Ana Sayfa Blog Sayfa 2289

Çevre cezalarına zam: Yere çöp atmak 351 lira

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı çevrenin korunması amacıyla hazırladığı tebliğle yeni yılda çevreyi kirletenlere yönelik cezaları artırdı. Konutlarda vatandaşın sebep olduğu gürültü kirliliğine yönelik uygulanan 1192 lira ceza miktarı yeni yılda 1461 liraya yükselecek. Yere çöp atmanın cezası 351 lira olacak.

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından hazırlanan, 2872 sayılı Çevre Kanunu uyarınca verilecek idari para cezalarına ilişkin tebliğ ile yeni yılda çevre cezaları yeniden düzenlendi. Buna göre, 2020’de umuma açık yerlerde çevreyi kirletenlere uygulanan 287 liralık ceza 351 liraya, egzoz emisyon ölçümü yaptırmayanlara verilen cezalar ise 1546 liradan 1895 liraya yükselecek.

Naylon poşetlerden ücret almayan satış noktalarının her bir metrekaresi için uygulanan 12 lira 37 kuruşluk ceza miktarı, gelecek yıl 15 lira 16 kuruş olacak.

Havayı kirleten işletmelere ceza arttı

Bakanlık havayı kirleten işletmelere yönelik de para cezası miktarlarını da artırdı. Buna göre hava kirliliğine sebep olan işletmelere verilen para cezası 72 bin 197 liradan 88 bin 499 liraya çıkarılacak.

Gürültü kirliliğinin önlenmesini amacıyla da çalışmalarını sürdüren Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, konutlarda vatandaşın sebep olduğu gürültü kirliliğine yönelik uygulanan 1192 lira ceza miktarını, yeni yılda 1461 liraya, araçlarda ‘abart egzoz’ (kara duman şeklinde çıkan gürültülü egzoz) kullananlara verilen 3 bin 600 liralık cezayı 4 bin 412 liraya, iş yeri ve atölyede gürültü kirliliğine sebep olanlara verilen cezayı da 12 bin 25 liradan 14 bin 740 liraya yükseltecek.

Eğlence mekanlarında gürültüye sebep olan işletmecilere verilen 36 bin 95 liralık ceza yeni yılda 44 bin 245 lira olarak uygulanacak.

Atıklarını toprağa dökenlere ceza 88 bin lira

Hazırlanan tebliğ ile çevre ve biyolojik çeşitliliği korumak amacıyla uygulanan cezalara da artış geliyor. Bu kapsamda atıklarını toprağa dökerek kirliliğe sebep olanlara verilen 72 bin 197 liralık ceza miktarı, 2020’de 88 bin 499 lira olacak.

Bakanlık ayrıca, özel çevre koruma bölgelerinde kullanma esaslarına aykırı hareket edenlere yönelik 60 bin 163 liralık cezayı 73 bin 747 liraya, sulak alanları doldurup kurutarak arazi kazanmaya çalışanlara uyguladığı 300 bin 856 liralık cezayı da 368 bin 789 liraya çıkaracak.

Anız yakanlara dekar başına kesilen 60 lira 11 kuruşluk ceza miktarı, 73 liraya çıkarılırken, yasalara aykırı kum, çakıl alanlara yönelik cezalar da metreküp başına 360 lira 98 kuruştan 442 liraya yükselecek.

Atık ihracatı yapanlara uygulanan ceza da yükseldi

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, ülkeye bildirilmeden tehlikeli atık girişi ile atık ihracatı yapanlara uygulanan cezaları da artırdı. Buna göre, yeni yılda 6 milyon 17 bin 320 lira olan ceza miktarı, 7 milyon 376 bin liraya yükselecek.

Tehlikesiz atıkları, mevzuata aykırı toplayan, taşıyan, geçici ve ara depolama yapan, geri kazanan, geri dönüşümünü sağlayan, tekrar kullanan ve bertaraf edenlere 216 bin 591 lira olarak uygulanan ceza miktarı ise 265 bin 497 liraya çıkacak.

Tehlikeli atıkları mevzuata aykırı toplayan, taşıyan, geçici ve ara depolama yapan, geri kazanan, geri dönüşümünü sağlayan, tekrar kullanan ve bertaraf edenlere verilen ceza ise 902 bin 568 liradan 1 milyon 106 bin 367 liraya yükseltildi.

Tebliğ, Resmi Gazete’de yayımlanmak üzere Cumhurbaşkanlığı’na sunulacak.

Çevre mücadelesi için gençler geliyor

Geçtiğimiz hafta sonu İzmir’de; Tabip Odası adına katıldığım; Bilim, Sanat, Sosyal Etkinliklerde Gelişim Derneği’ne ait Gelişim Koleji’nin Menemen Ulukent kampüsünde düzenlediği ‘Doğal ve Sürdürülebilir Yaşamı Bilmek Neden Önemli’ başlıklı konferans ve atölye çalışmaları yapıldı. Benimle birlikte Deniz Bayram, Prof. Dr. Tanay Sıdkı Uyar, Prof. Dr. Erdoğan Atmış, Prof. Dr. Tayfun Özkaya, TMMOB İzmir il koordinasyon kurulu dönem sözcüsü Melih Yalçın, Serdar Öner, gazeteci-yazar Pelin Cengiz, Şehir Plancıları Odası İzmir Şube Başkanı Özlem Şenyol Kocaer, Salih Güvenç Uslu, Doğancan Beşikçi ve Prof. Dr. Melek Göregenli, Mehmet Toker ve Abdullah Aysu’nun katıldığı iki günlük toplantılarda enerji, tarım, ormancılığımız, kooperatifçilik, sürdürülebilir kent yaşamı, enerji verimliliği, kentlere sosyal-psikoloji açısından yaklaşım, gıda ve tarım kooperatifçiliği gibi konular tartışıldı. Toplantının diğer bir ilgi çekici boyutu Ege Bölgesi’nin değişik yörelerinde çevre mücadelesi yürüten tüm sivil toplum örgütlerinin katılımları ve deneyimlerini hem birbirleriyle hem de izleyicilerle paylaşmalarıydı. Başlangıçta diğer çevre temalı konferans ve atölye çalışmaları ile benzerlik gösterdiği düşünülen iki günlük bu çalışmanın diğerlerinden en önemli farkı ise orta öğretim çağındaki gençlerin hafta sonu olmasına karşın bu toplantıya azımsanmayacak ilgileriydi.

Küresel çevre sorunları, iklim değişikliği, ormanlar ve tarım sorunlarının tartışıldığı oturumla başlayan iki günlük toplantının bu ilk paneline konuşmacı olarak Deniz Bayram, Prof. Dr. Tanay Sıdkı Uyar, Prof. Dr. Erdoğan Atmış ve Prof. Dr. Tayfun Özkaya katıldı. Daha sonra TMMOB İzmir il koordinasyon kurulu dönem sözcüsü Melih Yalçın’ın kolaylaştırıcılığında Ege Bölgesi’nde  çevre sorunlarına karşı mücadele yürüten 11 sivil toplum örgütünün temsilcileri, bölgelerinde yaptıkları çevre mücadeleleri ve merkezi ve yerel yönetimlerin yaklaşımları konusunda katılımcılara bilgi verdi.

Öğleden sonraki bölüm de ise Bilim, Sanat, Sosyal Etkinliklerde Gelişim Derneği Başkanı Leyla Yakınol’un kolaylaştırıcılığında yapılan oturumda benim hava kirliliği; ülkemizdeki ve Ege Bölgesindeki boyutu hakkındaki sunumumdan sonra eğitimci Serdar Öner ilk ve orta öğretimde Milli Eğitim Bakanlığı tarafından belirlenen eğitim müfredatının yeni nesillere yaşadığımız ekolojik krizin gerçek ve temel nedenlerini aktarmak için yeterli olmadığını vurguladı. Oturumun son konuşmacısı olan gazeteci- yazar Pelin Cengiz Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın yürüttüğü ‘sıfır atık projesinin’ gerçek yüzü hakkında bilgi aktarımı yaptıktan sonra günün son oturumuna geçildi. Ardından genç izleyiciler ve ebeveynleri, günün konuşmacılarını soru yağmuruna tuttu. Günün en zor ve tatmin edici bir yanıtı bulunamayan sorusu ise ülkemizde son yıllarda yaşanan çevre sorunlarına karşı üniversitelerin neden suskun kaldığı ve neden yeterli bilimsel çalışma yapmadığı oldu.

İkinci günün ilk oturumu Şehir Plancıları Odası İzmir Şube Başkanı Özlem Şenyol Kocaer, Prof. Dr. Tanay Sıdkı Uyar, Salih Güvenç Uslu, Doğancan Beşikçi ve Prof. Dr. Melek Göregenli katılımı ile başladı. Sürdürülebilir kent yaşamı, enerji verimliliği, kentlere sosyal-psikoloji açısından yaklaşımı tartışıldı; bu oturumda… Özellikle rüzgar, güneş ve jeotermal enerji santralleri başta olmak üzere yenilenebilir enerji kaynakları konusunda Prof. Dr. Tanay Sıdkı Uyar’ın verdiği bilgiler salondaki izleyiciler tarafından büyük ilgi ile izlendi.

İkinci oturumda ise Prof. Dr. Tayfun Özkaya, Mehmet Toker, Abdullah Aysu ve Prof. Dr. Tanay Sıdkı Uyar kooperatifçilik, tarım- gıda kooperatifleri ve enerji kooperatifleri konusunda sunumlar yaptılar.  Tarım, gıda tüketim kooperatifleri ve özellikle konutlarda güneş enerjisine dayalı elektrik üretimi için yönetmeliklerle izin verilen enerji kooperatifleri konusunda konuşmacıların verdiği bilgiler izleyicilerin büyük ilgisini çekti. Öğleden sonraki bölümde ise atölye çalışmaları ve toplantıların değerlendirilmesi ile etkinlik sona erdi.

Ülkemiz her geçen gün özellikle merkezi yönetimin politikaları nedeniyle değişik çevre sorunları ile karşılaşıyor. Kazdağları, Murat Dağı altın madeni girişimleri, orman kıyımları, günden güne kömüre dayalı termik santrallerin sayısının artırılması, Ergene ve Büyük Menderes havzalarında sanayiye bağlı kirlilik, kentlerimizin her gün sayısı artan gökdelenlerle daha da yaşanamaz hale getirilmesi, artan hava kirliliği son dönemde karşılaştığımız çevre sorunlarından sadece bir kaçı… Diğer taraftan bazı sağlıklı çevrede yaşam mücadelesi yapan grupların yeterli bilimsel donanımdan yoksun bu mücadeleyi sürdürmesi sorunun bir başka önemli boyutu… Bunun örneklerinden biri ise ülkemizde özel sektörün daha fazla para kazanma hırsı ile eksik ve yanlış uygulamaları nedeniyle çevre üzerine olumsuz etkileri görülen jeotermal enerji santrallerine tüm dünyadaki bilimsel ve doğru uygulamaları görmezden gelinerek toptan karşı çıkılması…

Tüm bu sorunların içinde ise umutları artıran bu konferans ve atölye çalışmalarında da ortaya çıktığı gibi orta öğretim kurumlarından her türlü müfredat eksikliğine rağmen dinleyen ancak dinlediğine hemen inanmayıp araştıran, her gün daha fazla okuyan ve bilimsel düşünce ile çevre ve ekosistemlerine sahip çıkan yeni bir gençliğin gelmesi…

 

Marmara ve Ege’de kuvvetli fırtına uyarısı

Meteoroloji Genel Müdürlüğü Marmara Bölgesi ile Kuzey Ege Bölgesi için bu gece saatlerinden salıya kadar sürecek kuvvetli fırtına yarısı verdi.  Kuzey ve kuzeydoğu yönlerden esecek fırtınanın saatte 70 km ile 100 km hızları arasında olacağı tahmin ediliyor.

İstanbul Valiliği tarafından yapılan açıklamada fırtınanın İstanbul’u da ekleyeceği söylendi. Valilik, “‪Vatandaşların, sabah saatlerinde sona ermesi beklenen fırtınanın sebep olabileceği ağaç ve direk devrilmesi, çatı uçması ve ulaşımda aksamalar gibi olumsuzluklara karşı dikkatli ve karşı tedbirli olmaları gerekiyor” uyarısında bulundu.

Deniz otobüsü seferleri iptal

İstanbul Deniz Otobüsleri (İDO), olumsuz hava koşulları nedeniyle bazı seferlerin gerçekleştirilemeyeceğini bildirdi. Bursa Deniz Otobüsleri (BUDO) ise bugünkü tüm seferlerini iptal ettiğini açıkladı.

İBB:  Sokakta kalan vatandaşlar için donma tehlikesi

İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) ise yayınladığı açıklamada şu ifadeleri kullandı:

Özellikle gece saatlerinde 5°C’ler civarına gerilemesi beklenen sıcaklıkların fırtına nedeni ile ölçülenden 4°C daha soğuk hissedileceği evsiz ve sokakta kalan vatandaşlar için donma tehlikesi oluşturabileceği tahmin ediliyor.

Uzmanlar, soğuk hava ve fırtına nedeniyle yaşanması muhtemel olumsuzluklara karşı (donma, kara, deniz ve hava ulaşımında aksamalar, ağaç devrilmesi, tabela ve çatı uçması, vb.) tedbirli olunmasını tavsiye ediyor.

‘İBB misafirhaneleri, sokakta yaşayanlara açık’

Öte yandan; İBB sokakta yaşayan erkekleri Esenyurt İBB Eğitim Merkezi’ndeki misafirhanede, kadınları ise İBB Kayışdağı Darülaceze Merkezi’nde ağırlamaya devam ediyor. Bu merkezlerde sokakta yaşayan kişilere sağlık, temizlik güvenlik ve yemek hizmetleri veriliyor.

Kış boyunca devam edecek olan bu uygulama kapsamında, sokakta görülen evsizlerin durumları “153 İBB Beyaz Masa” hattına, 112 Hızır Acil’e veya yakınlarındaki emniyet güçleri ile zabıta ekiplerine bildirmeleri rica ediliyor. İBB Zabıtası da gelen ihbarları değerlendirerek sokaklardan evsiz vatandaşları toplamaya başladı.

 

İhtiyatlılık ilkesi ve Kanal İstanbul

Rekor düzeyde artan işsizlik, dar gelirlileri çıldırtan asgari ücret, ardı ardına batan şirketler, büyüyemeyen ekonomi gibi sorunlardan boğulan iktidar, 2011 yılından beri gündemi bir şekilde işgal eden çılgın Kanal İstanbul projesini yeniden ısıtarak önümüze koydu.

Konunun uzmanlarının ve bilim insanlarının yıllardır yaptıkları açıklamalarla Kanal İstanbul projesinin ekonomik, hukuki, sosyal ve ekolojik yıkımlara yol açacağı ayan beyan ortada iken alelacele yazdırılan ve bilimselliği son derece kuşkulu bir ÇED raporu toplumun geniş kesimlerinin itirazına neden oldu.

Sadece finansal ve hukuki engeller nedeniyle bile gerçekleşmesinin bir hayalden öteye geçmesi pek mümkün görünmeyen Kanal İstanbul projesi esas olarak getireceği ekolojik yıkım nedeniyle tartışılıyor.

Yok edilecek ormanların, meraların ve tarımsal alanların, su kaynaklarının sonucunda İstanbulluları nasıl bir geleceğin beklediği konusunda uzmanların yaptığı uyarılar kapkara bir tablo çiziyor.

Yapılacak kanal sonucunda Karadeniz ve Marmara Denizi’nin ekolojik dengesinin bozulacağı yolunda yapılan bilimsel saptamalar ise sadece İstanbul’da yaşayanları değil, çok daha geniş bir coğrafyanın tüm canlı yaşamını ölümcül bir tehdidin beklediğini işaret ediyor. Üstelik bu tehdit geri dönüşü ve telafisi mümkün olmayan bir felaket anlamına geliyor.

Konunun uzmanları ve bilim insanlarının bu korkunç ihtimal üzerinde  tartışıp ne sonuca varacaklarını beklemeden,  proje sahiplerine ve tüm ilgili taraflara, İhtiyatlılık İlkesi’ni hatırlatmalı ve doğa hakları savunucuları olarak bu ilke doğrultusunda hareket etmelerini talep etmeliyiz

İhtiyatlılık İlkesi nedir?

Özellikle çevre hukuku gündemine 1970’lerden itibaren giren İhtiyatlılık İlkesi, olası bir risk durumunda nasıl bir yol izlenmesi gerektiğini gösterir. İnsan ve çevre sağlığına yönelik geri dönüşü ve telafisi mümkün olmayacak bir risk ihtimali bulunması durumunda, risk olmadığına dair emin olunana kadar bu doğrultuda hareket edilmemesini, adımlar atılmamasını önerir.

İhtiyatlılık İlkesi kavramını (Precautionary principle/ Vorsorgeprinzip) çevre ve insan sağlığını ilgilendiren konularda ilk kez Alman hukukunda 1970’li yıllarda görüyoruz. Bu tarihten itibaren bir çok uluslararası metinde karşımıza çıkıyor: 1980’lerde Ozon tabakasının korunmasına ilişkin Viyana Konvansiyonu’nda, 1987 2.Kuzey Denizi’nin Korunması Bakanlar Deklarasyonu’nda, 1992 Rio Deklarasyonu’nda, AB’nin temellerinden olan Maasricht Anlaşması’nda ve başta UNESCO, BM Çevre Ajansı (UNEP) olmak üzere bir çok uluslararası kurumun insan ve çevre sağlığını ilgilendiren metinlerinde İhtiyatlılık İlkesi önemli yer tutar.

Bütün bu uluslararası anlaşmalarda ve metinlerde “bilimsel olarak risk olmadığı tüm açıklığıyla kanıtlanmamış hallerde” İhtiyatlılık İlkesine göre hareket edilmesi gereği vurgulanır.

Ekolojik Anayasa Girişimi tarafından 2 Ocak 2012’de TBMM Anayasa Komisyonu’na sunulan yeni anayasa için öneri paketinde de İhtiyatlılık İlkesi hatırlatılır:

“Devlet, tüm faaliyetlerde doğal varlıkların kendilerini yenileyebileceği şekilde kullanılmasını sağlamak için İhtiyatlılık İlkesi çerçevesinde gerekli önlemleri alır.”

Kanal İstanbul ve İhtiyatlılık İlkesi

İhtiyatlılık İlkesi çerçevesinde kamu yararı ve doğa hakları öncelikli olarak görülerek olası risk durumunda geri dönüşü ve telafisi mümkün olmayan zararın ortaya çıkmayacağına dair ispat beklemeliyiz.

Uzmanların ve bilim insanlarının kamuoyu ile paylaştıkları görüşler ve uyarılar Kanal İstanbul projesinin gerçekleşmesi halinde ciddi hukuki, ekonomik, sosyal, depremsel ve ekolojik zararların oluşacağını ortaya koymaktadır. Bu uyarıları dikkate almak zorundayız.

İhtiyatlılık İlkesi gereğince, projeyi savunanlardan güvenirliliği şüphe yaratan, taraflı ve uydurma ÇED raporları ısmarlamak yerine açık bir bilimsellikle, özellikle ekolojik zararın oluşmayacağına dair kanıtlar sunmalarını bekliyoruz.

Uyarıların herhangi birinin gerçekleşmesi halinde geri dönüşü ve telafisi mümkün olmayan felaketlerle karşı karşıya kalabileceğiz. Bu durumdan sadece bugünkü İstanbul halkı değil, hem gelecek kuşaklar hem de balığıyla, ormanıyla, suyuyla, havasıyla Karadeniz ve Marmara bölgesinde tüm canlılar zarar görecek, ekolojik denge bilinmeyen bir şekilde bozulacaktır.

Zaten görünen odur ki ihtiyatlılık gösterip iktidar bu projeden vaz geçerse sükseden başka kaybedecek bir şeyi de olmayacaktır.

Aslında basiretli tüccarlardan bile her durumda fayda/maliyet analizi yapmaları, olası her tür risk durumunda elde edilecek fayda ve ortaya çıkması muhtemel zarar dengesini gözetmeleri beklenir. Devleti şirket gibi yönetme iddiasıyla yola çıkanlardan çılgın projeler değil, en azından basiretli bir tüccar gibi davranmalarını beklemek herhalde hakkımızdır.

Las Tesis dansına Antalya’da da polis engeli

Dünyanın dört bir yanında yapılan, yalnızca Türkiye’de yasaklanan erkek şiddetine karşı Las Tesis danslı protestosu Antalya’da da polis tarafından engellendi.   Antalya Kadın Platformu üyesi yaklaşık 100 kadın, Kazım Özalp Caddesi‘ndeki Attalos heykeli önünde bir araya geldi ve dansı gerçekleştirmek istedi.  Polisin engeline rağmen alandan ayrılmayan kadınlar gerekçe gösterilmeyen yasağı ve polis engelini kınayan bir basın açıklaması yaptı.

Antalya Kadın Platformu adına yapılan açıklamada “Biz kadınlar bugün buraya Şilide başlayarak tüm dünyayı saran, kentlerin meydanlarını kadınlar ve onların sözleri ile dolduran ‘Las Tesis’ dansını yapmak için toplandık. Fakat dünyanın hiçbir yerinde olmayan bir şey, bugün Türkiye’nin diğer meydanlarında da olan bir durumla karşı karşıyayız. Dansımız yasaklanıyor. Kadınların tecavüze, tacize, cinsiyetçiliğe ve ataerkil sistemin tüm çirkin yüzlerine karşı yaptığı bu farkındalık amacı güden dansımız için yapamazsınız deniyor ve önümüze etten duvar örülüyor” denildi.

‘Bu dans kadınlar için özgürlük anlamına geliyor’

Açıklamanın devamında “Nedir dansımız yasaklayan şey? Biz açıklayalım. Bu dans kadınlar için özgürlük anlamına gelirken iktidar için kadınların itaatsizliği anlamına geliyor. Onlar tüm baskı aygıtları ile yani polisiyle toması ve jopuyla gözaltı ve cezalarıyla karşımızda duruyor. Havuz medyası yasakçı valisi, bakanı, milletvekili, TGB ve Ülkü Ocakları gibi faşizminden beslenen güruhlar tarafından hedef gösteriliyoruz” denildi.

Açıklama “Bilsinler ki biz kadınlar hiç bir zaman baskıya boyun eğmedik. Yine eğmeyeceğiz. Bizi susturamazsınız korkutamazsınız. Çünkü bizler yaşamak İstiyoruz. Ve özgürce insanca eşit bir şekilde yaşamak için mücadele edeceğiz” ifadeleri ile sonlandırıldı.

Danslı protestoya ilk ve tek müdahale Türkiye’de

İlk olarak Şili’de kadınlar, erkek şiddetini ve cinsel saldırıları 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü’nde Las Tesis’in bestelediği “Tecavüzcü sensin” sözleriyle performatif bir eylem gerçekleştirmişlerdi. Sonrasında ise danslı protesto tüm dünyada dalga dalga yayılmıştı.

Kadın Cinayetleri Platformu’nun çağrısıyla İstanbul Kadıköy’de gerçekleşen eyleme ise polis müdahale etmiş, 7 kadın gözaltına alınmıştı.  Sonrasında polis müdahalesi  Ankara’da ve İzmir’deki eylemlerde de yaşanmıştı.  Eyleme katılan kadınlar hakkında TCK 301 (Türk Milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, Devletin kurum ve organlarını aşağılama) maddesi üzerinden soruşturma açılmıştı.

 

CHP’li Gürer: Yasaklı pestisitler hala kullanılıyor

CHP Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer, Türkiye’de kullanımı 1 Ocak 2018 itibariyle yasaklanan ‘carbendazim’ adlı maddeyi gündeme getirerek, bunun Rusya ve Suudi Arabistan’a ihraç edilen ürünlerde sıklıkla tespit edildiğine dair uluslararası kayıtları açıkladı.

RASSF sisteminde 1 Ocak 2010 ile 9 Ağustos 2019 tarihleri arasında Türkiye’den gönderilen gıda ürünlerindeki pestisit kalıntılarına dair 722 adet kayıt olduğunu ifade eden Gürer, bu durumun Tarım ve Orman Bakanlığı’nın Rusya Federasyonu ile yaşanan ‘carbendazim kalıntısı krizi’ nedeniyle valiliklere gönderdiği yazıya da yansıdığını belirtti.

‘Önlem alınmıyor ya da işlerini yapmıyorlar’ 

Türkiye’de kullanılması yasaklanmış pek çok pestisitin hala kullanıldığını söyleyen Gürer “Bu kayıtlar Tarım ve Orman Bakanlığı’nın yasaklı pestisit listesi ile birlikte dikkatle gözden geçirildiğinde tarımda kullanılması yasak çok sayıda pestisitin Türkiye’den gönderilen gıda ürünlerinde tespit edildiği de görülecektir. Bir başka deyişle kullanılması yıllar önce yasaklanmış olmasına rağmen Türkiye tarımında pek çok pestisit hala kullanılıyor. İhracatta yaşanan sorunlar da zaten bakanlığın alması gereken önlemleri almadığını ya da bu konuda işini iyi yapmadığını gösteriyor” dedi.

Türkiye’de pestisit kullanımına ilişkin bazı uluslararası kayıtlar. Kaynak: CHP Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer

Bakan: Satışına müsaade edilmiyor

CHP’li Gürer’in konuya ilişkin Tarım ve Orman Bakanlığı’na yönelttiği yazılı soru önergesine, Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli şu yanıtı verdi: “Carbendazim aktif maddesinin kullanımı sonlandırıldığından itibaren piyasaya arzına ve satışına müsaade edilmemektedir. Bakanlığımızca yetkilendirilen özel gıda kontrol laboratuvarları ve bakanlığımıza bağlı ‘Gıda Kontrol Laboratuvar Müdürlükleri’nde pestisit etken maddesi olan Carbendazim analizi yapılabilmektedir. 2011 yılından günümüze kadar Rusya Federasyonu’ndan zirai ilaç kalıntısı yönünden herhangi bir bildirim alınmamıştır ve zirai ilaç kalıntısı nedeniyle Rusya Federasyonu’ndan geri dönen ürün bulunmamaktadır. Çeşitli sebeplerle ülkemize iade edilen ürünler ‘Bitki Sağlığı ve Gıda Güvenilirliği’ yönünden denetime tabi tutulmakta, ülkemiz mevzuatına uygun olan ürünlerin yurda girişine izin verilmektedir.”

 

İnsanlar Belgrad Ormanı’nda çöp ve mangal istemiyor

İstanbul ÜniversitesiCerrahpaşa Orman Fakültesi’nden 25 öğrenci, Belgrad Ormanı’nın kullanım amacı, tabiat parkları ve mesire alanlarından beklentileri, ormanların korunması ve sağlıklı kullanımına dair farkındalık seviyelerini ölçmek amacıyla anket gerçekleştirdi. Anket sonuçlarına göre insan baskısının ormandaki flora ve faunaya zarar verdiğini düşünenlerin oranı yüzde 73 oldu.

Belgrad Ormanı Koruma Gönüllüleri Derneği tarafından Avrupa Birliği (AB) ve Türkiye Cumhuriyeti’nin finansmanı ve Yerel STK’lar Hibe Programı’nın desteğiyle gerçekleştirilen “İstanbul Belgrad Ormanındaki Gelişme Planlarına Halkın Taleplerini Dahil Eden Katılımcı Bir Süreç Oluşturulması” projesi kapsamında gerçekleştirilen ankete bin 103 kişi katıldı.

‘İnsan baskısı ormandaki flora ve faunaya zarar veriyor’

Yaklaşık bir yıl süren çalışmaya göre insanların Belgrad Ormanı, ve ormanın kullanımı hakkındaki değerlendirmeleri şu şekilde oldu:

1- Kamp yapmanın ve gece konaklamanın yasak olduğu ormanda kalınabileceğini düşünenlerin oranı yüzde 45

2- Ormandaki su kaynaklarından haberdar olanların oranı ise yüzde 58

3- Belgrad Ormanı’ndaki güvenlik görevlilerini yeterli bulanlar yüzde 50, yetersiz bulanlar yüzde 30-40 aralığında

4- İnsan baskısının ormandaki flora ve faunaya zarar verdiğini düşünenlerin oranı yüzde 73

5- Tabiat parkları ve mesire alanlarına gitmeden önce rezervasyon yapılmasına dair öneriyi yüzde 62 uygun bulmuyor

‘Çöplerini bırakanlara ceza’

6- Ormanda ateşli pikniğin yasaklanmasını istemeyenlerin oranı yüzde 57

7- Ormandan ayrılırken çöplerini bırakanlara yaptırım uygulanmasını isteyenlerin oranının yüzde 92

‘Karantinadaki atların koşulları endişe verici’

Adalar’da atlı faytonların kaldırılması için 19 Aralık tarihinden bu yana İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Saraçhane binası önünde Yaşam Nöbeti başlatan hayvan hakları aktivistleri, eylemlerinin 12. gününde bir açıklama yayınladı.

Açıklamada, eylemcilerin Adalar Kaymakamı Mustafa Ayhan ve Adalar İlçe Tarım Müdürü Feramis Çiftçi ile görüşmeleri sonucunda edindikleri Adalar’daki mevcut atların sağlık koşulları ve geleceklerine ilişkin bilgiler paylaşıldı.

Hala hayatta olan faytonda çalıştırılan atların durumuna ilişkin endişelerini iletmek ve atların mevcut durumunu gözlemeyi amaçlayan eylemciler 23 Aralık’ta bilgi edinme talebinde bulunmuşlardı. Talep üzerine 27 Aralık’ta Büyükada’ya davet edilen aktivistler, karantina sürecini yürüten resmî kurumlarla temaslarda bulunmuş ve İSPARK ahırlarında kalan atların küçük bir bölümünü yerinde ziyaret etmişlerdi.

Twitter: Yaşam Nöbeti

‘Akıbeti belirsiz çok sayıda at var’

Yaşam Nöbeti ismiyle bir araya gelen oluşum bu ziyaretler ve görüşmeler sonucunda atların durumuyla ilgili elde ettikleri bilgileri şu şekilde sıraladı:

  • Adalar’da halen 1184’ü Büyükada’da, 148’i Heybeliada’da, 48’i Burgazada’da olmak üzere toplam 1.380 at olduğu,
  • İlkbahar taramasında kayıtlarda görünmesine rağmen, sonbahar taramasında bulunamayan akıbeti belirsiz çok sayıda atın olduğu,
  • İki tarama dönemi arasında ölen/öldürülen atların tespiti için Adalar Kaymakamlığı ve İlçe Tarım ve Orman Müdürlüğü tarafından Adalar Belediyesi’nden 2019 yılı içinde gömüsü yapılan atlara ilişkin kayıtların istendiği,

‘Toplam 105 at öldürüldü’

  • Büyükada’da toplam 105 atın kesinleşen ruam teşhisi nedeniyle “T61” olarak bilinen madde enjekte edilerek öldürüldüğü,
  • Sahipleri tarafından ormana salınan atların tamamının, ruamın yayılması riski nedeniyle ahırlara toplandığı,
  • Mevcut atların ruam taramalarının tamamlandığı, Heybeliada ve Burgazada’da ruama rastlanmadığı, ancak bazı atlardaki ruam şüphesinin 21 gün boyunca izlenmesi amacıyla Büyükada’da karantina ahırlarının kurulması için çalışmaların gecikmeli de olsa başladığı,
  • Atlara sadece Mallein Testi yapılmadığı, tanıyı kesinleştirmek için kan testi de yapıldığı,

‘3 ay boyunca ahırlarda kapalı tutulacak’

  • Adalar’da üç ay boyunca atların ahırlarda kapalı tutulacağı, atların hastalanacağı ve öldürüleceklerine dair propagandalar yapıldığı hatırlatıldığında, birinci aşama ruam taramalarının tamamlanması üzerine atların karantina şartlarının gevşetildiği ve atların ahır bölgelerinde gezdirilmesine izin veren “kordon” uygulamasına geçildiği, ancak özellikle Büyükada’da atlarını ahırlarına kilitleyen, gezdirmeyen, ot ve saman yardımı teklifini de kabul etmeyen faytoncular olduğu ve bunların uyarıldığı,
  • Atların sağlık ve barınma koşullarının 4’ü Adalar İlçe Tarım Orman Müdürlüğü’nden 3’ü İBB’den olmak üzere tüm Adalar’da toplam 7 veteriner tarafından takip edildiği,
  • 4’er-5’er kişilik gruplar halinde ahırlardaki koğuşlarda kalan atların üzerinde bulundukları zemininin önümüzdeki günlerde tamamen temizlenerek dezenfekte edileceği, zemine talaş döküleceği, böylelikle atların yatmak istediklerinde steril bir zemin üzerinde yatabilecekleri,
  • Atlarında ruam tespit edilen faytoncular hakkında suç duyurusunda bulunulduğu öğrenilmiştir.

‘Rehabilitasyon sağlanacak’

Öte yandan, eylemcilerin faytonların tümüyle kaldırılması üzerine yaptıkları konuşmada karantina sonrasındaki uygulamalar ve işbirlikleri hakkında şu ifadelerin yer aldığı belirtildi:

  • Daha önce atların faytonlardan kurtarıldığı çeşitli illerde hayvan hakları aktivistlerine söz konusu atların bir daha hayatları boyunca kullanılmayacaklarına dair sözler verilmesine rağmen bu sözlerin tutulmadığının hatırlatılması üzerine,  sürecin planlanmasında tüm katkılara açık olunduğu ve Valilik, Kaymakamlık ve İBB’nin bu konuda duyarlı olduğu ve çalışmalara devam edildiği,
  • Atlı faytondan sömürüsünden kurtarılacak atların deney laboratuvarlarına, hayvanat bahçelerine, gıda endüstrisine gönderilmesinin engelleneceği, en iyi koşullarda rehabilitasyon ve bakım şartlarının sağlanacağı, bu konuda bizlerin önerileri ve endişelerinin dikkate alınacağı,
  • Görüşmelerde İBB, İstanbul Valiliği, Adalar Belediyesi, Adalar Kaymakamlığı arasındaki toplantılar ve faytoncularla yürütülen süreç hakkında net bir bilgi verilmemiş ancak, atların faytonda çalıştırma yasağının 3 ay boyunca devam edeceği, izleyen dönemde de faytonların bir “ulaşım aracı” olmaktan tümüyle çıkacağının anlaşıldığı, ancak tamamen kaldırılıp kaldırılmayacağına ilişkin yetkinin İBB organlarında olduğu belirtilmiştir.

‘Ahırlar bakımsız ve yıkım içinde’

Görüşmelerin ardından #YaşamNöbeti’nden eylemciler Büyükada’daki 1184 atın yaklaşık 650’sinin barındığı İSPARK ahırlarındaki 2 blokta gözlem yaptı.  140 koğuştan 5’inde yaptıkları incelemelerin notlarını paylaşan eylemciler şu ifadeleri kullandı:

  • Büyükada’da halen faal olan kaçak ahırlara kıyasla 2006 yılında yapılan modern ahırlar olarak tanıtılan 140 fayton-700 at kapasiteli İSPARK denetimindeki ahırların hayvan ve insan sağlığı açısından tehlike oluşturan büyük bir bakımsızlık ve yıkım içinde olduğu,
  • Atların beslenme, barınma ve bakım şartlarının ve malzemelerinin olumsuz olduğu ve atların yaklaşık 40 m2’lik koğuşlarda 5- 6 bireylik gruplar halinde tutulduğu,
  • Atların yeterli genişlikte olmayan, havalandırma, ışıklandırma ve barınma şartları zorlu koşullarda tutuldukları, zemin dezenfeksiyonunun tamamlanmadığı, saman sermelerinin gereği gibi yapılmadığı, uzun yıllar devam eden ihmal ve boşvermişlik koşullarının devam ettiği,
  • İSPARK denetimindeki ahırların koşulları bu durumdaysa, kaçak olarak faaliyet gösteren ahırların durumunun daha büyük bir endişe kaynağı olduğu,

‘Veteriner sayısı yetersiz’

  • Büyükada’da üç bölgeye yayılan, Heybeliada ve Burgazada’dakiler de hesaba katıldığında 5 ana bölgedeki fayton ahırlarında bulunan 1380 at için toplam 7 veteriner hekim ve teknikerin yetersiz olduğu,
  • Gelen ekiplerin bir bölümünün geri dönmüş olduğu,
  • Karantina ahırlarının henüz tamamlanmadığı,
  • Artık faytonlarda çalıştırılamayan atların önemli bir bölümünün sahipleri tarafından ahırlarda bakımsızlığa terk edildiği ve atların yaşamlarının pazarlık-tehdit unsuru olarak kullanıldığı anlaşılmıştır.

Talepler

Yaşam Nöbeti eylemcileri yapılan görüşme ve gözlemlerden sonra İBB ve İstanbul Valiliği başta olmak üzere tüm yetkili kurumlardan “acil” taleplerini şu şekilde sıraladı:

  • Uzun yıllardır denetim ve kontrolü yapılmayan, bakımsızlık nedeniyle yıkımın eşiğindeki ahırlarda son derece sağlıksız koşullarda tutulan atların durumlarının derhal iyileştirilmesini,
  • Ahırlardaki tıbbi takip, tespit, tedavi süreci için gerekli veteriner hekim, tekniker, personel eksiğinin giderilmesi ve sevk edilen kadroları denetleyecek mekanizmaların oluşturulmasını,
  • Atların sürekli hayatını kaybettiği bir sektörün Adalar’daki son köleleri olarak çalışma kampı koşullarında barınan atların yaşam koşullarının önümüzdeki geçiş süreci kapsamında derhal iyileştirilmesi, sağlık ve beslenme şartlarının sağlandığının garanti edilmesini,
  • Atların rehabilitasyon koşullarının sağlanması için en kısa zamanda kamu kurumları tarafından oluşturulacak rehabilitasyon alanlarına alınmasını,
  • Atlarıyla ilgilenmeyen fayton sahiplerinin uyarılmasının yetmeyeceği gerçeğinden hareketle 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu’na dayanılarak ilgili davaların açılması ve cezaların kesilmesini,
  • Ahırlardaki dezenfeksiyon işlemlerinin derhal tamamlanmasını, karantina ahırlarının derhal kurularak ruam şüphesi altındaki, sağlık sorunları yaşayan ya da aşırı çalıştırılmaktan ötürü ölüm tehlikesi altındaki atların bu alanlara alınmasını,
  • Atların yoğun kullandığı yollarda ve otlama alanlarında hastalığın bulaşma riski nedeniyle dezenfeksiyon işlemlerinin yapılmasını ve diğer hayvanların izlenmesini,
  • Atların bugününe ve geleceğine ilişkin kararların alınacağı komisyon ve kurullarda #YaşamNöbeti tarafından önerilecek uzmanların ve hayvan hakları savunucularının da yer almasını,
  • Fayton sömürüsünden kurtarılan atların herhangi bir sahiplendirme ya da devir süreci sonucunda deney, gıda, eğlence, hayvanat bahçeleri vb. sektörlerin istismarına bırakılmayacağının garanti edilmesini ve kamu kaynaklarıyla kurulacak rehabilitasyon alanlarında hayvan hakları savunucularının denetimine açık bir şekilde özgürce yaşamalarına imkân sağlanmasını,
  • Adalar’daki atlı faytonların ve hayvan sömürüsünün tamamının amasız, fakatsız, koşulsuz, yüzde 100, turistik ya da başka bir amaçla kullanımına devam edilmeden derhal yasaklanmasını istiyoruz.

Yaşam Nöbeti’ne devam

Açıklama, “Bugün 12. gününe giren #YaşamNöbeti’mizi Adalar’daki atlı fayton sömürüsü sona erene ve atların sağlık ve barınma koşulları garanti altına alınana kadar sürdüreceğimizi bir kez daha tüm kararlılığımızla duyuruyoruz” ifadeleriyle sonlandırıldı.

Yaşam Nöbeti’ adıya bir araya gelen aktivistler, Adalar Kaymakamı Mustafa Ayhan ve Adalar İlçe Tarım Müdürü Feramis Çiftçi ile yaptıkları toplantıya dair bilgileri Pazartesi günü saat 13:00’da, İBB Saraçhane binası önündeki ‘Yaşam Nöbeti’ alanında yapacakları basın açıklamasıyla duyuracaklar.

‘Çocukların tecavüzcü ile evlendirilmesi suçtur’

Aralarında çocuk, kadın ve sağlık örgütleri ile meslek odalarının yer aldığı 66 kurum “Çocukların kendilerine tecavüz eden kişilerle evlendirilmeleri ağır bir çocuk hakkı ihlalidir” isimli bir açıklama yayınladı.

Açıklamada, çocukların kendilerini cinsel istismara maruz bırakan erkeklerle evlenmeleri durumunda faile ‘af’ getirilmesini öngören yasa tasarısı eleştirildi. Çocuk istismarının önüne geçmek için sivil toplum kuruluşları, aileler ve devletin birlikte hareket etmesi gerektiği vurgulandı.

‘Tecavüzcülere af yolu açılıyor’

Çocuk haklarını uygulama uygarlaşma yolunda geriye gidildiğinin söylendiği açıklamada şu ifadeler kullanıldı:

 2005 yılında Türk Ceza Hukuku Reformu ile engellenen kız çocuklarının kendilerine tecavüz eden kişilerle evlendirilmesine ilişkin düzenleme günümüzde yeniden yasal ve psikososyal boyutları ile çok ciddi riskler taşıyan ve çocuk haklarına tümüyle aykırı bir durum olarak önümüze çıkarılmıştır.

Bu yasal düzenleme ile 12-16 yaştaki kız çocukları kendilerine tecavüz etmiş olan kendilerinden 10-15 yaş büyük olan kişilerle evlendirildiklerinde, tecavüzcülere af yolu açılmakta, bir başka deyişle, ‘cezasızlık’ getirilmektedir. Çıkarılmak istenen bu yasal düzenleme, topluma bir çözüm yolu olarak sunulmakta, koruyucu, onarıcı bir yasa imiş gibi bir algı yaratılmaktadır.

‘Ailenin rızası affın gerekçesi’

‘Erken yaştaki kız çocuğunun imam nikahı altında, kendinden yaşça büyük erişkinlerle bir araya gelmeye zorlandıkları evliliklerde, bu yasa yolu ile cezaevindeki koca af ile çıkacak, aile bütünlüğü yeniden onarılmış olacak gibi bir açıklama getirilmekte, burada kız çocuğunun bir yakınmasının bulunmaması, ailenin rızasının olması affın gerekçeleri olarak ileri sürülmektedir.

Yapılan araştırmalar, ülkemizdeki erken yaş evliliklerinde, çocukların yüzde 30’undan fazlasının yetişkinlerle imam nikahı ile evlendirildiklerini ve bu durumu ailelerin rıza ve onayı ile olduğunu açıklamaktadır.

‘İmam nikahı ile cinsel taciz uygulanabilecek’

“Bu durumda 12 yaşındaki bir kız çocuğuna, kendinden 15 yaş büyük bir yetişkin erkek tarafından imam nikahı bağlamında bir cinsel taciz uygulandığında bu eylem suç sayılmayacaktır.

Ayrıca, bu yasa gerçekleştiğinde, yalnızca erken yaşta, imam nikahı ile gerçekleştirilmiş evlilikler kapsamındaki kişilere değil, kız çocuklarına cinsel tacizde bulunan tüm kişilere de ’cezasızlık’, ’af’ getirecektir.

Ülkemizdeki toplumsal cinsiyet eşitliğini hiçe sayan yaklaşımlar, geleneksel ve dinsel dogmalar, özellikle kız çocuğunu bir cinsel nesne, anne babanın istedikleri gibi yönetecekleri bir ‘mal’, kendi istenci, yönelimi, duygusu, düşüncesi olmayan bir varlık gibi gören çağdışı tutumlar, erkeği önceleyen, kızları edilginleştiren ve değersizleştiren bakış açıları o denli yaygınlaşmıştır ki artık kız çocuklarının kendilerine tecavüz eden kişiler ile evlendirilmesi konusu bile, tartışılabilir bir konu olarak gündeme getirilebilmektedir.

‘Eğitim hakkından yoksun bırakma demektir’

İlkel bir bakış açısı ile bu sürecin işlevi ve hedefi, geleneksel bir damgalamanın kıskacına alınmış, ‘namusu kirletilmiş’ kız çocuğunu korumak ve evlendirerek, ona bir çözüm yolu sunmak ve tecavüz eden erkeğe de bir af yolu açmaktır.

Kız çocuğunun evlendirilmesi, onu en temel haklarından biri olan eğitim hakkından yoksun bırakma demektir. Yine kız çocuğunun kendisine tecavüz eden kişi ile evlendirilmesi, onda değersizlik duygusu, benlik saygısında düşme, öfke, dışlanmışlık ve terk edilmişlik duygularının ortaya çıkmasına neden olur, kendini çıkmazda hisseder.

 

‘Çocukların yanında yer almalıyız’

STK’ların bu yasal düzenlemenin içerdiği riskleri ve yanlışları topluma anlatma, toplumu bilgilendirme ve uyarma sorumluluğu olduğu belirtilen açıklamada şu ifadeler kullanıldı:

  • Çocuk Hakları açısından 18 yaş öncesi bireyler çocuk sayılmaktadır ve gerek fiziksel, gerekse ruhsal yönden evlilik onlar için düşünülemez. Çocuklar eğitim, oyun oynama, kendilerini geliştirici etkinliklere katılma hakları nedeniyle evlendirilemez.
  • Ayrıca çocukların her türlü cinsel sömürüye ve cinsel istismara karşı korunma hakları bulunmaktadır.
  • Çocuk evliliği bir çocuk hakkı ihlali, dolayısıyla bunu gerçekleştiren yetişkinler için bir suçtur.
  • Ülkemizde 12-16 yaş arası kız çocukları, kendilerinden 10-15 yaş büyük yetişkinlerle imam nikahı ya da başka tanımlamalar altında karı-koca ilişkisi içinde birlikte yaşamaya zorlanmaktadırlar. Toplumumuzda bu tür evliliklere, denetleme, yaptırım ve bilgilendirme yoluyla son verilmelidir.

Aile ve devlete düşen görevler

STK’lar ile birlikte aile ve devlete de görevler düştüğü söylenen açıklamada bu görevler şu şekilde ifade edildi:

Ailelere düşen görev: Kız çocuklarını korumanın tek yolunun onları geleneksel baskılarla erken yaşta kendilerine tecavüz eden kişiler ile evlendirmeleri olmayıp, çocuklarını korumanın asıl yolunun onları eğitmek, gelişimlerinin önünü açmaktan geçtiğini kavramaları, bu konuda bir bilinç geliştirmeleridir.

Burada devletin görevi: çocuk hakları doğrultusunda çocukların zararına işleyen geleneksel uygulamaları ortadan kaldırmak ve çocuklara ilişkin yasaları oluştururken, çocukların yüksek yararını gözetmek ve öncelemektir. Evlilik, bu çocuklarımızın korunması için bir çözüm olamaz. Çözüm, çocuk koruma sisteminin güçlendirilmesinden geçmektedir. Cinsel istismara uğramış, erken yaşta gebe kalmış kız çocuklarını ve bebeklerini koruyan, destekleyen ve bu tür durumların yaşanmasını önleyecek sosyal politikaların ivedilikle hayata geçirilmesi gerekmektedir. Bu da devletin başlıca sorumluluklarından biridir.

Yer alan kurumlar

Açıklamada imzası bulunan dernek, sendika ve meslek örgütlerinin isimleri şu şekilde: Çocuk İstismarını Ve İhmalini Önleme Derneği, Türk Psikologlar Derneği, Sosyal Hizmet Uzmanları Derneği Genel Merkezi, Sosyal Hizmet Uzmanları Derneği Ankara Şubesi , Türkiye Çocuk Ve Genç Psikiyatrisi Derneği, Bebek Ruh Sağlığı Derneği, Adli Tıp Uzmanları Derneği, Ergen Sağlığı Derneği, Travma Çalışmaları Derneği, Türkiye Psikiyatri Derneği , Ankara Tabip Odası, World Human Relief, Toplum Ruh Sağlığını Geliştirme Derneği , Uçan Süpürge Vakfı, Hukukçu Hekimler Derneği, Psikiyatri Hemşireleri Derneği, Kadın Sağlığı Hemşireliği Derneği, Çocuk Hemşireleri Derneği Ankara Şubesi, Karadeniz İlleri Kadın Platformu Trabzon Derneği, Yargıçlar Sendikası, Atatürkçü Düşünce Derneği, Aydın Kadın Efeler Derneği , Adalet Sistemi Uzmanları Derneği, Gaziantep Klübü Derneği, Gaziantep Yesemek RotaryKlübü, Gaziantep Eczacılar Odası, Gaziantep İpekyolu RotaryKlübü, Zeugma Kültür Ve Sanat Derneği, Gaziantep Anadolu Lisesi Mezunları Derneği, Gaziantep Müze Dostları Derneği, Gaziantep Kadın Sağlığı Derneği, Toplum Eğitimi Derneği, Gaziantep Kültür Turizm Derneği, Girişimci Kadınları Destekleme Derneği, İnşaat Mühendisleri Odası, Eğitim-iş Sendikası, Gaziantep Şahinbey Lions Klübü,Muhasebeciler Birliği, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Gaziantep Şubesi, Türk Anneleri Derneği, Türkiye Sakatlar Derneği Gaziantep Şubesi, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, KOREV- Koruyucu Aile ,Evlat Edinme Derneği, Alleben Rotary Kulubü,Denizli Soroptimist Kulübü, Türk Psikoloji Öğrencileri Çalışma Grubu, Belkıs ( Zeugma) Eğitim Kültür Araştırma ve Geliştirme Derneği,Çocuk Hakları Derneği, Gaziantep-Kilis Tabip Odası, Ankara Hitit Gençlik ve Spor Derneği, Sosyal Demokrat Avukatlar Derneği, Ankara Cumhuriyet Okurları (Ankara CUMOK), YORET VAKFI, SİMORG -Sokak Hayvanları için Mücadele ve Organizasyon Derneği, Denizli Koruyucu Aile Derneği, Mor Salkım Kadın Dayanışma Derneği, Çocuk İstismarı ve İhmali ile Mücadele Derneği, Çocuk Hakları Derneği, Diyarbakır Barosu Çocuk Hakları Merkezi, Göç ve İnsani Yardım Vakfı, Antalya Aile Danışmanları Derneği,Pir Sultan Abdal 2 Temmuz Kültür ve Eğitim Vakfı, Tüm Emekli Sen Genel Merkezi, DİSK Ankara Bölge Temsilciliği, Türk Psikoloji Öğrencileri Çalışma Grubu (TPÖÇG), Lotus Kadın Dayanışma ve Yaşam Derneği, Ankara Klübü Derneği 

Bir koro emekçisi daha aramızdan ayrıldı

Ruhi Su, batı müziği eğitimi almış ve operalarda başroller oynamış olmasına rağmen, sazıyla ve sözüyle, özünde polifonik karakterler taşıyan halk müziğimiz üzerinden yürümeyi tercih etti. 1940’lı yıllardan başlayarak ülkemizdeki koro müziğinin gelişmesi için çabaladı. Ona göre çağdaşlığın bir ölçütü de çok sesli müzikte gelinen yerdi. Batı tekniği ile işlenmiş müziğimizi dinlerken de kendi dilimizi ve kendi yaşantılarımızı bula bula çok sesliliğin tadını anlamaya alışacak ve böylece bu müzik içerisindeki yerimizi alabilecektik. Bugün dünyanın dört bir tarafında çok sesli müziğimizi başarıyla temsil eden korolarımızın varlığı Ruhi Su’nun öngörüsünün ne kadar yerinde olduğunu da kanıtlıyor.

Musiki Muallim Mektebi‘nde bir yandan da türküler üzerine çalışmalarını sürdüren sanatçı, okuldaki arkadaşlarıyla birlikte bir “Müzik Öğretmenliler Korosu” kurmuştu. Bu koronun başına da, hocaları Ahmet Adnan Saygun‘u getirmişlerdi. Koronun adı döneme ait belgelerde “Ses ve Tel Birliği Korosu” olarak geçer. Bu, onun ilk koro çalışmasıdır.

Hiç vaz geçmedi

İkinci koro çalışmasını, 1944-47 yılları arasında, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi‘nde oluşturduğu koro ile birlikte yürütmüştür. Bu koro, zaman zaman kapatılıp yeniden açılarak, aralıklarla çalışmalarını sürdürdü. Koro bir süre sonra engellendi, sonra bir kez daha denedi ve o da uzun sürmedi. 1951 TKP tevkifatı ile tutuklandığında koro da sona erdi.

Ruhi Su, hapishane yaşamı boyunca da kısa dönemli koro çalışmalarına devam etmişti. 1952’ de Harbiye Cezaevi’nde mahkûmlardan oluşan bir koro kurdu. Mahkûmlardan türküler derleyerek bunları bu koro ile seslendirdi.

Bu yıl 45’nci yaşına giren Ruhi Su Dostlar Korosu, sanatçının en uzun soluklu korosu oldu. Ruhi Su 1975 yılında Dostlar Tiyatrosu içerisinde Dostlar Korosu’nu kurmuştu. 12 Eylül 1980’e kadar bu koroyla albümler yaptı, konserler verdi. 12 Eylül darbesi koşullarında koro faaliyetlerine ara verdi. Sonra Ruhi Su’nun hastalık dönemi başladı. Tedavi için yurt dışına çıkışı engellendi. Pasaport verildiğinde artık iş işten geçmişti.  Ruhi Su 20 Eylül 1985 yılında aramızdan ayrıldı

Ruhi Su’nun aramızdan ayrılışını takip eden yıllarda koro üyeleri yeniden bir araya gelerek koronun adını Ruhi Su Dostlar Korosu olarak değiştirdi.

İşte bu koro, bu yıl 45’nci yaşında. Bu uzun soluklu tarihe geri dönüp baktığımızda amatör bir ruhla bu geleneğe hizmet eden yüzlerce koro- müzik emekçisinden söz etmek mümkün.

Ruhi Su’dan sonra koro Timur Selçuk, Sarper Özsan, Cenan Akın gibi 11 koro şefiyle çalışmalarını sürdürdü. Ruhi Su Dostlar Korosu 45’nci yılında Haluk Polat ile çalışmalarına devam ediyor.

Hüseyin Tutkun.

Ruhi Su’nun izinde 44 yıl

Bu yılın 26 Aralık günü hayata veda eden Hüseyin Tutkun 1956’da Sivas’ın Suşehri ilçesinde doğdu. Kuştepe Lisesi’nde okuduğu yıllarda tiyatro kolunun sergilediği Necati Cumalı’nın “Vur Emri” adlı oyununda Halil ve Cevat Fehmi Başkut’un “Sana Rey Veriyorum” adlı oyununda da Dr. Ramazan Cankurtaran ana karakterlerini oynadı. Bu rollerdeki başarısıyla Genco Erkal, Mehmet Akan ve arkadaşları tarafından kurulan Dostlar Tiyatrosu’nun kadrosunda oyuncu olarak yer aldı.

Tutkun, Dostlar Tiyatrosu’nun Şişli Ümit Tiyatrosu’nda sahnelediği “Düşmanlar” oyununda oynadığı günlerde Dostlar Korosu’na katıldı. Bu kararı ile tiyatrocu sanatçılığı yerini müzik yaşamına bıraktı. Koronun konserlerinde ve albüm kayıtlarında korist olarak yer aldı.

İstanbul Belediye Konservatuvarı’nda (günümüzün İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı) Türk müziği nazariyatı; Timur Selçuk’ tan klasik armoni, Türk müziği armonisi ve çalgı bilgisi; Ali Perret ve Kamil Özler’den caz armonisi; Orhan Dağlı’dan bağlama; Muammer Sun’dan çocuk şarkısı besteleme; Sarper Özsan’dan form bilgisi ve Ayşen Katipoğlu’ndan piyano eğitimi aldı.

Timur Selçuk ve Ruhi Su Dostlar Korosu, Şan Tiyatrosu, 1986.

Timur Selçuk ve Sarper Özsan’ın ardından 1987-1989 yıllarında Refik Köksal ile birlikte Ruhi Su Dostlar Korosu’nu yönetti.

Hüseyin Tutkun “Selenler” müzik grubunun kurucularındandır. Aynı zamanda “İstanbul Selenler Oda Korosu”nun ve “Evrensel Kültür Korosu”nun da şefliğini üstlenmişti.

Timur Selçuk’lu yıllar

Tutkun, 1990’ da Timur Selçuk’ un “Bir Uzay Masalı” pop operasında Selçuk’un asistanlığını yaptı. Müzisyen arkadaşlarım Selim ve Kerim Altınok kardeşler Hüseyin Tutkun’u şöyle anlatıyor:

” Yine bir Aralık ayıydı, 31 yıl öncesinde… Seni gençlik yıllarımızda, Timur Selçuk’un Taksim’deki müzik dershanesinde tanımıştık. Armoni sınıfının en iyi öğrencilerinden, Timur Hoca’nın gözdesi, Hüseyin Tutkun… Sonra eserler vermeye başladın. Koraller yazdın. Ruhi Su Dostlar Korosu’nun şefliğini yaptın. O kadar insancıl ve naif bir kişiliğin vardı ki, İstanbul’un keşmekeşine dayanamayıp daha sakin, sessiz bir köşeye çekildin… Yıllar sonra bir gün cep telefonunu bulup aradığımızda, onca yıl sonra aynı heyecanla konuşmaya başladık. Hep şakacıydın, bizi telefonda kahkahalarla güldürürdün. Bize şiirler yazıp göndermiştin. Telefonda sözleşmiştik, müzik topluluğumuz 3X2 için çok sesli bir beste yapacaktın, biz de seslendirecektik. Olmadı, olamadı… Kaybından büyük üzüntü duyuyoruz. Yetiştirdiğin güzel evlatların ve öğrencilerin, senin ışığını dünyaya yaymaya devam edecek…”

1993 Sivas olaylarında sağ kurtulan aydınlardan Zerrin Taşpınar’ın katliamı anlatan “Tavra” ırmak şiirini besteledi ve 1998 yılında bu yapıtıyla Sevda Cenap And Vakfı’nın “Özel Özendirme Ödülü”nü aldı.

Hüseyin Tutkun oyun müzikleri de besteledi. Haldun Taner’in “Vatan Kurtaran Şaban”, Mine Bayrakeri’nin “Dost- Yanar içim, Göynür Özüm”, eşi Aynur Tutkun’un 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü için senaryosunu yazdığı “Ben Kadınım” oyununun müzikleri de Tutkun’ a aittir.

2000 yılından Çerkezköy’e yerleşen Tutkun, burada bir Müzik Uygulama Atölyesi kurdu. Aynı zamanda yetişkinler ve çocuklar için eşlik orkestraları da kuran Tutkun,  “Çerkezköy ÇYDD Çok Sesli Korosu”nu, “Çerkezköy Belediyesi Çok Sesli Gençlik Korosu”nu, “Çerkezköy Belediyesi Çocuk Korosu”nu kurdu ve yönettti. Daha önce kurduğu “İstanbul Selenler Oda Korosu”ndan yola çıkarak “Çerkezköy Selenler Çok Sesli Korosu”nu da hayata geçirdi. Bu korolar Tutkun’un yönetiminde İstanbul ve Ankara’ da düzenlenen konserlerde sahne aldı.

Müzik yaşamı boyunca yetişkinler ve çocuklar için çok sesli koro müzikleri üreten Hüseyin Tutkun’un birçok yapıtı bugün Ruhi Su Dostlar Korosu repertuvarında bulunuyor: Sözleri şair Hasan Hüseyin Korkmazgil’ e ait olan halk türküsü “Leylim Yar/ Sabah Güneşi Doğmuş”, “ Aşnamdan Ayrıldım/ Ya Hızır Semahı”, “Hana Vardım Han Değil”, “Yenice Yolları” ile düzenlemesini Ruhi Su Dostlar Korosu koristlerinden Yusuf Başaran ile birlikte yaptıkları “Kaşların Dedi Beni” ve yine Ruhi Su’ nun 1982 yılında Adana-Saimbeyli’ den derlediği ve İstanbul Selenler Oda Korosu ile yorumladıkları bir eşkiya türküsünden çok seslendirdiği “ Develioğlu” türküleri koromuzun vazgeçilmez konser yapıtlarından.

Ruhi Su Dostlar Korosu, 45 yıllık bu uzun yolculuğunda Ruhi Su ve Sümeyra Çakır’dan başlayarak çok sayıda emekçisini kaybetti, ama gelenek bugün de devam ediyor. Ruhi Su’nun emaneti geriden gelenler tarafından devralınıyor ve geleceğe taşınıyor. Bu gün de genç koristler Hüseyin Tutkun’dan bu emaneti devraldılar.

Ruhi Su’nun, Sümeyra Çakır’ın, Hüseyin Tutkun’un ve bugün aramızda olmayan dostlarımızın hizmet ettiği gerçeklerin demi, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da kılavuzumuz olsun.