2002 yılından bugüne altı genel seçimin beşinde tek başına iktidar olarak 20 yıldır hükümetteki yerini koruyan Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) son beş yılının da partili cumhurbaşkanlığı uygulaması altında geçen şekilde siyasal rejime damga vurduğu bir dönemin ardından yeniden seçim aşamasındayız.
Dolayısıyla, 14 Mayıs Pazar günü yurttaşlık kavramı paydasında buluşup sandığa gitmek ve o sandığı sandık görevlisi ya da müşahidi olarak korumak kanunların çizdiği çerçevede hakkımıza sahip çıkabilmek adına şimdilik yapabileceğimiz en iyi şey. Ancak bu eylemin seçim sistemine ilişkin kartların yeniden karılmasını, uygulama ve güvenlik açıklıklarına karşı umutsuzluğa düşülmeden ifası, demokrasi hak ve özgürlüklerin, toplumsal ve ekolojik boyutlarıyla yaşam hakkının daha fazla ihlal edilmemesi için de mühim. Fakat yurttaşlık görevi bununla da sınırlı değil, zira devlette devamlılık esasını zorlaması muhtemel olan bir değişimin ne kadar başarılabileceği demokrasi taleplerinin sivil toplum güçleri tarafından izleyen süreçte yükseltilmesine bağlı.
Millet İttifakı nükleer santraller ve Kanal İstanbul’dan vazgeçmeli
Yukarıdaki satırları yazmaya sevk eden gerçeklik, AKP’nin iktidarda olduğu süre zarfında 2007’den itibaren demokratik rejimlerin esası olan güçler ayrılığı ilkesinin yerini yasama ve yargı erklerinin yürütme lehine zayıflatılmasıyla yürütmenin güçle donatılmasına yaslanan güçler birliği sisteminin almış olmasıdır.
’80 sonrası gittikçe yoğunluk kazanan torba yasa ve KHK uygulamalarının AKP dönemindeki abartılı kullanımıyla taşları döşenen yolda parlamenter sistemin terkiyle geçilen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nden çıkmak bu nedenle ana muhalefetin ilk icraatı olacak görünüyor. Nitekim seçimin güçlü adaylarını çatısı altında toplayan Millet İttifakı’nın seçim sonrasına yönelik 12 maddelik yol haritasında öne çıkan “anayasa, yasa, kuvvetler ayrılığı denge ve denetleme esasları çerçevesinde, istişare ve uzlaşı” vurgusu demokrasinin yeniden inşası için çok önemli. Ancak, bu durum vazgeçilmesi öngörülen sistemin ürünü olarak hayata geçirilmek istenen kamusal zararı tescilli Akkuyu Nükleer Güç Santrali (NGS), Sinop NGS, Kanal İstanbul gibi girişimlerin de teori ve pratikte geçersiz olmasını gerektiriyor.
Meseleyi Türkiye’de ’60’lardan beri ihaleler açılan nükleer santral projelerinin ilk kez AKP iktidarında bu denli ilerletilmesi bakımından Akkuyu NGS örneği üzerinden değerlendirirsek, siyasal iktidarın bu hegemonik projesiyle küresel ve ulusal ölçekte bekasını koruma saikiyle hareket etmiş olduğu açık ve nettir. Bu bakımdan nükleer yakıtın bir yıl sonra üretime geçeceği açıklanan tesise sırf seçim propagandası amacıyla getirilmiş olması da hayata geçirilmek istenen kamusal zarardan ibaret olan bu projeyi Millet İttifakı’nın sürdürmemesi gerektiğini imlemektedir.
Zira Akkuyu NGS’yi ileriye taşıyan ilk adımlar siyasetin kurumlarının çökertilmesi, Anayasanın arkasından dolaşılması, Akkuyu’ya karşı açılan davaların siyasallaşan yargı aracılığıyla projenin ilerlemesine engel teşkil etmemesiyle atılmış, bu açılan yoldan Sinop NGS projesinin ilerletilmesi için de yararlanılmıştır. OHAL döneminin etkileri sürerken 2017 yılında bu projelere stratejik ve öncelikli yatırım statüsünün tanınması ise Rusya ile 2015 yılında yaşanan uçak krizinin ardından AKP için bu ilişkinin kotarılmasını amaçlamıştır.
Bu doğrultuda “6745 Sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”la KDV istisnası, gümrük muafiyeti, yüzde 90 vergi indirimi, yatırıma katkı payı, KDV desteği, yatırım yeri tahsisi, faiz desteği verilmiş, projeler “Yatırımlarda Devlet Yardımları Hakkında Karar” kapsamında öngörülen teşvik ve desteklerden de yararlandırılmıştır. Kaldı ki bıkmadan usanmadan tekrar ettiğimiz gibi Akkuyu NGS örneği AKP’nin Rusya’ya kendi topraklarımız üzerinde toprak vermek suretiyle ayrıcalık tanıması, liman vermesi, inşasını ve işletmesini sağlayarak askeri üs kazandırmasına imkan veren uluslararası bir anlaşmayla hukuk da çiğnenerek hayata geçirilmiş, daha başından ulusal ve ekolojik zararın üstlenildiği bir projedir.
Projelerin kamuoyu nezdinde meşruiyetleri yok
Türkiye’nin Rusya’ya tüm ekolojik ve kamusal riskleri üstlenerek (buna ekolojik zararların ekonomik yükü de dahildir) nükleer santral hediye etmesi yeterince büyük bir sorunken bu projeyle Türkiye’ye 60 yıl boyunca en az yüzde 70 kârlılıkla elektrik satılacak olması gibi bir gerçek de söz konusudur. Tüm bunlar Akkuyu NGS’yi ülkenin her türlü çıkarına karşı olduğunu teslim ederek ana muhalefetin neredeyse ilk vazgeçmesi gereken proje konumuna getirmektedir.
Akkuyu NGS’nin Rusya lehine teşviklerle donatılmış olmasının yanı sıra AKP’nin 2010 yılında yapılan Anayasa değişikliği kapsamında torba referandumu ile gerçekleştirilen yargı reformunun akabinde siyasallaşan yargı aracılığıyla toplumsal itirazları dizginleyerek baskı ve zor araçlarına başvurulmuş olması da projenin kamuoyu nezdinde bir meşruiyetinin olmadığını ortaya koymaktadır. Nükleer karşıtlarına dava ve ceza yağdıran uygulamalarının üstünde yükseltilmiş olan bu projeye rızanın baskı ve zor araçlarıyla sağlandığı açıktır. Nitekim en son 2016 yılında 15 Temmuz’dan önce Mersin ve Mezitli kent Konseyleri tarafından 13 ilçede 5050 kişi arasında gerçekleştirilen kamuoyu araştırmasının sonuçlarına göre Mersin’deki nükleer karşıtlığı yüzde 70 oranında çıkarken 2023 yılında yakıtın bitmemiş tesise getirilmesine itiraz etme görevinin salt aktivistlere kalmış olmasında kuşkusuz bu baskı ve zor uygulamalarının payı vardır. Zira OHAL döneminden itibaren baskı ve zor uygulamaları zirveye ulaşmış, nükleer karşıtlarına dava açılması, proje mekânı olan köye girişlerinin engellenmesi rutin uygulamalara dönüşmüştür.
İlk adım oy kullanmak ve sandığa sahip çıkmak
Nükleer yakıtın tesise getirilmeden 1 gün önce 26 Nisan Çernobil nükleer felaketinin yıldönümündeki protestoları aktivist belgeselci Hakan Tosun’un tarihe not düşen video çekiminden izleyebilirsiniz. Ne var ki seçim propagandası olarak nükleer yakıtın tesise getirilmesine karşı, köye giderek Anayasada yer alan protesto hakkını kullanmak isterken engellenen yurttaşları koruyan ya da uğradıkları haksızlığı kınayan bir yaklaşımın sergilenmemiş olması düşündürücüdür. Tam da bu noktada Akkuyu NGS’nin 700 No’lu KHK ile Cumhurbaşkanlığı Sistemine geçilmeden kısa bir süre önce kurulan Nükleer Düzenleme Kurumundan müteşekkil idari alt yapısının yargıya intikal etmişken siyasallaşan yargının bu aykırılığı da kılıfına uydurmuş olması yeni hükümete Akkuyu NGS’ yi devam ettirme cesareti vermemelidir.
Sonuç olarak başta operasyona geçmesi halinde bizi geri dönülmeyecek zararlarla başbaşa bırakacak Akkuyu NGS olmak üzere kamusal faydası olmadığı bilinen eko kırıma yol açacak bu projelerin engellenmesi şarttır. Bunun için en kısa ve hasarsız yolun siyasal iktidarın değişmesinden geçtiği hepimizin malumu olduğu üzere ilk yapılacak şey de önce o ilk adımı atarak oy kullanmak ve sandığa sahip çıkmaktır. Ancak sonraki aşamada hiçbir şeyin kendiliğinden olmayacağı, ülkenin, kamusal varlığımızın maddi manevi zararına neden olacak bu projelerden kurtulmanın yurttaşlık bilinciyle sürecin takip edilmesine ve ısrarcı davranılmasına bağlı olduğu da açıktır.