ManşetYazarlar

Mülteciler için ve yabancı düşmanlığını önlemek için – Dr.Angelika Claussen / Dr.Alper Öktem

0

Nisan ayı ortalarında Antep ve Hatay’da Suriyeli mültecilere hizmet veren ve farklı kuruluşların idaresinde bulunan toplum merkezlerini ziyaret ettik. Kimi merkezler Türkiye merkezli derneklere bağlı iken, ki bunların finansmanı gene uluslar arası kaynaklarla mümkün, kimi merkezler ise doğrudan uluslararası kuruluşların Türkiye şubesi gibi.

Merkezlerin ortak özellikleri Suriyeli mültecilere sundukları kurslar, ki bunlara yerli halk da katılabiliyor, ve çocuklar için boş zaman programları. Ayrıca zor durumda olan mültecilerin izlenmesi ve yardım edilmesi, buna hastane / sağlık alanında yardım dahil. Kimi merkezlerde psikolojik / psikiyatrik yardım da veriliyor. Bu arada savaşın ruh sağlığı açısından esas kurbanlarının çocuklar olduğunu öğrendik.

Basına yansıyan çeşitli ürkütücü haberleri bu gezimizde biz de duyduk. Genç kızların ve çocuk yaştaki kızların yerli halktan erkeklere satılması, mülteci konumundaki insanların savaşçı grupların asker devşirme alanı olması gibi.

Fikri Sağlar’ın verdiği bilgilere göre* “Sığınmacılar, Türkiye’nin sınır bölgesindeki 9 kente öncelikle göç etmiştir.” Toplam rakam 1 Milyon 700 bin olarak tahmin edilmekte. “Yoğunluk Mersin, Adana, Gaziantep, Hatay, Şanlıurfa ve Kilis illerine dağılmıştır. Bu kentlerde müthiş bir kaos yaşanıyor.” Mersin ve Gaziantep’te 250’şer bin sığınmacı olduğu söyleniyor. “Barınma merkezlerinde 270 bin kişi yaşamaktadır.

Buraları ziyaret etmek imkansız gibi. Toplum merkezleri ise o şehir ve kasabalarda ev tutabilen Suriyelilere hitap ediyor.

Sığınmacılara yardım edenler: Türkiye’nin çağdaş, hümanist yüzü.

Toplum merkezlerinde hemen tamamı büyük şehirlerden gelen genç insanlar canla başla çalışıyorlar. Aynı zamanda toplum merkezleri Suriyeli personel çalıştırmakta, örneğin kurs öğretmenleri (bilgisayar, Arapça, Türkçe, İngilizce, meslek kursları).

Çalışanlar yaptıkları işi yalnızca bir iş olarak görmüyorlar, aynı zamanda dünya görüşlerinin bir parçası olarak mülteciler için bir angajman olarak değerlendiriyorlar. Kimisi büyük şehirlerde daha önce bu alanda gönüllü çalışmış, kimisi bölgeye gelmesini bir tercih olarak ifade ediyor. Toplum merkezleri arasındaki, örneğin süpervizyon benzeri toplantılar, tecrübe alış verişleri ve kimi zaman iş paylaşımları gibi yaklaşımlar çalışmalarının verimini arttıracağı gibi bu idealist insanları güçlendirecektir diye düşünüyoruz.

Mültecilere yönelik çalışma insan hakları mücadelesinin bir parçası.

Mültecilerin kimi işkence görmüş, kimi en yakın akrabalarının öldürüldüğünü görmüş. Bu insanların barınma, sağlık, eğitim, yeme içme gibi temel ihtiyaçlarının ve temel haklarının karşılanması insan hakları çalışması demek. Travma tedavileri sığınmacılar sorunsalının ana öğelerinden biri. Yukarıda belirttiğimiz büyük rakamlara ulaşan mülteci sayısı göz önüne alındığında bu alanda verilebilen hizmetin çok küçük olduğu görülüyor. Beri yanda Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın Ezidi mülteciler için daha doğuda toplum merkezi ve tedavi merkezleri kuracağı bilgisi aynı günlerde ulaştı. Dışardan bir gözlemci olarak mevcut toplum merkezleri ve yardım çalışmalarının TİHV’nin gerek insan hakları (çocuk haklarının özellikle altı çizilmeli) gerekse travma tedavisi konusundaki 25 yılı bulan tecrübesi ile kooperasyonunun faydalı olacağını düşünüyoruz. Böyle bir işbirliğinde tabii ki diğer insan hakları kuruluşları, IHD. Mazlum Der ve Tabip odası da yer almalı.

Büyük gerginlik

Fikri Sağlar ‘Mersin sokaklarında dolaştığınızda size en çok şikâyet edilen konunun “Suriyeliler” olduğunu görürsünüz’ diyor. Biz de Antep ve Hatay’da benzeri gözlemler yaptık. Fikri Sağlar Mersin için ‘Orta kesimde ekonomik, alt kesimde güvenlik krizi yaşanıyor’ uyarısında bulunuyor.

Bizce yabancı düşmanlığı hele hele şiddete başvurabilecek yabancı düşmanlığına (Antep’te yaşadığımız gibi) karşı çok daha güçlü önleyici toplumsal çalışma gerekiyor. Gezdiğimiz alanda   Toplum Merkezleri ile yerel sivil   toplum kuruluşları arasında hatırı sayılır bağlar görmedik. Sivil toplum kuruluşlarının kentlerınde faaliyet gösteren ve Suriye’li mültecilerle dolup taşan Toplum Merkezlerinin çalışmaları hakkında genellikle bilgi sahibi olmadıklarını görmek şaşırtıcı idi.

Prevensiyon

Bir kaç günlük bir gezi mülteci sorununu kapsamlı bir şekilde ele almak için elbette yeterli değil.       2 milyona yaklaşan bu mülteci kitlesinin kendi içinde asla homojen olmadığını bilmek gerekiyor. Ama biz genellikle “Suriyeliler” diye kestirip atıldığını gördük. Aynı tecrübeyi Almanya ve diğer Avrupa ülkelerinde de edinmiştik, Türkler yahut Ruslar vb kestirip atılır, hepsi aynı kefeye konur. Kollektif suçlamaların ilk basmağı galiba bu yüzeysel   tanımlama ile başlıyor ve önyargının kaynağını oluşturuyor.

Gerek bu büyük mülteci akınının ev sahibi ülke Türkiye’de yol açtığı problemler ve gerekse de                 mültecilerin problemleri hakkında   tüm ülkenin bilgilenmesi gerekiyor. Mültecilere yardım eden çevrelerin bir yandan kendi içinde, beri yandan   yerel     demokratik güçlerle işbirlliğine girmesi önemli. (Buna farklı bir alandan da olsa şu örnek verilebilir: TİHV Diyarbakır şubesi 25 yıldan beri yerel insan hakları savunucuları ve hekimlerle çalışıyor) Ev sahibi halkın mültecileri tanıması başlıbaşına bir prevensiyon çalışması ve bu konuda geniş bir koalisyona ihtiyaç var bu görevi üstlenecek, köprüler kuracak   bir koalisyon. En büyük yanlışlık herhalde kafayı kuma gömmemiz ve   sanki problemi çözecek mucizeyi beklememiz.

Mülteciler arasında muhakkak demokrat, aydın, toplumsal duyarlılık taşıyanlar vardır. Bunlar da prevensiyon çabalarına katılabilirler. Yani evsahibi halkın şiddete dek uzanabilecek gerginliğini azaltmaya, ırkçılığı engellemeye , tanımaya tanıştırmaya özetle prevensiyon çalışmasına ihtiyaç var.

Toplum merkezlerinde çalışan başı açık ve ufku kadın erkek eşitliğine ulaşan ve anadillleri yanında Arapça, İngilizce, Türkçe bilen Kürt kızları. Başı örtülü   bilgisayar   yahut kuaför kursu öğretmenleri, vatandaşları Araplara Türkçe kursu veren Suriyeli Türkmenler. Bu arada kısa bir süreden beri türkçe öğrenme eğiliminin güçlendiğini öğrendik.   İltica bazen göçün ilk adımı oluyor işte. Bize göre sosyal konut yapımı politikası Türkiye’nin atması gereken en acil adım, çılgın rakamlara ulaşan kiralar ve sokaklarda uyuyan yoksullukla, evsizlikle mücadeleyi seçim kampanyasına sokmalı.

Dr.Angelika Claussen / Dr.Alper Öktem

*    ( BirGün 30 Nisan 2015)

More in Manşet

You may also like

Comments

Comments are closed.