Yeşeriyorum

Korkma İstanbul, ben dostum – Naime Sürenkök

0

Merhaba İstanbul, korkma benden. 10 senedir arada birkaç yıl ve mümkün olan her haftasonu olan uzaklaşmalarımı saymazsak bayağı zaman geçirdik beraber ve geçiriyoruz. Sen kendini ne kadar tanıyorsun? Kendi gözümden her gün karşılaştığım birkaç manzaranı paylaşayım mı?

Sahne 1: Milyonlarca insan taşıyan binlerce metro vagonundan biri

Aceleyle içine doluştuğumuz vagonda insanlara bakınca gülümsemekten alamıyorum kendimi. Herkes o kadar çok somurtuyor ki, sanki belediye bedava dağıtıyor bu somurtma maskelerini.  Sonra haddim olmayarak birkaç kişinin siyah aynasında* neler var merak ediyorum. Birisi renkli balon patlatıyor, birisi arkadaşlarıyla komik konular hakkında mesajlaşıyor, birisi gayet hareketli pop müzik dinliyor. Bu haldeyken somurtmayı nasıl başarıyorlar? İnsanların tepkilerini bayağı değiştiren bir şehirsin valla.

Sahne 2: İşe giderken sabah yürüdüğüm Dikilitaş-Fulya yolu

Bu yolu aylardır kullanıyorum, aynı yoldan giden bir İETT otobüsün de var, çok sağol ama ben almayayım İstanbul. Yoksa günde 10.000 adıma nasıl ulaşırım? Zaten içeridekiler de metro insanları gibi somurtma maskelerini takmışlar, yine güldürecekler beni. Neyse, yola dönelim. Bu yolda yürürken, biz yayalar için kaldırımlar zaten çok dar. Bu da yetmezmiş gibi yanda kocaman bir apartman dairesini işgal eden değerli bir İstanbullu bir de arabasını koymuş o daracık kaldırıma. Kuş gibi seke seke gidiyorum sayelerinde.  Arabalar kendileri için alttaki toprağa ve yeşilliğe azıcık bile izin vermemiş dümdüz yoldan akıp gidiyorlar. Çıkan egsozları sabah sabah solumak zorundayım diyorum, oh çok şükür! Ayıldım tabi, aşağıya Ihlamur Kasrı’na gelene kadar sonbaharın geldiğini fark edemiyorum. Ben aynı gün içerisinde fark ettim, peki her gün sabahın köründe beton apartman dairelerinden beton-cam karışımı bloklara/plazalara taşınan komşularıma ne desem ki? Zaman kavramını da değiştiriyorsun İstanbul.

Sahne 3: Apartmanda aşure dağıtırken

28 yaşımda hayatımda ilk kez aşure yapmayı denedim. 10 kase aşure oldu, hepsinin içinde bir dünya malzeme var,: buğday, fasulye, ceviz, fındık, badem, tarçın, karanfil ve üstünde de nar taneleri. Nuh’a yakışır bir puding oldu.** Sonuç olarak, güzel yani. Dedim ki, aşure yapınca komşulara dağıtmak lazım. Bizim apartman 7 katlı ama elimde kalan 5 aşureyi (diğerlerini evde yedik, afiyet olsun bize) en yakınımdaki komşulara dağıtmak için zilleri çaldım. İki üst kattaki komşumuzun zilini çaldım, bekliyorum. Amca ile Amelie  filminin son sahnesinde Amelie ile Nino gibi karşılıklı kapı ardında bekledik birkaç dakika. Duyuyorum nefesini ama açmıyor. Bakıyor bana o delikten, tabii ki aşure kasesi görüş alanının dışında. Ne zaman ki “Amcacım, aşure getirmiştim” cümlesi ağzımdan çıktı, sihirli kapı açıldı ve aşure el değiştirdi. Yoksa iki lafın belini kıralım desem, paravan arkası devam edecektik karşılıklı bekleşmeye. İletişim kurma yeteneklerimizi de geliştiriyorsun bu arada.

Demem o ki, ilginç bir şehirsin İstanbul.  Bu ilginçliğinden dolayı mı böyle çok sevenin var bilemiyorum ama insana çok şey öğretiyorsun. “Başka bir İstanbul mümkün aslında” desem alınmazsın değil mi?

Notlar:

*BBC Black Mirror serisini izleyebilirsiniz, sadece 6 bölüm!

** İngilizce’de Noah’s pudding diye geçiyor, restoranların İngilizce menüsünden gördüm.

Naime Sürenkök

 

 

Naime Sürenkök

More in Yeşeriyorum

You may also like

Comments

Comments are closed.