CHP Tekirdağ Milletvekili ve Parti Sözcüsü Faik Öztrak‘ın yeni tip Koronavirüs (Covid-19) testi pozitif çıktı.
Öztrak’ın sosyal medya hesabından yaptığı açıklama şöyle:
“Yaptırdığım Covid-19 testinin pozitif çıktığını az önce öğrendim. Sağlık durumum şu an gayet iyi. Fakat birkaç hafta evden çalışacağım. Arayıp soran herkese çok teşekkür ederim. Yakın zamanda benimle maskesiz temasta bulunanların test yaptırmasını rica ediyorum.”
Yaptırdığım Covid-19 testinin pozitif çıktığını az önce öğrendim. Sağlık durumum şu an gayet iyi. Fakat birkaç hafta evden çalışacağım. Arayıp soran herkese çok teşekkür ederim. Yakın zamanda benimle maskesiz temasta bulunanların test yaptırmasını rica ediyorum.
Öztrak, CHP’de üst düzey görev alanlar arasında koronavirüse yakalanan ikinci kişi. Birkaç gün önce Genel Başkan Yardımcısı ve İstanbul Milletvekili Onursal Adıgüzel de Covid-19 testinin sonucunun pozitif çıktığını açıklamıştı.
Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü’nün (MAPEG) 68 ildeki 766 bölgede maden arama ve işletme ruhsatı verilmesi için 24 Ağustos’ta başlattığı ihale süreci, ilgili yöre halkının tüm tepkilerine rağmen devam ediyor. MAPEG’in toplam 892 bin 814 hektar alanda arama ve işletme ruhsatı vermek için başlattığı ihaleler, Sivas’ta 73, Kahramanmaraş’ta 56, Eskişehir’de 39, Erzincan’da 30 bölgeyi kapsıyor.
Eskişehir’de 47 bin hektar alanı kapsayan maden arama işletme ihalesi 3-4 Eylül tarihinde yapıldı. İhaleye açılan bu alanlar kentin Alpu, Beylikova, Mihallıççık, Sarıcakaya, Sivrihisar, Merkez ve Mihalgazi ilçelerini kapsıyor.
Eskişehir Çevre Koruma ve Geliştirme Derneği (ESÇEVDER) Başkanı Sadık Yurtman, kentte özellikle Alpu, Mihallıççık ve Beylikova’da ihaleye açılan alanların mera, orman ve tarım arazilerini kapsadığını söyledi. Yurtman, “47 bin hektar alanın tamamının incelemesini bitiremedim ama koordinatlara baktığımızda sulak alanlar bile görünüyor” dedi.
‘ÇED sürecinden muaf tutuldular’
ESÇEVDER Başkanı Sadık Yurtman.
Maden aramalarının Çevresel Etki Değerlendirmesi’nden (ÇED) muaf tutulduğunu hatırlatan Yurtman, bütüncül bir ÇED yapılmadan ihalelerin yapılıyor olmasını “hukuksuzluk” olarak değerlendirdi: “ÇED olmayınca da halkı bilgilendirme toplantısı yapılmadan, maden aramalarının tekniğe uygunluğu tartışmaya açılmadan hemen başlatılıyor.”
MA‘ya konuşan Yurtman, maden alanlarının çevreye ve doğaya verdiği zararlar hakkında da şunları söyledi:
“Maden ararken belli kimyasallar kullanılıyor. Bu nedenle maden araması ya da sondaj yapıldığı zaman toprağın belli maddelerle kaplanması gerekir ki yer altı sularına zarar vermesin. Ama bugüne kadar yapılan maden arama ve işletme çalışmalarında edindiğimiz gözlemler o ki, normal toprağı kazıyarak hiçbir önlem almadan orayı su ile doldurup maden aramaya başlıyorlar. Oradaki katkı maddeleri açılan havuzun yer altı sularına ya da oradaki toprağa zarar veriyor. Maden araması ormanlık alanda olursa da ağaçların kesilmesine, yok edilmesine neden oluyor. ÇED’ten muaf tutulduğundan da kaç tane ağaç kesilirse kesilsin sorun olmuyor. Karşı çıktığınızda da söz konusu şirket ihaleyi aldığını ve çalışması için ormanın temizlenmesi gerektiği cevabını verebiliyor.”
‘Yöneticilerin bile haberi yok’
İhale sürecinden yöre halkının hatta Eskişehir’deki bazı yöneticilerin dahi haberi olmadığını kaydeden Yurtman, “Pandemi sürecinde yangından mal kaçırır gibi, aslında salgının temel nedeni olan iklim değişikliği, doğanın tahribatı ve ekosistemin bozulması gerçeğine karşın doğanın tahribatına yönelik adımlar durmadı” diye konuştu. ESÇEVDER Başkanı, ihaleye açılan alanlar sıralamasında Eskişehir’in üçüncü sırada olduğuna dikkat çekerek, yöre halkının kendi alanına, doğasına sahip çıkmasını istedi.
Koronavirüs salgınının kontrolden çıktığı uyarısını yapan Türk Tabipleri Birliği (TTB) Başkanı Sinan Adıyaman, iktidardan ‘toplumsal hareketliliği azaltmasını’ istedi.
Ankara’da vaka sayısı Sağlık Bakanlığı verilerine göre 1400-1600 olarak gösterilse de uzun süredir iki binin altına düşmediğini belirten Adıyaman vaka sayılarının HES haritalarına da doğru yansımadığını söyledi. Fox TV yayınında açıklamalar yapan Adıyaman, kendi çalıştığı klinikteki asistanların yüzde 30’unun koronaya yakalandığını belirtti; tatilden, memleket ziyaretinden dönen devlet memurlarının resmi dairelerde iç içe mesaiye devam etmesinin salgının artışında çok belirleyici olduğunu kaydetti.
‘Sağlık çalışanları feryat ediyor’
TTB Başkanı Sinan Adıyaman.
“Bakanın dediği gibi düğünler bütün Türkiye’de olduğu gibi Ankara’da da etkili olmuştur ama asıl olarak devlet dairelerinin normal düzende mesaiye devam etmesi salgını artırdı” diyen Adıyaman, Ankara’daki yoğun bakımlarda da kapasitenin zorlandığını belirterek, “Çok yorulduk, bütün sağlık çalışanları feryat ediyor. 38’i hekim 80 sağlık çalışanı yaşamını yitirdi” ifadelerini kullandı. .
Geçen hafta Sağlık Bakanı Fahrettin Koca ile uzun bir aradan sonra görüşebildiklerini anlatan TTB Başkanı, iki saat boyunca sağlık çalışanlarının sorunlarını aktardıklarını, asistan hekimlerin 36 saat çalıştırılmasının anayasaya aykırı olduğunu ve filyasyon gruplarına alınmalarının eğitimlerini aksattığını anlattıklarını belirtti. ‘Salgının yoğunluğu nedeniyle buna mecbur kalındığı’ yanıtını aldıklarını söyleyen Adıyaman, aile hekimlerinin sorunlarını da dile getirdiklerini ve görüşmenin ardından bu konuda bir düzeltme yapıldığını hatırlattı.
‘Kaç kişiye test yapıldığı söylenmiyor’
Açıklanan günlük test sayılarının yüksek olduğunu ancak bunların kaç kişiye yapıldığının önemli olduğunu belirten TTB Başkan şöyle konuştu: “Duyuyoruz ki bir vekile sekiz tane yapılmış. Bu testlerin kaç kişiye yapıldığı açıklanmalı ama açıklanmıyor. Sağlık Bakanı’na sorduk, o da yanıt vermedi.”
Okulların 21 Eylül’de açılması konusunda nasıl bir kriterin gözetildiğinin de açıklanmadığını söyleyen Adıyaman, psikologların, sosyal hizmetler uzmanlarının, doktorların ve hemşirelerin açılması durumunda okulları yakından izlemelerinin sağlanması gerektiğini söyledi.
Finlandiya’da sınıfların yüksek tavanlı olduğunu ve 4-5 metrekarelik alana bir çocuk düştüğünü anlatan Sinan Adıyaman, “İsrail ise bunu yapmadan okulları açtı, salgın patladı” dedi. Okulların açılması için Finlandiya’da “100 bin kişide 1 hastadan az” kriteri gözetildiğini ancak Türkiye’de özellikle Güneydoğu’daki bazı illerde 100 binde 30 hasta seviyesinde olunduğunu belirtti.
Testi pozitif çıkan hastaların evlerine gönderilmesinin de yanlış olduğunu belirten Adıyaman, “Bu kişiler kamu gözetiminde olmalı, merkezi yönetim bu konuda belediyelerle işbirliği yapmalı” dedi.
Mansur Yavaş: Ankara kırılıyor
Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş da dün yaptığı açıklamada, belediyede birçok personelde korona virüsü görüldüğünü belirterek “Belediye korona virüsünden kırılıyor. Bugün sabah beni karşılayan koruma bir saat sonra korona çıktı. Mümkün olduğunca çabuk bitirelim Meclis’i. Ankara için yapacaklarımıza bakalım ve bitirelim” demişti.
Koronavirüs salgınının ‘tanrının eşcinsel evliliğe yönelik cezası’ olduğunu öne süren Ukrayna Ortodoks Kilisesi (Kiev Patrikhanesi) Patriği Filaret, Covid-19’a yakalandı. 91 yaşındaki Filaret hastaneye kaldırıldı.
Filaret, salgının ‘insanların günahları için tanrının cezası olduğunu’ ve nedeninin de ‘eşcinsel evlilikler olduğunu’ öne sürmüştü. Bunun üzerine Ukraynalı LGBTQI+ hak grubu Insight, Filaret’e nisan ayında dava açmıştı.
Insight’ın lideri Olena Shevchenko, “Amacımız insanlara Ukrayna’daki kilise liderlerinin bu tür açıklamalarına artık yer olmadığını göstermek” demiş, yanlış bilgi yaydığı için Filaret’in sözlerini düzeltmesi için çağrıda bulunmuştu.
Patrikhaneden cinsiyetçi açıklama
Açılan davanın ardından bir açıklama yapan Kiev Patrikhanesi, Filaret’in ‘bir erkek olarak görüşlerini ifade etme özgürlüğüne sahip olduğu’ savunması yapılmış, “Patrik, kilisenin başı ve erkek olarak ahlaka dayalı görüşlerini ifade etme özgürlüğüne sahiptir” ifadelerine verilmişti.
Uluslararası Af Örgütü Ukrayna sözcüsü Maria Guryeva ise Filaret’in ifadelerinin ‘saldırıların, saldırganlığın, ayrımcılığın artmasına ve belirli gruplara karşı şiddetin kabul edilmesine yol açabileceği için çok zararlı olduğunu’ söylemişti.
Sinema Sanatları ve Bilimleri Akademisi, 2024’ten itibaren bir filmin en iyi film dalında aday gösterilebilmesi için, kadrosunda sinemada az temsil edilen gruplara akademinin belirlediği oranlarda yer vermesine karar verdi.
Akademi, konuyla ilgili olarak dört kategori belirledi: Ekranda, stüdyoda, film ekibinde ve hazırlık ile geliştirme ekibinde uyulması gereken belli gereklilikler hazırlandı. Filmlerin en iyi film ödülüne aday gösterilmesi için bu dört kategoriden en az ikisine uyması gerekecek.
Önemli rollerden biri az temsil edilen etnik gruptan olacak
Buna göre ekranda temsiliyet gerekliliklerini karşılamak için filmin başrol veya önemli yardımcı oyuncularından birinin filmlerde az temsil edilen bir etnik gruptan olması gerekiyor. İkinci plandaki oyuncuların en az yüzde 30’unun iki farklı azınlık grubundan olması veya ana konunun azınlık gruplarına odaklı olması gerekiyor.
Akademiye göre sinemada az temsil edilenler arasında kadınlar, LGBTİ’ler ve engelli insanlar da bulunuyor. Akademi, diğer kategoriler için böyle bir gereklilik getirilmeyeceğini bildirdi.
Kopenhag merkezli Avrupa Çevre Ajansı, çevre kirliliğinin Avrupa Birliği ülkeleri üzerindeki yıkıcı etkisine ilişkin bir rapor yayınladı. Salı günü duyurulan raporda hava kirliliğinin insan sağlığı için en büyük tehdit olduğuna dikkat çekildi.
Rapor, yılda 400 binden fazla kişinin hava kirliliğine bağlı nedenlerle erken öldüğünü ortaya koyuyor.
Yılda 12 bin erken ölümün sebebi gürültü kirliliği
Araştırmada insan sağlığı için en büyük ikinci tehdit ise gürültü kirliliği olarak belirtiliyor. Buna göre, gürültü kirliliğine bağlı nedenlerle yılda yaklaşık 12 bin erken ölüm vakası kaydedildi.
Rapora göre, iklim değişikliğinin sonucunda oluşan sıcak hava dalgaları ve seller de sağlık için önemli bir tehdit oluşturuyor. Avrupa Çevre Ajansı uzmanı Catherine Ganzleben, iklim değişikliğinin sonuçlarının özellikle kentlerde yaşayan insanları daha çok etkilediğini söyledi.
Çevre kirliliği öldürüyor
Avrupa Çevre Ajansı’nın raporu ayrıca, AB’de kaydedilen her sekiz ölümden birinin çevre kirliliği ile bağlantılı olduğunu ortaya koydu. Raporda, 2012 yılında AB ve o dönem üye olan İngiltere’de kaydedilen 630 bin ölüm vakasının çevre kirliliği ile bağlantılı olduğu belirtildi.
Bu sayının ölüm vakalarının yüzde 13’ünü oluşturduğuna dikkat çekildi. Sıklıkla görülen ölüm nedenleri arasında kanser, kalp hastalıkları ve beyin kanaması bulunuyor.
En çok ölüm Bosna-Hersek’te
Rapor, Doğu ve Batı Avrupa ülkeleri arasında da farklılıklar olduğunu gösterdi. Buna göre, Doğu Avrupa ülkelerinde çevre kirliliğine bağlı erken ölümlerin sayısı Batı Avrupa ülkelerine göre daha yüksek.
En yüksek erken ölüm oranı yüzde 27 ile Bosna-Hersek’te kaydedilirken, en düşük erken ölüm oranının yüzde 9 ile Norveç ve İzlanda‘da olduğu belirlendi.
Avrupa Çevre Ajansı Genel Direktörü Hans Bruyninckx, “Avrupa’da çevre konusunda iyileşmeler ve Yeşil Anlaşma ile sürdürülebilir geleceğe odaklanıldığını görmemize rağmen, bu rapor, toplumda yoğun bir şekilde tehdit altında olanları korumak için tedbirlerin gerekli olduğunu gösteriyor” değerlendirmesinde bulundu.
Bruyninckx, yoksulluğun genellikle kötü çevre koşulları ve sağlık sorunlarını beraberinde getirdiğine dikkat çekti.
Bursa Nilüfer ilçesindeki Uluabat Gölü, yeşile boyandı. Belediye ekiplerince yapılan incelemelerde, suda alg patlaması meydana geldiği ve herhangi bir kimyasal atığa rastlanılmadığı belirlendi.
Bursa Uludağ Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Biyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Nurhayat Dalkıran‘a göre alg patlamasının temel nedeni tarım ve insan faaliyetleri.
Gölün sığ ve eski bir göl olmasına bağlı olarak doğal bir azot ve fosfor birikimi olduğunu belirten Dalkıran, tarım ve insan faaliyetlerinden dolayı suya giren bir azot fosfor olduğunu, özellikle son 40-50 yıldır aşırı şekilde azot ve fosforun girmesi nedeniyle alglerin aşırı çoğaldığını söyledi.
‘Küresel iklim değişikliğiyle alakalı’
Alglerin sudaki oksijen oranını düşürdüğünü vurgulayan Doç. Dr. Dalkıran’a göre, bu durum göldeki canlıların hayatını tehdit ediyor. Dalkıran alglerin çoğalmasının ekolojik zararlarını ise şöyle anlatıyor:
En önemli sorunlardan biri yüzeyde bir tabaka oluşturması. Bu da ışığın dibe girişini engelliyor. Işık dibe girmediği zaman da fotosentez yapan organizmaların fotosentez yapamaması anlamına geliyor. Bunun sonucunda da genellikle oksijen üretimi azalıyor. Dolayısıyla oksijen azalması olduğu gibi alglerin çoğalmasına bağlı olarak aşırı oksijenlenme de görülebiliyor. Bu da zararlı.
Bir diğer tehlike ise, karaciğer üzerinde etkili olduğu tespit edilmiş olan bir toksinin göldeki balıklara, buradan da balıkları tüketen insan ve kuşlara geçmesi. Ancak Dalkıran’ın aktardığına göre bu sorun, Türkiye‘nin pek çok gölünde var:
Su seviyesinin düşmesinin de etkisi var. İklim değişimiyle de alakalı bir durum var. Küresel iklim değişiminin en önemli etkisinden birinin yağışların şeklinin değişmesidir. İklim değişimine bağlı olarak atmosferik havanın ısınması, buharlaşmanın artması, bu tip göllerde su seviyesinin daha çok düşmesine sebep oluyor. Küresel iklim değişmeleriyle alg çoğalmaları arasında yapılan çalışmalar çok ciddi bir ilişkinin olduğunu gösteriyor.
‘Doğal denge bozulmamalı’
Alg patlamalarının düzelmesi için gerekenlerin azot ve fosfor girdisinin azalması olduğunu ifade eden Dalkıran, alglerin bu dönemde aşırı çoğalıp daha sonra öldüklerini, ancak ölünce dibe organik materyal çöktüğünü söyledi ve bunun tehlikelerini şu sözlerle anlattı:
Bu da bakteri faaliyetini artırıp, sudaki oksijeni de tüketebiliyor. Temizlenmesi mümkün değil. Doğal dengeye çok dikkat etmek gerekiyor. Yapılması gereken en önemli şey atıkların doğal sulara karışmasının önüne geçebilmek.
Atıklarla ilgili arıtma tesislerinin kurulduğunu vurgulayan Doç. Dr. Dalkıran, doğal dengeyi bozmamak gerektiğini vurguladı, aksi taktirde bunun bedelinin ağır olduğunu belirtti:
Yapılması gereken en önemli şey çevreyi kirletmemek. Doğal dengeyi bozmamak. Doğal dengeyi bozduğumuz zaman istenmeyen durumlarla karşılaşıyoruz. Bunun sucul ekosistemde daha ağır etkileri oluyor. Tür çeşitliliğinde azalma oluyor. Biyolojik çeşitlilik düşebiliyor.
Oxford Üniversitesi ile aşı çalışmalarına devam eden AstraZeneca bugün, yapılan klinik denemelerde bir katılımcının rahatsızlanmasının ardından, rutin prosedürün uygulanarak aşının denemelerine ara verildiğini açıkladı.
Geliştirilen aşı, sonuca en yakın adaylardan biri olarak görülüyordu. Klinik denemelerin durdurulması aşının yıl sonunda kullanıma hazır olacağı umutlarını da kararttı.
Klinik denemeleri güvenlik verilerinin bağımsız bir komite tarafından incelenmesi için gönüllü olarak durdurduklarını duyuran Astrazeneca, hastalanan kişinin durumu hakkında incelemeleri hızlandırmaya çalıştıklarını ifade etti. Açıklamada, “Bu, klinik denemelerde potansiyel olarak açıklanamayan bir hastalık yaşandığında yapılan rutin bir hamledir” denildi.
New York Times’ın konuya yakın bir kaynağa dayandırdığı haberine göre Britanya‘daki bir hastanın omuriliğini etkileyen bir ilhtilaplanma görüldü.
DSÖ: Aşının güvenliği her şeyden önce gelir
Konuyla ilgili bir sosyal medya etkinliğinde konuşan DSÖ yetkilisi Dr. Soymya Swaminathani şunları söyledi:
“Sadece hız hakkında konuşuyor olmamız, normalde yapılması gerekeni yapmayacağımız ya da kestirme yola başvuracağımız anlamına gelmez. Süreç oyunun kurallarına göre devam etmeli. Aşı ve ilaçları insanlara vermeden önce onların güvenliğini test etmek zorundasınız. İleriye yönelik Covid-19 tedavisi için bir aşının güvenliği her şeyden öne gelir.”
Anadolu Meraları karbonun yeryüzündeki seyahatini, toprakla ilişkisini ve iklim krizine nasıl çare olabileceğini anlatan “İklim krizine çare: Toprağın hikayesi” isimli animasyonlu bir video yayınladı.
“İklim krizinin etkilerini ve bu gezegene ne kadar zarar verdiğimizi gördükçe umutsuzluğa kapıldığınız oluyor mu?” sorusunu soran ekip video boyunca çözümün toprakta ve onarıcı tarım yöntemlerinde olduğunu vurguluyor.
İlk etapta “The Soil Story” orijinal ismi ile Kiss The Ground ekibi tarafından üretilen ve açık kaynak olarak paylaşılan animasyon, oyuncu Metin Akdülger’in seslendirmesi ve Anadolu Meraları ekibinin katkıları ile Türkçeye uyarlandı.
Karbonun yolculuğu
Video boyunca bize karbonun gezegendeki yolculuğuna davet eden Anadolu Meraları, karbonun iklim krizine katkısı ve onarıcı tarımın nasıl bir dönüşüm sağlayacağına ilişkin şu bilgileri paylaşıyor:
Karbondioksit, atmosferdeki en yaygın sera gazı. Atmosfere salınan her fazla karbon küresel iklimimizi hızla değiştiriyor, hava koşullarını istikrarsızlaştırıyor ve ekosistemleri bozuyor.
Toprak işleme, kimyasal gübre ve pestisit uygulamaları, ormansızlaştırma, yoğun hayvancılık, aşırı otlatma gibi tarımdaki pek çok ana akım uygulama topraktaki karbonu atmosfere geri salarak iklim değişikliğine neden oluyor.
Toprak büyük bir karbon yutağı
Halbuki toprak, biyosferde okyanuslardan sonra en büyük ve en aç karbon yutağı. Toprak organik maddesinin yaklaşık yüzde 58’i karbondan oluşuyor. Toprak, atmosfer ve yeryüzündeki tüm biyokütleden iki kat daha fazla karbon tutabilir.
Onarıcı tarım yöntemleri uygulandığında tarımın kendisi bir çözüm haline gelebilir. Yani atmosferdeki milyarlarca ton karbonu toprağa bereket olarak gömebilir, besleyiciliği yüksek gıda üretebilir ve toprağı kuraklıklara dayanıklı hale getirebiliriz.
İlk kez 2015 yılında, altı kentte bulunan hastanelerde başlanan ardından öğrenci yurtlarına da taşınan manevi rehberlik uygulaması kapsamında, Kredi ve Yurtlar Kurumu‘na (KYK) bağlı yurtlarda yeni görevlendirmeler yapıldı. Diyanet İşleri Başkanlığı, Covid-19 nedeniyle açılıp açılmayacağı tartışılan yurtlarda 2020-2021 eğitim öğretim yılının ilk yarısı için toplam 922 manevi danışman görevlendirildi.
BirGün’den Mustafa M. Bildircin‘in aktardığına göre, Gençlik ve Spor Bakanlığı ve Diyanet İşleri Başkanlığı arasında imzalanan protokol kapsamında Aralık 2019’da toplam 711 manevi rehberi KYK yurtlarına yerleştiren Diyanet, 2020-2021 eğitim öğretim yılı için bu rakamı artırdı.
Din adamlarının hizmet içi eğitimin ardından hak kazandığı ve ek ücret aldığı manevi rehberlik uygulaması ile 2021 yılının ilk altı ayı için 922 manevi rehber ve danışmanın KYK yurtlarına ataması tamamlandı.
Atamaların gerekçesi ise “Gençlerin bilgi, ahlak, erdem, estetik, ruh güzelliği, adalet ve merhamet duygularıyla yetişmelerine, milletimizi bir araya getiren değerlerin nesilden nesile aktarılarak üretilmesine katkı sağlamak” olarak açıklandı.
Kuran kursu öğreticileri görevlendiriliyor
Uygulama, ilk kez 2015 yılında hayata geçirildi. Pilot uygulama olarak altı kentte devreye sokulan uygulama, “Vatandaşların memnun kaldığı” gerekçesiyle birçok kente yayıldı. Üniversitelerin bünyesinde başlatılan Manevi Rehberlik Sertifika Programı’na katılan ve bir ay eğitim alan Kuran kursu öğreticileri, “Manevi Rehber” adı altında hastanelerde görevlendirildi. Uygulamanın kapsamı kısa sürede genişletilirken manevi rehberler, yetiştirme yurtları, huzurevleri, cezaevleri ve KYK yurtlarında da çalışmaya başladı.