ManşetYazarlar

Filistin’den Taksim’e biber gazı: Neoliberalizmin küresel kentler savaşı (1) – Yahya Berman

0

Biber gazı sorunu, polis tarafından kullanılan bir dizi kimyasal silah ve plastik mermi gibi diğer ‘öldürücü olmayan kitle denetim silahları’yla ilgili düşünülmeli. Türkiye hükümetinin yaygın olarak kullandığı biber gazı ve benzeri kimyasal silahların bugünkü versiyonları, Filistinlilere karşı İsrail ordusunca yapılan denemelerden sonra yayıldı. ABD, İsrail ordusuna İntifada sürecinde kullanmak üzere bu kimyasal silahları sevk ederken, söz konusu ürünlerin promosyonunu amaçlıyordu.

Birinci Emperyalist Savaştan beri gaz bombalarının kullanımı, ordulardan polise, sömürgelerden metropollere doğru yaygınlaştı. AKP rejimi, 2005 yılında kitlesel alımlara başladı ve aynı süreçte Polis Vazife ve Selahiyetleri Kanunu değiştirildi. Mart 2006’da 8 Martı kutlamak isteyen kadınlar ve Diyarbakır’da Kürt göstericilere karşı polis şiddeti, Türkiye’de yeni bir olağanüstü hal rejimini haber veriyordu. Her iki olayla ilgili olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları yayınlandı.

Biber gazı, Gezi Parkında başlayan toplumsal muhalefet hareketiyle birlikte AKP rejiminin markası oldu. Başbakanın öfkesi gibi o da evlerimize girdi. Tıpkı AKP’nin yeni muhafazakâr ve neoliberal ideolojisi, iktidar teknikleri ve söylemleri gibi biber gazının da lisansı ABD ve İngiltere merkezli çok uluslu şirketlere ait.

Bir uygunsuz kullanım meselesi!

ABD’nin İsrail’e sevk edilen kimyasal silahların ‘uygunsuz kullanımı’na ilişkin araştırmasında, Aralık 1987-Nisan 1988’de 40 Filistinli göstericinin biber gazı kullanılarak öldürüldüğü ve birçok Filistinli kadının da düşük yaptığı saptamasına yer verildi. Katledilenlerin çoğunluğu çocuk ve yaşlıydı. Araştırmayı yapan resmi kuruluş, yine de biber gazının cezalandırma amacıyla değil kitleleri kontrol etme amacıyla kullanılması halinde ‘en insani yöntem’ olduğu konusunda ısrarlıydı. Çünkü biber gazından etkilenenler, sağlık sorunları olmaması halinde ölmüyorlar, ancak etkisiz hale getiriliyorlardı. Örneğin ABD Dışişleri Bakanlığına göre, bir hekim, düşüklerin sadece  gazdan değil, çatışma ortamının stresi de dahil olmak üzere ek faktörlerin de etkisiyle gerçekleştiğini belirtmişti.

Neredeyse yüzyıldır ABD ve İngiliz orduları, biber gazının doğru kullanımı halinde ölüme yol açmadığını kanıtlayıp duruyorlar. Bu konuya odaklanan Anna Feigenbaum’un araştırmaları gösteriyor ki, kapitalizmin kriz dönemlerinden birinde, 1930lu yıllarda işçi sınıfı hareketlerine karşı biber gazı kullanılmış; ABD ve İngiliz polis teşkilatları, biber gazı ve diğer kimyasal silahların kullanımı ve üretiminin teşvik edilmesi için strateji geliştirmişlerdi.

ABD Hesap Verebilirlik Bürosunun Filistin’de ABD menşeli biber gazı kullanımına ilişkin raporu, şöyle bir mantık kuruyordu: 1988 yılında öldürülen toplam Filistinli sayısı 366’dır ve bunlardan ancak dördünün ölümünün doğrudan doğruya kapalı yerlerde biber gazı kullanımına bağlı olduğu tıbbi olarak kanıtlanabilmiştir (otopsi raporları olmayan durumların yanı sıra yaralanma, sakatlanma gibi sonuçlar bir çırpıda gözden kaçırılır; kaldı ki, dört kişi de Amerikalı ya da İsrailli değildir ve isimleri asla anılmaz. 1987-2000 İntifadasının sonuna kadar 1,376 Filistinli öldürülecek ve dünyanın geri kalanı için, rakam olarak bile yok hükmündedirler). Dolayısıyla, İsrail’e biber gazı ihracının yasaklanması için gerekçe yoktur.

Rapor, ‘Arap yanlısı bir çıkar grubu’nun biber gazı ihracına karşı (raporda ne bu çıkar grubunun adı ne de itirazları belirtildi) itirazlarına, ihracatçı firma Trans-Technology’den (adını vererek) alıntı yaparak cevap veriyordu: “Kullanımın öldürücü olmaması ve böylece isyan ya da ayaklanmaların denetlenmesinde öldürücü yöntemlerden vazgeçilmesi amacıyla tasarlanmış bu ürünün [ihracat izninin] çekilmesi, samimi görüşümüze göre, ilgili insanların yüksek insan hakları çıkarlarının aksine sonuçlar doğuracaktır. Ürünlerimizin suistimal edilerek masum sivillere zarara yol açılabileceği ihtimalinin farkında olmakla birlikte, bu türden bir kalabalık denetimi yönteminin el altında olmaması halinde, yaralanma ve yıkımın çok daha yaygın olacağına inanıyoruz.”

Firmanın bu inancı, ABD Hesap Verebilirlik Bürosu raporunun sonuç bölümünü oluşturuyordu. Kanıtların çarpıtılma biçimlerine dikkat: Örneğin 366 ölümden (haydi diyelim ki 40 değil de) sadece dördü gaz bombalarından kaynaklanıyorsa, bu, ‘ölümcül olmayan’ silahların ‘ölümcül olan’larla beraber, aynı tekniğin bir parçası olarak kullanıldığını gösterir. Dört ölümün gazdan kaynaklandığı kanıtlandıysa, demek ki şu sonucu çıkarmak gerekir: Kimyasal silahlar, ölüme sebep olabilir. Eğer ölümler belirli koşullarda, örneğin gazın kapalı yerlere sızması sonucu oluyorsa, ya da göstericilerin sağlık durumları ağırlaştırıcı etkense, hiçbir uygun gaz kullanımı bunları engelleyemez demektir. Biber gazının kapalı yerlere sızması (polis evlere, okullara, hastanelere atmasa bile, ki atmıştır ve atacaktır) engellenemez.

Yeni sağ söylemin işleyiş ilkelerinden biri, olguları çarpıtarak kısmi gerçekler üzerinden kamuoyu oluşturmak ve eleştiri getirenleri, (‘Arap yanlısı bir çıkar grubu’nda olduğu gibi) sessizleştirerek muhatap olmaktan çıkarmaktır.

Artık bir kez böyle bir araştırma yapılıp biber gazının daha insani bir ‘kitle denetimi’ yöntemi olduğu kanıtlandıktan sonra, Filistin’de biber gazı kullanımına dair kaygılar ortadan kalkıyordu. 2012’deki bir örnekte İsrail askerleri, Jenin’de bir köye baskın yapmış ve bir okulun etrafında ses ve gaz bombaları atmaya başlamıştı. Gaz sınıfları doldurdu. Köylüler, buna tepki olarak ayaklanınca daha fazla gaz bombası atıldı ve pek çok köylü yaralandı.

İsrail’in işgal altındaki topraklarda kurduğu apartheid rejiminin bir parçası olarak biber gazı, Filistin topraklarına yerleştirilmiş yasadışı Yahudi yerleşimlerini de etkileyecekti elbette. Öyle ki, Ami Kaufman, İsrail ordusu ve medyasıyla şöyle dalga geçecekti: Filistinliler, her Yahudi bayramında gösteri yaparak İsrail ordusunun kendilerine karşı biber gazı kullanmasına neden oluyordu kasten, böylece Yahudiler bayramlarını kutlayamayacak, strudelleri gaz kokacaktı!

İsrailli insan hakları örgütü B’Tselem, 1989’daki kuruşundan beri Filistinli göstericilere karşı ‘ölümcül olmayan’ silah kullanımlarını belgelemişti. Bu raporlarda ayrıntılı olarak belirlendiği gibi, ölüm ve yaralanmaların istisna değil normdur ve İsrail ordusunun bu sonuçları daima uygunsuz kullanım sonucu olmasıyla açıklayacaktır. Ancak sorumluların cezalandırılması istisnai bir durumdur.

İsrail ordu ve polis kuralları, göstericilere karşı biber gazı kullanımını yasaklıyor ve ancak kamu güvenliğini tehdit edecek ölçüde ciddi karışıklıklar halinde gaz kullanımına izin veriyor; kapalı yerlerde gaz kullanımı ve kişilere hedef gözetilerek ya da salvo yaptırılarak gaz kullanımını da yasaklıyor. Ancak bu düzenlemelerin uluslararası eleştirilere yanıt vermek amacıyla yapıldığı ve ABD’nin ihracat izinlerini mümkün kıldığı açıktır. Filistin’deki gösterilerde bir noktadan sonra çocukların taş atmaya başlayacağını ve böylece ‘kamu güvenliği’ gerekçesinin devreye gireceğini kestirmek gerekir.

Fakat şunu da belirtmek gerekir: İsrailli yetkililer, B’Tselem’in ve başka örgütlerin belgelediği olaylar karşısında göstericileri suçlama yoluna gitmektense, gaz bombalarının kurallara aykırı olduğunu defalarca kabul etti. Öte yandan B’Tselem, gaz bombalarının kurallara uygun olarak kullanılması halinde bile ölüm ve yaralanmalara yol açabileceğini belgeledi. Çünkü göstericiler doğrudan hedef alınmasa bile, yeni jenerasyon gaz bombalarının etkilerini denetlemek mümkün değildir. B’Tselem, diğer bir ‘ölümcül olmayan’ ayaklanma denetim silahı olan plastik mermilerinse, 2000 yılından beri İsrail askerlerine taş atan 12 çocuk ve 6 yetişkini öldürdüğünü belgeledi.

Aralık 2012’de yayınlanan raporunda, (İsrail’in Batı Şeria’da Kalabalık Kontrol Silahları Kullanımı), ‘ölümcül olmayan’ kimyasal silah kullanımı üzerine yeni kanıtlar sunuyordu.

(devam edecek)

Yahya Berman

Yazının ikinci bölümünü okumak için TIKLAYIN

More in Manşet

You may also like

Comments

Comments are closed.