Hayvan HaklarıManşet

Hayvan haklarında Batı’nın ilerisinden Türkiye’nin gerisine – Serkan Köybaşı

0

Bahçeşehir Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Anabilim Dalı Başkanı, Hayvan ve Doğa Hukuku Laboratuvarı Direktörü Dr. Serkan Köybaşı’nın 23 Mayıs’ta Aposto‘da yayımlanan sokakta yaşayan hayvanları toplama ve katletmeye yönelik girişimlere ilişkin yazısını yeniden yayımlıyoruz. 

*

2018 yılında hayvan hakları çalışmak için yedi aylığına İsviçre’nin Basel kentine gittim. Basel Üniversitesi Felsefe Fakültesi’nden Markus Wild’le çalışma fırsatı buldum. Bol bol okudum, öğrendim ve döndüğümde Yeni bir Anayasal Hak Öznesi Olarak Hayvan başlıklı iki makale yayımladım. Çalışmak için İsviçre’yi seçme nedenlerimden biri buranın “hayvanlar konusunda en ileri düzenlemelere” sahip ülkelerden biri olarak bilinmesiydi. Ancak okudukça aslında İsviçre’nin hayvanlar için bir cehennem olduğunu anladım.

Evet, şehirden çıktığımda kırlarda serbestçe dolaşan ineklere ve koyunlara rastlıyordum (bildiğiniz o klasik İsviçre manzarası) ama öğrendim ki eczacılığın önemli bir gelir kaynağı olduğu İsviçre’de hayvanlar üzerinde yapılan deneyler de inanılmaz büyük bir sektör.

Özellikle insana benzer şekilde acı çekebildikleri ve reaksiyon gösterdikleri için şempanzeler üzerinde en acımasız deneyleri yapıyorlar. Bunun yasaklanması ve primatlara hukuksal kişilik tanınması için 2022’de yapılan referandumu da ekonomik nedenlerle reddettiler. Benzer şekilde, inanması zor ama güvercinlere de düşmanlar. Güvercinlerin öldürülmesi için yasaları var ve şehirde güvercin beslemek de yasak. Ekmeğinizi paylaşırken görülmeniz hâlinde ceza alıyorsunuz.

Hatırlıyorum, bunun benim için ne kadar garip olduğunu ve hatta bizim cami önlerinde güvercin besleme geleneğimiz olduğunu söylediğim arkadaşlarım gözlerini devirip, “Nasıl ya, onlar uçan fare! Mikrop yuvası hepsi” diye cevap vermişlerdi. Ama sorsanız “hayvanları çok seviyorlardı.” Batı’nın hayvanlar konusundaki içselleştirilmiş ikiyüzlülüğüyle bu şekilde tanışmış oldum.

Hayvansız sokak, güvenli sokak mı?

Tahmin edeceğiniz üzere, İsviçre sokaklarında yaşayan ne kedi ne köpek var. Zamanında hepsini “uyutmuşlar.” Peki sokaklar güvenli mi? Vardığımın ilk haftasında bir gece iki sokak ötemde bir kadına tecavüz edildiği haberini aldım. Üstelik şehir merkezine çok yakın oturuyordum. Şehir merkezineyse uyuşturucu bağımlıları ve ayyaşlar nedeniyle pek uğramamaya gayret ettim. Gitmek zorunda olduğumda bisikletle hızlıca içinden geçtim. İstanbul’a göre çok daha az güvende hissettiğimi hatırlıyorum.

Türkiye’ye dönmemin ve makaleleri yayınlamamın ardından Harvard Üniversitesi Hukuk Fakültesi hocalarından Prof. Kristen Stilt’ten bir e-posta aldım. Oxford Üniversitesi Yayınları’ndan çıkacak olan “Hayvan Hukuku Küresel Elkitabı” (Global Handbook of Animal Law, 2025’in başında çıkması bekleniyor) için Türkiye raporunu yazmamı teklif ediyordu. Elbette büyük bir memnuniyetle kabul ettim. Raportörler, birbirlerinin raporlarını değerlendirmek ve kitabın editörleri eşliğinde eksikliklerini tamamlamak üzere 2020’nin sonbaharında Harvard Üniversitesi’nde düzenlenen bir atölye çalışmasına davet edildi. Ben de gittim.

Türkiye: Benzersiz ve imrenilesi bir vaka

Üç gün süren atölye çalışmasında her rapor teker teker ele alındı. Benim rapora sıra geldiğinde diğer raportörler eleştirilerini yönelttiler, notlar aldım. Ama beni şaşırtan, Harvard Üniversitesi hocalarından birinin söz alıp şöyle demesiydi:

Bildiğim kadarıyla sizin kanunda sokakta yaşayan hayvanları koruyan bir madde var. Raporda bahsetmişsiniz ama ayrıntıları yok. Daha ayrıntılı yazmanız mümkün mü? Çünkü bildiğim kadarıyla dünyada bir benzeri yok.

Hayvanları Koruma Kanunu’nun 6. maddesinden bahsediyordu. Kelime sınırım nedeniyle ayrıntılarına girememiştim. “Elbette, not alıyorum” derken başka bir Harvard hocası İstanbul’da yaptığı tatilden ve insanlarla sokakta yaşayan hayvanların birlikte kurdukları düzenin onu ne kadar şaşırttığı ve mutlu ettiğinden bahsetmeye başladı. O zaman fark ettim ki kültürümüze ve hayvanlara ilişkin hukuksal düzenlemelerimize imrenerek bakıyorlar. Bunun üzerine biraz okuyup düşününce şöyle bir sonuca ulaştım.

Batı medeniyetinin kurucu düşünceleri Aydınlanma ve hümanizm. İnsan haklarının da kaynağı olarak görüldüğü için çoğu zaman olumlu olarak algılanan bu iki düşünce, insanları doğadan ve diğer hayvanlardan farklı bir yere koymuş, başka bir deyişle onlardan koparmış ve bugünkü “steril” insan dünyasını yaratmış.

“İnsanlar üstündür. Doğa ve hayvanlar, onlardan faydalanalım diye vardır ve insan dışındaki her şey insanın iradesine tabidir” düşüncesi kültürel olarak yerleşmiş. O yüzden istedikleri hayvanları sevmek veya sömürmek, diğerlerini ise öldürmeye çalışmak bir sorun değil. Bu “ahlaki ikiyüzlülüğü” içselleştirmişler. Bu arada “ahlaki ikiyüzlülük” lafı bana ait değil, Batılı bir hukukçu olan Gary Francione’nin kendi kültürünü eleştirirken kullandığı bir söz.

Dünyanın geri kalanına baktığımızdaysa—her ne kadar Batı’nın hem silahı hem de kültürüyle sömürmek ve kolonileştirmek için işgal etmediği neredeyse hiçbir yer kalmadıysa da—buralarda “insanın üstün olduğu” ve “hayvanlarla insanların birlikte olamayacağı” düşüncesinin tam olarak yerleşmediğini görüyoruz. Latin Amerika’ya, Afrika’ya veya bizim de içinde bulunduğumuz Ortadoğu ve Asya ülkelerine baktığımızda evet, yine hayvan sömürüsü var ama aynı zamanda hayvanlarla iç içe bir yaşam da varlığını sürdürüyor. Sokaklar sadece insanların (ve onların evcil hayvanlarının) değil, parçası olduğumuz doğanın diğer tüm canlılarının da bir yuvası olarak görülüyor.

Nitekim Anadolu kültürü de bu yöndedir. Anadolu’da atlar, köpekler, kediler veya kuşlar önemsenir, değerlidir. Yaban hayvanlarına saygı duyulur. Bizim kültürümüz hayvanları öldürmek değil, yaşatmak üzerinedir.

Elbette Batı’nın Aydınlanma düşüncesi ve hümanizmi bizi de etkiledi. Özellikle Cumhuriyet’in ilk yıllarında Fransız Devrimi’ne uygun bir ulus-devlet kuruluşu için kültürel bir dönüşüm yaratılmaya çalışıldı. Buna bağlı olarak Türkiye, sadece coğrafi değil, kültürel anlamda da Doğu ile Batı arasında bir köprüye dönüştü.

Bu, hayvan hakları konusunda da böyle oldu. Anadolu kültürüne uygun olarak, sokakta yaşayanlar dahil, tüm hayvanlara saygı gösteren bir millet olarak, 2000’lerin başında normatif hukuk kuralımızı da ona göre düzenledik. Dünyanın geri kalanında olduğu gibi, sokakta yaşayan hayvanları kendi hâllerine bırakmadık, onları kanunla koruma ve kollama yoluna gittik. Böylece hem kendi kültürümüzü yaşatmayı hem de Batılı anlamda sağlıklı kentler kurmayı amaç edindik. Türkiye’yi hayvanlar konusunda farklı ve örnek bir ülke kılan bu oldu. Kurmuş olduğumuz bu denge, Batı’nın hocaları tarafından dahi araştırılan, öğrenilmeye çalışılan ve gıptayla bakılan bizim bir başarımız.

Yeni düzenleme: Batı’ya doğru, ama geriye

Şimdi bu başarıyı kendi ellerimizle yok etmek üzereyiz. Eğer haberler doğruysa ve Hayvanları Koruma Kanunu’nda sokakta yaşayan köpeklerin toplatılması ve sahiplendirilmemeleri hâlinde uyutulmasına yönelik bir değişiklik yapılırsa bu, evet, Batılı bir düzenleme olur ama doğru bir düzenleme olmaz. Anlamamız gerekiyor ki bu konuda Batı değil, biz ilerideyiz ve onlar bizi örnek alıyor. Hukuklarını daha adil olacak ve hayvanlara da haklar tanıyacak şekilde geliştirmeye çalışıyorlar ama bunu nasıl yapacaklarını bilemiyorlar. Bunun için baktıkları ülkelerden biri biziz.

Tüm bu söylediklerim elbette sokak köpekleri sorununu çözmüyor. Şimdiye kadar söylediğim, çözümün bir kanun değişikliğiyle Batı’nın yüzlerce yıl önce giriştiğine benzer bir katliamda olmadığı. Anlatmaya çalıştığım, bu değişikliğin yapılması hâlinde Batı’ya yol gösteren ülke olma özelliğimizi kaybetmemizin ötesinde kendi kültürümüze de ihanet etmiş olacağımız.

Binlerce canın öldürülmesine sebep olursak veya izin verirsek bir daha vicdanlarımız rahat eder mi? Ülkedeki her hak mücadelesine “Batı’nın ahlaksızlığı” yaftasını yapıştıranlar, Batı’nın asıl en ahlaksız düzenlemesine özenip katliam çağrıları yaparak Anadolu’nun kadim geleneklerine sırt çeviriyor ve kendi kültürlerini reddediyorlar.

Çözüm ne?

Peki bu sorunun bir çözümü var mı? Elbette var. Sokakta yaşayan köpeklerinin sayısının azalması için yapılması gereken Hayvanları Koruma Kanunu’nu değiştirmek değil, bilakis, onun uygulanmasını sağlamak. Kanunun 6. maddesi, sokakta yaşayan hayvanların alınıp, veteriner hekim kontrolünde tedavi edilip kısırlaştırılıp alındıkları yere bırakılmalarını emrediyor.

Belediyeler, şimdiye kadar bu görevlerini büyük ölçüde yerine getirmedi. Bazısı oy getirmediği için bu konuyu önemsemedi, diğerleri bütçe ayırmadı. Sayının artmasına neden olan da bu oldu. Dolayısıyla, eğer bir sorun varsa bunun sorumlusu köpekler değil, işini yapmayan belediyeler. Bu nedenle cezanın da köpeklere kesilmemesi gerekir.

Elbette saldırgan özellikler gösteren köpekler gözlem altına alınabilir ve bir daha salınmayabilir. Ama saldırgan bazı köpekler nedeniyle bütün sokak köpeklerinin öldürülmesini istemek ne adil ne de vicdana uygun. Bu, masum canlara yönelik bir katliam çağrısı. Ve tarih bize gösterdi ki hiçbir katliam çağrısı sokakları daha güvenli yapmadı. Bilakis, bir katliama izin vermek, sonraki katliamlara kapı aralar. Bugün sokaktaki köpekleri hedef alanların, başarılı olmaları hâlinde yarın neyi veya kimi hedef alacaklarını bilemezsiniz. Bu tür çağrıları yapanların her zaman bir düşmana ihtiyacı vardır. Bugün köpekler olur, yarın başkası, öbür gün siz.

Sokakları herkes için güvenli hâle getirecek olan, kitlesel bir öldürme seferberliği değil, hukuka uygun ve haklara saygılı çözümlerdir. Yapılması gereken, iktidarın ulusal koordinasyonu ve maddi desteğiyle yerel yönetimlerin kanuni sorumluluklarını yerine getirmesini ve planlı bir şekilde tüm sokak köpeklerinin tespit edilip sağlıklı bir ortamda kısırlaştırılmasını sağlamak olmalı. Bu konuda da dünyaya örnek olmak elimizde. Yeter ki vicdanlı ve istekli olalım.

You may also like

Comments

Comments are closed.