Hafta SonuKöşe YazılarıManşetYazarlar

İklim değişiyor; ya biz?

0

COP 27 [1] çalışmaları bugünlerde Mısır’ın Şarm el Şeyh kentinde devam ediyor. Konferans yaklaşık 10 gün devam edecek ve 16 Kasım’da tamamlanacak. Etkinliğin resmi internet sayfasına baktığımızda dört ana başlığın öne çıkacağı görülüyor: Emisyon (salım) azaltımı, uyum, finans ve işbirliği. Bu başlıklar bundan önce de o kadar çok toplantıda görüşüldü ve dağlar o kadar çok fare doğurdu ki, açıkçası bana pek bir şey ifade etmiyor.

COP 27’nin değerlendirmesini bittikten sonra yaparız. Ben bu yazıda başka bir konuya değinmek istiyorum. Geçtiğimiz günlerde iklim aktivistlerinin Van Gogh ve Monet tabloları üzerinden gerçekleştirdikleri eylemler hararetli bir tartışma ortamı yarattı. Bu tartışmalar sırasında kendi yakın çevremden başlamak üzere sıkça duymaya alışık olduğum klişe sözler yine söylendi. Bunlardan kulağıma en çok çalınanı iki tanesi şöyle:

“Petrol şirketlerinin faaliyetleri önlenemediği sürece her şey anlamsız.”

“Ben tek başıma neyi değiştirebilirim ki?”

Talep edenin sorumluluğu

Gelin hep birlikte, bir örnek olarak OECD ülkelerinde tüketilen petrolün kullanım alanlarına göre dağılımı nasılmış, bakalım:

  • %48,6 karayolu taşımacılığı-ulaşım
  • %16,2 petrokimya
  • %12,6 diğer endüstri
  • %9,8 tarım
  • %4,4 havacılık
  • %3,6 gemicilik
  • %3 elektrik üretimi
  • %1,8 demiryolları ve ülke içi deniz ulaşımı

Şimdi şu soruyu soralım kendi kendimize: “Tüm bu sektörler kime hizmet ediyor, tüm bu faaliyetler kim tarafından ve kimin için yapılıyor?”

Yanıtı çok basit: Sana, bana, ona; ben tek başıma neyi değiştirebilirim diyen herkese hizmet ediyor. Otomobilleri biz kullanıyoruz. Karayolu taşımacılığıyla bizim tükettiğimiz ürünler bir yerden başka bir yere taşınıyor. Petrokimya endüstrisi ürünlerini de tarım ürünlerini de bizler talep ediyoruz.

Etmeyelim mi? Edelim elbette. Bir kısmı hepimiz için yaşamsal. Ama eğri oturup doğru konuşalım, talep ettiğimiz, satın aldığımız, tükettiğimiz ürün ve hizmetlerin ne kadarı gerçekten ihtiyacımız, ne kadarı olmasa da olur kategorisinde ya da ne kadarı tümüyle gereksiz. Bu oranlar kişiden kişiye değişecektir doğal olarak. Peki, en can alıcı soruya gelelim: Kaçımız, başta tüketim olmak üzere yaşam alışkanlıklarımızı bu bakış açısıyla mercek altına alıp küçük de olsa bir şeyleri değiştirmeye çalışıyoruz? Her gün arabayla işe gidip gelenlerimizden kaçımız haftada bir gün olsun konforumuzdan fedakârlıkta bulunup toplu taşımaya yöneliyoruz? Et yemeden doyamıyorum diyenlerden kaçımız hiç olmazsa yediğimiz et miktarını azaltmak için çaba gösteriyoruz? Tropikal ormanların köküne kibrit arkaların suyu döken önemli etkenlerden biri olan küresel kahve zincirlerinin oyununa gelip “kahve içmeden güne başlayamıyorum”; “her gün şu kadar kahve içmezsem sersem gibi oluyorum” diyenlerimizden, ellerimizde fiyakalı markaların bardaklarıyla havalı havalı dolaşanlarımızdan, kâğıt bardak kullanmak yerine termos kullanmanın yapabileceğimiz tek şey olduğunu sananlarımızdan kaçımız bunun aslında kendi kendimizi kandırmaktan başka bir şey olmadığının farkına varıyor ve az kahve içerek de bal gibi yaşanıyormuş diyebiliyoruz? Bilgisayar başında alışveriş yaparak günlük bunalımlarımıza çare arayanlarımızdan kaçımız gardırobumuzdaki etiketi sökülmeden bekleyen kıyafetlerin gezegenimiz için ne büyük bir sorun olduğunun farkına varıp bir kez sipariş et butonuna basarsak bir kez de vazgeçme erdemini sergileyebiliyoruz? Hadi itiraf edelim, bugünlerdeki gibi çok çok ağır bir ekonomik kriz döneminde bile, sorumsuzca davranışlarımızla hem paramızı havaya saçıp hem de gezegenimizin artık kaldırması mümkün olmayan yükünün üstüne yük koymaya devam etmiyor muyuz?

Yukarıdaki örnekleri daha da fazla çoğaltabilirim. Ama yanlış anlaşılmasın, maksadım kimseyi suçlamak değil. Yapmamız gerekenlerin bir kısmını belki ben belki en çok sevdiğim insanlar da yapamıyor. Fakat bu, sen-ben ya da suçlu-suçsuz meselesi değil. Bu sorumluluğumuzun ve yapabileceklerimizin farkına varma meselesi. Petrol şirketlerine, enerji şirketlerine, holdinglere ve kapitalizmin yapı taşlarına vurabildiğimiz kadar vuralım, sonuna kadar haklıyız. Hiç sözüm yok. Sözüm, onlar dururken ben ne yapabilirim bahanesinin arkasına sığınıp sorumluluklarımızı görmezden gelmemize. Hiç değilse arada bir olsun ‘biz satın almazsak onlar gezegenimiz bu kadar çok sömüremeyecekler’ diye de düşünmeyi hatırlamalı ve talep yarattığımız her mal ya da hizmete gerçekten ihtiyacımız olup olmadığını sorgulama alışkanlığını kazanmalıyız. Demeye çalıştığım bu. Biz bunu yapmayı başardığımızda, davranış değişikliğimizin zincirleme etkilerle dünyayı daha yaşanılır bir yere dönüştüğünü görebileceğiz.

Evet, COP’lardan gözlerimizi ayırmayalım; evet, hükümetlerimize, yerel yönetimlere ve tüm yetkili kurum ve kuruluşlara baskı yapalım; evet, petrol şirketlerinin, büyük enerji kuruluşlarının vurdumduymazlığına isyan edelim; evet, yapalım. Evet, güzel de, iğneyi hiç mi kendimize batırmayalım?

*

[1] Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 27’nci Taraflar Konferansı

 

 

 

 

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.