Hafta SonuKöşe YazılarıManşetYazarlar

Hava durumu, küreselleşme, Birleşmiş Milletler

0

[email protected]

Başlıktaki kavramlardan hiç biri ulusal sınırlarla ilgili olmayan ya da onların varlığına/ kısıtlarına göre gelişmesi gerekli olmayan, daha genel ve gerçekten evrensel yaklaşımları gerektiren kavramlar ya da durumlar, kurumlar, adlandırmalar. Birincisi atmosferiyle birlikte dünya/ yeryüzü coğrafyasını, ikincisi dünyadaki bütün halkların ve üretim-ticaret-lojistik-pazarlama ve finans örgütlerinin ekonomik eylemlerini, çeşitli sömürü düzeneklerini ve sonuncusu da halkların (ama gerçekte ulusların) diplomatik ilişkilerini/ birbirleriyle her türlü ilişkilerini dayanışma-yardımlaşma veya düşmanlık-çatışma ilişkilerini diplomasiye bağlayan kavramlar. Belki “savaş”/ “soğuk savaş” da bu kavramlara katılabilir, Birinci ve İkinci Dünya savaşlarını ve belki de yaklaşmakta olan Üçüncü Dünya Savaşı’nı düşünürsek, bu listede yer alabilecek gibi duruyor. Ancak yine de şimdilik ilk üçü ile yetinelim.

Neoliberal kentin iklim değişikliğine hazırlanabilmesi için neoliberal dünyanın bütün özelliklerinden sıyrılması, ekolojik dengelerin ve insanlığın (humanity) en temel etik ilkeleri üzerinde yeniden düşünmesi gerekiyor. Yaşamla, doğa ile ilişkilerinde insan merkezli bir dünya anlayışından uzaklaşarak, daha adil ve eşitlikçi, zarar vermeyen tüketimci ve rekabetçi olmayan, barışçı bir dünya görüşüne gereksinimi var dünyanın… İnsanlığın sahip olmasını düşündüğü güç ve iktidarı sorgulayan ve yaşadığı coğrafyanın, ekolojinin dilini geliştiren, gezegenin ve diğer bütün canlıların yaşam ve doğal haliyle barış içinde yaşayabilme hakkını gözeten bir anlayışla kentleri yeniden biçimlendirmeli, farklı gündelik yaşam pratikleri ve mekanlar kurabilmeliyiz.

Yoksulluk, adaletsizlik, savaştan kaçış…

Bu tür düşünmeye başladığımızda ilk tepki “ ama bunlar çok ütopik” ve “bu günün dünyasının gerçekleriyle örtüşmüyor” olacaktır ve gerçekten örtüşmeyecektir. Ancak bugünün gerçeği, neredeyse bütün dünyada neoliberalizmin çeşitli yerel özelliklerle çeşitlenmiş biçimleridir. Bazıları biraz daha liberal ve ekolojist bazıları biraz daha otoriter ve kapitalist bazıları da çeşitli nedenlerle ve en çok da yoksulluk ve çaresizlik nedeniyle, sadece yaşayabilme güdüsüyle her şeyi yapabilecek durumdadır.

İnanılmaz bir gelir dengesizliğinin, adaletsizliğin, işsizliğin ve ayrımcılıkların, şiddetin ve savaşın ezdiği toplum kesimlerinin savaştan, kuraklıktan veya su baskınlarından/ yangınlardan kaçmak, karnını doyurabilmek/ ölmemek için göç etmekten kaçmaktan başka düşünebileceği şeyler giderek azalıyor ve bitiyor.

Bunları yazarken içinde bulunduğumuz dünyanın durumu da ortada elbet: Avrupa’nın doğusunda ve Ortadoğu’da, Yemen’de, zaman zaman Afrika’nın çeşitli ülkelerinde en gelişmiş teknolojiye göre yapılmış silahlar ateş saçıyor. Savaş uçakları ve toplar, füzeler ve tanklar, depoda bekleyen nükleer silahlar, sivilleri ve sivillerin içinden askere alınmış en yoksul gençleri öldürüyor. Avrupa’nın ortasında, Macar toplumu, popülist ve milliyetçi yöneticisini yeniden seçiyor. Trump, Amerika’da sıranın kendisine yeniden gelmesini bekliyor ve Birleşmiş Milletler Örgütü hiçbir etki gösteremiyor. Savaşın tek alternatifi, daha büyük ve yıkıcı bir savaş…

Her kriz zenginleri daha da zenginleştirir

Gündelik haberler dünyanın en zengin (en girişimci ve en yaratıcı, en potansiyelli ve en örgütleyici ve güçlü) insanların her on yılda hatta her yıl daha zenginleştiğini, sermayenin daha yoğunlaştığını söylüyor. Ekonomik kriz, zenginleri zenginleştiriyor. Salgın hastalık, zenginleri zenginleştiriyor. Ekolojik kriz de kuşkusuz zenginleri zenginleştirecektir. Buna karşılık aynı on yıllarda ormanların ne kadar azaldığını, temiz su kaynaklarının nasıl yittiğini ve atmosferdeki karbon emisyonlarının nasıl yoğunlaştığını da söylüyor aynı haberler. Temiz içme suyu bulamayan insanlarını oranının ne kadar arttığını, yoksulluğun dünya insanlarını ve çocuklarını nasıl açlığa sürüklediğini, tarım alanlarının nasıl çölleştiğini, biyoçeşitliliğin nasıl azaldığını, atmosferik olaylardaki olağanüstü durumların nasıl çoğaldığını öğreniyoruz gündelik haberlerden.

İkinci gruptaki olaylar, hiç kuşku yok ki birinci gruptaki yoğunlaşmalar olduğu için olabiliyor.

Bu durumda şu soruların yanıtları da açık hale geliyor:

Neden neoliberal bir dünya işleyişi ile iklim değişikliği çalışmaları birlikte yürütülemez?

Neden neoliberal kent iklim değişikliğine karşı koymaz?

Neoliberal kent, biliyoruz ki iklim değişikliğine karşı plan yapabilir, ama bu plan eksiklikler ve yetersizliklerle sakatlanmış olacaktır. “İyi” bir plan olsa uygulanmayacaktır. Uygulansa da yarım, saptırılmış, tutarsızlıklarla ve sorumsuzluklarla dolu, zamanlamaları hep gecikmeli veya kakofonik olacaktır. Neoliberal işleyişi/ kenti yönetenler, “radikal kapitalizmi” yeğliyorsa çöküş hızlanacak, sosyal demokrasiyi” yeğliyorsa kötüye doğru gidiş yavaşlayacak ve kısmen denetlenecektir. Ama neoliberal ilkelerden bütünüyle kopmadıkça sürdürülebilir bir iyileşme olmayacaktır.

Yeni sentez mi olacak?

Dünya, dünyadaki bütün halklar ve bütün ülkeler, hem neoliberal düzenin kuralları içinde kalıp hem de iklim değişikliğini önleyemez ya da etkilerini azaltamaz. Dünya giderek daralan bir zaman perspektifinde bu yollardan birini seçmek zorunda kalacak. Kuşkusuz bu tam ve net bir seçim olmayacak. Her zaman iki farklı yaklaşımın da bazı ögelerini/ özelliklerini kaybetmek istemeyen ya da bu iki farklı yaklaşımı birleştirmek/ sentezlemek isteyen yaklaşımlara göre olacak. Hatta eğer neoliberalizm tek başına egemen olamazsa, razı olacağı durum bu “yeni sentez” hali olacaktır. Yani, kapitalizmin ilkelerinden/ kurallarından bütünüyle arınmış bir dünya seçeneği belki hiçbir zaman olamayacaktır.

Gerçek bu: Sanki insan olma halinin doğal ve ayrılmaz bir parçası gibi düşündüğümüz, insan merkezli ve sınıflı, sömürüye dayanan ve bencil yaşam biçimi neden kaçınılmaz bir dünya hali/ insanlık hali olsun? Neden insanlar çalışarak ve sömürülerek yoksullaşsınlar veya hiç iş bulamadıkları için çaresizleşsinler? Neden bunca yoksulluk ve kriz varken, inanılmaz büyüklükteki birikimlerini anlamlı hiçbir şeye dönüştüremeyecek olan küçük azınlık, dünyaya ve doğaya/ insanlara bu kadar büyük kötülükler yapmak istesin? Neden bu kadar dar ve sığ hem de miyop görüş tek geçerli görüş olsun?

Biliyorum bu sorular, çok banal ve eskimiş görünüyorlar. Naif ve saf/ ilkel sorular. Ama yanıtlarına hala ihtiyacımız var. Neoliberal dünya düzenini değiştirmek neden mutlaka büyük bir toplumsal çekişme, gerilim ve şiddet, can pahası bir mücadele gerektirsin? Yanıtını biliyoruz gerçi: “İnsanın doğası/ özelikleri böyle. Dünyanın düzeni böyle ve her zaman böyleydi, böyle olacak.”

Az sayıda birey ya da dünyanın az sayıdaki güçlüsü, despotu veya yönetici kolayca olmasa da herhangi bir çıkar için işbirliği yapabilirler. Ancak geri kalan insanlık, bunca yoksul milyonlar ve milyarlar, deneyimsiz ve çaresiz insanlar, nasıl eşitler-arası hiyerarşisiz bir beraberliği kuracaklar ve savaşsız bir dünyanın her gün ışımasını sağlayacaklar? İnsanların ve doğanın sömürülmediği bir dünyayı nasıl var edecekler? Birleşmiş Milletler gibi etkisiz kalmayan küresel iletişimi ve dayanışmayı nasıl örgütleyecekler?

Eğer böyle bir dünya olamayacaksa o zaman neredeyse çökmeyi ve gezegenin sonunu kabul etmiş olacağız. Eğer başka bir dünya olabilirse, bunun nasıl olabileceğini bulmak ve onun pürüzsüz işlemesini sağlamak zorundayız.

Bunun kavramsal ve operasyonel araçlarını, hukukunu ve örgütlerini geliştirebilecek miyiz?

Hava durumu ve meteorolojik olaylar zaten başka bir şey düşünmemize olanak vermiyor.

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.