Nükleeri bırak, güneşe bak! Şahin Alpay

 
Yerel yetkililer Kiyoko Okoşi’ye faciaya sahne olan Fukuşima nükleer santralinin 30 km kadar uzağında olan köyünün radyasyondan etkilenmediğine dair güvence verdiler.

Ama Okoşi’nin kızı, çevrede radyasyon ölçümü yapıldığını görmediği için bu güvenceden kuşkulandı. Bayan Okoşi, bunun üzerine, bir sayaç edindi ve nisandan başlamak üzere çevredeki pirinç tarlalarında radyasyon ölçümü yapmaya başladı. Sonunda, bir kanalizasyon çukuru yanında sayaçtan canhıraş sesler çıkmaya başladı: Ölçülen radyasyon saatte 67 mikrosievert, yani insan sağlığına hayli zararlı bir düzeydeydi. Okoşi, hükümet radyoaktif kirlenme konusunda halkı bilerek yanılttığı için ölçümü kendi eline alan, sayıları giderek çoğalan Japonlardan sadece biri. (Bkz. New York Times, 31 Temmuz)

Yukarıda aktardığım haber, nükleer sanayinin en korkutucu taraflarından biriyle ilgili yeni bir bulguyu ortaya koymakta: Nükleer enerjiden yararlanan ülkelerde ilgili makamların radyasyon konusunda yurttaşları aldatma, yanıltma alışkanlığı… Bu gerçek, nükleer enerji belasından sakınma gereğinin sadece bir nedeni.

Bilindiği üzere Japonya, 2050 yılına kadar bütün santralleri kapatma, nükleer enerjiden elini eteğini çekme kararı aldı. Başbakan Naoto Kan, nükleer santrallere ihtiyaç duymayan bir toplum hedeflediklerini açıkladı. Kan, geçen hafta hatalı radyasyon ölçümleri ve nükleer kazaya karşı yetersiz önlemlerden sorumlu tutulan, nükleer enerji politikasının en tepedeki üç yetkilisini görevden aldı. (Bkz. New York Times, 4 Ağustos) Yine geçen hafta Fukuşima santralinin işletmecisi olan Tepco şirketi, AKP hükümetinin Sinop’ta yaptırmak istediği nükleer santral projesinden kendi isteğiyle çekildi. Türkiye Enerji Bakanı ise yeni işbirliği tekliflerinin değerlendirileceğini açıklamakta gecikmedi.

Halkın en az üçte ikisi buna karşı olduğu halde, bizim hükümetin nükleer santraller kurma konusundaki ısrarını anlamakta güçlük çekiyorum. Bu ısrardan midem bulanıyor. Bomba yapma peşindeler mi, yoksa bu işte büyük rüşvetler mi dönüyor? Elimde somut bilgi olmadan kimseyi itham edemem, ama doğrusu midem bulanıyor.

Birçok aklı başında hükümet bundan yakayı kurtarmaya çalışırken Türkiye’nin başına nükleer belayı sarması için hemen hiçbir mantıklı gerekçe yok. Türkiye, zengin yenilenebilir enerji kaynaklarına sahip bir ülke. Bir kamu kuruluşu olan Tübitak tarafından yayımlanan Bilim ve Teknik Dergisi’nin Haziran 2011 tarihli, “Türkiye’nin ve dünyanın enerji sorununa nihai çözüm” başlıklı, bu konuda dosyalarla dolu sayısında bakın ne deniyor:

“Üretim hacmindeki büyüme, Ar-Ge çalışmaları sonucu artan verim ve düşen üretim maliyetleri, fotovoltaik sistemlerin (güneşten elektrik üretimine yarayan piller sisteminin – Ş.A.) fiyatında düzenli bir düşüşe neden oluyor. 2015 modül fiyatlarının 2010 fiyatlarından % 37-50 daha ucuz olması öngörülüyor… Resmi veriler, güneş enerjisi potansiyelimizin ihtiyacımız olan enerjiden çok daha fazlasını güneşten sağlayabileceğimizi gösteriyor. Uluslararası kuruluşlar tarafından yapılan değerlendirmelerde Türkiye, fotovoltaik güç santral yatırımları açısından cazip bir ülke olarak öne çıkıyor.

“Fotovoltaik güç sistemlerindeki maliyetlerin hızla düşme eğilimi, var olan teşviklerle ‘fotovoltaik güç santrali kurmayı’ yakın gelecekte ticari bakımdan çekici hale getirecek… Dünya genelinde büyüme hızı bütün sektörlerin önünde olan fotovoltaik güç sektöründe, ülkemiz sanayisinin hem yurtiçi hem de uluslararası pazarda yer alma ve büyük aktör olma potansiyeli var. Sanayimizin birikimlerini bu alana transfer edebilmesi başlangıçta önemli bir devlet desteğine, bir can suyuna, ilgili prosedürlerin kolaylaştırılmasına ve doğru adımları doğru zamanda atabilmek için sağlıklı bir yol haritasına ihtiyacı var.” (s. 47-49)

Nükleer belayı başımıza sarmayalım. “Kendi otomobilimizi yapalım” diyen hükümet, desteğini güneş enerjisine verirse Türkiye bu alanda dünyaya da öncü olabilir.

Şahin Alpay- Zaman

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Balık ekmek yemekle olmaz, Marmara’nın suyunu için!-Mehveş Evin

Ne yazık ki müsilaj felaketini balık yemek, denize girmek, denizin yüzeyini temiz görmeye indirgemek, bu büyük ekolojik krizi durdurmanın önündeki en büyük engel.

Marmara Denizi’ndeki kirlilik sorununa bir çözüm: Agroekoloji – Bülent Şık

Agroekolojik yöntemler sulardaki nitrat kirliliğini azaltıcı bir sonuç doğurur ve bu da içme suyu kaynaklarının korunması anlamına gelir.

Örgütlü sessizlik – Arat Dink

Zeki Tekiner, dört ay önce başka bir silahlı saldırıdan şans eseri ölümcül bir yara almadan kurtulmuştu. Vali’yi olayın siyasi boyutu olduğuna ikna edememişlerdi. Dostları Nevşehir’den bir süre uzaklaşmasını istediler. O, “Bana Nevşehirliden zarar gelmez” dedi, kaldı. Su, tanıdık akıyor, değil mi?

Marmara Denizi’ndeki müsilaj kirliliğinde kömürlü termik santrallerin etkisi incelenmeli- Pelin Cengiz

İstediğiniz kadar yüzey temizliği yapın, bir yeri temizlerken diğer taraftan atık devam ediyorsa buna temizlik denir mi?

Marmara’nın ölümü: İstanbul kolera salgınına hazır mı – Bülent Şık

Denizdeki müsilajin kolera salgını getirmesi mümkün. Ama her şeye rağmen devam etmekten ziyade durmayı, onarmayı öne çıkarmalıyız. İnsan, bitki, hayvan ve çevre sağlığını bir bütünün birbiriyle ilişkili parçaları olarak görmeye çalışarak çözümler arayacağız.

EN ÇOK OKUNANLAR