‘Özyönetim devrimi’: Demokratik siyasetle mi, silahla mı? – Ahmet İnsel

Diyarbakır Belediye Eşbaşkanı Fırat Anlı, İMC TV’de, Türk çoğunluğu kast ederek, “Aramızdaki gönül bağının koptuğunu görüyoruz” dedi. Bunu derken, Hakkâri’den Nusaybin’e uzanan sınır hattında devletin uyguladığı bastırma, sindirme, yıldırma, ıssızlaştırma politikasına karşı Türkiye’nin geri kalanında cılız bir karşı çıkış sergilenmesini kast ediyordu. Etnik fay hattının artık bir uçuruma dönüştüğü alarmını veriyordu.

Bu ilk kez duyduğumuz bir tespit değil. KCK yöneticilerinden Duran Kalkan, aynı gün, Med Nuçe’de, “ ‘Bin yıllık kardeşlik’ söylemi de artık safsata haline gelmektedir. Ben Türkiye’de yaşayan herkese soruyorum: Nerede kaldı Türk  Kürt kardeşliği? Adam ‘bin kere başınızı ezeceğim!’ diyor. Buna kimsenin çıtı çıkmadı” diyordu. Ne var ki, bu tespit benzerliği, iki söylem ve konum arasında yatan büyük farkın görülmesine engel olmamalı.

Fırat Anlı, gazetecinin “Ne öneriyorsunuz” sorusuna, Türkiye’deki tüm demokrat kişileri, örgütleri, toplulukları, vicdanlı Müslümanları, etnik-mezhepçi politikaların ne demek olduğunu bilen Alevileri, hükümetin artık kadim güvenlik devleti politikasına dönmüş olan uygulamalarını ve hazırlamakta olduğu daha kapsamlı askeri harekâtı daha canlı biçimde potesto etmeye, bölgede yaşayanlarla daha aktif bir dayanışma içinde bulunmaya çağırıyordu. Gerçekten de bugün devletin hazırlandığı ve kısmen uygulamaya başladığı operasyon, yakın tarihimizdeki başka “askeri tedip ve tenkil harekâtları”nı akla getiriyor. Ne var ki, buna karşı Türkiye’nin Batısı’ndan güçlü bir ses ve hareket çıkmamasının yegâne nedeni, çoğunluğun Kürtlerin eşitlik talebine sıcak bakmaması değil. Ne de iktidarın aykırı her sesi hukuk terörüyle bastırması. Bunların yanında, Duran Kalkan’ın savunduğu silahlı direnişin bu göreli sessizlik ve şaşkınlık halinin ortaya çıkmasında büyük payı var.

Duran Kalkan, şehir merkezlerinde zaman zaman ağır silah kullanmaya varan şiddet yöntemlerini, “işgalci güçlere” ve “hainlere” karşı bir egemenlik hakkı olarak kullanmayı meşru gösteriyor. “Direniş kararı verilmiştir ve zafere kadar direnilecektir; bunun muğlaklaştırılması gündemden çıkmıştır” diyor. “Ne yapmalı” sorusuna, bu direniş emrinin daha çok yayılması çağrısıyla yanıtlıyor. “Kürdistan’ın bu biçimde demokratik özerklik devrimi sürecine girdiğini” ileri sürerek “sonucun da bu devrimle alınacağını” iddia ediyor. AKP’yi savunan Kürtleri de tehdit edip onların “Kürtlükle alakalarının olmadığını, onlara karşı her türlü mücadelenin yürütülebileceğini” söylüyor. Duran Kalkan’a göre, “iş bu noktaya gelmiştir ve buna seyirci kalanlar suç ortağıdır!” Taraf olmayan bertaraf olur görüşü mutlak hâkim güç olmak arzusu taşıyan her kesimde karşımıza çıkar.

Silahlı mücadele aracılığıyla yürütülecek “özyönetim devrimi” çağrısı, özünde PKK’nin, Suriye’de olduğu gibi, Türkiye’de de özerk kantonlar yaratma ve burada yönetici güç olma hedefinin yeni adı. PKK, “Batı metropollerini de direniş alanına çevirme” çağrısı yaparken Batı’da yaşayan Kürtleri de bu mücadelede karşı cephe gerisi yedek güç olarak görüyor. HDP’nin Türkiye’nin demokratikleşmesi hedefi içinde Kürt sorununun çözülmesini hedefleyen mücadelesinin de elini kolunu bağlıyor.

Bugün devletle bütünleşmiş AKP iktidarı da, siyasal mücadele yollarını kriminalize ederek, devlet terörü politikası uygulayarak, Kürt siyasal hareketinin, burada bir örnek olarak andığımız Fırat Anlı’nın veya HDP yöneticilerinin işaret ettiği yöne değil, Duran Kalkan’ın gösterdiği yöne yönelmesi için elinden gelen ne varsa yapıyor. PKK’nin HDP çizgisine doğru evrilmesini değil, Kürt siyasal hareketinin bütünüyle silahlı mücadele yörüngesine oturmasını arzuluyor. Bu etnik kamplaşma ve ondan türeyecek kanlı hesaplaşmanın AKP ve Reis’i etrafında bir kenetlenme sağlamasını bekliyor. Sınır ötesi politikalarının hepsi iflas eden AKP iktidarının, ülke içinde orduya, polise ve oluşturduğu yargı şebekesine dayanarak, kendini en güçlü olarak gördüğü alana PKK’yi çağırıyor. Suriye’deki gelişmelerle bir özgüven patlaması yaşayan PKK, buna el yükselterek cevap veriyor. Ve Fırat Anlı’nın kederli ve kırgın sesinin ima ettiği gibi, herkes devlet şiddetinin ve buna şiddet yöntemleriyle cevap vermenin işi nereye götüreceğini biliyor. En vahimi, galiba bunu arzuluyor da!

ahmet_inselAhmet İnsel – Cumhuriyet

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Balık ekmek yemekle olmaz, Marmara’nın suyunu için!-Mehveş Evin

Ne yazık ki müsilaj felaketini balık yemek, denize girmek, denizin yüzeyini temiz görmeye indirgemek, bu büyük ekolojik krizi durdurmanın önündeki en büyük engel.

Marmara Denizi’ndeki kirlilik sorununa bir çözüm: Agroekoloji – Bülent Şık

Agroekolojik yöntemler sulardaki nitrat kirliliğini azaltıcı bir sonuç doğurur ve bu da içme suyu kaynaklarının korunması anlamına gelir.

Örgütlü sessizlik – Arat Dink

Zeki Tekiner, dört ay önce başka bir silahlı saldırıdan şans eseri ölümcül bir yara almadan kurtulmuştu. Vali’yi olayın siyasi boyutu olduğuna ikna edememişlerdi. Dostları Nevşehir’den bir süre uzaklaşmasını istediler. O, “Bana Nevşehirliden zarar gelmez” dedi, kaldı. Su, tanıdık akıyor, değil mi?

Marmara Denizi’ndeki müsilaj kirliliğinde kömürlü termik santrallerin etkisi incelenmeli- Pelin Cengiz

İstediğiniz kadar yüzey temizliği yapın, bir yeri temizlerken diğer taraftan atık devam ediyorsa buna temizlik denir mi?

Marmara’nın ölümü: İstanbul kolera salgınına hazır mı – Bülent Şık

Denizdeki müsilajin kolera salgını getirmesi mümkün. Ama her şeye rağmen devam etmekten ziyade durmayı, onarmayı öne çıkarmalıyız. İnsan, bitki, hayvan ve çevre sağlığını bir bütünün birbiriyle ilişkili parçaları olarak görmeye çalışarak çözümler arayacağız.

EN ÇOK OKUNANLAR