Hamide Teyze ile kapı önü sohbeti – Alakır Nehri

Hamide Teyze kim mi?

Bizi durduran, daha doğrusu bulduran, bulduran derken arayışımızın olmadığını anlamlandıran.

Şöyle;

Doğup büyüdüğümüz şehirden göçümüzde arayışındaydık yaşayacak bir toprak parçasının.

Sırtımızda evimiz yürüyorduk Toroslarda bakına bakına yuvamızı kurup aşımızı çıkarabileceğimiz bir toprak parçası.

Doğu Toroslardan başlayan bu yürüyüşümüz dere tepe, kamp yapa yapa, ateş yaka yaka, hayran kala kala ilerlerken gelmişiz Alakır Vadisine Teke Dağlarını aşaraktan.

Nehrine vardığımızda, köprünün yanıbaşında ki eski taş değirmenin önünde erzağımız için un sormaya durduk.
Seslendiğimizde, değirmenin hemen arkasındaki toprak damlı taş evin sedir çerçeveli penceresinden kafasını uzatan, iki yandan örgülü beyaz saçları renkli yemenisinden sarkan, kalın çerçeveli gözlüklü teyze;

Değirmenci öldü! Un yok! diye seslendi sualimize.

Biz nehrin yanına çöğreklendiğimizde inip vardı elinde değnek ettiği çoban sopasıyla yanımıza ve sordu sırtımızda taşıdığımız bunca yükle yürümemizin nedenini.

Dedik;

“Şehirde doğduk büyüdük ama artık orada yaşamak istemiyoruz. Köyümüz yada bir toprağımız yok. Kendi ekip biçtiklerimizle yaşayabileceğimiz bir toprak parçası arıyoruz”

3 yıl kadar önce değirmenci eşi vefat eden ve o zamandan beri tek başına, 70’e yaklaşmış yaşında, vadinin dibinde, ormanın içinde, köyün merkezine dahi 9km uzaklıkta, sütünden peynir, yoğurt, tereyağı yaptığı keçileri, tüm sebze ihtiyacını karşıladığı sebze bahçesi, meyva ağaçları, taşıdığı odunun ateşiyle ısıtarak çekip çevirdiği evi, ambarı, kendi yaptığı yufkaları ile tam bağımsızlığın sembolü bu teyzenin cevabı, 2 ayı aşkın süredir devam eden yüzlerce km’lik yürüyüşümüzün sonuna geldiğimizi müjdeliyordu;

“Ulan her yer toprak ya!”

Onun eteklerinin dibine, Alakır Nehri’nin kenarına kuruverdik çadırımızı ve geçirdik dört mevsimi başbaşa.

Heryerin toprak olduğunu hatırlattıktan sonra eklemişti hemen;

“Yapabilecek misiniz asıl önemli olan o!” diye.

O aracı oldu tanıştırdı biz çocuklarını tekrar toprakla.

O tanışıklık toprakla, aşk’a dönüştü o senenin sonunda.

Seneler boyu hiç çıkmadılar hatta o topraklardan bir daha.

O çocuklar bizdik, hala büyüyemedik.

O da hâlâ Hamide Teyze.

(Bu yazı Alakır Nehri facebook sitesinden alınmıştır.)

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Balık ekmek yemekle olmaz, Marmara’nın suyunu için!-Mehveş Evin

Ne yazık ki müsilaj felaketini balık yemek, denize girmek, denizin yüzeyini temiz görmeye indirgemek, bu büyük ekolojik krizi durdurmanın önündeki en büyük engel.

Marmara Denizi’ndeki kirlilik sorununa bir çözüm: Agroekoloji – Bülent Şık

Agroekolojik yöntemler sulardaki nitrat kirliliğini azaltıcı bir sonuç doğurur ve bu da içme suyu kaynaklarının korunması anlamına gelir.

Örgütlü sessizlik – Arat Dink

Zeki Tekiner, dört ay önce başka bir silahlı saldırıdan şans eseri ölümcül bir yara almadan kurtulmuştu. Vali’yi olayın siyasi boyutu olduğuna ikna edememişlerdi. Dostları Nevşehir’den bir süre uzaklaşmasını istediler. O, “Bana Nevşehirliden zarar gelmez” dedi, kaldı. Su, tanıdık akıyor, değil mi?

Marmara Denizi’ndeki müsilaj kirliliğinde kömürlü termik santrallerin etkisi incelenmeli- Pelin Cengiz

İstediğiniz kadar yüzey temizliği yapın, bir yeri temizlerken diğer taraftan atık devam ediyorsa buna temizlik denir mi?

Marmara’nın ölümü: İstanbul kolera salgınına hazır mı – Bülent Şık

Denizdeki müsilajin kolera salgını getirmesi mümkün. Ama her şeye rağmen devam etmekten ziyade durmayı, onarmayı öne çıkarmalıyız. İnsan, bitki, hayvan ve çevre sağlığını bir bütünün birbiriyle ilişkili parçaları olarak görmeye çalışarak çözümler arayacağız.

EN ÇOK OKUNANLAR