Hafta SonuKöşe YazılarıManşetYazarlar

‘Elem katrası’ Yassıada’dan New York’a…

0

Her yıl nisan ayında, tüm dünyada “Dünya Peyzaj Mimarlığı Ayı – World Landscape Architecture Month” kutlanır.

Bu vesileyle biri İstanbul’dan diğeri New York’tan iki şehircilik, peyzaj mimarlığı  örneği yazmak istedim.

Yassıada: Nereden nereye? 

Bugün Yassıada’ya baktığımızda tek bir boşluk göremiyoruz. Yüzümü oraya döndüğümde gözlerimin kökünün sızladığını hissediyorum.

Felsefecilerin armağan olarak gördüğü “boşluk”,dengelerin, dengesizliğin oluşması için bir zorunluluk, kendi başına bir varlık. Oysa Neoliberal ekonominin aktörleri tarafından tahammül edilmez, iştah açıcı ve derhal doldurularak sermayeye dönüştürülmesi gereken bir meta olarak görülüyor.

Onların boşluk dedikleri Yassıada ve Sivriada’yı Sait Faik şöyle anlatıyor:

“Güneş batıyor, martılar haykırıyor, karabataklar sudan çıkmış, ıslak kanatlarını kaldırabilmek için deli gibi çırpınıyorlar, ayı balığı büyük bir nefesle çıkıyor. Büyük bir nefesle tekrar dalıyor. Martılar geliyor, karabataklar gidiyor. Akşam büyük bir vaveyla içinde vahşi, kırmızı dalgalar esmer kayaları dövüyor.”

Doğa ‘boşluk’ sevmez mi? 

Aristoteles’ in “Doğa boşluk sevmez” dediği gibi doğa, bir zamanlar Yassıada’yı öyle güzel doldururdu ki, oradaki manastır, şato kalıntıları ve doğal bitki örtüsüyle bize eski zamanların hayallerini kurdururdu: Bizanslılar, Yassıada’yı önce önemli kişileri sürgüne göndermek için kullanmış mesela. Bizans İmparatoru Theofilos, Platea Manastırı’nı 860 yılında yaptırmış. Adaya sürgün edilen Patrik İgnatios, üzerine bir kilise  ve kilisenin altına dehlizler, tüneller inşa ettirmiş. 11. yüzyıla kadar ise Ada’da  siyasi mahkumlar kaldığı için  bu dehlizler zindan olarak kullanılmış.

Romancı Edward Bulwer-Lytton‘ın kardeşi, o dönemin Birleşik Krallığı’nın İstanbul sefiri Sir Henry Bulwer, 1858 yılının bir yaz günü ilk kez ayak bastığı Yassıada’ya ve vahşi doğasına hayran kaldığını anlatıyor. Sultan Abdülmecit’in de onayını alarak satın aldığı, bu dört tarafı kayalık, ıssız adanın sahilinde burçları  olan, enteresan bir mimari üslupta gotik bir şato inşa ediyor. 1865 yılına kadar da  orada yaşıyor. Şair ve maceracı Wilfrid Scawen Blunt’a göre, Bulwer bu ıssız yere şatoyu, çılgınca aşık olduğu Prenses Ypsilanti için yaptırmış.

Bulwer, şatosunda partiler, davetler vermenin yanı sıra kısmen kendi kendine yeterli olma umuduyla adada tarımsal üretim de yapmış. Bir limonluk inşa ettirip asma kütükleri diktirerek bahçe kurdurmuş. Bir rivayete göre de inşaat yapılırken lahit içinde çok değerli mücevherler de bulunmuş. Bunun üzerine Osmanlı hükûmeti Bulwer’den adayı bir Türk’e satmasını istiyor. Böylece şato, arazi, bahçe ve bağ  Mısır Hidiv’i İsmail Paşa‘ya geçiyor. Ancak o da Bulwer gibi Yassıada’dan sıkılıp gidince ada bakımsız bir şekilde kendi haline bırakılarak, terkediliyor. Kayıtlara göre  Bulwer’in bahçesinden geriye kalan sadece İngiliz çiçekleri…. 1920’lerde ise çoban Vasil, koyunları ve keçileri ile burada yaşamaya başlıyor.

Darbe: Yas defterinde yeni bir sayfa

Yassıada 1947’de Deniz Kuvvetleri Komutanlığı tarafından satın alınıyor. Komutanlık Bulwer’in şatosunu  muhafaza ederek, subay ve erler için  lojmanlar, spor sahası, tesisler, buz deposu, yemekhane, silahhane gibi yeni binalar  yaptırıyor. 27 Mayıs 1960 darbesinin ardından ise “Ada’nın yas defterine” yeni bir sayfa ekleniyor: Mahkeme binaları kurulup adil yargılanma hakları hiçe sayılarak yapılan seri ve hızlı duruşmalar sonucunda, idam cezasına mahkum edilen dönemin Demokrat Parti yöneticilerinden oluşan 15 sanıktan Başbakan Adnan Menderes, Maliye Bakanı Hasan Polatkan ve Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, İmralı Adası’nda infaz ediliyor. Yargılamaların ardından 1978’e kadar Deniz Kuvvetleri’nde kalan Yassıada, bir dönem de Deniz Bilimleri Fakültesi tarafından kullanılıyor.

Adada tutuklu kalan ve 11 ay hapis cezasına çarptırılan Demokrat Parti milletvekili şair Faruk Nafız Çamlıbel, Zindan Duvarları isimli şiirinde, bu uzun dava sürecinde adayı  şöyle tasvir eder:

“Bilmiyor gülmeyi sakinlerin binde biri;
Bir vatan derdi birikmiş bir avuçluk karada
Kuşu hicran getirir, dalgası hüsran götürür;
Mavi bir gölde elem katrasıdır Yassıada”

Betondan ‘Özgürlük Adası’

Yakın tarihimize, 2012 yılına gelindiğinde Yassıada’nın doğal ve tarihi sit statüleri kaldırıldı; otel ve kongre merkezi yapılması kararı alındı. 2013’de darbenin izlerini silmek için adanın adı İBB Meclisi kararıyla Demokrasi ve Özgürlükler Adası oldu. Keyfi şekilde bir günde bir torba yasa ile sit alanı olmaktan çıkarılarak imara açılan adada, inşaat için öngörülen yüzde beş emsal değer de yüzde 65’e çıkarıldı. Tüm bu yapılanlara  karşı açılan davalar, alınan yürütmeyi durdurma kararları hiç bir şekilde dikkate alınmadı.

Halk ve sivil inisiyatifin “bırak, ıssız kalsın” dediği bu doğa ve tarih/kültür parçasını “boş alan” olarak gören iktidar, 125 odalı otel, 30 bungalov, 600 kişilik Adnan Menderes Kongre Merkezi, cami, kütüphane, müze, Demokrasi Feneri, Demokrasi Şehitleri Anıtı, Sonsuzluk İskelesi, Özgürlük Platformu ibi çok sayıda bina inşa ederek, üzerinde hiç boş alan bırakılmamacasına doldurdu. Çıkan kamyonlar dolusu hafriyatı, molozları ise kontrol yönetmeliğine uygun olarak nakletmedikleri ve bir de dolgu alanı yapacakları için denize boca ettiler. Binlerce senede Akdeniz’den koparak Prens Adaları’na tutunan ve burada kolonileşen mercanların tümünün  üzeri çamurla kaplandı. Bu mercanlar ki, aldığımız her üç nefesten ikisinin kaynağı olan deniz fotosentezinin önemli canlıları, Marmara Denizi’nin  oksijen kaynağıydı. Marmara Denizi’nin ölümünün bu nedenle  çok hızlandığını o dönemde dalışlar yaparak mercanların ölümünü izleyen bilim insanı Nur Eda Topçu, Açık Radyo-Dünya Mirası Adalar programında konuğumuz olduğunda göz yaşları içinde anlatmıştı.

Gelinen noktada üzerine doldurulan binalar, yeni boyanmış duvarlar, balmumu heykeller ve gıcır gıcır nesnelerin replikaları ile Adalet ve Kalkınma Partisi’nin neoliberal siyasetinin bir izdüşümü haline getirildi Yassıada. Uzun süre boş kalan Ada, şimdi 20 yıl süreliğine, bir yıllık karşılığı  4.2 milyon Türk Lirası’ndan Albayrak Turizm Seyahat İnşaat A.Ş ye ait Birun Ada Otelcilik Turizm A.Ş’ne tahsis edilmiş durumda.

300 metre uzunluğunda, 190 metre genişliğindeki; kuş göç yollarının üzerinde, altında mercan kolonilerinin yaşadığı Yassıada, yaşayan bir varlıktı. Şimdi kıyıları doldurularak 103.700 metre kare büyüklüğünde, mercanları yok edilmiş, kuşların olmadığı, Ada’nın altının, üstünün tüm vejetasyonun yok edildiği ve tüm yaşayan canlıların yok olduğu, hiç unutmamamız gereken  bir antroposen anıt.

New York örneği ve ardından gelen ödül.

Çok uzağımızdaki bir kıtada; ABD’de ise 1899’da kurulan Amerikan Peyzaj Mimarları Derneği’nin bu sene Peyzaj Mimarisi Planlama ve Analizi Liyakat Ödülü, Hudson Highlands Fiyordu, New Jersey: Raritan Nehri ve Körfez Toplulukları çalışması ile nisan ayı başında Scape firmasına verildi. Ekibin çalışması iki yıllık zorlu bir süreç sonunda, yaklaşık yedi  belediyeyi ve yaklaşık 310.000 sakini olan New Jersey-New York’ta gerçekleşti.

Bu projenin önemli tarafı; iklim krizine adaptasyonun yanı sıra, bölge sakinlerinin yaşanmış deneyimlerine, onların ihtiyaçlarına, eşitlik ve çevresel adalet hedeflerine bağlı kalınarak yapılmış olmasıydı. Sulak alanların içine kadar girmiş, tehlike arz eden yerleşim alanlarının daha güvenli bölgelere taşınması ve  sonrasında bu alanların restore edilmesi, yeniden yabanlaştırılarak doğaya geri bırakılması da oldukça önemli bir peyzaj araştırması ile gerçekleşti. Misyonları ise doğaya bütüncül bir bakışla bakıp özüne inerek, tüm disiplinlerle birlikte çalışmak şeklindeydi.

Bir de güzel haber; Bu çalışmayı gerçekleştiren ekibin lideri; iklim krizi ve afetler uzmanı mimar, şehir plancı Sera Tolgay çok yakında Yeşil Gazete’de yazmaya başlayacak.

Ekibin yaptığı tüm bu çalışmalar, ısınan gezegenimizi onarmak, duvarları kaldırıp peyzajı özgürleştirmek içindi.  Bahsettiğim haberin ardından  firmanın yöneticisi Kate Orff,  Dünya Peyzaj Mimarlığı ayında Dünyanın En Etkili İnsanlarından Oluşan Time 100 Listesine Seçildi.

İnsan- istiridye- midye işbirliği…

Kate, 10 yıldır fırtına dalgalarının Staten Island kıyılarında oluşturduğu riskleri azaltmak ve aynı zamanda canlı ekosistemini canlandırmak İçin “Living Breakwaters”a liderlik ediyor. Ekibin  işbirlikçileri arasında mühendisler ve mimarların yanı sıra istiridye, midye  gibi insan olmayan canlılar da var ve hepsi gelişen bir yaşam alanını yeniden canlandırmaya yardımcı olmak için birlikte çalışıyor.

Bize peyzajın parçalanmış bir toplumu nasıl onarmaya yardımcı olabileceğini gösteriyorlar. İnsanların biyolojik çeşitliliği korumasına ve iklim değişikliğine uyum sağlamasına yardımcı olmak için geniş bir çevre etiği üzerine düşünüp çalışıyorlar.

New Jersey örneğinde ekolojik bir restorasyon, iyileştirme ve bir yabana dönüş çalışması görürken, Yassıada örneğinde ise hem hafıza kırımına uğruyoruz hem de büyük bir  ekokırım suçuna şahitlik ediyoruz.

Adalılar çok yakında askıya çıkacak 1/1000 ve 1/5000 Ölçekli Adalar Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı beklerken, burnumuzun dibindeki Yassıada ve ellerini ovuşturan neo-liberaller uykumuzu kaçırmaya devam ediyor. İnsan eliyle gerçekleşen afetleri yaşamaya devam ederken, Dostoyevski’nin sözü son noktamız olsun.

“Doğaya karşı işlenen bir suçun öcü, insan adaletinden daha zorlu olur.”

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.