Hafta SonuManşet

Köylülük, gıda güvenliği ve refah – Tayfun Özkaya

0

Gıda Toplululukları sitesinde Mayıs ayında yayınlanmaya başlanan ve her hafta farklı bir yazarın konuya dair makalesinin yer aldığı [Gıda Güvenliği ve Bağımsızlığı] yazı dizisine Yeşil Gazete Haftasonu ve Kitap eki‘nde ilk yazıdan başlayarak yer veriyoruz.

Yazılara bugday.org/ adresi üzerinden de ulaşabilirsiniz.

***

Bu yazı gidatopluluklari.org/ dan alınmıştır

Neo-liberal düşünce köylülüğe karşı çıkar. Bu bakış açısına göre, küçük köylü işletmeleri verimsizdir. Ölçeğe göre getiri ilkesi uyarınca işletmelerin büyümesi gerekir. Girişimci veya kapitalist çiftçi modeli geliştirilmelidir…

Türkiye’de de özellikle 1980 sonrası zaman zaman geri dönüşler yaşansa da küçük köylü işletmelerini tasfiyeyi amaçlayan tarım politikaları uygulandı. Özellikle gelişmiş ülkelerdeki tarımsal nüfusun yüzde 5’lerin altına indiği gerçeği ileri sürülerek, bunun gerçekleşmesi için uğraşıldı.

Ancak özellikle sanayi ve hizmet alanında gelişen otomasyon, bilgisayar ve iletişim sektörlerinin yoğunlaşması, daha geri ülkelere sanayinin hatta hizmetlerin gönderilmesi, -kapitalist sistemin 1970’lerden bu yana içine düştüğü krizin bir türlü aşılamamasının da katkısıyla- artık kentlerde istihdam artışı çok sınırlı kalmış durumda. Bu nedenle kentlere giden köylü kitlelerine iş yoktur.

Diğer yandan tarım; toplum, doğa ve çiftçiler arasında bir ilişkinin kurulmasına yol açar. Köylülerin doğa ile kurdukları ilişki genel olarak onu koruma eğilimindedir. Bütün bu gelişmeler, tarımın hem toplum hem de doğa açısından bir kriz içine girmesine yol açmıştır.

Yeni köylüler

Buna karşın gerek 20. yüzyıl gerekse de içinde bulunduğumuz 21. yüzyıl içinde köylüler, söz konusu düşüncelerin ezberini bozan eylemlilikler içine girdiler. Köylüler dünyanın birçok yerinde doğaya saygılı ve doğrudan tüketicilere ulaşan yani pazarlama kanalları oluşturarak, kentli çalışan sınıf ve kesimlerle ittifaklar oluşturarak “yeni köylü” denilen bir gelişmeye yol açtılar. Bu oluşumlardan biri olan MST (Topraksızlar), Brezilya’da kolektif tarım işletmeleri oluşturdu. SSCB’de zorla kurulan kolektif işletmelerin çöküşüne karşılık, doğaya saygılı MST birimleri başarılıydı.

“Yeni köylülük” kavramını ortaya atan J. D. V. Der Ploeg’un bir makalesini tanıtan Murat Öztürk sorunu şöylece tanımlıyor: “Köylü üretiminin geçici mi, yoksa kalıcı mı olduğu, geçici bir durum ise hangi şartlarda ortadan kalkacağı, değilse varlığını nasıl sürdürebildiği, zaman içinde nasıl bir dönüşüm geçirdiği gibi sorular olagelmiştir. Siyasal teoride ve eylemde ise köylülüğün müstakil bir sınıf mı yoksa temel sınıflar arasına ara bir kategori mi olduğu, özellikle işçi sınıfının siyasal eyleminde bir ittifak oluşturup oluşturamayacağı öne çıkan tartışma konuları olmuştur. 20. yüzyılın sonları ve 21. yüzyılın başında köylü nüfusun hızla azalması ve tarım üretiminin hemen her ülkede GSYİH içindeki payının azalması, tarımın global ekonomik ve siyasal gelişmelerden derinden etkilenmesi, klasik tarım sorununun ele alınışında farklı yaklaşımları gündeme getirmiştir. Bu dönemde öne sürülen dikkat çeken tezlerden biri de köylülüğün sona ermekte olduğu görüşüdür. Van der Ploeg, bu çalışmada dile getirdiği görüşleri ile köylülüğün sona ermekte olduğu tezine karşı çıkarak; ‘evet bir yandan hızlı bir köylülükten çıkış vardır; fakat diğer yandan da yeniden köylüleşme de yaşanmaktadır’ karşılığını vermektedir.”

Endüstriyel tarım neyi değiştirdi?

20. yüzyıl ortalarından itibaren kentsel yerleşimler, hayvansal üretim ve bitkisel üretim birbirlerinden kopmaya başladı. 18. yüzyıl öncesinde bu üç öge iç içe geçmişti. Hatta kent içi ve yakınlarında da tarım yapılıyordu. Bu dönemde insan atıkları ve hayvan gübreleri bitkisel üretim için kullanılıyordu. Bitkisel atıklar ve yan ürünler de hayvanlar için besin oluyordu.

Bu dönemde aşağıdan yukarı ve yukardan aşağı bir beslenme döngüsü vardı. Yaygın çevre kirliliğinden söz edilmeyen bir dönemdi. Önce kentler büyüdü ve diğer ikisinden koptu. Daha sonra hayvansal üretim de bitkisel üretimden koptu. Bu bir gelişme olarak kabul edilmişti. Amaç bitkisel üretim ve hayvansal üretimde verimi artırmaktı. Ancak hızla artan ekolojik problemler, üretilen gıdaların besin değerlerinin düşmesi, tarım ilaçları ve kimyasal gübrelerle oluşan kirlilik göz ardı ediliyordu. Hayvansal üretim, meralardan koparılarak kesif yem tüketimine dönük bir hal aldı ve hayvanlar kapalı ve sıkıştırılmış binalarda beslenmeye başlandı. Bu durum, fabrika tarımı olarak adlandırıldı. Ancak bunun sonucunda gübre ve idrar havuzlarda toplandı; kimi yerlerde ise nehirlere boşaltıldı. Artık gübreyi bitkisel üretime ulaştırmak ekonomik değildi. Diğer yandan hayvancılık işletmeleri bitkisel üretimden koparılınca nöbetleşmeye giren yem bitkileri ve baklagilleri yetiştirmek gereksizleşti. Bunun bitkisel üretim üzerindeki etkileri yıkıcı oldu. Tek ürün (monokültür) sistemi yoğunlaştı. Son durumda tarım sistemi artık hayvancılığı da kapsayarak endüstriyel tarım olarak adlandırılmaya başladı.

Gıda güvenliğinde sıkıntı

İçinde yaşadığımız süreçte insan, hayvan ve bitki arasında bir metabolik yarılmadan söz ediyoruz. Beslenme akımı kesildi; sadece bitkisel ve hayvansal ürünlerin insana iletilmesi esas alındı.

Bu gelişme sonucu ürünler kimyasal yüklü hale geldi. Üretirken çiftçiler, tüketirken bütün bir halk gıda güvenilirliği açısından sıkıntıya düştü. Çiftçilerin maliyeti arttı, büyük işletmeler ve tek ürün sisteminin yaygınlaşmasıyla tüketicinin ürünlere ödediği fiyat da arttı. Bu da gıda güvencesi açısından olumsuz bir gelişimi başlattı.

Çok değil 50 yıl önce İstanbul’da bile birçok semtte bitkisel ve hayvansal üretim vardı. İstanbul’un meşhur bazı sebzeleri yok oldu. Eskiden her çiftçinin ineği, tavuğu, koyunu varken şimdi birçok köylü artık sütü, yumurtayı marketlerden alır oldu. Birçok çiftçinin hayvancılık yapması artık ekonomik değil. Buna karşılık sadece tavukçuluk, süt veya besi sığırcılığı yapan tarım işletmeleri var. Bu kopma, tarım işletmesi düzeyinde olduğu gibi ülke düzeyinde de ortaya çıktı. Hayvancılık işletmeleri ülkenin belirli bölgelerinde yoğunlaştı.

Çiftçiler, uygulanan tarım politikaları sonucu ürünlerinden elde ettikleri gelirin artmaması hatta bazı yıllar şiddetli düşüşler göstermesine karşılık, satın aldıkları tarım ilaçları, kimyasal gübreler, yem, tohum, mazot, makinelere ödedikleri fiyatın çok hızlı bir şeklide artmasından yakınıyorlar. Çiftçi ne kadar endüstriyel tarıma bağlandı ise bu ezilme daha da güçlü oluyor.

Satın alınan girdilerin işletme içinde üretilmesi ve agroekolojik bir tarıma geçiş bir çözüm olabilir. Bir üretim dalının yan ürünleri veya atıkları, diğeri için girdi olabilir. Çiftçi üzerindeki baskının azalması için ise ürünlerin doğrudan tüketiciye satılmasının yolları aranmalıdır. Bu da ekolojik köylü pazarları, topluluk destekli tarım grupları ile ilişki kurulması, kargo sistemi ile interneti kullanarak pazarlama, eko-kooperatiflerin kurulması, agro-turizm gibi yollarla sağlanabilir.

Köylü tarımı ve girişimci tarım, kapitalist tarım

Tarım kesiminde üç grup çiftçi bulunur. Köylü tarımı ekolojik varlıkların sürdürülebilir kullanımına dayanır. Köylü, geçimini savunma ve geliştirmeye yöneliktir. En temel özelliği çok fonksiyonluluktur. Emek daha çok aile içinden, bazen de kırsal kesim içinde karşılıklı yardımlaşmayla sağlanır.

İkinci grup girişimci tip tarımsal üretim yapanlardır. Finansal ve sanayi sermayesine dayanır. Ölçek olarak büyüme önemlidir. Üretim ileri düzeyde ihtisaslaşmıştır ve tamamıyla pazara yöneliktir. Girdiler ve çıktılar olarak pazara bağımlıdır. Buna karşılık köylüler, çeşitli mekanizmalarla tarım uygulamalarını bu pazarlardan uzaklaştırmaya uğraşırlar. Örneğin çiftçi kimyasal gübre almak yerine bir miktar da hayvancılık yaparak gübrelerini bitkisel üretimde kullanır. Hayvanlarına yem almak yerine de bitkisel ürünlerin artık ve yan ürünlerini kullanır.

Üçüncü grup büyük ölçekli şirket (veya kapitalist) tarımıdır. Bu tarz, devletin yürüttüğü ihracata yönelik tarım desteklemeleri ile gelişir. Emek, aylıklı veya geçici işçiliğe dayalıdır. Üretim kâr maksimizasyonunu esas alır. Girişimci çiftçiler başarılı olduklarında kapitalist çiftçi olurlar. Köylüler sosyal açıdan diğerlerinden büyük ölçüde ayrışırlar.

Kapitalist çiftçilik ve girişimci çiftçilikte gelir daha az sayıda insanın elinde yoğunlaştığı ve ürünlerin sağlıklılığı (gıda güvenilirliği) konusunda olumsuz gelişmeler yoğunlaştığından bir bütün olarak gıda güvencesinin kötüye gittiğini söyleyebiliriz.

Yeni köylüler

Yeniden köylüleşme niteliksel bir kaymayı içerir. Bu bazen Brezilya MST’de olduğu gibi eskiden köylü olan gecekondu halkının tekrar köylüleşmesi olabildiği gibi, endüstriyel tarıma köklü bir şekilde bağlı girişimci kesimin agroekolojik tarım yöntemlerini benimseyerek köylüleşmesi şeklinde de olabilir. Ülkemizde de köy kökenli ancak işçi ve memur olarak çalışmış kişilerin emekli olarak köye dönen ve yeni köylülüğü benimseyen kişi ve gruplara rastlıyoruz. Hatta genç veya orta yaşlı olan ve hiçbir şekilde köy ile ilgili bir geçmişi olmayan kişiler de yeni köylülük saflarına katılabiliyor.

Büyük gıda ve girdi şirketlerinin hegemonyası giderek yükseliyor. Hemen hemen sadece çalışan başına ve/veya dekara verime odaklanmış ve kâr maksimizasyonunu hedeflemiş neoliberal düşünce devlet politikaları ve eğitim/araştırma sektörlerindeki hegemonyasına da dayanarak tarımı biçimlendiriyor. Bu durum, köylü kesiminin şiddetli bir şekilde gelir ve otonomi kaybıyla sonuçlanıyor. Tüketicilere yansıması ise yükselen gıda fiyatları ve gıda güvenliğindeki büyük kayıplar oluyor. Çevrenin yok olma sürecine girmesi ise bütün bir toplumu etkiliyor. Gelişmekte olan ülkelerde tarımda çalışan nüfusun çok azalmış olabilir, ancak tarım, çiftçi ve tüketiciler için doğa ile kurdukları önemli bir bağlantı noktası.

Toplumsal sorunlara soldan bakan bazı kesimler ise köylülüğün yok olmasına karşı bunun kaçınılmaz olduğu görüşü yanında, köylülüğü sosyolojik geriliğin kaynağı olarak görüyor. Diğer yandan gerek tarihte, gerekse günümüzde köylülükte oldukça ileri ve sorumluluk alan girişimler de var. Neoklasik iktisadın desteklediği girişimci çiftçiler de köylüler gibi ellerine geçen ürün fiyatlarının düşmesi ve girdi fiyatlarının artışı nedeniyle, büyük gıda ve girdi sanayilerinin altında eziliyor.

Gıda güvenliğinde yeni köylülüğün yeri

Sonuçta, gerek girişimci çiftçilerde, gerekse de kentli ve bir zamanlar köylü olan hatta hiç köyle ilişkili olmayan kesimlerde başlayan “yeniden köylüleşme” denilen sürece katılanlar, girdi sanayine bağlı olmaktan çıkarak, otonomi kazanmak amacıyla agroekolojik tarım yöntemlerini benimsiyor ve girdileri de tarımdan sağlıyor. Ürünlerin satışında ise süpermarket zincirleri, gıda şirketleri, tüccarlar vb. kesimlerden bağımsız, doğrudan tüketiciye ulaşan pazarlama kanalları kullanmaya başlıyorlar. Bu kanallar arasında ekolojik köylü pazarları, topluluk destekli tarım grupları, eko-kooperatifler, tüketici kooperatifleri, internet üzerinden doğrudan pazarlama, agroturizm gibi birçok form bulunuyor. Bu süreç ülkemiz de dahil olmak üzere dünyanın birçok köşesinde gözlemleniyor. Brezilya MST hareketinde olduğu gibi, doğrudan kentten kıra göç eden çoğu eski köylü veya köy kökenliler, kolektif tarım işletmeleri bile kurabiliyor.

Küresel iklim değişikliği, çevre kirliliği ve gıdalardaki yoksullaşma, kirlenme, gıda fiyatlarının tüketiciler için katlanamaz boyutlara ulaşması gibi endüstriyel tarımın ve uluslararası dev gıda şirketlerinin, uluslararası süpermarket zincirlerinin yol açtığı sorunların çözümünde “yeni köylülüğün” önemli bir rol oynayabileceğini söyleyebiliriz. Kısacası yeni köylülük, gıda güvencesini olumlu bir şeklide destekliyor. Şüphesiz aşağıdan yukarı olan bu değişimler kendiliğinden bu hegemonik yapının kolayca değişebileceği anlamına gelmiyor. Sorunun tarım politikası olduğu kadar genel politikayı da etkileyen yönleri bulunuyor. Ülkemizde de embriyo olarak gelişmekte olan bu sürecin başta araştırmacılar olmak üzere gerekli ilgiyi çekmesi yararlı olacaktır.

Kaynaklar

Başkaya, F. 2015. Yeni Paradigmayı Oluşturmak, Öteki Yayınevi, İstanbul.

Douthwaite, B. 2002. Enabling Innovation- A Practical Guide to Understanding and Fostering Technological Change, Zed Books, London.

FAO, 1996. State of the World Genetic Resources, Rome

Foster, J.B. and Magdoff, F. 2000.“Liebig, Marx, and Depletion of Soil Fertility: Relevance for Today’s Agriculture” Hungry for Profit içinde, Monthly Review Press, New York, s. 43-60.

Norberg-Hodge, H., Goering, P.  ve Page, J.  2001. From the Ground Up- Rethinking Industrial Agriculture, Zed Books, London.

UNEP, 2009. IAASTD- International Assessment of Agricultural Knowledge, Science and Technology for Development- Global Report, Washington. http://apps.unep.org/publications/pmtdocuments/Agriculture_at_a_Crossroads_Global_Report.pdf

Özkaya, T. 2007. “Tohumda Tekelleşme ve Etkileri” Tarım Ekonomisi Dergisi, cilt: 13, Sayı: 1,2, İzmir, http://www.tayfunozkaya.com

Ploeg, J. D. W. 2008. The New Peasantries, Earthscan, London.

Ploeg, J. D. W. 2012.  “Bir Kez Daha Köylü Üretim Tarzı Üzerine” Kırsal Kalkınmada Alternatif ve Yeni Yaklaşımlar, Heinrich Böll Vakfı, İstanbul. https://tr.boell.org/tr/2014/06/16/kirsal-kalkinmada-alternatif-ve-yeni-yaklasimlar-0

 

Tayfun Özkaya

Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü Emekli Öğretim Üyesi

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.