Bu yazı diken.com.tr sitesinden alındı
2019’a ırkçı ve yabancı düşmanı bir söylemin kitlesel ve sarsıcı bir şekilde baştacı edilmesiyle girdik. Aması fakatı yok. Altı nasıl doldurulmaya çalışılırsa çalışılsın, “Ülkemde Suriyeli istemiyorum” demek, belli bir uyruğa sahip bir topluluğa karşı düşmanca bir tavır sergilemektir. Troller ve bot hesaplar bu etiketin yayılmasını ne ölçüde tetikledi, bilmiyoruz, ama gerçek karşımızda karanlık ve sarp bir dağ gibi dikilmiş vaziyette. Bu tehlikeli hissiyat ve söylem neredeyse tüm partilerin seçmenleri ve hatta bazı milletvekillerini aynı paydada buluşturuyor.
Argüman malum ve şöyle özetlenebilir: “Türk askeri Suriye’de
savaşırken onlar burada keyif çatıyor. Mehmetçik şehit olurken, onlar
burada, Suriye bayrağıyla yılbaşı kutluyor!” Bayrağın Esad’ın
Suriye’sine değil, Türkiye’nin lojistik destek, gerektiğinde silah ve
hatta maaş verdiği, Suriye Ulusal Ordusu’na (SUO) ait olduğunun farkında
değil hiçbiri. Otuz beş bin kişilik olduğu söylenen bu orduda, daha
önce Suriyeliler’in can verdiği ve evlerinden oldukları çatışmaların
aktörü bazı cihatçı gruplar da var.
TSK neden orada?
Peki, Türk askeri neden Suriye’de? Suriyeliler için mi? Herkes gayet
iyi biliyor ki, hiçbir devlet, kendi çıkarı söz konusu değilse, başka
bir ülkede operasyona girişmiyor. Türkiye’nin öncelikleri belli.
IŞİD’den boşalan yerlerde başını YPG öncülüğündeki Suriye Demokratik
Güçleri’nin (SDG) hâkimiyetinde bir hat oluşmasına izin vermemek.
Türkiye’ye bağlı diyebileceğimiz SUO, Esad’a bağlı güçlerle değil, SDG
içindeki Kürtler’le savaşmak üzere Menbiç’e gidiyordu. Esad güçleri
Menbiç’e girince plan değişti mecburen.
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin oradaki varlık nedenini bizzat Erdoğan şöyle açıkladı geçenlerde: “Bizim
bütün hedefimiz burada YPG’nin gerekli dersi almasıdır. Bu konuda da
kararlılığımız tamdır. Silahlı kuvvetlerimiz bölgede çalışmalarını
sürdürüyor. Türkiye olarak bölgede her türlü gerekli adımı atmış
vaziyetteyiz. Suriye’nin bölünmesine karşıyız. Hedefimiz, oradaki terör
örgütlerinin çıkmasıdır. Örgütlerin çıkması halinde bize de yapacak iş
kalmaz.”
Yani TSK Suriye’de Esad ile çatışmak üzere bulunmuyor. IŞİD ile mücadelesi de son iki yılın konusu. Bu durum “TSK Suriye halkını kurtarmaya çalışırken, Suriyeli eli silah tutan erkekler Türkiye’de keyif yapıyor” argümanını geçersiz kılıyor.
Eli silah tutan Suriyeliler’e gelince…
Türkiye’de bulunan 3 milyon 622 bin 366 kayıtlı Suriyeli’nin yüzde 29,3’ünü 18-59 yaş arası erkekler oluşturuyor. Bu yaş grubundaki gençler savaş başladığı sırada ya da sonrasında Suriye’den çıkarken çocuk yaştaydı. Yani ellerine büyük olasılıkla hiç silah almamışlardı. Onlar ve grubun içinde yer alan diğer erkekler için geçerli başka bir hakikat de bu insanların asker değil, sivil olması. Sivilleri savaşa zorlamak, ellerine silah almaya mecbur etmek de ancak kendi devletlerinin yapacağı bir zorbalık. Suriye yönetimi 2016 yılında yedek asker olarak göreve çağrıldığı halde orduya katılmayan 500 bin kişinin isimlerini yayınlamış ve haklarında dava da açmıştı.
Savaşmak istemeyen, kendi devleti tarafından silah altına alınmaktan
kaçan, özgürlük ve demokrasi talepleri için cezalandırılan insanlar
evleri başlarına yıkılırken aileleriyle beraber ülkeden çıktılar diye
suçlu olabilirler mi?
Suriye ordusundan kaçan çeşitli rütbelerdeki askerler de
hatırlanmalı. Bunlar sürecin başlarında ilk haliyle Özgür Suriye
Ordusu’nun (ÖSO) da içinde yer aldılar. Yani Esad’a karşı örgütlenen ve
diğer devletler tarafından silahlandırılan güçlerin içinde Esad’ın
ordusundan ayrılan Suriyeliler zaten vardı.
Geri dönecek ev mi kaldı?
“Ülkemde Suriyeli istemiyorum” diye yapılan paylaşımların altında Şam’dan olduğu iddia edilen yılbaşı kutlaması görüntüleri de vardı. Bu görüntüler üzerine “İşte Şam’da savaş falan yok. Geri dönsünler” argümanına sarılanlar da oldu. Bu görüntülerin teyide muhtaç olduğu ayrı konu. Asıl meseleye gelip, o sorunun cevabını verelim.
Suriye’de 2012’den bu yana 22 milyonluk nüfusun yarısından fazlası yerinden yurdundan oldu. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin (BMMYK) 27 Aralık 2018 itibariyle güncellediği rakamlara göre, bunlardan 5 milyon 662 bin 718’si mülteci konumunda. Yani Türkiye ağırlıklı olmak üzere başka ülkelere dağılmış durumda.
Evi yıkılan, yaşadığı kentlerden, mahallelerden veya köylerden kaçıp
Suriye’de kalanların sayısı mülteci sayısından fazla: BMMYK rakamlarına
göre 6 milyon 600 bin Suriyeli kendi ülkesinde yerini yurdundan olmuş
vaziyette. Yani toplamda 12 milyon 200 bin Suriyeli’nin evinden uzakta
ve çoğunluğun da evinin ya da mahallesinin yerinde yeller esiyor.
Ya yıkıldı, ya istimlak edildi
Evine dönmek isteyenleri de artık başka bir sürpriz bekliyor. Esad yönetimi 2 Nisan 2018’de çıkardığı 10 numaralı kanunla
Suriye vatandaşlarına sahip oldukları gayrı menkulleri bildirmeleri
için 30 günlük süre tanıdı. Kanuna göre Suriye vatandaşları yeni kurulan
mahalli idarelere giderek söz konusu taşınmazların kendilerine ait
olduğunu kanıtlamakla yükümlü kılındı. Otuz gün içinde hakkında
bildirimde bulunulmayan taşınmazlara ise devlet tazminat ödemeksizin el
koyacağını duyurdu. Evini terketmek zorunda kalan Suriyeliler’in çoğunun
yanında tapu olmadığı gibi, kırsal ya da az gelişmiş bölgelerde yaşayan
çoğu Suriyeli’nin evi kayıtlı bile değildi. Ayrıca dönemedikten sonra
tapu ne işe yarardı ki? Bu kanunla bir zamanlar Esad’a başkaldıran
güçlere ev sahipliği yapan bölgelere dönüşler engellenmiş oldu. Yani
evlerine dönmeleri gereken Suriyeliler’in çoğunun büyük ihtimalle
yıkıntı halinde bile olsa, evi falan kalmadı.
Esad Yönetimi 2012 – 2013 yıllarında Şam ve Hama’da bazı sivil
yerleşim alanlarını da yıktı. Bu yıkımlar İnsan Hakları İzleme
Örgütü’nün raporlarına “Binlerce yerleşim yeri Suriye yönetimi tarafından kanunsuz şekilde yıkıldı” şeklinde yansıdı. Boşalan ve sağlam olan evlere daha 2014’te çevreden Alevi nüfusun getirilip yerleştirildiği de bazı raporlarda yer aldı.
Ayrıca Esad’ın istihbarat teşkilatı Muhaberat’ın 1,5 milyon Suriyeli
hakkında arama çıkardığı haberi de, 25 Mart 2018’de Zaman Al Wasl
internet sitesinde “Siz de isminize bakın” duyurusuyla yayınlandı.
Sonuç olarak, Türkiye’de ya da dünyanın herhangi bir yerinde bulunan Suriyeli sivillere ne “Gidin savaşın” ne de “Evinize dönün”
denebilir. Suriyeli mültecilerin dönebilmesi için onları güvenli bir
hayat ve başlarını sokabilecek evlerin beklemesi gerek. Bu krizin
sorumluluğunu Esad olduğu kadar, onun yanında ve karşısında yer alan ve
planı iflas edince çekip gitmek isteyen ABD de dahil, yıkımın büyümesine
katkıda bulunan tüm devletler taşıyor.
“Ülkemde Suriyeli istemiyorum” diyenlerin kaçı bunları okuduğunda sözlerini geri alır, merak ediyorum.
Banu Güven – Diken