İklim KriziManşet

İklim Değişikliği ve Doğanın Gerçek Zenginliği

0

Huffington Post‘da Marc Ross imzası ile yayınlanan makaleyi Yeşil Gazete gönüllü çevirmeni Merve Ayparlar‘ın çevirisi ile paylaşıyoruz

* * *

Bugün içinde yaşadığımız dünya, gelecek nesillere devredeceğimiz dünya olmayacak.

İklim değişikliğinin etkileri ve çevre kirliliği felaketi üzerine yapılan binlerce araştırmayla desteklenen bu gerçeğe rağmen, çoğu dünya lideri ısrarla bu hakikati görmezden gelerek, şahsi çıkarlarını ve ekonomik menfaatleri, biyo­çeşitli ve sürdürülebilir bir ekosisteme sahip gezegenimizin menfaatleri ve refahı üzerinde tutmaya devam ediyorlar.

Hourglass on stony beach, photographed at an angle.

Peki bu kanaat ­ fosil yakıta dayalı dünya ekonomisinin yol açtıklarını anlayabilecek bilime hakim olduğumuz halde ­ dünya liderleri iklim değişikliği müzakereleri için bu sene bir kez daha, bu defa Paris’te bir araya geldiğinde hüküm sürmeye devam edecek mi?

Bunu daha önce de yaşadık: Rio’dan Kopenhag’a oradan da Paris’e uzanan 20 yılı aşkın müzakereler. Bu görüşmelerde pek çok ilerleme kaydedilmesine rağmen, henüz iklim değişikliği ve çevre kirliliğinin üstesinden gelebilecek dişli ve bağlayıcı bir uluslararası anlaşmaya sahip değiliz. Hiç şüphesiz bunun sebebi bazı ülkelerin bugün verilmesi gereken doğru kararların kendilerine getireceği siyasi ve sosyo­ekonomik sonuçlarıyla uğraşmak yerine, görmezden gelme ve erteleme yolunu tercih etmeleri. Lakin bu tavır devam ederse, hali hazırda ekonomik çıkarların doğanın zenginliğine tercih edilmesi sonucu geçmiş halinin bir silüetine dönüşen dünyamızı, bu haliyle dahi muhafaza edemeyecegimiz aşikar.

İklim değişikliğini yavaşlatma ( veya tersine çevirme ) ya da çevre kirliliğini azaltma hususunda başarısız olmanın maliyeti ekonominin çok çok ötesinde. Yaşamı muhafaza etmenin değerine paha biçilemez. Daha da ötesi, bir ulusun gerçek zenginliğini ekonomisiyle birlikte insan ve çevre oluşturur. Bu zenginliğin heba edilmesi, o ulusun yitip gitmesine sebep olur çünkü insanları, suyu, gıdası ve toprağı zehirlenmiştir.

Buna rağmen biz çevremize karbon emisyonları püskürtmeye ve kansere yol açan kirliliği arttırmaya devam ediyoruz. Dekarbonizasyon hala gerçeklikten uzak bir fikir olarak varolduğundan, gezegenimiz her geçen gün daha fazla ısınarak felakete doğru yol alıyor. Birleşmiş Milletler’e bağlı Dünya Meteoroloji Teşkilatı’na göre, dünya üzerinde kaydedilen en sıcak 15 yılın 14’ü 2000 yılından bugüne meydana geldi.

Bilim dünyasının büyük çoğunluğu okyanuslarımızın ve denizlerimizin bir gün San Francisko, New York, Barselona gibi kıyı şehirlerinde büyük bir yıkıma yol açacagını öngörmekte. Bir çok canlı türü her geçen gün yeryüzünden siliniyor, ve insanoğlu doğal kuvvetler yerine kendi elleriyle kendi jeolojik çağını yaratıyor. Korkutucu olan ise, bütün bunların ne anlama geldiğini ve bizi nereye götürdüğünü tam olarak anlayabilmiş olmamamız.

Tüm bunların yanında hala içimizde, yüksek mevkilerde ellerinde muazzam bir tesir gücü olduğu halde, bütün bulgulara ve kanıtlara karşın iklim değişikliğini reddeden, çevreye yaptığımız yıkıcı etkinin bir ‘hokus pokus’, yani gerçekte var olmayan bir inanış olduğunu savunanlar var.

Ne yazık ki, hakikate ve bilime karşı yapılan bu manipulasyon toplum bilincine sızdığı gibi, bazıları Paris müzakerelerinde bulunacak olan dünya liderlerinin zihinlerine de bulaşmış durumda. Kimileri iklim degişikliğini reddedebilir, ve fakat şiddetli kimyasal ve karbon üstüne kurulu dünya ekonomisinin doğurduğu ve gün geçtikçe çoğalan hastalıkları görmemezlikten gelmek hangi ahlaki değerlere sığabilir? 2012’de 7 milyon insan yalnızca hava kirliliğinden hayatını kaybetti; bu rakam, çalışmalarını tarafsız sürdüren uluslararası Dünya Sağlık Örgütü’ne ait.

Gerçekler ortada. Ama gerçekler, görünen o ki; herkese ulaşmıyor.

Paris müzakerelerine hakikat mi rehberlik edecek? Belki. Bununla beraber önceki müzakerelerde durumun öyle olmadığı aşikar, aksi takdirde şu an bu konuda hazırlanmış güçlü uluslararası kanunlara sahip olurduk.

O zaman hala aynı sorudayız: Neden çevre korunması ve iklim değişikliğini azaltmak üzerine bağlayıcı bir uluslararası anlaşmayı yasallaştıramıyoruz? Bazı uzmanlar bu sebebin, bu tür anlaşmaların yukarıdan aşağıya bir dayatma olması, yani seçilmiş bir kaç kişinin tasarladığı bir yasayı bireysel şartlarına bakılmaksızın herkesin kabul etmesi zorunluluğu, olduğuna inanıyor.

Bu uzmanların çağrısı ‘aşağıdan yukarıya’ bir yaklaşım, her ülkenin ve hatta kentin, kendi ihtiyaçlarına ve çevresinin şartlarına göre bir plan yaratması. Benim ise bu yaklaşım ile ilgili şüphelerim var. Bir ya da bir grup ülkenin karbon emisyonlarını kesmeye dair sözleşmesi kayda değer bir fark yaratmayacağı gibi, bu yaklaşım bugün derhal geçilmesi gereken eylemlerin geciktirilmesine sebep olabilir.

Buna ek olarak, insan doğasını, özellikle de ekonomik ve siyasi çıkarları hesaba katmamız gerek. Hiç şüphesiz ekonomik anlamda sarsıntılar geçiren bir ülkenin lideri, ülkesini ve kendisini bu alanda zorlayacak bir sözleşmeyi alıp bir kenara atacaktır. Ve ülkeler kendi
çıkarlarını, çoğunluğun, diğer toplulukların, ve bütün bunlarda söz hakkı olmayan diğer tür ve yaşam biçimlerinin önüne koyduğu sürece, iklim değişikliğini yavaşlatma ( durdurma ) gibi bir hedefe ulaşmak hiçbir zaman mümkün olmayacaktır.

Bütün bunlarla birlikte, aslında etkili bir uluslararası çevre kanunu çıkarılamamasının altında yatan ve bu olasılığı her seferinde yerle bir eden görünmez sebebin, küçük bir azınlığın varlık ve zenginliğinin, dünyanın geri kalanının varlığı ve refahının önünde tutulması olduğunu hepimiz biliyoruz. Odadaki fil diye tabir edebileceğimiz, hepimizin farkında olduğu ancak çok azımızın itiraf edebildiği gerçek bu.

Bu sene Paris’te, uluslarımızın ve dünyamızın varlığını ve gerçek değerlerini korumak için yeni bir fırsatımız var. Tüm dünya halklarının sürdürülebilir bir dünya ekonomisine gerçekçi bir geçiş yapmasını sağlayacak uluslararası bir çevre kanunu üzerinde anlaşmak zorundayız. İklim değişikliğini reddeden kesimin inanışının aksine, herkesin refahı için hem ekonomik hem çevresel menfaatlerimizi aynı hizaya koymamız mümkün. Tabi bu Paris’te bir araya gelecek dünya liderlerinin; değer, varlık, zenginlik gibi kavramların bulunduğumuz dünyada nasıl tanımlandığına dair zorlu sorular sormalarını ve cevaplandırmalarını gerektirebilir.

Belki de dünya liderleri ortada olan bilimsel gerçeğe daha az odaklanıp, gezegenimizin ve üzerinde yaşayanların varlığını ve refahını koruma amacıyla oluşturulacak, yasal yaptırımları olan, etik açıdan doğru bir taslak hazırlamak üzerine daha çok odaklanmalılar. Yasalarla kontrol altında olan, iklim değişikliğini hafifletme ve emisyonları azaltma hedeflerine yönelik stratejilerin şekillendirilmesi bunu takip eder.

Bu çerçeve, uluslararası bir kongre örneğin, insanlığı ve doğayı yasal olarak koruma altına alır. Tüm milletlerin sadık kalması gereken bu çerçeve yeryüzündeki yaşamı muhafaza etmekle beraber, görünüşte çelişen ekonomik çıkarlar ve çevrenin korunması arasında doğru bir denge de sağlayacaktır.

Paris’te iklim değişikliği üzerine, bizi karbon bağımlılığımızdan ve çevre kirliliğinden uzaklaştıracak kuvvetli ve dünya çapında bir anlaşmaya ihtiyacımız var. Bu kadarı malum.

Ama aynı zamanda, hiçbir millet tarafından ihlal edilemeyecek prensip ve değerlere de ihtiyacımız var, çünkü bunlardan vazgeçilemez: gerçek varlık ve servet, yeryüzündeki tüm canlıların sağlık ve refah içinde olmasıyla ortaya çıkar. Eğer Paris’te, sıkı bir emisyon azaltma programını deklare etme hususunda bir kez daha yetersiz kalırsak, belki de bunun yerine,
yeryüzündeki yaşama ve bunu destekleyen ekosistemlere saygı duyan, ve onları koruyan yeni bir uluslarası kurultay oluşturma yolunda çalışabiliriz.

Bu temelden yola çıkarak, dünyayla yaptığımız anlaşmaya sadık kalacak, gerçek varlık ve refah gibi yeniden tanımlanmış değerlerimizi muhafaza edecek yasalar ve düzenlemeler inşa etmeye başlayabiliriz. Stockholm Bildirgesi’nden farklı olarak, bu yasalar bağlayıcı olacak, ama bildirgenin amacı olan “temel özgürlük, eşitlik, ve yeterli koşullarda ­ insan onuru, sağlık ve huzuruna elverişli bir çevrede ­ yaşam hakkı” esas alınacak.

Doğayla yeni bir sözleşme yapmak zorundayız, ki bundan hepimiz kazançlı çıkalım.

Yazının İngilizce Orjinali

Yazar: Marc Ross

Yeşil Gazete için çeviren: Merve Ayparlar

(Yeşil Gazete, Huffington Post)

 

More in İklim Krizi

You may also like

Comments

Comments are closed.