Nükleer enerji karşıtlığı siyasetin belirleyicisi oluyor – Pelin Cengiz

Japonya’da yaşanan deprem ve tsunami felaketi sonrası özellikle gelişmiş ülkelerin nükleer enerji santrallerine olan yaklaşımı ve konuyla ilgili gelişmelere yönelik algısı büyük oranda değişti. Biz de ise pek yeni bir durum yok. Geçen hafta Enerji Bakanı Taner Yıldız, ekonomik gelişmişlik ve kalkınmanın ölçüsünü nükleer santral sahipliğine indirgeyerek yaptığı kıyaslamada, “Nükleer santraller keşke 30-40 yıl önce kurulsaydı, bırakın enerji fiyatlarını, sanayinin durumu şu anki durumun belki iki üç katı olurdu” gibi absürt bir çıkarsamada bulundu. Petrol zengini Arap ülkeleri neden kendi başlarına kalkınmakta zorlanıyor acaba? Bakan bununla da yetinmeyerek, nükleer güç santrallerine elektrik üretimi açısından bakılmaması ve sanayileşmenin önemli bir kalemi olarak görülmesi gerektiğini ifade etti. İsteriz ki o ‘keşke’nin içine yenilebilir enerji türleri de dahil edilmiş olaydı… Enerji, siyasetten ve hamasetten arındırılmış bir sektör değil, bunun örnekleri pek çok. Ancak, artık siyasetin belirleyici unsurlarından birinin de ekoloji olduğunu görememek, 30-40 yıl önceki siyasetçi modeline tekabül ediyor. İnsana ve çevreye yönelik ciddi tehlikeler oluşturan, ekolojik dengeye zaran veren enerji türlerinin artık koşulsuz kabulü diye bir durum söz konusu değil. Son dönemde özellikle nükleer santraller gelişmiş ülkeler tarafından sorgulanıyor, yatırımlarda yenilebilir enerji türlerine yönelik paylar artıyor.
Bakalım Avrupa’ya. Enerji ihtiyacının yüzde 80′ine yakınını nükleer santrallerden sağlayan Fransa’da nükleer endüstrinin lobi gücü haliyle çok yüksek. Fakat, Fukushima felaketi ve ardından Almanya’da kamuoyunun baskısıyla nükleer santrallerin kapatılması kararı, Fransa’da nükleer enerji karşıtlarının seslerini yükseltmesine yol açtı. Hatta artık siyaseten nükleer enerji karşıtlığının veya yandaşlığının halk nezdinde önemli bir parametre olarak ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Fransa özelinde bakarsak, siyasi partilerin hemen hepsi bir şekilde enerji politikalarında değişime giderken, Cumhurbaşkanı Sarkozy ve hükümetinin enerji politikası giderek yalnızlaşıyor. İş artık nükleer olsun mu olmasın mı noktasından, nükleer enerji santrallerinin orta vadede kapatılmasını isteyenlerle, bu enerji türünün payını azaltmak isteyenler noktasına evriliyor.

Çevreci sosyalizm
Nisan-Mayıs 2012’de Fransa’da yapılacak başkanlık ve parlamento seçimleri öncesi Sosyalist Parti ve Yeşiller, genel seçimlerde birlikte hareket etmek için en sonunda anlaştı. Yeşiller, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Sosyalistlerin adayı François Hollande’a destek verecek. Dolayısıyla, Sosyalistlerin kazanması halinde, farklı bir politika uygulanacağı kesin. Çünkü, geçen haftaki anlaşmaya göre, iki tarafta da yeni bir ekonomik, sosyolojik ve ekolojik modelin benimsenmesi konusunda istek ve kararlılık gösteriyor. Hedef, hayata geçirilecek bir enerji dönüşümü yasasıyla 2025’te nükleer enerjiyi yüzde 50’ye indirmek, 24 adet nükleer santralı kademeli olarak devreden çıkarmak ve yeni proje geliştirmemek üzerine kurulu. Kimi çevreciler ve nükleer karşıtları tarafından yetersiz bulunan bu anlaşmaya rağmen yine de ezberi bozulan Sarkozy’nin söyleyebildiği tek şey, “nükleer enerji üretimini düşürmek çılgınlık” ve bizim siyasetçileri hatırlatan “mum devrine mi döneceğiz” şeklinde oldu. Yetmedi, nükleer uzmanları da dahil herkesin lüzumsuz olarak nitelediği yeni bir nükleer santral sözü verdi.
Halbuki yakınlarda BBC’nin 23 ülkede yaptırdığı bir araştırma, kamuoylarının artık yeni nükleer santraller istemediğini ve nükleer enerjiye güvenmediğini açık bir şekilde gösteriyor. Araştırmaya göre, Türklerin yüzde 41’i nükleer enerjinin tehlikeli olduğunu, dünyadaki santrallerin en kısa sürede kapatılması gerektiğini düşünüyor.
Yüzde 32’lik bir kesim ise dünyada var olan nükleer santrallerin kullanılmasını ancak yenilerinin yapılmamasını istiyor. Yani toplamda yüzde 73, yeni nükleer santrallere karşı. Araştırmaya göre, Almanya’da nükleer enerjiye muhalefet altı yıl önce yüzde 73 iken şimdi yüzde 90. Nükleer santral karşıtlığı Fransa’da yüzde 66’dan yüzde 83’e, Rusya’da yüzde 61’den yüzde 83’e yükselmiş durumda. Varolan santrallerini hemen kapatmaya en istekli ülkeler Almanya ve İspanya. Santrali olmayıp da isteyen ülkelerin başını Nijerya, Gana ve Mısır gibi ülkelerin çekiyor olması da araştırmanın ilginç notu. Fransa’da IFOP’un (Institut Français d’Opinion Publique) temmuzda yaptığı bir araştırmada “Yenilenebilir enerjiyle tüm ülkenin enerji ihtiyacı karşılanabilir mi” sorusuna halkın yüzde 52’si evet demişti. Bu oran Almanya ve İspanya’da yüzde 70, İtalya’da yüzde 72’ydi.
Tüm bu gelişmelerin özeti, Fransa’da uzun vadede nükleer enerjiden vazgeçilmesi için mücadele eden yeni siyasetçiler iktidara gelebilir. Dünyanın en fazla nükleer enerjiye bağımlı bir ülkesi bu enerjiden çıkış için yeni yollar ararken, Türkiye’nin siyasetçilerinin nükleer ısrarı ve toplum seviyesinde hiçbir ciddi tartışma olmaması açıkçası sırıtıyor.
PELİN CENGİZ/KULİS TARAFI

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Balık ekmek yemekle olmaz, Marmara’nın suyunu için!-Mehveş Evin

Ne yazık ki müsilaj felaketini balık yemek, denize girmek, denizin yüzeyini temiz görmeye indirgemek, bu büyük ekolojik krizi durdurmanın önündeki en büyük engel.

Marmara Denizi’ndeki kirlilik sorununa bir çözüm: Agroekoloji – Bülent Şık

Agroekolojik yöntemler sulardaki nitrat kirliliğini azaltıcı bir sonuç doğurur ve bu da içme suyu kaynaklarının korunması anlamına gelir.

Örgütlü sessizlik – Arat Dink

Zeki Tekiner, dört ay önce başka bir silahlı saldırıdan şans eseri ölümcül bir yara almadan kurtulmuştu. Vali’yi olayın siyasi boyutu olduğuna ikna edememişlerdi. Dostları Nevşehir’den bir süre uzaklaşmasını istediler. O, “Bana Nevşehirliden zarar gelmez” dedi, kaldı. Su, tanıdık akıyor, değil mi?

Marmara Denizi’ndeki müsilaj kirliliğinde kömürlü termik santrallerin etkisi incelenmeli- Pelin Cengiz

İstediğiniz kadar yüzey temizliği yapın, bir yeri temizlerken diğer taraftan atık devam ediyorsa buna temizlik denir mi?

Marmara’nın ölümü: İstanbul kolera salgınına hazır mı – Bülent Şık

Denizdeki müsilajin kolera salgını getirmesi mümkün. Ama her şeye rağmen devam etmekten ziyade durmayı, onarmayı öne çıkarmalıyız. İnsan, bitki, hayvan ve çevre sağlığını bir bütünün birbiriyle ilişkili parçaları olarak görmeye çalışarak çözümler arayacağız.

EN ÇOK OKUNANLAR