Hasan Cemal son yazısı yayınlanmayınca Milliyet’ten ayrıldı

Hasan Cemal, Milliyet gazetesindeki yazılarına,  son yazısının da yayınlanmamasının ardından son verdi.

28 Şubat’ta Namık Durukan imzalı Milliyet’in manşetinde “İmralı zabıtları” başlığıyla yayımlanan görüşme notları yayınlanmış, Cemal’in, bu zabıtlarla ilgili olarak 1 Mart’ta “Barış olgunlaşmış durumda, resmin bütünü sakın ola gözden kaçmasın!” başlığıyla bir yazısı Milliyet’te yayınlanmıştı.

Hasan Cemal ertesi günde aynı konuyu ele alan bir başka yazı kaleme alıp, Recep Tayyip Erdoğan’a seslenmiş “Sayın Başbakan, tarihin eli yine omzunuzda, tarih bazen yaşarken de yakalanır!” başlığı ile bir yazı yazmıştı.

Erdoğan: “Gazeteciliğin batsın”

Bu yazının yayımlandığı gün Balıkesir’de yaptığı konuşmada Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, iddialara göre Cemal’in kendisine seslendiği yazısına kastederek“Gazeteciliğiniz batsın” şeklinde bir açıklama yapmış, konuşması sırasında, “Bu medyanın bazı uzantıları, kalemşörleri şunu yazıyor. Devlet yönetmek başka bir şey, gazete yapmak farklı bir şey. Eğer bu ülkeye bu millete zerre kadar sevdanız varsa şu çözüm sürecine katkıda bulunmak istiyorsanız böyle bir haberi atamazsınız, atmamanız gerekirdi. Bu süreç hassas bir süreç. Eğer böyle gazetecilik yapacaksan, batsın senin gazeteciliğin…” sözleri ile Cemal’i açıkça hedef göstermişti.

Basına göz açtırmamaya kararlı Erdoğan'ın bundan sonra atacağı adımlar merak konusu

Tüm bu gelişmelerin ardından Milliyet’in sahibi Erdoğan Demirören’in, Genel Yayın Yönetmeni Sazak’a, Cemal ile Başbakan’ın çıkışını köşesinde eleştiren Can Dündar’ın yazılarına son verilmesini istediği ileri sürüldü.

İki yazarın gazeteden ayrılması talebinin Dündar’ın yazılarına devam etmesi, Cemal’in ise iki hafta yazılarına ara verdirilmesi formülü ile ertelendiği iddia edildi.

İşte bu iki haftalık süre dün sona erdi ve ne olduysa bu sürenin bittiği gün oldu.

Çandar, “Yayınlanacak mı?” diye sordu, Akın, “Cemal ayrıldı” açıklamasını yaptı

Radikal gazetesi yazarı Cengiz Çandar da Cemal’in iki haftalık süresinin yarın dolduğunu, yazının çıkıp çıkmayacağını merak ettiğini yazdı.

Doğan Akın T24’teki yazısında Cemal’in Milliyet’ten ayrıldığını, “Hasan Cemal, Milliyet’ten ayrılıyor” başlıklı yazısı ile duyurdu ve bugün yayınlanması için gazeteye gönderdiği yazısını T24’te yayınladı.

İşte, Hasan Cemal’in, Milliyet’te yayınlanmayacağı için 15 yıl süren Milliyet macerasına son verme kararı almasını sağlayan, “İki haftadır kapalı olan köşemi açarken – Gazetecilik ve gazeteciler üzerine” başlıklı yazısı:

İki haftadır kapalı olan köşemi açarken – Gazetecilik ve gazeteciler üzerine

Başbakan Erdoğan, Balıkesir’de Milliyet’e dönüp Namık Durukan’ın İmralı Zabıtları haberinden dolayı “Batsın bu gazeteciliğiniz!” dediğinden beri iki haftadır bu köşe kapalıydı.

Tayyip Erdoğan, Balıkesir konuşmasında beni de hedef almıştı. Adımı zikretmemişti ama haberi ve gazeteciliği savunan benim bir cümlemi aynen alıp bana da yüklenmişti.

Ben o cümlede kendi mesleğimin en temel ilkelerinden birini özenle vurgulamıştım. ‘Gazetecilikle memleket idaresi’nin ayrı ayrı konular olduğunu belirtmiş, ikisinin arasından geçen ayırıcı çizgiye işaret etmiştim.

Özeti şuydu:

Demokrasilerde siyasetçi ülke yönetir, gazeteci gazete yapar!

Evet, öyledir.

Demokratik rejimlerde gazeteciliğin sınırlarını özgürlükler ve gazetecilik mesleğinin evrensel ilkeleri çizer; iktidarların bakış açılarıyla milli-gayri milli gibisinden kriterler çizmez.

Gazeteciliğin evrensel ilkeleri içinde, tarifi her zaman kolay olmasa da, hiç kuşkusuz sorumluluk da vardır. Ama bu sorumluluk duygusuyla iktidar odaklarının anladığı ‘sorumluluk’ ille de örtüşmez, örtüşmek zorunda da değildir.

Demokrasilerde gazetecilerle iktidar sahipleri zaman zaman anlaşamaz çatışırlar.

Çok görülür bu durum.

İlişkilerin fena halde gerildiği, bazen kopma noktasına geldiği de olur.

Bu konuda özellikle Amerikan demokrasisinden çok ilginç, renkli örnekler verilebilir.

Şimdi bunları geçiyorum.

‘İmralı zabıtları’ yüzünden Ankara’yla Milliyet arasında yaşanmış ‘olay’ın perde arkasına bugün için girmek niyetinde değilim. Kişiselleştirmek de istemiyorum konuyu…

Böyle bir ‘olay’ benim başıma ilk defa gelmiyor. Ayrıca, yıllar ve yıllar boyu birçok meslektaşım bu yollardan geçti, geçmeye ne yazık ki devam ediyorlar.

Belirtmekte yarar var.

Medya-iktidar ilişkileri bu ülkede öteden beri sorunlu olmuştur. Çünkü siyasal güç odakları her zaman medya ve gazeteci milletini genellikle kendi çektikleri ‘kırmızı çizgiler’le kontrol altında tutmaya çalışmıştır. Bunun için ekonomik, siyasal ve hukuksal aletlerle baskı uygulamıştır.

Hiç değişmemiştir bu.

Medya patronlarının gazetecilik dışındaki alanlarda mevcut ekonomik menfaatleri de iktidarların elini güçlendirmiştir.

Bir başka deyişle:

Kendi işleriyle ilgili olarak medya sahiplerinin Ankara’ya olan ihtiyaçları ya da Ankara’nın ekonomik konulardaki aşırı gücü -Türkiye’de yargı düzeninin ikinci sınıflığıyla da birleşince- siyasal iktidarlar medyayla daha kolay oynamıştır.

Bir de gazeteciliğe bakış vardır, medya patronlarının bakışı…

1990’ların başıydı.

Cumhuriyet gazetesinin genel yayın yönetmeniydim. Türk iş dünyasının en büyüklerinden biri, gazete çıkarmak isterken benim de görüşümü almıştı.

Ben de ona sormuştum:

“Neden gazete çıkarmak istiyorsunuz? Avrupa çapında iyi bir buzdolabı fabrikası, iyi bir televizyon fabrikasıyla bankadan sonra bir de iyi gazeteniz mi olsun istiyorsunuz? Yoksa rakiplerinize karşı Ankara’da, iktidarlar nezdinde yeni bir güç odağı yaratmak için mi gazete çıkarmak istiyorsunuz? Ankara’da kendi iş menfaatlerinizi korumak ve geliştirmek mi, yoksa bir de iyi gazete sahibi olmak mı, hangisi?”

Bu konuyu daha önce de yazmıştım. Ama yukarıdaki sorum bugün de geçerli. Ankara’yla, siyasal iktidarlarla medya arasındaki sorunlu ve kusurlu ilişki yapısı, sanıyorum, dün olduğu gibi bugün de yukarıdaki soruda düğümleniyor.

Ama yalnız bu değil.

Bir de ‘gazeteci milleti’nin, özellikle ‘gazeteci eliti’nin iktidar-medya ilişkilerini rayından saptıran ya da rayında tutamayan rollerini de akılda tutmak lazım.

Yöneticiler – ve önde gelen yazarlar – bu ülkede gazeteciliği güç odaklarına karşı olduğu kadar patronlara karşı, hatta patronlara rağmen savunmakta da başarılı olamadılar. Bunun için kendi aralarında mesleki nitelik taşıyan güçlü ortak platformlar oluşturamadılar.

Bu noktayı özellikle vurguluyorum.

Bu konuda, benim de 45 yıllık gazetecilik mesleğimde zayıf notlarım vardır.

Ayrıntıya girmiyorum.

Şimdilik girmek de istemiyorum.

İktidar-medya, iktidar-gazeteci, gazeteci-patron ilişkilerinde taşların yerli yerine oturabilmesi için, hiç kuşkusuz, gazeteci milletinin de mesleki görev ve sorumluluğu vardır.

Bu noktayı gözardı etmeyelim.

Olan biteni, eli kolu bağlıymış gibi ya da kendisini ilgilendirmiyormuş gibi seyretmek, yani kayıtsız ya da nemelazımcı tavır, demokrasi ve hukuk devletinin bu ülkede ikinci sınıflığa mahkûm olmasında önemli rol oynamıştır.

Gazetecilik bayrağını ne kadar yüksekte tutarsak, kendi mesleğimizin bağımsızlık ve özgürlüğüne ne kadar sahip çıkarsak, Milliyet’in başarılı Genel Yayın Yönetmeni Derya Sazak’ın deyişiyle inadına gazetecilik çizgisinde ne kadar yürüyebilirsek, bu ülkede demokrasi ve hukuk çıtası da o kadar yükselir.

Bu konu, Türkiye’nin ‘Kürt sorunu’yla ilgili olarak bugün geçmekte olduğu hayati dönemde çok daha büyük bir önem taşıyor. Demokratik hukuk devleti çıtası ne kadar yükselirse, bu ülkenin barış ve huzur kapısı o kadar açılır.

Biz gazeteciler mesleğimizi ne kadar iyi yaparsak… Gazeteci gazeteciliğini, patron patronluğunu, siyasetçi siyasetçiliğini ne kadar iyi bilirse… Hiç kuşkunuz olmasın, herkesin kafası rahat eder, herkes daha huzura varır ve bu ülkede demokrasiyle barışın taşları çok daha çabuk yerli yerine oturur.

Mesleğini çok uzun yıllardır gerçekten seven bir gazeteci olarak her şeye rağmen, birçok olumsuzluğa rağmen geleceğe umutla bakıyorum.

Bu açıdan duygu ve düşüncelerim özellikle son iki haftada yaşadıklarımla daha bir güç kazandı diyebilirim.

Hadi, işimize bakalım.

İşimizi daha iyi yapalım.

İki haftalık mecburi aradan sonraki ilk yazımı noktalarken, daha iyisini yazabilirdim diye de düşünmeden edemiyorum doğrusu…”

(Bianet, T24, Radikal, Yeşil Gazete)

 

 

 

 

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

[COP29] Türkiye’nin iklim politikaları performansı bu yıl da ‘düşük’

Bu yılki İklim Değişikliği Performans Endeksi'nde 53'üncü sırada yer alan Türkiye’de yenilenebilir enerji kapasitesi artarken, bunun fosil yakıtları ikame etmediği vurgulanıyor.

[COP29] 25 ülke ve AB’den ‘Yeni kömüre hayır’ eylem çağrısı

Avustralya'nın 'eylem çağrısı'na ilk yanıt veren ülke olmasının ardından OECD ülkeleri içerisinde yeni kömür santrali inşa eden sadece Türkiye ve Japonya kaldı.

Alaplı’daki doğal gölün bitmeyen çilesi: Şimdi de hafriyat ve moloz yığılıyor

Eski taş ocaklarının çukurunda kendiliğinden oluşan ve içinde yaşayan balıklarıyla canlı bir göl haline gelen Alaplı Gölü'nü yok etme girişimlerine bir yenisi eklendi.

Karacasöğüt’te 1. Derece Arkeolojik Sit Alanı’na marina için ÇED gerekli değilmiş

Marmaris'te 1. Derece Arkeolojik Sit alanına yat iskelesi ve turizm tesisi projesine valiliğin verdiği 'ÇED gerekli değil' kararı İdare Mahkemesi'nce de uygun bulundu.

[COP29] Petrol zengini Suudi Arabistan müzakereleri sabote ediyor

Suudi Arabistan delegeleri, Bakü'deki iklim zirvesinde fosil yakıtlardan uzaklaşma, adaptasyon, iklim taahhütleri gibi kritik konulardaki müzakereleri her fırsatta engelliyor.

EN ÇOK OKUNANLAR