Kuraklık mı sürpriz, biz mi şaşkın?

akgun ilhanTürkiye’de hemen her sene kuraklık meselesi gündeme gelir. “Kuraklık köylünün belini büktü” diye başlayan haber başlıklarını, filanca köyünde “halk yağmur duasına çıktı” haberleri izler. Bazen bu duaların işe yaradığı da olur, hem de fazlasıyla! Geçtiğimiz Temmuz’da (2013) Ordu’da yapılan yağmur duasından 3 gün sonra sel basması gibi. İşte bir kez daha o bildik “kuraklık gündemi”nin içindeyiz. Kışın ortasına geldik ama tek damla yağış yok. Başta İstanbul olmak üzere ülkenin dört bir yanında yağış azlığından barajların mevsim normallerinin altında su tuttuğu, bu gidişle ciddi bir susuzluk yaşanacağı haberleri geliyor.

Kuraklık, öyle bir afet ki salt doğal etmenlerin ortaya çıkardığı bir olgu gibi algılanıyor. Ancak bu afet ekolojik dinamiklerden çok, sanayi ve endüstriyel tarım faaliyetlerine bağlı. Zira kuraklık büyük oranda tüm gezegeni etkileyen iklim değişikliği ile ilgili. İklim değişikliği ise sanayi devrimiyle ortaya çıkan yoğun fosil yakıt tüketimi ve bunun atmosfer sıcaklığını yükseltmesinin sonucu. Dünya ısındıkça, iklim olayları ekstrem hale geliyor. Dünyanın bir yanını kuraklık kavururken, başka bir yanını seller götürüyor. Aynı yerde yılın bir döneminde kuraklık, bir başka döneminde aşırı yağışlar hakim oluyor. İklim olayları insanlarla birlikte tüm canlıları oradan oraya savuruyor.

Türkiye’ye dönecek olursak, Bursa, Kocaeli ve Aksaray’dan da kuraklık haberleri geliyor. Bursa’nın Yenişehir Ovası’na can veren 8 gölette su seviyesi yüzde 3′lere kadar inerken, Kocaeli’nin içme suyunun büyük bölümünün sağlandığı Yuvacık Baraj Gölü’ne giren su miktarı 190 bin metreküpe kadar düştü. Bu nedenle Kocaeli’ne Sapanca Gölü’nden su takviyesi yapılıyor. Aksaray son 20 yılın en kurak yılını yaşıyor. Dört gün önce Hatay’ın Arsuz İlçesine bağlı Kepirce Köyü’nde kış ortasına gelinmesine rağmen yağış olmadığı için köylüler yağmur duasına çıktı. Yine üç gün önce Tekirdağ’ın Şarköy ilçesinde de insanlar yağmur duası yaptı. Dün de Balıkesir ilinin Burhaniye ilçesinin Dutluca Köyü’nde yüzlerce kişinin katıldığı bir yağmur duası yapıldı. Bugünlerde kuraklığın vurduğu Burhaniye’yi, geçen sene seller götürüyordu.

İstanbul da bir kez daha susuzlukla yüzyüze. Mega kentin su ihtiyacını karşılayan 10 barajın 9 Ocak tarihi itibariyle doluluk oranları ortalaması %34.89’a kadar düştü. Bunlardan Pabuçdere Barajı’nın doluluk oranı %0,35. Yani baraj an itibarıyla kuru. Baraj doluluk oranları Ocak ayları karşılaştırmasında son 10 yıldaki ikinci en düşük seviyeye indi. 2013 yılının 11 aylık yağış miktarı da dün itibariyle metrekareye düşen yağış miktarı 467,9 kilogramlık oranla son 50 yıllık ortalama olan 618,3 kilogramın da altına düştü.

Kuraklık bu durumdayken yetkililer ne yapıyor dersiniz? Onlar kuraklığı önlemekle değil, 3. Köprü, 3. Havalimanı ve Yenişehir projeleri gibi yatırımlarla ülkeden İstanbul’a mevcut göçü azdırmakla meşgul. Kuraklıkla mücadeleden anladıkları daha fazla su tasarrufu değil, su arzını artırmak olan bu “yetkililer” sürekli büyüyen nüfusun artan su ihtiyacını Melen ve Yeşilçay gibi hidrolik projelerle karşılamaya çalışılıyor. Melen ve Yeşilçay projlerinden geçtiğimiz yıl 157 milyon 635 bin m3 (2011’de ise 109 milyon 860 bin, 2010 yılında ise 11 milyon 882 bin metreküp) su alınmıştı. Melen Projesi ile yapılan iki şehir ötedeki Düzce’den Melen Çayı’nın suyunun uzunluğu 180 km’yi geçen borularla taşınarak, İstanbul Boğazı’nı geçip Avrupa Yakası’na ulaştırılmasıdır. Yeşilçay Projesi ile yapılan ise Ömerli’ye 60 km mesafedeki Ağva yöresindeki Göksu ve Çanak derelerinin sularının İstanbul’a aktarılması. İyi de sadece Yenişehir projesi ile bile kente 2 milyon nüfus daha ekleneceği tahmin ediliyor. Bu kadar insana hangi su yeter? Peki, bunca su İstanbul’a çekilince, bu su varlıklarına bağlı yaşayan insan ve canlılara neler oluyor? Ne olacak, İstanbul’un kalkınmasının bedelini onlar ödüyor.

Konu susuzluk olunca, herkesi bir tedirginlik almış durumda. Bunun üzerine Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu yine iddialı bir açıklama yaptı. İstanbul’da 3 sene kuraklık olsa bile suyun yeteceğinden tutun da, Melen ve Yeşilçay projeleriyle şehrin su sorunun 2040’a kadar çözüldüğünü söyledi. Bir de 3 yeni baraj daha yapacaklarını müjdelemez mi… Barajların Sungurlu ve Osmangazi’ye inşa edileceğini söyleyen Eroğlu projelerin hazırlanması için de talimat verdiğini açıkladı. Şimdi barajların yapılacağı bölgelerin insanları kara kara düşünmeye başladı… Hızını alamayan bakanın son sözleri ise şöyleydi: “Altyapı şebekesi tamamen yenilendi. 200-300 yıl dayanacak bir şebekemiz var… Çok karmaşık, yedeğin yedeği olan bir sistem var İstanbul’da… Bu kadar biz büyük şehire nasıl su veriyoruz. Bazen ben bile şaşırıyorum”.

Evet, bu ülkede herkes şaşkın vaziyette zaten. İklim değişikliğinden en fazla etkilenecek bölgelerin başında gelen Akdeniz Çanağı’ndaki yarı kurak iklimli bir ülkede her sene kuraklıkla yüzyüze gelmemize rağmen, sanki ülkenin gündemine kuraklık ilk kez geliyormuş gibi şaşkınız. İklim değişikliğinin mimarı onlarca termik santrali tüm ülkenin havasını ve suyunu kirletip, Türkiye’yi dünyada karbon salım artışlı hızında birinci sıraya otururken ve daha onlarca termik santrali projesi planlanırken, yetkililer kuraklık sanki bir sürprizmiş gibi şaşkın… Karayolu ve özel otomobile dayalı bir taşımacılık politikasını uygulanıp iyice palazlanırken ve karbon emisyonuna emisyon katarken, bakanlarımız kuraklık karşısında hala şaşkın. Yerin üstünde ve altındaki tüm su varlıkları Konya Ovası ve Çukurova gibi üretim alanlarında yerelin ihtiyacına değil de, dünya pazarının talebine yönelik su canavarı ürünlerin tarımını teşvik edilirken ve su varlıklarımız hızla tüketilirken, kuraklık ve susuzlukla başa çıkamayan Tarım ve Hayvancılık bakanımız çok şaşkın.

Öyle ki şaşkınlıktan dişe dokunur ve uzun vadede de etkili olacak çözümler üretmek yerine, daha fazla baraj kurmak gibi günü kurtarmaktan öte gitmeyen çözümleri ısıtıp ısıtıp önümüze koyuyorlar. Kuraklık ve susuzluk “yetkililere” bırakılmayacak kadar ciddi meseleler. Yanlış yönetim uygulamalarıyla daha sertleşen ve tüm canlılığı ve gelecek nesilleri doğrudan ilgilendiren kuraklık, doğa ve emek sömürüsü üzerine kurulu mevcut sistemle ilgili bir sorun. İklim değişikliğini artıran enerji biçimlerinden hızla uzaklaşmak, daha az karbon salımı ve su tüketimine neden olan enerjileri teşvik etmek, sanayide ve tarımda enerji ve su verimliliği ve tasarrufunu sağlamak için gerekli reformların yapılması şart. Yoğun su ve enerji tüketimine dayalı yaşam biçimlerinden vazgeçmek ve buna uygun kent yaşam alanlarının hayata geçirilmesini talep etmek gerek. Suyun fiyatının artırarak su hakkının gasp eden uygulamalardan vazgeçip, bu hakkın korunmasını güvence altına alacak yeniliklerin yapılması lazım. Yoksa kuraklık hepimizi artan bir dozda şaşırtmaya devam edecek.

Akgün İlhan – marksist.org

Akgün İlhan
Akgün İlhanhttps://akgunilhan.blogspot.com
Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Peyzaj Mimarlığı’nı 1996’da bitirdi. Önce Hacettepe Üniversitesi Eğitim Programları bölümünde (2002) ve sonra İsveç Enstitüsü bursu ile Lund Üniversitesi Uluslararası Çevre Bilimi (2005) ana bilim dalında yüksek lisanslarını tamamladı. UNESCO Su Bilimleri Bölümü’nde (Paris) tüm dünyada 100’den fazla büyük nehir havzasını kapsayan su yönetimine halk katılımı temalı “Çevre, Yaşam ve Politika için Hidroloji”(HELP) adlı bir projeyi yürüttü. 2005’te Barselona Otonom Üniversitesi (UAB) Çevre Bilimleri ve Teknolojileri Enstitüsü’nde (ICTA) Politik Ekoloji dalında başladığı doktorasını Katalan Hükümeti bursu ile tamamladı (2010). Aynı dönemde (2005-2008) Avrupa Birliği fonlu Bütünleşik Sürdürülebilirlik Değerlendirme Yöntem ve Araçları (MATISSE) adlı projede araştırma görevlisi olarak çalıştı. İspanya’da Eco-union adlı STK’da profesyonellere yönelik eğitim programları da veren Akgün (2006-2009), 2012-2018 arasında da Su Hakkı Kampanyası’nda (İstanbul) çalıştı. Çeşitli dergi ve kitaplarda yazıları olan Akgün, ”Yeni Bir Su Politikasına Doğru: Türkiye’de Su Yönetimi, Alternatifler ve Öneriler” (2011) adlı kitabın yazarıdır. Ayrıca Açık Radyo’da önce Su Hakkı’nı (2012-2018) hazırlayıp sunmuştur. 2018 yılından bu yana ise Sudan Gelen adlı programın yapımcısıdır. Akgün ayrıca 2016 yılından beri Boğaziçi Üniversitesi Turizm İşletmeciliği Bölümü’nde ”Çevre ve Turizm” ile ”Sosyal ve Çevresel Perspektiflerden Sürdürülebilirlik” adlı lisans dersleri vermektedir. Akgün aynı zamanda 2019-2020 Mercator-İPM Araştırmacısı olarak Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi’nde çalışmaktadır.

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Balık ekmek yemekle olmaz, Marmara’nın suyunu için!-Mehveş Evin

Ne yazık ki müsilaj felaketini balık yemek, denize girmek, denizin yüzeyini temiz görmeye indirgemek, bu büyük ekolojik krizi durdurmanın önündeki en büyük engel.

Marmara Denizi’ndeki kirlilik sorununa bir çözüm: Agroekoloji – Bülent Şık

Agroekolojik yöntemler sulardaki nitrat kirliliğini azaltıcı bir sonuç doğurur ve bu da içme suyu kaynaklarının korunması anlamına gelir.

Örgütlü sessizlik – Arat Dink

Zeki Tekiner, dört ay önce başka bir silahlı saldırıdan şans eseri ölümcül bir yara almadan kurtulmuştu. Vali’yi olayın siyasi boyutu olduğuna ikna edememişlerdi. Dostları Nevşehir’den bir süre uzaklaşmasını istediler. O, “Bana Nevşehirliden zarar gelmez” dedi, kaldı. Su, tanıdık akıyor, değil mi?

Marmara Denizi’ndeki müsilaj kirliliğinde kömürlü termik santrallerin etkisi incelenmeli- Pelin Cengiz

İstediğiniz kadar yüzey temizliği yapın, bir yeri temizlerken diğer taraftan atık devam ediyorsa buna temizlik denir mi?

Marmara’nın ölümü: İstanbul kolera salgınına hazır mı – Bülent Şık

Denizdeki müsilajin kolera salgını getirmesi mümkün. Ama her şeye rağmen devam etmekten ziyade durmayı, onarmayı öne çıkarmalıyız. İnsan, bitki, hayvan ve çevre sağlığını bir bütünün birbiriyle ilişkili parçaları olarak görmeye çalışarak çözümler arayacağız.

EN ÇOK OKUNANLAR