Eisenstein: “Aşırı nüfus kaygısı bir aldatmaca; asıl sorun tüketim”

“Nüfusun dengeye kavuşması ya da düşmesi, tüketimin artışının devamını beraberinde getirecekse çevresel sorunlarımıza deva olmayacaktır.”

Alternatif ekonomi konusunda son dönemin en çok satan kitaplardan birisi olan Kutsal Ekonomi‘nin yazarı Charles Eisenstein‘ın The Guardian’da yayınlanan son yazısını Bora Kabatepe‘nin çevirisiyle sunuyoruz.

Fotoğraf: Guardian/Alamy
Sorun daha fazla bebek doğmasında mı, yoksa kişi başına ne kadar tükettiğimizde mi? / Fotoğraf: Guardian/Alamy

Dünya nüfusunun yarısından fazlası, doğurganlık oranının (kadın başına doğan çocuk sayısı) yenilenme seviyesinin (2.1 doğum/kadın) altında olduğu ülkelerde yaşıyor.

Bu, çevre ile ilgili endişeler taşıyan herkes için iyi bir habere benziyor. Sınırlı bir gezegen tabii ki sınırsız bir nüfus artışını besleyip, destekleyemez ve çoğu çevreci bugünkü 7.2 milyarlık nüfusun bile gezegenin ekolojik taşıma kapasitesini aştığını söylüyor.

Doğum oranları düşmeye devam ederse, Birleşmiş Milletler’in “düşük” tahminlerini gerçekleştirmemiz ve yüzyıl ortasında 8.3 milyarlık tavan nüfusa ulaşıp 2100 civarında bugünkü nüfusumuza dönmemiz mümkün.

Ancak iktisatçılar ve onların yönlendirdiği kamu görevlileri için nüfusun yaşlanması ve azalması bir ihsan değil, tehdit. Doğurganlık oranı yenilenme seviyesinin altına düştüğünde yaşlı nüfus yeni jenerasyonun nüfusunu geride bırakıyor. Bu, emeklileri daha az çalışanın beslemesi, gelir vergilerinin düşmesi ve ekonomik büyümenin durması demek. Buna uygun olarak Singapur, Fransa, Şili ve Güney Kore gibi birçok ülke yurttaşlarına çocuk yapmaları için maddi teşvikler veriyor.

Sandro Botticelli'nin La Mappa del Inferno (Cehennem'in Haritası) tablosu aşırı nüfus konusunun merkezde olduğu, son zamanların en çok satan romanlarından Cehennem'e (Dan Brown) ilham kaybinağı olmuştu
Sandro Botticelli’nin La Mappa del Inferno (Cehennem’in Haritası) tablosu aşırı nüfus konusunun merkezde olduğu, son zamanların en çok satan romanlarından Cehennem’e (Dan Brown) ilham kaynağı olmuştu

Yani burada, diğer birçok alanda olduğu gibi, ekonomik ve ekolojik çıkarlar arasında bir çatışmayla karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz. Ancak nüfusa ve ekonomik büyümeye daha yakından baktığımızda sorunların finansal sisteminizin temel yapısına kadar gittiği bir hikayeyle karşılaşıyoruz.

Bunun nasıl olduğunu görmek için naif bir soru soralım: nüfus artışı yavaşlayan birçok ülkede gençler arasındaki işsizlik rekor seviyelerde. O zaman işgücüne yeni gençler eklememiz gerektiğini nereden çıkarıyoruz? Neden daha fazla insan ekleyerek toplam nüfusu ve tüketimi arttırmak yerine ekonomik talebin gençlerden yaşlılara kaymasına izin vermiyoruz?

Bunun kısa yanıtı finansal sistemlerimizin işlemek için büyümeye ihtiyaç duymasında. Paranın faiz yükü taşıyan bir borç olarak yaratıldığı bir sistemde büyümenin yokluğu o parayı borç verecek (ç.n: krediler, yatırımlar yoluyla) fırsatların azalması demektir. Ekonomiye yeni para girmediğinde mevcut borçların ödenmesi zorlaşır. İflaslar sıklaşır, servet daha az elde yoğunlaşır ve varlıkların finansallaştırılması, milli zenginliklerin likitleştirilmesi, kamu harcamalarının kısılması ve eldeki tüm kaynakların borca hizmet etmesi yönündeki baskı artar. Tüm bunlar olurken üretkenliği arttırmaya yönelik teknolojik gelişmelerin istihdamı düşürmesi, artan borçlulukla birleşince talebi daha da fazla düşürüyor ve paranın aktarılabileceği yerlerin sayısını daha da düşürüyor.

Bir diğer deyişle, büyüme itkisi insan ihtiyaçlarının geçmişe oranla artmasından değil finansal sistemlerin büyümeye ihtiyaç duymasından gelmektedir.

Aşırı nüfus konusu dendiğinde ilk akla gelenlerden birisi İngiliz sos
Aşırı nüfus konusu dendiğinde ilk akla gelenlerden birisi Malthus. Nüfus Üzerine Deneme isimli yapıtında aritmetik artan kaynaklara karşın nüfusun geometrik olarak arttığını ortaya koyarak nüfus artışının felaket getireceği kehanetinde bulunmuştu. Malthusyen Felaket olarak literatüre geçen bu olay henüz gerçekleşmemiş olsa da Neo-Malthusyen olarak tanımlanan birçok düşünür hala şiddetle en büyük sorunun nüfus olduğunu öne sürüyor

Ekonomik büyümeye ulaşmak nüfus da büyürken çok daha kolaydır. Yokluğunda büyümesi gereken, kişi başı tüketimdir. Gerçekten de bazı ülkeler nüfusun yaşlanması sorunuyla baş etmek için ekonomik büyümeyi kullanıyor.

Doğurganlıktaki düşüş eğer kaynak-yoğun kalkınmayla beraber gelecekse bunda kutlanacak bir yan yok. Olan da bu gibi gözüküyor: doğurganlık oranları sanayileşme ile ters korelasyon gösteriyor. Bir ülke ne kadar sanayileşmişse doğum oranları o kadar düşük oluyor.

Yeryüzü’ndeki herkes bir Hint köylüsünün hayat tarzında yaşasa dünyanın 12 milyarlık bir nüfusu kaldırabileceği öne sürülüyor. Herkes (bütün dünyanın özenip ulaşmaya çalıştığı hayat tarzı olan) Kuzey Amerikalı üst-orta sınıflar gibi yaşarsa, 2 milyar bile sürdürülemez bir nüfus olurdu. Nüfustaki azalma iyi bir haber ama daha geniş bir bakışla ele alınmalı. Nüfusun dengeye kavuşması ya da düşmesi, tüketimin artışının devamını beraberinde getirecekse çevresel sorunlarımıza deva olmayacaktır.

image
Fotoğrafçı Peter Menzel’in dünya halklarının haftalık gıda ihtiyaçlarını görüntülediği projeden iki kare.

 

Fotoğrafçı Peter Menzel'in dünya halklarının haftalık gıda ihtiyaçlarını görüntülediği projeden iki kare. Üstte doğurganlık oranı düşük (1.41) Almanya, altta doğurganlık oranı görece yüksek (2.19) Bhutan. Tehdit aşırı tüketim mi aşırı nüfus mu?
 Solda doğurganlık oranı düşük (1.41) Almanya, sağda doğurganlık oranı görece yüksek (2.19) Bhutan. Tehdit aşırı tüketim mi aşırı nüfus mu?

Bu demek oluyor ki aşırı nüfus korkusu bir aldatmaca. Tabii ki, mümkünse bir an evvel, nüfus artışı durmalı ama bu aşırı nüfus korkusu daha temel sorunlar karşısında bir hedef şaşırtmadır. Nüfus artışının görüntüsü arkasına saklanmış daha zorlu bir sorun var: ekonomik büyüme.

Nüfus kontrolünün mevcut duruma çomak soktuğu falan yok; bugünkü güç ve servet dağılımını değiştirmiyor. Yaptığı, sömürgeci bir bakışın suyuna giderek çevre krizinin sorumlusunun doğurgan güney halkları olduğunu ve çözümün (doğurganlığı sınırlandıracak olan) kalkınmada olduğunu iddia etmek. Karşılaştırıldığında, ekonomik büyümeyi, küreselleşmeyi ve kalkınmayı sorgulamak mevcut düzeni engellemenin daha etkili bir yolu.

Büyümeye bağımlı sistemimizin, ekonomik ve ideolojik tüm yönlerini incelemeliyiz. Buna insan refahının zirvesinin sanayileşmiş bir Amerika/Avrupa tipi toplumda olduğunu iddia eden ve parasal sistemin küreselleşmeye ve tüketim artışına neden olacak şekilde genişlemesini savunan kalkınma zihniyetinden başlayabiliriz. İster nüfus, ister tüketim anlamında olsun, “sürdürülebilir”, sürdürülebilir büyüme anlamına gelemez.

Charles Eisenstein

image

Bora Kabatepe
Bora Kabatepe

87 yılının ve İstanbul’un Kadıköy’ünün orta yerinde doğdu, oralarda büyüyüp önce Kadıköy Anadolu Lisesi’ne ardından da İTÜ’ye uçtu, endüstri mühendisi oldu. Okurken baktı dünyanın yolu yol değil, ne yapsak ne etsek; dur biraz akademik takılalım dedi Koç Üniversitesi’nde elektrikli arabaların çevreye etkilerini incelediği bir yüksek lisans tamamladı. Dur bi’ de sektöre bakalım dedi, dünya devi bir enerji firmasına girdi, bakınmaya devam ediyor. Bu bakınmalar sırasında Buğday hareketiyle tanıştı, gönüllülük yaptı, permakültürcü oldu, az biraz yeşillenirken kendini Yeşil Gazete’de çeviri yaparken buldu. Ne iş olsa çeviririzci olmasına rağmen gıda, tarım konularına karşı boş değildir.

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Türkiye’de iklime ve doğaya verilen zarardan milyonlar etkileniyor

'Güvenli ve Adil Alan'ı tanımlayan bilim insanlarının 25 yıllık gelecek projeksiyonları, dünya halklarının tehlikeli devrilme noktalarını aşma riskiyle karşı karşıya olduğunu gösteriyor.

[Her şey mevsiminde güzel] Eylül ayında hangi sebze ve meyveler tüketilmeli?

Yeşil Düşünce Derneği, eylül ayında hala kışa turşular kurarak, konserveler ve soslar yaparak hazırlanabileceğinizi hatırlatıyor.

Ağustos ayında hangi sebze ve meyveler tüketilmeli?

Yazın son ayı ve yaz bereketini en çok hissettiğimiz ay geldi; Ağustos. Peki bu ayda hangi sebze meyveleri tüketmeliyiz?

Temmuz ayında hangi sebze ve meyveler tüketilmeli?

Yeşil Düşünce Derneği; doğayı ve doğal olanı korumak, zehirsiz gıdaya ulaşmak, sağlıklı olmak, yerel küçük üreticileri desteklemek, ev ekonomisini korumak ve karbon ayak izini düşürmek için mevsiminde yemenin önemini hatırlatıyor.

Erdek’te ekokırım: Denizlerin akciğeri deniz çayırları katledildi

Erdek-Narlı Mahallesi İskelesi yakınlarında 'plaj temizliği' adı altında denizlerin akciğeri olarak bilinen deniz çayırları kepçelerle sökülerek kıyıya yığıldı. Deniz çayırlarının ekosistem için taşıdığı hayati öneme dikkat çeken Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi öğretim üyesi Mustafa Sarı, bu katliamın derhal incelenmesi ve sorumlular hakkında yasal işlem yapılması çağrısında bulundu.

EN ÇOK OKUNANLAR