Günün ManşetiHayvan HaklarıManşet

‘Hayvanların bağırışları hala kulaklarımda. O sahneyi aklımdan çıkaramıyorum’

0

Belki görmüşsünüzdür “Deney Hayvanı Kullanım Sertifikası Eğitimi”programlarının ilanlarını. Üniversiteler bu programları belirli aralıklarla düzenliyorlar. Çünkü ilgili yasal mevzuata göre, deneysel ve bilimsel çalışmalarda hayvan kullanacak herkes, bu sertifikaya sahip olmalı. Eskiden böyle bir zorunluluk yoktu. Veteriner hekim ya da biyolog, göz doktoru veya kardiyolog, branşı ne olursa olsun herkes istediği sayıda hayvanı alıp dilediği çalışmayı yapabiliyordu. 2014’teki yönetmelikle birlikte bu sertifikaya sahip olmaksızın hayvanlar üzerinde çalışmak yasaklanınca, üniversiteler dışarıdan katılıma da açık olan bu kursları düzenlemeye başladılar.

Yakın zamanda bu kursa katılmış birinin paylaştığı tanıklık ve anlattığı ayrıntılar, bu kurslarda hayvan kullanımına acilen son verilmesi ve tüm dünyada güvenle kullanılan eğitim materyallerine geçilmesinin zorunlu olduğunu açıkça gösteriyor.

Bir kurs düşünün ki, hayvanlara zarar vermeden tutmayı öğretirken bile hayvan öldürülüyor!..

Deney Hayvanı Kullanım Sertifikası Eğitimi”ne katılan bir kursiyer ile Yağmur Özgür Güven görüştü.  

———-

  • Başlamadan önce, bu söyleşi için teşekkür etmek istiyorum. Olan biteni ve yapılanları sorgulayan, ezberlerden sıyrılmış bilim insanları çok değerli bizler için…  Bu kursa katılmak nereden aklınıza geldi?

Vaktinizi ayırdığınız için ben teşekkür ederim. Biraz da olsa insanları bilinçlendirebilme fırsatı sunduğunuz için. Kursa katılmak aklımın bir köşesinde hep vardı bir hayvansever olarak. Hayvanlara ne şartlarda neler yaşatıldığını görmek ve gerçekten “bilimin ilerlemesi için buna gerek var mı?” sorusunu kafamda netleştirmek için kursa gitmeye karar verdim.

  • Bu kurs kaç gün sürdü?

Kurs toplamda 10 gün sürdü.

  • Sadece uygulamalı dersler mi vardı?

Beşi teorik beşi uygulama olmak üzere toplam 10 ders vardı.

  • Uygulama derslerinde hangi türlerden hayvanlar kullanıldı?

Fare, sıçan (albino) ve tavşan kullanıldı.

“Kursiyerler arasında yanlışlıkla tutuş derslerinde bile hayvan öldüren oldu”

  • Toplamda kaç hayvan tahminen?

Üzülerek soruyorum öldürülen hayvanları mı yoksa deney için kullanılan toplam hayvan sayısını mı soruyorsunuz?

  • Aslında ikisini de sormak istiyorum...

Uygulama derslerinde katılımcıları gruplara ayırdılar. Ve bu gruplara da ayrı ayrı uygulamalar gösterildi. Benim girdiğim uygulama derslerinde toplamda 5 hayvan öldürüldü. Bu da demek oluyor ki en az 20 hayvan öldürüldü. En az diyorum çünkü kursiyerler arasında yanlışlıkla tutuş derslerinde bile hayvan öldüren oldu. Kullanılan hayvan sayısı ise 2 tavşan, 20 albino ve 20 fare.

  • Kursiyerlerin hepsi hekim miydi?

Bu konu da kafamı en çok karıştıran şey idi aslında. Kursta toplam 3 hekim ve 4 veteriner hekim vardı. Geriye kalanlar ise biyolog, genetikçi, diyetisyen, psikolog, anatomist ve hatta kozmetik alanından insanlar da vardı.

Tutuş dersinde hayvan nasıl öldürülebiliyor, biraz tuhaf bir durum değil mi bu?

Fare bildiğiniz üzere hareketli ve küçük bir hayvan. Kursiyerlerden biri ne yazık ki fareyi tutarken aşırı güç kullanımından dolayı hayvanı öldürdü. Sizi 20 metre büyüklüğündeki dev bir yaratık eliyle tutarsa ölürsünüz. Siz hayal edin, iç organlarının hasar görmesinden dolayı öldüğünü düşünmekteyim.

  • Uygulamalara siz de katıldınız mı? Neler hissettiniz?

Gayet tabi amacım uygulama kısmıydı aslına bakarsanız. Tabi teorik kısımdan da şok olduğum şeyler olmadı değil. İlk gün ilk dersim tavşan tutuşuydu. 2 tane tavşan küçücük kapların içerisine konulmuş bizi bekliyordu.

Kapların içerisinde ise birkaç yeşil sebze vardı. Hayvanların bırakın hareket etmeyi yemek yiyecek alanları bile yoktu. Bu halde 40 km kadar uzaktan başka bir merkezden getirildiği söylendi. İlk şoku orada yaşadım. Herkes ilgiyle neler olacağını beklerken ben hayvanların çektiği eziyete üzülmekteydim. Tutuş derslerinden başlayan bir işkence uygulanıyordu hayvanlara. Diğer kısımları da siz sordukça anlatacağım.

“Hayvanların tüyleri her tarafa saçılıyordu, özellikle tavşanlar çok korkuyordu”

  • Tamam…Hayvanlar korkuyorlar mıydı?

Daha önce hayvan beslediniz mi bilmiyorum ama tüylü olanlar strese girdikleri zaman dokunduğunuz anda tüyleri dökülür. Bu hayvanların ne yazık ki tüyleri her tarafa saçılıyordu. Tavşanlar özellikle çok korkuyordu.

  • O tavşanlara ne oldu?

Tavşanlar ne için kullanılıyor diye sorduğumda bunlar damızlık dendi. Yani içlerinde “şanslı” olanlardan. Çünkü onlara dokunulmuyor. Sadece üremeleri için besliyorlar. Ne kadar şanslı derseniz artık. Nerede yaşıyorlar sorusunu yönelttiğimde ise bir mutfak masasının yarısı kadar alanda yaşadıklarını tarif ettiler. Elinden tamamen özgürlüğü alınmış tavşanlara ne yazık ki “öldürülmüyor” diye şanslı diyecek duruma geliyorsunuz oradaki şeyleri gördükçe.

  • Sizinle birlikte sertifika almak için orada olan kişilerin de aynı sizin gibi hayvanları önemsediğini düşünüyor musunuz?

Ne yazık ki hayır. Hayvanseçerlik söz konusu. Hatta birkaç ağızdan sıçanları öldürmek istiyorum lafını duydum.

  • Katılan kadınlar ile erkekler arasında tutum açısından bir fark gözlemlediniz mi?Kadınların yapıları gereği savunmasız canlılara daha hassas ve duyarlı yaklaştığı söylenir mesela…

Açıkçası hayır, hatta hemcinslerimin erkek katılımcılara göre daha hevesli olması beni şaşırttı.

  • Kullanılan hayvanlar kedi ve köpekler olsaydı genel tutum nasıl olurdu sizce?

Ayırt ediyorlar hayvanları, tavşan dersinde” ay ne kadar tatlı yazık bu hayvana” sesleri çoğunluktaydı.

“Onların gözünde hayvanların giydikleri mavi eldivenden tek farkları, daha pahalı olmaları”

  • Peki ya eğitmenler/hocalar? Onlar önemsiyor muydu hayvanları?

Genel tutum yarı yarıya değişirdi muhtemelen. Çünkü bazılarının evcil hayvanları olduğunu biliyorum. Bazı kimseler vardı ki öldürmekten ve invaziv işlem yapmaktan zevk alıyordu. Onların tutumunun değişebileceğini pek sanmıyorum.

Dikkat ettiyseniz hoca lafını kullanmaktan çekindim söyleşinin başından beri çünkü hoca demek istemiyorum onlara. Önemsiyormuş gibi cümleye başlayıp her seferinde hayvanlara bir şey olursa hayvanı bir kenara bırakıp geçen zamanın ve kaybolan maddiyatın önemiyle bitiriyorlardı cümlelerini… Onlara canlı gözüyle değil laboratuvar malzemesi gözüyle bakılıyor. Onların gözünde hayvanların giydikleri mavi eldivenden tek farkları; daha pahalı olmaları.

  • Kursta teorik dersler var demiştiniz… bu derslerde hayvan hakları ve etikle ilgili eğitimler verildi mi? Hayvanların aynı bizler gibi doğuştan sahip olduğu yaşama hakkının üzeri çizildi mi?

Evet bu eğitimler verildi. Hayvanların hakları olduğundan sürekli bahsedildi. Hatta hayvanlar üzerinde deney yapmak hakkımız değil diye belirtildi. Ardından gelen söz yıkıcı oldu fakat benim için, “Hakkımız değil ama bu bir lütuf”. Bu cümle sarf edildi.

  • “Lütuf” derken kastedilen tam olarak neydi?

Kelime anlamı olarak bakacak olursak, değer ve önemverilen birisi tarafından gelen iyilik diyebiliriz. Kastedilen ise Allah, Tanrıya da her neye inanıyorsanız ondan gelen bir şey olduğu ve insanın yeryüzünde hâkim olduğuydu.

“Hayvanların bağırışları hala kulağımda. O sahneyi aklımdan çıkaramıyorum.”

  • Uygulamalara dönmek istiyorum izninizle… tutuş derslerinin ardından hangi uygulama lıdersler yapıldı ve bu derslerde ne oldu?

Tutuş derslerinin ardından enjeksiyon yöntemleri, kan alma, sütur, diseksiyon (hayvanın iç organlarını gösterme açısından) bir de böbrek iskemisi gösterildi.

Enjeksiyon yöntemleri sırasında hayvanlar çok korkuyordu. Albinolar, çığlık atmak ve kaçmaya çalışmaktan başka bir şeye odaklı değillerdi. Maalesef onlardan güç olarak üstün olduğunuz için bunu başaramıyorlardı. Düşünün ki eline daha önce enjektör almamış 50 kişi 10 sıçana iğne batırıyor bunu tek seferde de yapamıyor. Yanlış yere sokuyor, sokup olmadı diye geri çıkarıyor. Bunu aynı hayvan üzerinde defalarca tekrarlıyorlar. İğneler sokulurken kasılmalarını ve acı içerisinde çığlık atarkenki yüz ifadelerini görmeliydiniz. Hayvanların bağırışları hala kulağımda. O sahneyi aklımdan çıkaramıyorum. Tavşanların ise bize zarar verebileceği söylenip hafif anestezi altında deri altına ve kas içine enjeksiyon yaptırıldı. Tavşanlarda eğitmen biraz daha vicdanlı idi. Her gruptan 1-2 kişi yapıyordu. Sırf bilmeyen biri canını yakmasın diye tavşanda ben aksiyon aldım. Kas içi enjeksiyonu mecburen yaptım. Deri altı enjeksiyon yaparken ise hocanın dalgınlığından faydalanıp tavşanın tüylerine boşalttım enjektördeki maddeyi.

  • Bu anlattıklarınız gerçekten katlanılması çok zor şeyler…

Bu anlattıklarım can alıcı kısımlar değil aslında. Esas beni derinden etkileyen şey ise diseksiyon ve böbrek iskemisiydi. İçeri girdiğimde beni şok eden şey sıçanın ellerinin ve ayaklarının dört bir yandan bantlanarak masaya çaresiz bir şekilde sabitlenmiş olmasıydı. Aslında yüzyıllar önce de insanların kollarının ve bacaklarının bağlanarak işkence edildiğini biliyoruz. Bir kişiyi, bir canlıyı en basit çaresiz bırakma yollarından biridir sanırım bu. Sıçan anestezi altında iken önce bir kesi atıp böbreğini çıkardı eğitmen. Daha sonra bu böbreğe arter ve venden giden kanı bir klemp aracılığıyla kesti. Göstermek istediği tek şey böbrek renginin kırmızıdan nasıl daha koyu hale geldiği idi. Bu işlem her iki böbreğe yapıldıktan sonra ise sıçanın yumurtalıkları buruldu. Daha sonra ise sıçan öğrencilere dikiş atmak ve incelenmek üzere bırakıldı. Ne yapılacak bu hayvana dediğimde aldığım cevap “öldüreceğiz” oldu. Göğüs kafesi açık farenin herkes gittikten sonra kalbinin attığını ve nefes almaya çalışmasını aklımdan çıkaramıyorum…

Röportaj: Yağmur Özgür Güven

(Yeşil Gazete)

You may also like

Comments

Comments are closed.