ilerlemenin getireceği maliyet düşüşlerinin geri ödeme süresini daha da kısaltacağına dikkat çeken Wynn, “Güneş enerjisi sistemleri maliyetlerinin önümüzdeki yıllarda da düşmeye devam edeceğini hesaba kattığımızda, geri ödeme süresinin 2030 yılında iki yıla kadar inebileceğini görüyoruz,” dedi.

Enerji Ekonomisi ve Finansal Analiz Enstitüsü

Kurum, küresel ölçekte enerji ve çevreyle ilgili finansal ve ekonomik konularda araştırma ve analizler gerçekleştiriyor. Enstitü; kapsamlı, sürdürülebilir ve karlı bir enerji ekonomisine dönüşümü hızlandırmayı amaçlıyor.

Türkiye su kıtlığı tehlikesiyle karşı karşıya

Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından hayata geçirilen Ulusal Havza Yönetim Stratejisi kapsamında, Trabzon’da düzenlenen Doğu Karadeniz Havza Yönetim Heyeti, Vali İsmail Ustaoğlu başkanlığında toplandı.

Havzaların korunması, kurumlar arası koordinasyonun sağlanması ve konuyla ilgili uygulamaların takibi amacıyla faaliyet yürüten heyette Tarım ve Orman Bakanlığı Su Yönetimi Genel Müdür Yardımcısı Mustafa Uzun da yer aldı. Uzun, Türkiye’deki su varlığının durumuna ilişkin bilgiler paylaştı.

‘Su kaynakları hızla azalıyor’

Kullanılabilir, temiz su varlığına olan ihtiyacın her geçen gün arttığını belirten Uzun; hızlı nüfus artışı, ihtiyaçların artması ve sanayileşmenin etkisi ile Türkiye ve dünyada su varlıklarının hızla azaldığını belirtti.

Türkiye’de kişi başına düşen yıllık kullanılabilir su miktarının bin 365 metreküp olduğunu belirten Uzun, “Nüfus artışı ve sanayileşme hızı göz önüne alındığında 2030 yılında bu miktarın yıllık bin 120 metreküpe kadar düşeceği öngörülmektedir. Bu verilere göre, ülkemiz günümüz itibarıyla su fakiri olmamasına rağmen, su zengini bir ülke de değildir. Su stresi altında bir ülkedir” şeklinde konuştu. Uzun “Hatta yapılan birçok çalışmaya göre, yakın bir gelecekte ülkemizin su kıtlığı yaşayan bir ülke durumuna gelmesi bile muhtemeldir” dedi.

İklim krizi su varlıklarını etkiliyor

Küresel iklim değişikliği sebebiyle, su varlıklarının kalite ve miktar yönünden olumsuz etkilendiğini aktaran Uzun, “Kuraklık şartları ve aşırı yağışların sonucunda meydana gelen taşkınların” zarar verdiğini hatırlattı. Uzun, iklim değişikliği kapsamında Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından yapılan çalışmalara göre, gelecekte de sıcak gün, sıcak gece, ardışık kurak gün sayıları ve sıcak hava dalgası sayılarında ciddi artışlar beklendiğini kaydetti.

Ustaoğlu: Su sıkıntısını miras bırakmamalıyız

Çağın önemli sorunlarından biri olarak nitelendirdiği iklim krizinin havzaları olumsuz etkilememesi için ilgili kurum ve kuruluşlara olduğu kadar vatandaşlara da ödevler düştüğüne vurgu yapan Vali Ustaoğlu, “Topyekûn bir hareket tarzı benimsemeli ve sonraki nesillere su sıkıntısını miras bırakmamalıyız. Havza Yönetim Heyetimizin 2019 yılı toplantı gündeminin ve alacağımız kararların hayırlara vesile olmasını temenni ediyor, 2020 yılında her hangi bir sel ve taşkın olayı yaşanmamasını diliyorum” ifadelerini kullandı.

Ülke alevler içinde, başbakan tatilde

Avustralya’da iklim krizinden kaynaklı rekor seviyedeki sıcaklıklar sebebiyle meydana gelen orman yangınları devam ediyor. Sıcaklığın 50 derece üstüne çıktığı ülkede, 1960 yılından itibaren görülen en yüksek sıcaklık olduğu söyleniyor. 7 milyon kişinin yaşadığı New South Wales eyaletini saran, yaklaşık 120 orman yangınından yarısı halen kontrol altına alınabilmiş değil.

İkinci kez acil durum ilan edildi

En az 6 kişinin hayatını kaybettiği felakette 3 milyon hektarlık alan kül oldu, 800’den fazla ev oturulamaz hale geldi. Yangınların devam etmesi üzerine ülkede ikinci kez acil durum ilan edildi. Yangınların başlamasının ardından ilk kez 12 Kasım’da acil durum ilan edilmiş, itfaiye ekiplerinin yetkileri genişletilmişti.

Orman Yangınları Müdürlüğü tarafından yapılan duyuruda Chute, Langi Kal Kal, Lexton, Mount Lonarch, Waterloo bölgelerindeki kişilerin tahliyesi için çok geç kalındığı, insanların kendini koruyacak önlemler alması gerektiği belirtildi. Lexton kasabasındaki kişiler için ise tahliye emri verildi.

Hastanelere rekor başvuru

Yaklaşık 2 bin itfaiye erinin yangın söndürme çalışmalarına Amerika Birleşik Devletleri ve Kanada da destek veriyor. Hastanelerin acil bölümüne başvuranların sayısında da rekor kırıldı. 10 Aralık tarihinde, solunum rahatsızlığıyla hastaneye kaldırılanların sayısı yüzde 80 artış yaşandı.

Ülke alevler içinde, başbakan tatilde

Avustralya, tarihinin en büyük orman yangınlarıyla boğuşurken Avustralya Başbakanı Scott Morrison‘ın ailesiyle birlikte Hawaii’ye tatile gitmesi ise büyük tepki topladı. 

Gazete Duvar’da yer alan habere göre Avustralya Başbakanlık Ofisi’nden bizzat Scott Morrison imzasıyla paylaşılan açıklamada, “Ailemle tatil yapmam nedeniyle orman yangınları herhangi bir Avustralyalıya zarar verdiyse benim de bu yüzden bir suçum varsa pişmanlık duyduğumu bilmenizi isterim” ifadeleri kullanıldı.

 

 

Hindistan’da Müslümanları dışlayan yasaya karşı protestolar sürüyor

Hindistan’da, komşu ülkelerden gelen 6 dini gruba vatandaşlık yolunu açan ancak aynı durumdaki Müslüman göçmenleri kapsam dışı bırakacak şekilde değiştirilen Vatandaşlık Yasası‘na karşı düzenlenen gösteriler ülke genelinde sürüyor.

Dünyanın en kalabalık ikinci ülkesi olan Hindistan’da 1 milyar 300 milyonluk nüfusun yüzde 79,8’ini Hindu’lar oluşturuyor. Ülkedeki Müslümanların oranı yüzde 14,2 iken Hristiyanların oranı ise yüzde 2,3.  Hindistan Başbakanı Narendra Modi, ikinci kez iktidara gelişi ile birlikte Müslümanlara baskıyı artırdığı söyleniyor. Modi, sık sık İslam karşıtı söylemler ve politikalar gerçekleştiriyor.

Hükümet en son olarak düzenlediği Vatandaşlık Yasası’nda Müslümanları dışlayan bir düzenlemeye gitti. Bu düzenlemeye göre,  2014’ten sonra Hindistan’a gelen Müslümanların dışındaki göçmenlere vatandaşlık hakkı verildi. Düzenleme, yaklaşık 2 milyon Müslüman göçmeni kamplarda alıkoyulma, hatta sınır dışı edilme riski ile karşı karşıya getirdi.

 

3 kişi öldü, binlerce kişi gözaltına alındı

Başkent Yeni Delhi’de “One nation one citizenship” (Tek millet tek vatandaşlık) sloganıyla sokağa çıkan eylemciler 30’dan fazla metro istasyonunu, 50’den fazla yolu kapatmış durumda. Gösterilerde üç eylemcinin polis tarafından öldürülmesinin ardından, ülkede internet erişimine kısıtlama getirildi. Toplamda 3 bin 500’ün üzerinde gözaltı olduğu söyleniyor.

 Eyalet Başbakanı’ndan intikam açıklaması

Uttar Pradeş Başbakanı Yogi Adityanath, eyalet genelindeki gösterilerle ilgili yaptığı açıklamada, çevreye zarar verenlerden ve şiddet oluşturanlardan “intikam alacağız” ifadelerini kullandı.

 

Polisin tekmelediği sarı nesne ne? Muz mu? Ayçiçeği mi? Hayır, o bir insan!

Hong Kong’ta hükümet karşıtı eylemler sürerken polisin eylemcilere yönelik  şiddetini gösteren bir video, sosyal medyada büyük yankı uyandırdı. Çekilen görüntülerde, üzerinde sarı bir kıyafet olan protestocunun etrafının 30-40 kadar polis ile sarıldığı ve tekmelendiği görülüyor.

Polis: Sarı nesnenin ne olduğunu bilmiyoruz

Eylül ayının sonunda gerçekleşen bu olayın üzerine, Hong Kong polisi bir açıklama yaparak çekilen videoda gözüken “sarı nesnenin” ne olduğunu bilmediklerini belirtti. Gerçekleştirilen basın toplantısında operasyonların üst düzey şefi olarak görev yapan Vasco Williams, yukarıdan çekilen videonun net olmadığını söyledi.

Williams,  “Sarı nesnenin ne olduğunu bilmiyoruz, ancak olayın tamamını gösteren daha net olan ve polisin yanlış uygulama yapmadığını gösteren başka videolar var” ifadelerini kullandı. Polisin tekmelediği “nesne” hakkında fikir yürüten Williams “Video odak dışında kalmış. Vurulan şey bir nesne, bir kişi, bir çanta veya bir yelek olabilir” dedi.

Af Örgütü: 1961’den beri sarı nesnelerin haklarını koruyor

Sosyal medya üzerinden de oldukça dalga geçilen bu açıklama üzerine Uluslararası Af Örgütü bir video yayınladı. Olay görüntülerinin yer verildiği videoda “Sizce Hong Kong polisi neyi tekmeliyor?” sorusu soruldu.

“Muz değil, taksi değil, ayçiçeği değil, minion değil” açıklamasının yapıldığı videoda tekmelenenin bir insan olduğu söylendi. Hong Kong polisinin eylemcilere uyguladığı şiddete değinen Af Örgütü, videoyu “Af Örgütü: 1961’den bu yana sarı nesnelerin haklarını koruyor” sözleriyle sonlandırdı.

 

Sur Belediyesi Eşbaşkanı Filiz Buluttekin gözaltına alındı

Diyarbakır, Sur Belediyesi Eşbaşkanı HDP’li Filiz Buluttekin hakkında yürütülen bir soruşturma kapsamında sabah saatlerinde ev baskını ile gözaltına alındı.  31 Mart yerel seçimlerinde Filiz Buluttekin, yüzde 60,7 oy alarak eşbaşkanlık görevine gelmişti.  Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen soruşturma kapsamında gözaltına alınanlar arasında Belediye Meclis Üyesi Yılmaz Eken de vardı.

Avukat Sertaç Buluttekin: Kafalarına silah dayamışlar

Filiz Buluttekin’in avukatı Sertaç Buluttekin de ev baskınına ilişkin sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada “Müvekkilim Sur Belediye Başkanı Filiz Buluttekin evine baskın düzenlenerek göz altına alındı. Eve giriş sırasında polisler Filiz Buluttekin’i, eşini ve 10 yaşındaki oğlunu yere yatırıp kafalarına silah dayamışlar! Polis şiddeti ve hukuksuzluk artık rutin” dedi.

 

6 belediye eşbaşkanına tutuklama

Şu ana kadar görevden alınan HDP’li belediye başkanlarından Muradiye Belediyesi Eşbaşkanı Yılmaz Şalan ile Özalp Belediyesi eşbaşkanları Dilan Örenci ve Yakup Almaç, Suruç Belediyesi Eşbaşkanı Hatice Çevik, İpekyolu Belediyesi Eşbaşkanları Azim Yacan ve Şehzade Kurt, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkanı Adnan Selçuk Mızraklı ve Kızıltepe Belediyesi Eşbaşkanı Nilüfer Elik Yılmaz tutuklandı.